13.11.2007 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni

13 Kasım 2007

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye’nin siyasi gündemi, son bir hafta içinde, hayret ve esef verici gelişmelere ve hepimizi derin bir endişeye sevkeden olaylara sahne olmuştur.

Bu çerçevede;

AKP hükümetinin terörle mücadelede inat ve ısrarla sürdürdüğü hareketsizlik ve zafiyet,

Türkiye’yi parçalama reçetelerinin yıkıcı faaliyetlerde bulunan bölücü bir partinin kongresinde siyasi program ve eylem planı olarak benimsenmesi,

Etnik tahriklerin yeni bir cüret kazanarak hayasızlık boyutlarına ulaşması,

Türkiye’nin, PKK’nın bölücü emellerinin siyasi zeminde gerçekleşmesi yolunu açacak siyasi süreçlere sürüklenmesi çabalarının hız kazanması ve

Ana muhalefet partisi CHP’nin kuzey Irak ve terörle mücadele konusunda AKP’nin çizgisine geldiğini gösteren projelerle ortaya çıkması,

Bu kısa döneme damgasını vuran gelişmelerdir.

Bugünkü grup toplantımızda bu gelişmeler hakkındaki görüşlerimizi ortaya koymak ve önümüzdeki tuzaklarla dolu mayınlı yola ilişkin değerlendirmelerimizi aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye, siyasi bölücülük ve silahlı terörün meşruiyet kazanma yolunda mesafe aldığı çok tehlikeli bir döneme girmiştir.

Terör destekli etnik bölücülük siyaset sahnesine taşınmış, PKK’nın siyasallaşma stratejisinde yeni bir aşamaya gelinmiştir.

Son gelişmeler Türkiye’nin milli birliğine, toprak bütünlüğüne ve üniter devlet yapısına kastetmeyi amaçlayan ihanet ve husumet cephesinin yeni mevziler kazanmak için iki yönden yeni bir saldırı başlattığını göstermektedir.

Etnik tahrik ve taleplerle ilerletmeye çalışan siyasi bölücülük gündemi ile silahlı terör saldırılarının ortak hedefi bütün açıklığıyla ortadadır.

Amaç, Türk milletine ve devletine vücut veren bütün ortak değerleri yıkmak ve Türkiye’yi parçalayarak çok milletli, çok kimlikli ve çok dilli, coğrafi temeli olan parçalı bir ortaklık devleti yapılanmasını Türkiye’ye zorla kabul ettirmektir.

Bu ihanet ve husumet cephesinin içinde, İmralı canisi, PKK ve terörün Parlamento sözcüsü DTP’nin yanı sıra, kuzey Irak modelini Türkiye’de uygulamak için misyonerlik yapan Barzani ve peşmergeleriyle, bu modele özenen içimizdeki etnik bölücüler bulunmaktadır.

İki cepheden saldırıya maruz kalan Türkiye, hem silahlı terörle hem de etnik bölücülükle mücadelede tarihi bir yol ayrımının eşiğindedir.

Karar ve kader anı gelmiştir:

Ya bu ihanet cephesi Türkiye’nin ortak değerlerini savunma azim ve iradesini kırarak ülkeyi kanlı bir bölünme ve iç çatışma sürecine sokacak, ya da Türkiye Cumhuriyeti devleti tüm imkânlarıyla bu saldırılara gereken cevabı vererek bu ihanetin belini kıracaktır.

Bir varlık ve beka sorunuyla karşı karşıya bulunan Türkiye’nin geldiği bu yol ayrımında, herkes yerini, yönünü ve safını artık açık bir şekilde belirlemek zorundadır.

Türkiye’nin kör bir uçurumun kenarına sürüklendiği bu noktada, artık nabza göre şerbet vermek, çağdaşlaşma ve demokratikleşme gibi sloganlarla etnik bölücülüğü cesaretlendirecek siyasi çıkar hesapları peşinde koşmak ve Avrupa Birliği normları adına bölücülüğün amaçlarına hizmet edecek projelere taşeronluk yapmak imkânı kalmamıştır.

Değerli Arkadaşlarım,

Karşımızdaki bu vahim durumun başlıca sorumlusu, etnik bölücülüğe ümit ve cesaret veren ve terörle mücadeleyi zaafa uğratan Başbakan Erdoğan ve hükümetidir.

