Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Muhterem Misafirler, Basınımızın Kıymetli Temsilcileri, Konuşmama başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Geride bıraktığımız hafta içinde mübarek Ramazan ayının manevi mükâfatı olan bayram günlerini milletçe karşılayıp idrak ettik. Bu vesileyle bir kez daha geçmiş bayramınızı tebrik ediyorum. Gönül isterdi ki, bayramı huzur ve sevinç içinde geçirelim. Hiç tereddütsüz arzulardık ki, bayramda yüzler gülsün, gönüller coşsun. Ne var ki, zincirleme felaketler bayramda da durmadı. Kara talih bayram dinlemedi. Bizleri derinden sarsan ve yaralayan olaylarda bir azalma, bir eksilme, bir zayıflama maalesef görülmedi. Özellikle teröristlerin tahrik ve tasallutundan dolayı buruk geçen Ramazan ve sonrasında; aradığımız, özlemle beklediğimiz bir ortama henüz ulaşabilmiş de değiliz. Bayram süresince milletimizi üzen hadiselerin başında hiç şüphe yok ki, can ve mal kaybına neden olan trafik facialarının yanı sıra Giresun’daki helikopter kazası gelmiştir. 5 Temmuz 2016 Salı, yani bayramın birinci günü, Giresun Alucra ilçesi Tohumluk Köyü sınırlarında TSK’ya ait bir adet Sikorsky S-70 tipi helikopter kaza kırıma uğramıştır. Bu ağır kazada aralarında asker eş ve çocuklarının da bulunduğu 7 vatan evladı şehit olmuş, 3’ü ağır olmak üzere 8 kardeşimiz de yaralanmıştır. Elim kazanın olduğu mahal Tohumluk Yaylası yakınlarında sis altındaki dağlık alandır. Bölgenin elverişsiz şartlarından dolayı ambulansların yaralılara ulaşması kolay olmamıştır. Özellikle ifade etmek isterim ki, yöre insanımız kayaya, sise aldırmadan elele, sırt sırta vererek yaralıları ambulanslara yetiştirmede üstün bir gayret sergilemişlerdir. Adeta insandan kule kuran, olay yerinde korkusuzca inisiyatif alan tüm vatandaşlarımla iftihar ediyor, hepsine şükranlarımı sunuyorum. Karadeniz’in yiğit insanı yeri ve zamanı gelirse gözünü daldan budaktan esirgemeyecek, hiçbir fedakârlıktan da kaçınmayacaktır. Türk milleti, çok şükür haysiyet ve hasletlerini kaybetmemiştir. Bu imrenilecek özellik, karanlık çevrelerin, ihanet ve melanet kadrolarının, Türkiye hasmı odakların korkulu rüyasıdır. Milletin maddi ve manevi kökünü kurutamayacaklarını bilen ve gören aymazlar ne yapacaklarını, hangi kılığa girip hangi kisveye bürüneceklerini şaşırmaktadır. Giresun’da sergilenen dayanışma ruhu bizi çok ümitlendirmiş, işte Türk milleti bu dedirtmiştir.
Değerli Arkadaşlarım, Bayramda, bilhassa Karadeniz Bölgesindeki aşırı yağışlar sel ve heyelanlara neden olmuştur. Konuyla ilgili lazım gelen çalışma ve incelemeleri yapmak üzere de, İstanbul Milletvekilimiz Sayın İsmail Faruk Aksu’yu afet bölgesine gönderdik. Ordu’nun başta Perşembe olmak üzere; Fatsa, Gürgentepe ve Çatalpınar ilçelerinde 5 Temmuz’dan itibaren başlayan şiddetli yağışlar afetlere davetiye çıkarmıştır. 