Son dönemde kanlı terörün tırmanması Türkiye’yi ayağa kaldırmış ve aziz milletimizin haklı tepki ve öfkesinin kontrolde tutulması çok güç hale gelmiştir.

Ancak, bu durum bile AKP hükümetini gaflet uykusundan uyandırmaya maalesef yetmemiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hükümete Kuzey Irak’a sınırötesi askeri müdahale yetkisi vermesinin üzerinden bugün itibariyle 27 gün geçmiştir.

Ancak, Başbakan Erdoğan’ı ve hükümetini harekete geçirmek hala mümkün olmamıştır.

Yaşanan gelişmeler, bütün planların ve hazırlıkların tamam olduğunu, bunların uygulanması için Meclis’in yetkisinin beklendiğini söyleyerek Türk milletini oyalayan ve aldatan Başbakan’ın bu konuda samimiyetsizliğini gözler önüne sermiştir.

Genel Kurmay Başkanı’nın 8 Kasım 2007 günü yaptığı açıklamalar, Meclis’in yetki vermesinin üzerinden üç hafta gibi uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen, hükümetin ilk yapılması gereken husus olan askeri makamlara siyasi direktif bile vermediğini ifşa etmiştir.

Genel Kurmay Başkanı, askeri harekata hazır olduklarını, bunun için hükümetin siyasi direktifini beklediklerini, yetkinin henüz askeri makamlara devredilmediğini belirtmiş ve hükümet direktifinde askeri harekat için sınırlamalar getirilip getirilmediğine bakacaklarını söylemiştir.

Genel Kurmay Başkanı’nın bu ifadeleri, karşımızdaki sorunun çok vahim olduğunu göstermeye yetecektir.

AKP hükümeti diğer alanlarda derhal uygulaması gereken tedbirleri de hayata geçirmemiştir.

Bir dizi ekonomik önlem uygulamasının kararlaştırıldığını kamuoyuna açıklayan hükümet, bugün itibariyle hiçbir caydırıcı tedbiri uygulamamıştır.

Habur sınır kapısında hiçbir düzenleme yapılmamıştır. Hava sahası açıktır. Barzani’nin ve PKK’nın finans kaynaklarına, kara para aklama kanallarına ve ticari faaliyetlerine yönelik hiçbir tedbir alınmamıştır.

İlgili Bakanlar, tedbirlerin en optimum dozajını ayarlamaya çalışıyoruz gibi beyanlarla ipe un sermektedir.

AKP hükümeti siyasi, ekonomik ve askeri caydırıcılığın asgari icaplarını dahi yerine getirmekten özenle kaçınmış, bunun yerine PKK’nın hamisi Barzani’ye güvence ve cesaret vermek için adeta seferber olmuştur.

Başbakan Erdoğan ve hükümetinin sergilediği bu affedilmez ve anlaşılmaz tutum, terörle mücadele konusunda siyasi irade ve kararlılıkları bulunmadığını, buna niyetleri olmadıklarını göstermiştir.

Meclisin verdiği yetkinin inandırıcılığı ve caydırıcılığı bizzat hükümet eliyle etkisiz hale getirilmiş ve sıfırlanmıştır.

Sınırötesi askeri harekat yetkisini zamana yayarak anlamsız kılma stratejisi izleyen hükümetin nihai hedefinin Irak’taki PKK mevcudiyetini gerçek anlamda tasfiye etmek olmadığı da yaşanan bu süreçte anlaşılmıştır.

Hükümet, askeri operasyonu gündemden çıkaracak kış şartlarının ağırlaşmasını ve bunun için zaman kazanarak Türk milletinin haklı öfkesinin yatışmasını beklemektedir.

Başbakan’ın ABD Başkanı Bush’la görüşmesinin sonuçları, bu savsaklama sürecinde bir oyalama aracı olarak kullanılmıştır.

ABD’den kapsamlı bir askeri harekat için izin ve icazet alamayan Başbakan, Bush’un operasyonel istihbarat paylaşımı yapılacağı sözünü, Türk kamuoyuna büyük bir başarı olarak takdim etmek için bir yanıltma ve saptırma kampanyası başlatmıştır.

ABD gezisi sonuçları hakkında bugüne kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bilgi verme gereğini duymayan Başbakan, bu konuda yapılan spekülasyonların ve tartışmaların yarattığı kafa karışıklığı ortamında, Washington’dan eli boş döndüğü gerçeğini saklamaya çalışmıştır.

Herkesin farklı bir anlam ve önem yüklediği, anlık ve sıcak istihbarat, aktif ve cari istihbarat, sesli ve görüntülü istihbarat gibi tanımlarla adını dahi koymakta zorlandığı bu konuda bazı gerçekleri ifade etmek istiyorum.

PKK’nın Kuzey Irak’taki kampları, eğitim alanları Türk sınırına yakın bölgelerdeki konaklama ve depolama yerleri bilinmektedir.

Bunlara karşı askeri bir müdahalede bulunmak için ABD’nin vereceği cari ve anlık istihbarata gerek olmadığı bir gerçektir.

Bu konuda üzerinde durulması gereken diğer bir nokta da, bu nitelikte istihbarat paylaşımının terörle mücadelede sihirli bir formül olduğu söyleniyorsa, dostumuz ve müttefikimiz Amerika’nın son dört yıllık süreçte bunu Türkiye’den niye esirgediğidir.

Başbakan Erdoğan Türk milletini oyalamayı bırakmalı ve gerçekleri Türk milletine açıklamalıdır.

Kuzey Irak’taki terörle mücadelede gelinen noktaya ilişkin gerçekler şunlardır:

PKK terörünü gerçek anlamda tasfiye etmek için Kuzey Irak’a kara unsuru olan kapsamlı bir askeri harekat yapılması gündemden çıkarılmıştır.

Bu konuda ABD’den icazet alamayan ve Vashington’un desteklediği Barzani’den çekinen Başbakan, ABD’nin vereceği bilgilere dayalı sınırlı hava operasyonlarıyla yetinmek durumda kalmıştır.

Bu da Amerika’nın vereceği istihbarata bağlanmış, müstakil hareket imkânının da önü kesilmiştir.

Kuzey Irak’ta terörle mücadele, PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini söyleyen ve bunu Türkiye’ye karşı bir tehdit ve pazarlık aracı olarak kullanan Barzani’ye ve peşmergelere havale ve ihale edilmiştir.

Barzani’ye güvenmek zorunda olduğunu söyleyen Başbakan, bu sözleriyle aczini ve teslimiyetini itiraf etmiştir.

Beyaz Saray görüşmesinden ve bugüne kadarki gelişmelerden Barzani, Talabani ve PKK memnundur, Türkiye’yi askeri harekattan caydırmak için seferber olan bölge ülkeleri, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri memnundur.

Bütün bu çevrelerin memnun olduğu bir sonucun Türkiye için olumlu bir sonuç olması eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bu objektif gerçekler karşısında, Başbakan’ın Başkan Bush’la görüşmesinin bir başarı olarak pazarlanmaya çalışılması, Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay etmek olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin terörle mücadelede elinin ve kolunun böylesine bağlandığı bir dönemde, etnik tahrikler yeni boyutlara taşınmış ve etnik bölücülük sorununa siyasi çözüm bulunması için yeni bir süreç başlatılması çabaları yoğunlaşmıştır.

Bu etnik tahrik ve bölücü taleplerin odağında, PKK’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altındaki maşası ve sözcüsü olan DTP isimli bir siyasi kuruluş yer almaktadır.

Etnik bölücülüğün siyasi karargâhı olan bu parti, Anayasa’da Kürtlerin kurucu ortak olarak tescil edilmesi; Türk yerine “Türkiyelilik” ve Türk milleti yerine “Türkiye milleti” kavramlarının benimsenmesi; Türkiye’nin özerk bölgelere ayrılması; bu bölgelerin başkentleri, meclisleri ve bayrakları olması gibi Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan İmralı projeleriyle ortaya çıkmıştır.

“Demokratik Özerklik Projesi” olarak adlandırılan ve resmi parti programına alınan bu proje, tek kelimeyle bir ihanet projesidir.