5 günde metrekareye düşen tam345 kgyağışın yol açtığı seller Ordu’ya kâbus yaşatmıştır. Nitekim maddi hasar ciddi boyutlara ulaşmıştır. Selle birlikte evler ve köprüler yıkılmış, köylere ulaşım kesilmiş, dereler taşmış, yollar kullanılamaz hale gelmiş, içme suyu şebekeleri tahrip olmuştur. Daha da üzücü olanı ise 3 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi, 2’sinin kaybolması, 11’nin de yaralanmasıdır. İstanbul, Van ve diğer bazı illerimizde de etkisini gösteren yoğun yağışlardan dolayı hayatın doğal akışı olumsuz etkilenmiştir. Sel afetinin ceremesini çeken, zarar ve ziyanına uğrayan vatandaşlarımızın sesi muhakkak surette duyulmalı, hükümet şartsız afetzedelerin elinden tutmalıdır. Ordu’nun yaraları acilen sarılmalı, selin enkazı süratle kaldırılmalıdır. Dere yataklarına konut yapımının önüne de kesin olarak geçilmelidir. Ordulu vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yanlarında olduğumuzu hatırlatıyor, hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.
Muhterem Milletvekilleri, İnsanlık terör ve şiddet karşısında tarihi bir imtihandan geçmektedir. Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle Avrupa’da başlayan karanlık çağın bir benzeri şu an tüm dünyada âdeta tekerrür etmektedir. Medeniyetler, milletler ve inançlar arasındaki kutuplaşma sertleşmektedir. Küresel adalet yerlerde sürünmekte, entelektüel sefalet yayılmakta, karşılıklı hoşgörü ve saygı kriz geçirmektedir. Hak ve özgürlükler ötelenmekte, dışlanmaktadır. İnsan hak ve onuru her coğrafyada çiğnenmektedir. Beşeriyet kan revan içindedir. Bugünkü çağda zulüm egemen, haksızlık öndedir. Önyargılar güçlenmekte, çatışma ve anlaşmazlıklar keskinleşmektedir. Tahammülsüzlük, vicdansızlık, vandallık korkutucu şekilde yayılmakta ve yerküreyi kuşatmaktadır. Gelişmeler umut verici değildir. ABD’de yaşanan polis dehşeti, Avrupa’da yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, Ortadoğu’da tırmanan etnik ve mezhep gerilimleri, her ülkeyi saran sosyal ve ekonomik çalkantılar küresel huzursuzluğun en açık göstergeleri arasındadır. Komşu coğrafyalarda insanlık askıdadır. Kaostan düzen çıkarmayı düşünen küresel vahşet çetesi; Dini hassasiyetlerle oynayarak, Askeri, ekonomik ve finansal saldırıları seferber ederek, Bilinçaltı operasyonları kullanarak, Ve de Müslümanları birbirine kırdırarak nüfuz alanlarını genişletme arayışındadır. Bu kapsamda terör örgütleri küresel emperyalizmin güdümünde ve emrindedir. Zor kullanılarak, taşeron örgütler sahaya sürülerek coğrafyalar üzerinde spekülasyon ve oynamalar yapılmaktadır. İslam toplumlarının üzerindeki ölü toprağı ise hala aralanmamış, hala kalkmamıştır. Hem ülkemizde, hem de çevremizde yaşananlar tam bir kaostur. Düşünebiliyor musunuz, Arife günü, Suudi Arabistan’ın Cidde ve Katif kentleri ile Medine’deki Mescid-i Nebevi’nin etrafında teröristler bombalı saldırı düzenlemişlerdir. Efendimiz Hz. Muhammed’in manevi makamının yanı başında, canlı bomba olup kendini patlatacak kadar gözünü kan ve nefret bürümüş caniler, her şeyden önce Allah’ın lanetiyle cehennemde çırpına çırpına azap çekecek olanlardır. Kaldı ki dileğimiz de budur. Bu imansız ve insanlık düşmanlarının İslam’la uzaktan yakından hiçbir ilgileri yoktur, aksini düşünen ise İblis’in kölesi, ruhunu satan kuklalarıdır. Irak’ta kan vardır. Bu ülkede 2 ve 7 Temmuz’daki terör saldırılarında yüzlerce masum insan hayatını kaybetmiştir. Türbeler havaya uçurulmaktadır. Kutsal mekanlar saldırı altındadır. İnsan hayatı kahredici şekilde ucuzlamıştır. Suriye’de yıllardır kan akmaktadır. 