Kuzey Irak’taki Barzani modelinden esinlendiği anlaşılan bu ihanet projesinin benimsendiği parti kongresinde;

PKK’nın “ölüm ve esaret sembolü” olarak gördüğü İstiklal Marşımız okunmamış,

Kanlı PKK militanları için saygı duruşunda bulunulmuş,

Türkiye’nin temel harcı olan tek vatan, tek millet, tek dil ve tek bayrak ilkeleri çağdışı kavramlar olarak hedef alınmış,

İmralı canisi ulusal önder olarak selamlanmış ve

PKK yöneticisi olmaktan hüküm giyen bir militan İmralı’nın talimatıyla Genel Başkanlığa getirilmiştir.

Başkanlık görevine seçilen bu kişinin ilk talebi de Türkiye’deki kanlı terörden beslenen etnik bölücülük sorununun çözümü için Bulgaristan Türkleri örneğinden hareketle, Kürt halkının haklarının yeni bir demokratik Anayasa içinde tanınarak sorunun barışçı yollarla çözülmesi olmuştur.

İmralı’nın sözcüsü olan bu kişinin Bulgaristan modeline işaret etmesi bir rastlantı olarak görülemeyecektir.

Bunun nereden esinlendiği ve kaynaklandığını anlamak için dört ay öncesine gidip Başbakan Erdoğan’ın seçim sürecinde bir televizyon programında dile getirdiği görüşleri hatırlamak yeterli olacaktır.

18 Haziran 2007’de bir televizyon’da “tek başına iktidara gelemezseniz DTP ile koalisyon yaparmısınız” sorusuna Başbakan Erdoğan şu cevabı vermiştir: “Şu anda bunu konuşmak çok erkendir. Terör örgütüyle bir bağlantısı olan bir anlayışla AKP’nin bir araya gelmesi mümkün olamaz. Ancak, Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin gelmiş olduğu çizgiye gelmiş bir partiyle de bizim koalisyon yapmamızdan daha tabii bir şey olamaz.”

Bu gerçekler PKK sözcüsünün esin kaynağının bizzat Başbakan Erdoğan olduğunu ortaya koymaktadır.

Bunlar aynı zamanda, Türkiye’nin bu noktaya nasıl geldiğinin, kimlerin verdiği cesaretle buraya getirildiğinin hazin bir göstergesidir.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan etnik tahrikleri hayasızca sürmesinin ve PKK manifestolarının siyasi çözüm reçetesi olarak dayatılmaya çalışılmasının, etnik köken farklılıklarına dayalı bir ayrışma, bölünme ve çatışma sürecini Türkiye’nin karşısına çıkarması kaçınılmazdır.

PKK’nın maşası olan bu hain mihrakların, devlete, Anayasa ve kanunlara meydan okuyarak sürdürdükleri bu tahriklerin hukuk düzeni içinde karşılığını bulması, acil bir konu olarak artık önümüzdedir.

Teröristler bugün sadece dağlarda aranmamalıdır. Sözcüleri ve temsilcileri vasıtasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmişlerdir.

İmralı, PKK ve Barzani, çeşitli siyasi kimlikler altında bugün Meclis çatısı altındadır.

Bu kişilerin milletvekili sıfatını bölücü ve yıkıcı amaçları için bir kalkan olarak istismar ettikleri ve devletin sağladığı imkanları devleti yıkmak için hayasızca kullandıkları ortadadır.

Türkiye’de hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü ve işlediği suçun cezasından kurtulma ayrıcalığı yoktur.

Meclis’te temsil imkânı bulan terör sözcülerinin Türkiye için bir şans olduğunu, bunların titizlikle korunması gereken demokrasi çiçekleri olarak görülmesi gerektiğini savunan çevrelerin, bilerek veya bilmeyerek PKK’nın siyasallaşma stratejisine hizmet ettiklerini artık anlamaları gerekir.

Bu durumun süremeyeceği açıktır. Terörün Meclis çatısı altında bulunması, TBMM’nin işleyişini tıkayacak ve Parlamenter demokratik sistemi felce uğratacak bir garabet olarak karşımızdadır.

Bu şartlar karşısında, bu durumun demokratik hukuk kuralları içinde gereken sonuca kavuşturulması zamanı artık gelmiştir.

Başbakan Erdoğan’a ve AKP’ye buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum:

Milliyetçi Hareket Partisi, milletvekili dokunulmazlığının Meclis kürsüsünde söylenenlerle sınırlandırılması gerektiğini öteden beri savunmaktadır.

Ancak, bu konuda AKP kendisine özgü ve kabul etmediğimiz nedenlerle bir direniş cephesi oluşturmuştur.

Bu mesele bu nedenle bugüne kadar ele alınamamış ve kamuoyu vicdanını tatmin edecek bir sonuca kavuşturulamamıştır.         

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz şartlarda AKP bu konudaki tutumunu gözden geçirmek zorundadır.

Başbakan’a çağrımız şudur: PKK sözcülerinin Meclis çatısı altında melanetlerini sürdürmesini Türk milletinin çok büyük bir çoğunluğu gibi içinize sindiremiyorsanız, bunun Anayasa’ya ve kanunlara aykırı olduğunu kabul ediyorsanız, gelin dokunulmazlık konusunda iki aşamalı bir yaklaşım belirleyelim.

Milletvekili dokunulmazlığını Meclis kürsüsü ile sınırlamayı ileri bir aşamada ele alalım ve ilk önce devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne karşı eylem ve suçlar için dokunulmazlık zırhını hemen kaldıralım.

Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda gerekli desteği vermeye hazırdır.

Sayın Başbakan, gelin bu konuda gerekli düzenlemeleri birinci öncelikli mesele olarak yapalım ve bununla sınırlı Anayasa değişikliğini süratle Meclis’ten geçirelim.

Bu samimi çağrımıza cevabınızı bekleyeceğimizi ve bu konunun amansız takipçisi olacağımızı buradan belirtmek isterim.

Değerli Milletvekilleri,

Burada temas etmek istediğim diğer önemli bir konu, Kürt sorunu olarak tanımlanan etnik bölücülük sorununa siyasi çözüm için çok tehlikeli bir süreç başlatılması çabalarının hız kazanmış olmasıdır.

Son dönemde siyasi çözüm sürecinin zeminini hazırlamak için sistemli bir faaliyet yürütüldüğü görülmektedir.

AKP’ye yakın yazarların, Başbakan’ın bu sorunu çözmek için demokratik kanallar açabileceği, Barzani ve ABD’yi de yanına alarak siyasi çözümün şartlarını oluşturabileceği yolundaki yorumları bunun somut işaretleri olmuştur.

Bu çerçevede, Parlamento’ya giren DTP’nin demokratik siyasi çözümde katalizör rolü oynayabileceği ve bu yolla AKP’ye yeni açılımlar yapmada yardımcı olabileceği ifade edilerek PKK güdümündeki bu kuruluşa siyasi bir misyon yüklenmek istenmesi de çok manidardır.

Bunun yanı sıra, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını gözden geçirerek, Barzani yönetimiyle ilk planda PKK terörüyle mücadele için resmi temas kurulması çağrıları da, bu süreçte Barzani’ye de bir rol biçildiğini göstermektedir.

Sahneye konulmak istenen bu siyasi senaryo, terör saldırılarının azaldığı bir ortamda Türkiye’de PKK ve İmralı tecrit edilerek siyasi çözüm süreci için bir açılım başlatılmasını, bunun yanı sıra Barzani’nin meşru muhatap olarak kabul edilmesini öngörmektir.

ABD’nin de perde arkasından teşvik ettiği anlaşılan bu senaryo’ya Başbakan Erdoğan’ın sıcak baktığını gösteren işaretler mevcuttur.

Barzani’ye sürekli güvenceler verilmesi, Kuzey Irak’taki terörle mücadelenin kendisine emanet edilmesi ve DTP’ye İmralı’nın kontrolünden çıkarak aktif siyaset yapma çağrıları bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Bu süreç için uygun zaman ve zemin kollayan AKP’nin bu konuda taşeron arayışlarına yöneldiği anlaşılmaktadır.

Eldeki ilk taşeron olarak görülen DTP’nin İmralı ve PKK’nın güdümünden çıkarılamaması, diğer bir ifadeyle DTP üzerinden İmralı ve terör örgütünün dışlanamaması halinde, yedek taşeron olarak bekletilen Barzani’ye dönülecektir.

Bu göreve esasen gönüllü olan Barzani’nin yanı sıra, senaryonun hayata geçirilmesi için Türkiye’de PKK’dan bağımsız faaliyette bulunan etnik bölücülerden yararlanılmasının planlandığı görülmektedir.