11 Temmuz 1995’de Srebnitsa’da yaşanan soykırımın farklı örnekleri bugün komşu ülkeleri pençesine almıştır. Sırplı katillerle IŞİD, PKK, PYD, YPG arasında hiçbir fark yoktur. Afganistan, Bangladeş, Libya, Somali ve daha birçok Ortadoğu ve Afrika ülkesi kıyım ve katliamlarla boğuşmaktadır. Terör her yerdedir ve insanlığın başına musallat olmuştur. Meselenin acı verici yanı ise Türk milletinin terörden en çok çeken, en fazla muzdarip ülke olmasıdır. Türk vatanı karanlık bir tünelde, göz gözü görmez bir fırtınadadır. Bombalar, silah sesleri, pusular, tuzaklar, ağlayan analar, viraneye dönen haneler, omuzlara alınan şehit naaşları bu aziz milleti perişan etmekte, inim inim inletmektedir. Çözüm diyorlardı, çözülen ve çürüyen iç huzur ortamı oldu. Barış masalları anlatıyorlardı, bahar gelecek, terör bitecekti. Ancak masalın yerini vahim gerçek, baharını yerini kara kış aldı, biteceği söylenen terör ise Türkiye’yi kana buladı. Kanlı terör Oruç, ibadet, bayram demeden vatan evlatlarına kast etmiş, Türkiye’yi mateme gömmüştür. 6 Temmuz günü, Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Armutözü Köyü yakınlarında ailesiyle bayram ziyaretinden dönen yiğit korucumuz Hakkarili Mehmet Genç kaçırılarak alçakça şehit edilmiştir. 9 Temmuz’da, Mardin’in Artuklu ilçesi Cevizli Jandarma Karakolu’na patlayıcı yüklü araçla saldıran teröristler Adanalı Astsubay Çavuş Adem Algın’ı, Aydınlı Jandarma er Orkun Alp Arslan’ı şehit etmişler, 11 kahramanımızı da yaralamışlardır. 10 Temmuz’da, Van’ın Erciş ilçesi Pay Jandarma Karakolu’na tonlarca yüklü bombalı araçla saldıran teröristler Van Ulupamir Köy Korucusu Turanbeg Günocağ’ı ve Samsunlu Jandarma er Eyüp Öksüz’ü şehit etmişler, 10 Mehmetçikle, 5 korucumuzu yaralamışlardır. Yine 10 Temmuz’da, Hakkari Beyyurdu-Aktütün karayolunda, yol kontrolü yapan askerlerimizin geçişi sırasında, önceden tuzaklanan el yapımı patlayıcıların uzaktan kumandayla infilak ettirilmesi sonucunda tam bir can pazarı yaşanmıştır. Kütahyalı Jandarma Uzman Çavuş Mustafa Altınel, Adanalı Astsubay Kıdemli Çavuş Kamil Yelmen, Denizlili Astsubay Çavuş Burak Erten, Bursalı sözleşmeli piyade er Yunus Yılmaz, Bilecikli piyade er Osman Er şehit düşmüşlerdir. Vicdanları isyan ettiren bu şehadetler, normal görülemeyecek, basit ifadelerle geçiştirilemeyecek düzeydedir. Türk milleti bir günde tam 9 şehit vermiştir. Ve hepsi yalnızca vatan topraklarına değil, milli yüreklere de emanet edilmiştir. Tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Acılı ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı ve sabır temenni ediyorum. Tedavileri süren evlatlarımızın şifa bularak sevdiklerine kavuşmalarını niyaz ediyorum.
Değerli Milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti, terörist eylemlerin sıfır denilecek kadar azalmış olduğu 2002 yılından bu yana derin bir uçurumun kenarına kadar aşama aşama getirilmiştir. Her konuda tam bir iflas yaşayan AKP, PKK açılımı adı altında yıllar önce başlattığı yıkım süreciyle milli birliğimizi sabote etmiş, temellerini çatlatmıştır. Türkiye çok tehlikeli sonuçları olacak tarihi bir bunalım dönemine girmiştir. Cumhuriyetimizin temel dayanakları olan milli devlet ve üniter yapının tasfiye planları gittikçe hız kazanmaktadır. Milletimizin kimliksizleştirilmesi, yapay azınlıklar oluşturulması ve alt kimliklerin sivriltilmesi emellerinin üzerine bina edilen açılım ve çözüm ihaneti terörü kamçılamıştır. AKP’nin gaflet ve acziyeti sayesinde, PKK saldırıları beka düzeyinde tehdit haline gelmiştir. Üzerinde yaşamaktan onur duyduğumuz bin yıllık Türk toprağı olan aziz vatanımız, basiretsiz iktidar kadrolarının elinde sosyolojik ve siyasal bir kırılmanın tarihsel eşiğine kadar bükülmüş durumdadır. Yaşanan politik, ahlaki, toplumsal ve ekonomik çöküşün üzerinde ve daha da önemlisi olarak her gün vatanımızın bir yerinde bombalı, mayınlı ve silahlı saldırılar sonucu birbirlerinden kahraman evlatlarımız şehit olmakta veya yaralanmaktadır. Türk milleti öfke içindedir. Biriken ve bilenen toplumsal tepki iç savaş ortamının çatısını örmektedir. Şayet vatandaşlarımız, hükümetin terörle mücadelede başarısız olacağı kanaatine tam varırsa, bireysel veya toplu savunma ve ceza kesme psikolojisinin dalga dalga yayılması kaçınılmaz olabilecektir. Bu ise Türkiye’nin içine kıvrılarak tüm denge ve hassasiyetlerin imha olması demektir ki, sonu hepimiz açısından hüsran olacaktır. İçten içe kaynayan milli öfkenin kuşkusuz ki AKP’nin PKK ile milli hafızalara kazınan meşum işbirliği, milli güvenlikteki devasa açıklar ve de hiç kimsenin can emniyetinin olmaması oldukça etkilidir. Bugünkü ağır buhran hali dönemsel gelişmelerin rastlantısıyla oluşmamıştır. Bu itibarla ülkemizdeki her rezaletin, her kepazeliğin ve her sorunun mimarı bellidir. Başka yerlerde suçlu aramaya gerek yoktur. Sorumluluğu paylaştırma niyeti nafile ve boş bir gayrettir. Vebal AKP’nindir. Bugün önümüze konan dehşet tablosu, terörden kurtuluş reçetesi olarak dayatılmak istenen ve adına “çözüm süreci” denen ihanet projesinin baş aktörlerinin eseridir. PKK üzerinden yıllardır ekilen rüzgâr, maalesef ki şimdi mayın, bomba ve terör olarak biçilmektedir. 14 yıldır Türkiye’yi yönetenler; Tarihi konuşurlar ama tarih şuurundan habersizlerdir. Milleti ağızlarından düşürmezler ama Türk’ü tanımazlar. Bir bakarsanız milliyetçilikten bahsederler, sonra da dönüp ayaklar altına alırlar. Doğruluktan dem vururlar ama hırsızlıktan uzak durmazlar. Kefen ve mezar edebiyatı yaparlar, dünyalıklarını küplere, kutulara, yatak odalarına, evlerin bodrum katlarına doldururlar. Dik durduklarını söylerler fakat başları yerden kalkmaz, iki yakaları bir araya gelmez. Hak derler hakikate kast ederler, hukuk derler adalete kara çalarlar, din derler diyanete acımasızca saldırır ve suikast yaparlar. Geri adım atarlar, diyalog diye açıklarlar. Taviz verirler, kazandık diye kandırırlar. Boyun eğerler, işbirliği ve zafer naraları atacak kadar yüzsüzleşirler. Teröristle masaya otururlar, milli birlik ve kardeşlik derler. Rusya’ya meydan okurlar, sonra pardonla yiğitliğin şanına rahmet okuturlar. BOP’a tutunup Müslüman katillerine kuryelik yaparlar. Medeniyetler İttifakına yüz sürüp emperyalizmin bekçiliğine soyunurlar. Önde İsraille cepheleşip arkada ceplerini doldururlar. Bu ülkeyi düşman ilan edip zoru görünce dost olduklarını hatırlarlar. Gazze’ye Mavi Marmara gemisini gönderip kurusıkı atarlar, yıllar sonra “giderken bana mı sordunuz” diyerek 180 derece çark ederler. One minute derken kısa süre sonra yan yatıp mihnete, mağlubiyete rıza gösterirler. Mısırla ters düştüğünü sanırsınız, ama sonunda elleri kaldırıp beyaz bayrak sallarlar. Dostları artıyoruz derken Esad’a göz kırparlar. Bunların devrinde parlayan Cumhuriyet hasımları beş asırlık İngiliz şair Shakespeare’i Müslüman yapacak, ismini de Şeyh Pir koyacak kadar akıl sağlıklarını kaçırırlar. Nasılsa yalan egemen, ihanet geçer akçedir. Nasılsa yanlış politikaların, skandallarla dolu yılların bedeli henüz ödenmemiştir. Bugün terör bu kadar azmış, bu kadar gemi azıya almışsa bunun gerisinde 14 yılın ihmal ve iradesizliği vardır. Biz AKP’yle ilgili her teşhis ve tespitimizde haklı çıktık. Türkiye’nin nazik ve son derece kırılgan döneminde, hükümetin tarihin yanlış yerinde durduğunu ve onca kabulü imkansız politikasına rağmen, terörle mücadeleye hep destek verdik. Çünkü biz Türkiye sevdalıyız. Çünkü biz Türk milleti için gerekirse zehri kızılcık şerbeti niyetine içecek kadar gözü pek ve kararlıyız. Diyorum ki, Türkiye’nin asıl meselesi açılışı yapılan köprüden geçtin geçmedin, yol yaptın yapmadın değildir. Osman Gazi Köprüsüyle haklı yere övünenler, dikkat ediniz, Osman Gazi’nin torunları Bizans artıkları tarafından katledilmektedir. Ne duruyor, neyi bekliyorsunuz? Tekfurlar kol geziyor, Türklük eriyor; siz hala neyden bahsediyorsunuz? Dünyanın tanıdığı en kanlı terör çetesi olan PKK ve küresel emperyalizmin tetikçisi IŞİD Türkiye’yi infazla görevlendiriliyor, siz ne yapıyor, neyle meşgul oluyorsunuz? Yetmedi mi akan kanlar? Yetmedi mi şehadet haberleri? Anaların ağlaması sizde hiç mi rahatsızlık uyandırmıyor? Vatana ihanet hiç mi uykularınızı kaçırmıyor? Sınırda nöbet beklemek Sarayda keyif sürmeye benzemez. Milletin vergileriyle alınan belediye araçlarına tonlarca bomba yükleyip kahramanlarımıza saldıran şerefsizleri, koruma ordusuyla gezenler yok sayamaz, görmezden gelemez. Bu cinnet ne kadar sürecek? Bu rezalet ne zaman son bulacak? Sayın Erdoğan, Sayın Yıldırım; bu terör ne zaman bitecek? HDP’li belediyeler PKK’ya çalışacak, iktidar susacak. Maaşlı belediye personelleri, HDP’nin terörist vekilleri PKK’ya hedef gösterip askerimizin, polisimizin, korucumuzun, çocukların kanını dökecek, iktidar da alttan alıp sadece günü kurtararak devletin gücünü göstermeyecek. Dünya üzerinde böyle bir yönetim nerede görülmüştür? Hükümetten beklentim, artık bir terör belasından bu ülkeyi derhal temizlemeleri, ne gerekiyorsa sonuna kadar giderek yapmalarıdır. Milliyetçi Hareket Partisi doğru ve milli politikaların sağlam bir şekilde yanındadır. Gelin bu ülkeyi hainlerden koruyalım, gelin bu bölücü terör illetinden bu aziz vatanı arındıralım. AKP hükümetine sesleniyorum; Yetkiyse elinizde vardır. Duaysa millet arkanızdadır. İmkânsa devlet her talebe cevap verecek kudrettedir. Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü yıkmaya çalışan ihanet odaklarına hadlerini bildirin. Türk milletinin terörden tahakkümünden çekip çıkarın. Ülkemiz topyekûn yeni bir kurtuluş hareketi başlatarak bunu başarabilecektir. Milliyetçi Hareket’in inançlı kadroları Türkiye için her fedakârlığı yapmaya hazırdır. Kuva-i Milliye ruhu ile yeni bir milli şahlanışı harekete geçirmek, artık Türkiye için ölüm kalım meselesi haline gelmiştir. Herkes bilmelidir ki, Türk ve Türkiye düşmanları yaptıklarının hesabını mahşeri vicdana mutlaka vereceklerdir. Bu hesap ahirete kalmayacaktır. Türk milliyetçileri bu milli hesaplaşmanın tarafı ve takipçisi olacaktır. Kimse yaptığım yanıma kâr kalır, Türk milleti akıl ve idrakten yoksundur, zamanla unutulur dememelidir. Böyle bir yanılgı içine düşmemelidir. Şunu herkes bilsin ki, güçlü ve onurlu bir Türkiye, rehberimiz Hak, kuvvet kaynağımız halktır diyen ve Türk milletine hizmeti en büyük şeref sayan Milliyetçi Hareket’in omuzlarında gün gelecek yükselecektir. Milli geleceğin yegane teminatı olan Milliyetçi Hareket’i içeriden karıştırmak isteyen fesat odakları ve ihtirasların sonu ise hüsran olacaktır. Bizler, ömrünü davasına adamış ve Yüce Allah’a şükürler olsun ki, her oyun ve hain senaryoya rağmen dimdik ayakta durabilmiş vatan ve millet aşıklarıyız. Davamız büyük, ülkümüz büyük, inancımız ve imanımız büyüktür. Zafer, inananların ve inançları uğruna her güçlüğe seve seve katlananların olacaktır. Milli varlığımızı ve tarihi haklarımızı cesurca müdafaa etmezsek korkakça ağlayacağımız günlerin yakın olduğu da hiç akıllardan çıkarılmamalıdır.
Değerli Milletvekilleri, Gündemdeki en önemli konu başlıklarından birisi de Suriyelilere vatandaşlık verilmesiyle ilgili tartışmalardır. Bu tartışmanın fitilini Cumhurbaşkanı’nın 2 Temmuz’da Kilis’te yaptığı konuşma ateşlemiştir. Sayın Erdoğan, Suriyelilere kendi gönül dünyalarında vatanlarıyla eş tutup ülkemize ve milletimize sığındıkları için teşekkür etmiştir. Bize göre bu teşekkürün içi boş, anlamı yoktur. Hepsinden önemlisi ortada teşekkürü gerektirecek bir durum yoktur. Cumhurbaşkanı Kilis’teki konuşmasında, Suriyelilere vatandaşlık hakkı vereceklerini duyurmuş, konuyla ilgili İçişleri Bakanlığının attığı adımlardan bahsetmiştir. Kimi zaman sığınmacı, kimi zaman göçmen, kimin zaman da mülteci diye tanımlanan Suriyelilerin hukuki statüleri ise netleşmiş ve somutlaşmış değildir. Türk vatandaşlığının nasıl alınacağı, bu çerçevede hangi prosedürlerin izleneceği 5901 sayılı kanunda belirlenmiştir. Bu kanunun 11.maddesi başvuruda aranacak şartları, 12.maddesi de Türk vatandaşlığının kazanılmasında istisnai halleri sıralamıştır. Mezkûr kanunda, milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla ilgili bakanlığın teklifi, Bakanlar Kurulunun kararı ile yabancıların vatandaşlık hakkından yararlanabileceği ifade edilmiştir. Buradan anlaşılacağı üzere, vatandaşlıkla ilgili işler Cumhurbaşkanı’nın yetkisi dahilinde değildir. Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda; Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak, Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz beş yıl ikamet etmek, Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek, Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak, İyi ahlak sahibi olmak, Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek, Türkiye'de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak gelire veya mesleğe sahip olmak, Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartları aranmaktadır. Vatandaşlığın kazanılmasında istisnai haller ise; Türkiye'ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler, Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler, Ve de göçmen olarak kabul edilen kişiler şeklinde sıralanmıştır. 1951 Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ne göre mülteci; ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği korkusu taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişidir. Göçmen ise, genellikle ekonomik nedenlerle veya içinde bulunduğu sosyal ortamın olumsuzluğu bahanesiyle kendi ülkesini gönüllü olarak terk ederek başka bir ülkeye yasal veya yasadışı yollarla giden, orada yaşayan yabancıdır. Kısaca mülteciler mal varlıklarını geride bırakarak, hayat hakkına gelebilecek bir zarar neticesinde güvenli bir ülkeye iltica etmekte iken; göçmenler, ekonomik anlamda daha rahat yaşamak amacı ile göç etmektedirler. 5543 sayılı İskan Kanununda, göçmen tanımlanmış ve şöyle ifade edilmiştir: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, yerleşmek amacıyla tek başına veya toplu halde Türkiye'ye gelip bu Kanun gereğince kabul olunanlardır.” Bu itibarla, Suriyelilerin hukuki statülerinin hangi kategoride olduğu belirlenmeden yapılacak her siyasi tasarruf sorgulanacak ve ters tepecektir. Biz Suriye’deki iç savaş şartlarından dolayı ülkemize sığınanlara elbette gönlümüzü açalım, ekmeğimizi paylaşalım, Türk milletinin cömertliğini ve alicenaplığını gösterelim. Komşuluk hukuku neyi gerektiriyorsa onu yapalım. İnsani yardım ve desteğimizi muhataplarına sunalım. Bunlara bir diyeceğimiz olmayacaktır. Ancak Suriyelilerin Türk vatandaşlığına alınmaları konusunu siyasi dürtü ve oy hesabıyla gündeme getirmek bir defa sorumsuzluktur. Kendi vatanlarını bırakıp gelenlere, bir kalemde Türk vatandaşlığı payesi vermek, ortak vatandan bahsetmek eğer düşüncesizlik değilse telafisi imkânsız bir şuursuzluktur. Madem Suriyelilere verilecek TOKİ konutları var idiyse, bu milletin asil evlatlarından bu zamana kadar niçin esirgenmiştir? Sayın Erdoğan, Varşova dönüşü uçakta aynen şöyle demiştir: “Bugün bir Türk, Alman vatandaşı oluyor da, Amerikan vatandaşı oluyor da, benzer durumlar bizim ülkemizde yaşayanlar için neden mümkün olmasın?” Yine Sayın Erdoğan, Suriyelilerin bir bodrumda 10-15 kişi tıkış tıkış kaldığını söylemektedir. Teşhis doğrudur, ama insanlıkla bağdaşmayan bu tablo sadece Suriyelilerin muhatap olduğu dram değildir. Bu çerçevede hepimizi rahatsız eden örnekleri çoğaltmak ve genellemek mümkündür, Sayın Erdoğan’a tavsiyem, önce kendi vatandaşlarımızın ibretlik ve hazin hallerine bakmasıdır. Şunu da bilhassa dile getirmek isterim ki, Türk vatandaşları Almanya’ya ülkelerinden kaçarak değil, bilakis iş gücü eksikliğinden dolayı davet üzerine gitmişlerdir. Suriyelilerin durumu başka, Türk vatandaşlarının yabancı ülkelerdeki pozisyon ve hakları başkadır. Bu iki husus geceyle gündüz kadar birbirinden farklıdır. Suriyelilerin çıkardığı olaylar gün be gün fazlalaşmaktadır. Konya Beyşehir’deki üzücü ve düşündürücü olay henüz çok yenidir. Suriyelilerin neden olduğu sosyal uyumdaki açmazlar, sınır il ve ilçelerimizdeki asayişsizlik ve ahlaki problemler toplumsal huzurumuzu tehdit etmektedir. Türk vatandaşlığı Cumhurbaşkanı’nın keyfine bırakılmış, aklının estiği gibi lütfedeceği bir unvan değildir. Siyasi düşünce ve parti rozeti farklılığına bakmadan vatanını ve milletini seven herkesi Türk vatandaşlığı konusunda demokratik itirazını göstermeye çağırıyorum. Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü dil, soy ve din unsurlarını aşan tarihi bir olgudur. Tüm Türk vatandaşları Türk milleti kimliğinde bütünleşmiştir. Devletin temel unsuru olan tek millet olgusu, bütün bu unsurların iştirakiyle vücut bulmuştur. Türk vatandaşları, millet bilinciyle ve Türk milletinin eşit fertleri olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Devletimizin temelinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını birleştiren ortak tarih ve mukadderat bilinci ve duygusunun oluşturduğu milli bağ ve milli değerler yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve milleti birdir. Türk vatandaşlığı Türk milletine ruh veren hukuki, vicdani ve ahlaki bir bağdır. Bu bağ zayıflar veya koparsa milli birlik ve kardeşlik ağır bir tramvaya girecektir. Türk vatandaşlığının bir şerefi, bir saygınlığı, bir itibarı vardır. Buna gölge düşürmek hiçbir devlet veya siyaset adamının harcı, haddi ve hakkı değildir. Türk vatandaşları; bu vatanın ezasına da katlanmış, cefasına da katlanmış, Türk milletini ayakta tutmuştur. Milyonlarca Suriyeliye vatandaşlık ikramı milli beka ve varlığımıza ket vurmak, set çekmek, engel çıkarmak anlamına gelecektir. Vatandaş Türk’tür, vatan Türk’tür, millet Türk’tür, geleceğimiz de Türk olacaktır. Son vatanımızı etnik yığınlara teslim edip Türklüğün belini kırmayı aklından geçiren kim varsa, tavsiyem ayağını denk almasıdır. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi buna izin vermeyecektir. Suriyelilerin dua ve bereketiyle Türkiye’nin dünyada ilk dörde giren bir büyüme sergilediğini söyleyen bazı AKP’li bakanlar da bu milletin aklıyla, irfanıyla alay etmekten vazgeçmelidir. Türk milletinin dua ve bereketini göremeyenlerin, görse bile nimet bilmezlik yapan nankörlerin hesabı da er geç mutlaka sorulacaktır. Türk milliyetçileri Türkiye’nin bölünmesine, ortak değerlerimizin yok edilmesine ve Türk milletinin bir kaos ortamına ve kardeş kavgasına sürüklenmesine hiçbir şart altında sessiz kalmayacaktır. Misak-ı Milli sınırları içinde, üniter yapıda milli devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünme teşebbüslerine, vatandaşlık hakkının peşkeş çekilmesine bedeli ne olursa olsun sonuna kadar karşı çıkacağız, duruşumuzu da hiç bozmayacağız. Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyor, başarılı bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
|