Barzani’nin Türkiye’de kurdurduğu bölücü bir siyasi parti ile Kürtçülük ve bölücülük alanında kariyer yapmış bazı siyasetçilerin bu görev için el altında tutulduğu anlaşılmaktadır.

Bu yöndeki sistemli çabaları nasıl bir seyir izleyeceği önümüzdeki dönemde daha açık olarak görülecek, bu ihanet senaryolarının yazarlarının, aktörlerinin ve maşalarının kimlikleri bir bir ortaya çıkacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin içinden geçtiği böyle hassas ve tehlikeli bir dönemde CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’ın kuzey Irak açılımı olarak adlandırılan Barzani’ye yardım paketini açıklaması her bakımdan düşündürücü olmuştur.

Bu paketin Yüce Atatürk’ün 69. ölüm yıldönümünün arifesinde açıklanması ve PKK sözcülerinin Bulgaristan modeli ve siyasi çözüm çağrılarıyla aynı güne rastlaması kendileri açısından ilave bir talihsizlik sayılmalıdır.

Daha düne kadar Kuzey Irak’a karşı niye yaptırımlar uygulanmıyor diye ortaya çıkan, gün hesabı tutarak hükümeti niye harekete geçmediği konusunda sürekli sorgulayan CHP, şartlar değişmemişken şimdi çok keskin bir viraj almıştır.

Bu köklü tutum değişikliğinde etkili olan iç ve dış unsurları ve mülahazaları bilmemiz mümkün değildir.

Ancak, açıkça belirtmek isterim ki;

Türkiye’nin karşısındaki sorun ve tehditlerin niteliği hakkında yanlış tespit ve teşhislere dayanan bu açılımın temeli ve mantığı sakattır, içeriği çelişkilerle doludur ve zamanlaması çok yanlış olmuştur.

Bu proje, PKK’yı himaye eden, Kürt kökenli Türk vatandaşlarının Türk milletinden ayrı bir millete mensup olduğunu, Türk topraklarını da kapsayacak şekilde bağımsız Kürt devletinin 10-15 yıl içinde kurulacağını ve Türkiye’nin bu fikre alışması gerektiğini söyleyecek kadar çizmeyi aşan Barzani’nin geleceğine yatırım projesidir.

CHP’nin bu açılımı, Türkiye’nin güneydoğusunu karıştıracağı ve Diyarbakır’a müdahale edeceği tehditleriyle meydan okuyan Barzani ve peşmergelerine bağımsız devlet olma yolunda verilmiş bir sigorta poliçesidir.

CHP’nin bu açılımı, PKK terörünü besleyen, himaye eden ve Türkiye’ye karşı bir tehdit aracı olarak kullananları caydırmak değil, onları şımartmak ve cesaretlendirmek sonucunu doğuracak sakat bir yaklaşımı temsil etmektedir.

Kuzey Irak’a radyo ve televizyon yayınlarından ve binlerce öğrencinin Türkiye’de bursla okutulmasından, ticari temas noktalarının arttırılmasına ve Dicle suyunun paylaşımına kadar uzanan bir dizi yardımı öngören bu proje, Barzani’nin ilerde Türkiye’yi de kapsayacak bağımsız devleti için bir teşvik primi anlamına gelmektedir.

CHP Genel Başkanı bu devlet oluşumunun sadece alt yapısının hazırlanmasına değil, bunun insan kaynaklarının yetiştirilmesi misyonunu da talip olmaktadır.

Bu beklenmedik açılımı Barzani’nin, DTP’nin, PKK’nın ve etnik bölücülerin hararetle desteklemesi, burada bir yanlışlık ve sakatlık olduğunu göstermeye esasen yetecektir.

Bu ihanet ve husumet cephesinin sevinçle karşıladığı bir projenin nasıl Türkiye’nin geleceğine yatırım olacağını Türk milletine anlatmak, artık Sayın Baykal için kaçınılamayacak bir sorumluluk haline gelmiştir.

CHP’nin Kuzey Irak üzerinden Türkiye’deki Kürt sorununu yönetilebilir hale getirmek istediği ve bu açılımın Türkiye’ye dönük bir iç boyutu da olması gerektiği yolunda yapılan yorumlar da, doğal olarak CHP’nin bunu içe yönelik bir siyasi projeyle tamamlayacağı beklentilerine yol açmıştır.

Sayın Baykal’ın projesini açıkladığı basın toplantısında PKK teröristlerine siyasi af konusundaki bir soruya verdiği cevap, bu kapsamda önem ve anlam kazanmaktadır.

CHP Genel Başkanı, özetle, Türkiye’nin henüz siyasi af aşamasında olmadığını söylemiştir.

Bu beyanlardan, CHP’nin terör saldırılarının durması sonrası uygun bir aşamada PKK militanlarına genel af ilanına taraftar olduğu sonucu çıkmaktadır.

Elinde şehit kanı olan teröristleri kapsayacak bu aftan daha ileri bir aşamada İmralı canisinin de yararlanmasının öngörülüp öngörülmediği tabiatıyla merak konusu olarak kalacaktır.

Teröristlere siyasi af çıkartılmasının PKK’nın siyasi eylem planının en önemli unsurlarından birisi olduğu hatırlandığında, CHP’nin bu konuda nerede durduğu hakkında ciddi endişe ve tereddütlerin doğması kaçınılmaz olmaktadır.

Sayın Baykal’ın bu önerilerinin fiiliyatta doğurduğu sonuçlar şunlar olmuştur.

- Kuzey Irak’a askeri harekatı gündemden çıkarmaya çalışan Başbakan Erdoğan’a hiç beklemediği siyasi bir destek sağlamıştır.

Temel mantığı sınırötesi operasyonu sorgulamak ve gereksiz kılmak üzerine bina edilmiş bu açılımın yapılmasından sonra, hala askeri harekatın gerekliliğinden bahsetmek şekli ve göstermelik olmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir.

- CHP Genel Başkanı, PKK hamisi Barzani’yi meşru siyasi muhatap almak için zaman ve zemin kollayan Başbakan Erdoğan’a bu konuda da yardımcı olacak bir açılımda bulunmuştur.

Türkiye’nin geleceğine yatırım adı altında Muhafazakâr demokratlar ile Sosyal demokratlar bu konuda da bir ittifakın temel harcını atmışlardır.

Başbakan Erdoğan’ın Başkan Bush’la yaptığı görüşmenin sonuçlarını Başbakan’ın dışında olumlu olarak değerlendiren ikinci liderin CHP Genel Başkanı olduğu düşünülürse, bu birlikteliğin alt yapısının titizlikle hazırlandığı sonucunu çıkartmak yadırganmamalıdır.

Bütün bunlar CHP’nin farklı bir fotoğraf karesi içinde yer almaya hazırlandığı göstermektedir.

DTP’nin ve AKP’nin de bu açılımı olumlu karşıladıkları gerçeği karşısında safların giderek belirgin hale geldiği tespitini yapmak herhalde yanlış olmayacaktır.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Milliyetçi Hareket’in demokratik meşruiyet anlayışının ve sorumluluğunun gereğini yapmasını AKP’ye payandalık olarak haksız biçimde suçlayanların, şimdi payandalık konusunda geldikleri nokta hazin bir tecelli olarak görülmelidir.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin sabırla ve ateşle imtihandan geçmekte olduğu bu dönemde Milliyetçi Hareket, tarihi misyonunun ve demokratik sorumluluğunun gereklerini yerine getirmeye kararlılıkla devam edecektir.

Sözlerimi bitirmeden önce bir hatırlatmada ve uyarıda bulunmak istiyorum.

Türkiye’yi bölmeyi ve parçalamayı bir hak ve özgürlük olarak gören ihanet erbabı bir şeyi unutmamalıdır:

Türkiye’yi böldürmemeyi, Türk milletinin bin yıllık kardeşliğini korumayı bir hak olarak görmenin ötesinde, bunu Büyük Türk Milletinin tarihine ve geleceğine bir şeref ve namus borcu sayan ve bunun gereğini yapmaya yeminli olan Türk milliyetçileri, bedeli ne olursa olsun bu hain emellere geçit vermeyecektir.

Türkiye’nin ve Türk milletinin sahipsiz ve çaresiz olduğunu düşünenler varsa, bunun böyle olmadığını yaşayarak göreceklerdir.

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, şükranlarımı ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı