Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Muhterem Milletvekilleri, Ekranları Başında Bizleri İzleyen Değerli Vatandaşlarım, Kıymetli Misafirler, Türk Medyasının Saygıdeğer Temsilcileri, Bıçak gibi keskin, kurşun gibi ağır, gece gibi karanlık bir ülke tablosu altında haftalık parti Meclis Grup toplantımızı gerçekleştiriyoruz. Tarihinde ilk kez mütecaviz emellere uğrayan, ilk defa kurşun ve bomba yiyen Gazi Meclis’in çatısı altında sönmeye yüz tutan kardeşlik meşalemizi canlı tutmaya çalışıyoruz. Her mihnet ve melanete rağmen düşmedik; hamd olsun ayaktayız. Konuşmama başlarken, Türk milletinin her ferdini ve toplantımıza iştirak eden her birinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Karmakarışık günlerden düşe kalka, ağlaya sızlaya geçiyor; yaşanan ağır ve tramvatik olaylara hep birlikte kafa yoruyoruz. Sonunda bu da oldu, kaos fitili ülke genelinde tutuşturuldu. Türkiye demokrasi dışı arayış ve müdahale çabalarının soğuk ve yüksek basınç ihtiva eden havasıyla sarsıldı. Akılların bir köşesinde devamlı asılı duran, hepimizi kaygılandırıp kara kara düşündüren vahim olaylara adım adım, usul usul, sinsi sinsi gelindi. Bunalım çığı 79 milyonun üzerine yuvarlandı. Husumet depremi vicdanları yıkacak kadar şiddetli oldu. İleri demokrasi iddiaları ters tepti, boş ve asılsız çıktı. İster kabul edilsin, isterse de inkar; ama bilinsin ki, Türkiye’miz şu anda kör bir çıkmazda, koyu bir istikrarsızlık kuşağındadır. Bugün 93 yıllık Cumhuriyet tarihinin en nazik, en kırılgan, en yürek yaralayıcı dönemini yaşıyoruz. Bu nedenle ortak akıl ve iradeyle hareket etmek durumundayız. Sabırlı olmalı, sağduyunun rehberliğinden ayrılmamalıyız. Kin, nefret ve öfke salgınına kapılıp bu cennet vatana kabus üstüne kabus yaşatanların, tuzak kurup arkasına yaslanarak birbirimize girmemizi seyre dalanların değirmenine su taşımaktan kaçınmalıyız. Uyanık olmalı, diri durmalıyız. Milli birlik ve kardeşliğimiz üzerinde oynanan acımasız kumarı görmeli, aklımızı başımıza almalıyız. Maalesef Türkiye yoğun bakımda, yoğunlaşmış risk altındadır. Türk milleti endişeli, gelişmelerin boyutu çok tehlikelidir.
Değerli Arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyet’i muazzam bir mücadelenin, muhteşem bir diriliş destanının eser ve hediyesidir. Ve bu tarihi gerçeğin kötülenmesi, üstünün örtülmesi veya yok edilmesi vatana ve millete kast etmekle eşdeğer bir cürümdür. Türk milleti 30 Ekim 1918’den 9 Eylül 1922’ye kadar nice badire ve belaları yenerek bağımsızlığını tekrar elde etmiş, tarihsel yolculuğunu inançla sürdürmüştür. Türkiye korsan bir devlet değildir. Türkiye rüştünü ispat edememiş, hukukun ayaklar altında süründüğü yeni yetme çadır ve çukur devleti hiç değildir. Kaldı ki tam tersi bir eylem veya teşebbüse sessiz kalmamız, hepsinden mühimi büyük Türk milletinin müsaade etmesi akla ziyan, milli onura mugayir bir haldir. Yürürlükteki Anayasanın 2.maddesinde ifade edildiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Milli ve üniter devlet yapımızın temelleri 1923’de atılmıştır. Egemenlik ise kayıtsız şartsız millete aittir. Bunun hilafına, buna aykırı her girişim, her düşünce, her hazırlık, her plan gayri meşru, gayri ahlaki ve gayri hukukidir. Kaderimizin çatısı demokrasinin erdem ve emanetleriyle örülmüştür. Geleceğimizin rotası milli iradenin şaşmaz, değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez demokratik telif haklarıyla çizilmiştir. Hiçbir bahane, hiçbir gerekçe demokrasiden kopuşa, silahlı müdahale ve ara rejim özlemlerine dayanak ve esas teşkil edemeyecektir. Postal sesleri, tank paletlerinin gürültüleri demokrasinin sesini bastıramayacak, milli tercihlere üstünlük kuramayacaktır. Türk milleti demokraside karar kılmış, meşruiyet dairesinde kalarak iktidar değişiminin nasıl olacağını yıllar evvel belirlemiştir. Şunu hatırdan çıkarmayalım ki, seçimle gelen muhakkak surette seçimle gidecektir. Milletin getirdiğini yine millet götürecektir. Başka bir yol, başka bir seçenek yoktur, olamayacaktır. Bu itibarla darbe denemeleri, darbeci hevesler, muhtıracı odaklar, cunta arayış ve çabaları ülkeye yapılacak en büyük kötülük ve karşı girişimdir. Erken kalkanın darbe yaptığı, elinde silah olanın yönetime el koyduğu dönemler artık geride kalmıştır. Daha doğru bir ifadeyle kalmak zorundadır. Türkiye askeri darbelerin ceremesini çok çekmiş, acı ve ağır faturalarına belirli aralıklarla katlanmak durumunda kalmıştır. Askeri müdahaleler her defasında yıkım getirmiştir. İhtilaller Türkiye’yi tarihin gerisine itmiş, on yıllarımızı kaybettirmiştir. Demokrasiye ket ve darbe vuran söylem, eylem ve her türlü girişim bu vatanın hem önünü kapatmış, hem de ufkunu karartmıştır. Kabul edelim ki, yakın tarihimiz aynı zamanda darbeler tarihidir. Darbe, demokrasinin kızağa çekilmesi, uçurumdan atılmasıdır. Darbe milli iradenin boğazına bağlanmış yağlı urgan, masum ve mazlumlara eziyet, işkence, mahkûmiyet ve hatta ölüm fermanıdır. Milliyetçi Hareket Partisi 47 yıllık şerefli geçmişinde darbeye en çok maruz kalan, darbelerden en çok zarar gören bir millet ve demokrasi anıtıdır. Hiçbir zaman demokrasi dışı oluşum ve çeteleşmeye sempati duymadık. Hiçbir zaman darbecilerle ortak bir gelecek düşlemedik, düşünmedik. Israrla demokrasinden yana olduk. Kararlı bir şekilde meşruiyete bağlı ve sadık kaldık. Çünkü inanıyorduk ki, darbeyle Türkiye’nin sorunları çözülemezdi. Biliyorduk ki, milliyetçilikle demokrasi ayrılmaz, kopmaz bir bütün ve ruh ikiziydi. Milliyetçi Hareket Partisi’nin demokrasiden taviz verdiği, ara rejim sevdalılarına, TSK’yı kirli emellerine alet eden kokuşmuşlara göz kırpıp el uzattığı görülmüş, duyulmuş şey değildir. Bu nedenle, 15 Temmuz gecesi uçaklar Ankara semalarında alçaktan uçuşa başladığı andan itibaren tehlikeyi hissettik ve anında genel merkezimize intikal ettik. Kim gelirse gelsin, Üç Hilal sancağının altında olacağımızı yüreklice gösterdik. Peşinden gelişmeleri dikkatle, cesaretle, özenle izlemeye koyulduk. Baktık ki, olağan dışı askeri bir hareketlenme vardır. Türkiye’nin büyük bir tehlikenin eşiğinde olduğunu anladık. İlk andan itibaren olası bir kalkışmanın kabul edilemeyeceğini, hükümetin ve milletin yanında olduğumuzu bizzat Sayın Başbakan’ı telefonla arayarak ilettim. Arkasından 16 Temmuz saat 1.30 sularında yazılı bir basın açıklamasıyla her türlü demokrasi dışı arayışa karşı olduğumuzu, darbe teşebbüsünde bulunanların derhal hukuka teslim olmalarını çekinmeden, korkusuzca ifade ettim. Ama demedik, ancak demedik, bize yarar mı, hissemize bir şey düşer mi hesabı yapmadık. Darbe cüretinin karşısına çakı gibi, çelik gibi çıktık, darbecilere hayır dedik. Milliyetçi Hareket Partisi anında darbe girişimine en sert ve tavizsiz tepkiyi vermiştir. Bizim yalnızca Allah’a can borcumuz vardır. Biz kutlu dava yoluna her şeyi göze alarak, her mihnete kafa tutarak, her zillete meydan okuyarak ve de sonunu düşünmeden çıktık. Türk milletinin egemenlik haklarını çiğneyen zorbalara; zulümle iktidarı gasp etmeye yeltenen haydutlara göz yummamız, ne olur ne olmaz basitliğiyle sesimizi kısmamız bir defa varlık gayelerimizi inkardır. Çok şükür biz inkârcılardan olmadık, olmaya da hiç niyetimiz yoktur. Herkes pısmış vaziyette askeri kalkışmanın boyut ve akışını hesap ederken, biz hasbi ve haysiyetli davrandık; millet dedik, demokrasi dedik, milli iradenin namusunu yılmadan savunduk. Milliyetçi Hareket Partisi 47 yılını şehit ve gazilerinin müthiş ve iman dolu mücadelesiyle geçirmiştir. Hangi çılgın bize söz geçirebilecektir? Hangi kudurmuş, hangi millet ve demokrasi düşmanı bize diz çöktürebilecek, irademize zincir vurabilecektir? Biz suskun kalsak, 12 Eylül’ün idam sehpalarına alçakça çıkarılarak hayatlarının baharında toprağa sokulan gencecik ve masum şehitlerimizin manevi hatıraları susacak mıdır? Biz durgun kalsak, 12 Eylül zindanlarını taş medreseye çeviren fazilet ve kahramanlık nişanesi kardeşlerimiz bekleyecek midir? Biz dursak, söyleyiniz bana, damarlarımızda delice akan asil kan hiç duracak mıdır? Elbette hayır, elbette asla. Milliyetçi Hareket Partisi bedeli ne olursa olsun, milletin onay vermediği, destek çıkmadığı hiçbir ilişki ağının içinde olmayacağı gibi, buna tepkisiz de durmayacaktır. Ülkenin huzur ve istikbali için tek çare demokrasidir. Seçimle gelmemiş hiçbir güç ve çevrenin meşruiyeti olmayacaktır. Sorunlarımızdan kurtuluşun yegâne çıkışı milletimizin tertemiz vicdan ve iradesidir. Demokrasi tankın altına girse de, eninde sonunda oradan çıkacaktır. Bu çağda, bu devirde, insanlık tarihinin 2016’yı gösterdiği bu zamanda, bırakınız planlanan darbenin gerçekleşmesini, bunu akıldan geçirmek, acaba olur mu demek bile ihanettir, rezalettir, düşmanlara hizmettir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin kalbi milletiyle bir atmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin teslimi ve boyun eğmesi ancak roman ve hikâyelerde okunabilecek ham bir hayaldir.
Muhterem Arkadaşlarım, Ne acı, ne büyük bir felakettir ki, 15 Temmuz gecesi TSK içine mevzilenmiş dar bir kadro, küçük bir yapılanma ülke yönetimini ele geçirmeye kalkışmıştır. Türkiye, hiçbir zaman şahit olunmamış saldırı ve tecavüzlere maruz kalmıştır. Türk milletinin güvenliğini sağlamak üzere muhataplarına tevdi ve emanet edilmiş silahlar, acımasızca yine millete çevrilmiştir. Darbe girişimi sırasında Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin Anadolu ve Avrupa istikameti bir grup askerce kapatılmıştır. Genelkurmay Karargahı işgal edilmiş, Genelkurmay Başkanıyla beraber kuvvet komutanları rehin alınarak Akıncılar Üssüne götürülmüşlerdir. Komuta kademesinin mahreminde çalışan yaver, özel kalem ve emir subayı gibi asker şahıslar darbe işbirlikçisi olarak başından beri komplonun içinde bulunmuşlardır. İstanbul’da bir düğüne katılan Hava Kuvvetleri Komutanı da silah tehdidiyle rehin alınmıştır. Yaşananlara bakınız ki, Genelkurmay Başkanı’nın emrinde çalışanlar, namertçe, kalleşçe paşanın başına silah dayamışlar, boğazını kemerle sıkmışlar, darbe bildirisini imzalatmaya uğraşmışlardır. Darbeciler üst düzey komuta heyetini etkisiz hale getirmişlerdir. Marmaris’te Cumhurbaşkanı’nın kaldığı otel sarılmış, bombalanmıştır. Tanklar cadde ve sokaklara çıkmıştır. TRT’den Yurtta Sulh Komitesi adına kirli bildiriler okunmuştur. Havalimanları tutulmuş, uçuşlar iptal edilmiştir. Sanıyorum 3. Dünya ülkelerinde bile olmayan vahşilik bizzat darbeciler tarafından yapılmış, Gölbaşı’nda kurulu bulunan Polis Özel Hareket Daire Başkanlığı bombalı saldırıya uğramıştır. Türk milletinin alın terinden tasarruf edilen kaynaklarla alınan uçak ve helikopterlerle kahraman Türk polisleri şerefsizce hedef alınmıştır. Ve 47 polisimiz şehit edilmiştir. Polislerimizi şehit edenler; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmış namussuz ve hain darbecilerden başkası değildir. Emniyet Müdürlükleri, MİT, Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi arka arkaya ağır silahlarla taranmış ve suikasta uğramıştır. Hakikaten kâbus ve kapkara bir gece yaşanmıştır. Cumhuriyet tarihinde böylesi bir kepazeliğin izi aransa bile şüphe etmeyiniz ki, bulunamayacaktır. Dünya tarihinde kendi milli meclislerine saldırıp bombalayan çok az sayıda saldırgan ve melun vardır ki, bunlar arasına 15 Temmuzcular da girmiştir. Düşünebiliyor musunuz, TBMM tarihinde ilk kez bomba yemiştir. Bu firavun artıkları, bu üniformalı teröristler milletin kalbine bombayı fırlatmışlar, 79 milyonun tamamının dehşet ve korku dolu saatler geçirmelerine neden olmuşlardır. Soruyorum sizlere; Türkiye’nin milli kurum ve kuruluşlarına kurşun ve bombayla saldırıp; 60 polis, 3 asker, 145 sivil vatandaşımızın şehadetine, bin 491 kardeşimizin yaralanmasına neden olan rezillerin PKK veya IŞİD’ten ne farkı vardır? TSK’ya gizlenmiş, yıllarca kendilerini saklamayı başarmış asker görünümlü bu caniler belgeli, delilli, ilelebet vatan hainidir, Türkiye düşmanıdır. Ve bunların Pensilvanya’daki çürümüşten emir alan paralel yapılanmanın uzantıları olmaları meselenin bir başka ibret verici tarafıdır. Çok şükür bu darbe teşebbüsü akamete uğramıştır. Millet hakkına sahip çıkmıştır. Darbe teşebbüsü milletin azim ve sinesine çarpmış ve dağılmıştır. Demokrasinin itibar ve iffeti kurtarılmıştır. Türkiye ipten alınmıştır. Halkımızın canı pahasına tankların üzerine çıkarak darbeyi püskürtmesi takdir ve tebrike şayan asil bir duruştur. Milletimle övünüyorum. Darbeye karşı çıkan, demokrasiye samimiyetle bağlı herkesi, her vatan evladını kutluyor, Allah razı olsun diyorum. Medya, demokrasi imtihanından alnının akıyla çıkmıştır. İş âlemi, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, siyasi partiler, yediden yetmişe tüm Türkiye darbe emellerine direnmiş, demokrasiye kol kanat germiştir. Askeri kalkışmada şehit olan vatan evlatlarına Cenab-ı Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, büyük milletimize başsağlığı diliyorum. Halen tedavisi süren tüm kardeşlerime tez elden şifa ve deva temenni ediyorum.
Değerli Milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde hiyerarşik silsileyi tanımayan, kanun ve ahlak dışı bir yuvalanma olduğu netleşmiştir. Bunun arkasında asıl amil ve tahrik edici unsurun ise Gülen Cemaati olduğu anlaşılmaktadır. Adalet, emniyet ve bürokraside Okyanus ötesi çok geniş bir ağ kurmuştur. Devlet adeta bu ihanet odağı tarafından ele geçirilmiştir. Tüm kritik ve hayati görevlere paralel çetenin temsilcileri gelmiş veya getirilmişlerdir. Biliyorum, gün eleştiri günü değildir. Farkındayım bağrımıza saplanan hançeri tam çıkarmadan söyleyeceğimiz her söz yanlış anlamalara veya çarpıtmalara konu olabilecektir. Ancak yine de şu soruların cevabını aramak en tabii hakkımız ve milletimizin bize yüklediği bir sorumluluktur. 2.Ordu komutanı, Hava Kuvvetleri eski komutanı ve terörle mücadele halinde bulunan çok sayıda tuğgeneralin de içinde bulunduğu darbeci general ve amiraller bu ülkeye karşı nasıl bir hıyanet ve işbirlikçiliğin tarafı olmuşlardır? Görev sahaları dikkate alındığında, 20 Temmuz 2015’ten beri teröre karşı verilen mücadele bu hainler tarafından sabote edilmiş ya da ağırdan alınmış mıdır? Şehit haberlerinin sel gibi gelmesiyle darbe ortamının toplumsal alt yapısı kurulmak mı istenmiştir? Bunlar aklımıza takılan ve cevabını beklediğimiz vahim sorulardan bazılarıdır. Gülen cemaatinin öteden beri TSK’ya konuşlanmak istediği bilinen bir gerçektir. Bu tehlikeyi defalarca dile getirdik, ama duyan olmadı. Tehlikenin farkına varılması konusunda bilhassa hükümeti uyardık. Dinlemek yerine aşırı iftira ve suçlamalarla karşılaştık. Hatta 31 Mart 2011 tarihinde Gülen Cemaati hakkında yazılı basın açıklaması yaparak faaliyetlerini durdurduğunu veya askıya aldığını açıklamasında yarar olacağını ifade ettim. Ne gezer, makineli yuvası gibi şahsımı ve partimizi yaylım ateşine tuttular. 2012 yılının Şubat ayında, şimdilerde siyaset sahnesinde pek görünmeyen AKP’li bir eski bakan ve genel başkan yardımcısı, “cemaat devleti ele geçirmiş, devlete sızmış, bunlar kargaları güldürür” diyordu. Belki kargalar gülmedi, belki yarasalar ürkmedi, ama millet hüngür hüngür ağlayacak noktaya sonunda geldi. Dedim ki, Okyanus ötesi milli güvenlik tehdididir. Dediler ki, yani Hocaefendi işi gücü bırakmış da Bahçeli’yle mi uğraşacak? Dedim ki, bazı dava süreçleriyle ilgili arama kararları, gözaltı ve tutuklamalarda kanun ve meşruiyet dışına çıkılmıştır, bunda da cemaatin adı geçiyor. Dediler ki, Hocaefendiye çete denemez. Dedim ki, Gülen Türkiye’ye gelsin, hakkındaki iddiaları aydınlatsın. Dediler ki, o başımızın üstündedir, 40 yıldır tanırız. Şimdi paralel ihanet çetesinin yeri göğü yıkmaya niyet ettiği anlaşıldı. Eğer vaktinde tam bir isabetle yaptığım ikazlara kulak verilmiş olsaydı, bugünkü felaket ve hezimeti yaşamayacaktık. Cemaat devlete kafileler halinde yerleştirilirken, bir Allah’ın kulu MHP’yi de bir dikkate alsak deseydi, ne darbe ne de haşhaşi örgütün düşmanlıkları görülecekti. Bunları bak gördünüz mü, ben demiştim sözlerini dikte etmek için söylemiyorum. Milletini ve vatanını canından aziz bilen, yasa ve ahlak dışı her karanlık örgütlenmeye sırtını dönmüş bir Türk milliyetçisi olarak yalnızca tarihe not düşüyor, demokratik ve milli sorumluluğumu yerine getiriyorum. Okyanus ötesi devlete sızarken bizim haricimizde rahatsız olan yoktu. Gülen çetesinin devlet kurumlarına nüfuz ederek kurduğu paralel yapı beş ayağa dayanmaktadır: Bunlar Türk Silah Kuvvetleri, emniyet, yargı, bürokrasi ve siyasi partilerdir. Bugün 8 bine yakın asker gözaltındadır. 24 darbeci hayatını kaybetmiş, 50’si yaralanmıştır. 2 bin 745 yargı mensubu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda 316 darbeci tutuklanmıştır. Binlerce kamu görevlisi açığa alınmıştır. Bu işin nereye kadar uzanacağı henüz belli değildir. Devlet allak bullaktır. Biz Türk devletiyle gurur duyarken, meğer FETÖ devleti kurulması için tüm şart ve ortam olgunlaştırılmış, mıntıka temizliği yapılmış, aşama aşama da planlanmıştır. Pek çok yüksek yargı üyesi, hakim, savcı, bürokrat, polis, rütbeli asker paralelin dümen suyuna girip kainat imamı olduğuna inandıkları adamın peşine akılsızca düşmüşlerdir. Bu paralel ihanet örgütü, bu terörist şebeke, millete silah doğrultacak, Türkiye’yi iç savaşa sokacak kadar adileşmiş, hainleşmiş, dinden imandan çıkmıştır. Bunların kalbinde çan sesleri, gözlerinde dolar resimleri, kulaklarında ise Türk düşmanlığının izleri vardır. Bunların yediği içtiği haram ve zıkkım; öğütüp savurduğu yalan ve riyadır. Türkiye Cumhuriyeti okyanus ötesi tarafından bombardımana tutulmuştur. ABD, bu terör örgütünün elebaşını Türkiye’ye derhal teslim etmelidir. Ve sözümüz söz olsun, biz de siyasetteki uzantılarıyla, içimizi dışımızı saran kanser hücreleriyle sonuna kadar hesaplaşacak, son raddeye kadar yaptıklarını yanlarına bırakmayacağız.
Değerli Arkadaşlarım, Askeri darbe girişimi hamd olsun başarıya ulaşamamıştır. Ancak, geriye darbe kadar büyük bir sosyal ve ekonomik enkaz bırakmıştır. Hiçbir darbede olmayan şeyler gerçekleşmiştir. Bu açıdan Türk milletinin iç barış ve kardeşlik iklimi nasıl ve ne zaman tamir ya da telafi edileceğini bilmediğimiz şekilde zedelenmiştir. Bu darbe teşebbüsünde bize göre kademe kademe senaryosu yazılan hedefler vardır; şayet önlem almaz, kendimize gelmez, derlenip toparlanmazsak ülkemiz elimizden kayıp gidecektir. Birinci hedef; demokratik yollarla seçilen Meclis’in feshi, hükümetin tasfiyesi, toplumsal huzurun iç kargaşaya teslim edilmesidir. Nitekim bu kalkışma sadece Cumhurbaşkanı’na, sadece hükûmete değil hepimize, parti ayrımı gözetmeksizin bütün siyaset kurumlarına ve son tahlilde milletimizin tamamına yapılmıştır. Ne mutlu bizlere ki, kalkışmanın beli kırılmıştır. İkinci ve belki de daha korkunç hedef olarak, iç savaş ortamının kıvılcımını çakmak, devleti tümden zaafa uğratmaktır. Düşününüz, Doğu ve Güneydoğu’da Türk devleti terörle mücadele etmektedir. Hepimizin yüreklerini kavuran şehadetlere yol açan bu üstün mücadeleyi asker polis el ele icra etmektedir. Fakat askerle polis karşı kaşıya getirilmiştir. İlave olarak asker halkla, asker askerle ters düşmüş, kamplara bölünmüştür. Ordunun tarihsel ve kurumsal kimliği, itibarı, onuru ve caydırıcılığı örselenmiştir. Sokaklarda karşılıklı kurşun sıkılmıştır. Bu bir fecaattir. Türkiye her türlü güvenlik riskine açık hale gelmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri moralman çökmüş, itibarı dibe vurmuş, güvenirliği sarsılmış, imajı lekelenmiş, savaşma kabiliyeti yıpranmıştır. Darbeci hainleri, rütbeli canileri dışarıda tutarak söylüyorum: Hiçbir şeyden haberi olmadan kamuflaj giydirilip silah başı yaptırılan, tatbikat oluyor diye sokaklara çıkarılan suçsuz günahsız Mehmetçikler de dayaktan geçirilmişlerdir. Ordu-millet anlayış ve kaynaşmasına darbe inmiştir. Kardeş kardeşin boğazına sarılmıştır. Vakay-i Hayriye’den beri ilk defa asker linç edilmiştir. Teslim olan askerlere demir çubuk, kemer, kesici aletlerle saldırılmıştır. Kimin suçlu, kimin mazlum olduğu tespit edilmeden, Mehmetçiklerin yüzüstü yatırılışları, eller yukarıda teslim alınışları, yerlerde darp edilmeleri, çıplak halde kafalarına vura vura polis otolarına bindirilmeleri skandaldır, milli vicdana terstir. Doğru olup olmadığı henüz belli değilse de, bir askerin kafasının kesilmesi tarif ve izahı olmayan canavarlıktır. Her şey bir yana, hayatını kaybetmiş bir Mehmetçiğin başında bozkurt işaretiyle fotoğraf çektirip sosyal medyada paylaşan iblis uşağı yaratık nedeyse bulunup darbecilerle birlikte cezalandırılmalı, bu şerefsiz doğduğuna pişman edilmelidir. Biz 12 Eylül’de haklı olmamıza rağmen askere el kaldırmadık. Yıllarca davacı olmadık, için için ağladık, ama ne yapalım, devlete ne söyleyelim dedik, işimize baktık. Çile çektik, belli etmedik. Ve dedik ki; Yürümezsek Hak yolda, Erimezsek Hak yolda, Çürümezsek Hak yolda, gök girsin, kızıl çıksın. Demem odur ki, Mehmetçiğe zulüm ne demektir? TSK’yı topluca suçlamak ve infaz etmek kime ne kazandıracaktır? Mehmetlerimize kıymayalım. Aksi halde, bu vatanın güvenliğini nasıl sağlayacağız? Sela vermesine verilsin, imamlar durmasın milleti sokağa çağırsın; ama halkla asker birbirine girmesin, askerle asker cepheleşmesin, bu devletin, bu milletin Allah muhafaza selası duyulmasın. Hele hele Milliyetçi Ülkücü Hareketi hiç kimse olaylara çekmeye, kışkırtıp tahrik etmeye çalışmasın. Bırakalım, kimin ne suçu varsa hukuk ortaya çıkarsın. Sabredelim, mahkemeler son sözü söylesin. Darbecilere de bir daha güneş ışığı dahi gösterilmesin.
Değerli Milletvekilleri, İdam talebi çok sık dillendirilmektedir. AKP hazırsa biz de varız, biz de bu cezanın verilmesine sıcak bakar, gereğini de gönül huzuruyla yaparız. Milliyetçi Hareket Partisi savaş, yakın savaş, darbe ve terör tehdidi kapsamında idam cezasını ele almaya hazırdır. Milletine bomba atan teröristlere hesap iliklerine kadar sorulsun. Darbecileri cezalandırırken, yarım yamalak demokrasimizi daha fazla hırpalamayalım. Hukukun üstünlüğünden ayrılmayalım. Birbirimize çatık kaş, eğik yüzle bakmayalım. Çünkü darbecilerin bir amacı da budur. Oyuna gelmeyelim. Tuzağa düşmeyelim. Burası Irak, Mısır, Somali, Tunus, Suriye, Libya değildir. Yapmaya da kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir ve bu millet Türk’tür. Türkiye şimdiye kadar birçok darbe ve darbe teşebbüsüyle karşılaşmıştır. Fakat hiçbiri 15 Temmuz kadar ağır olmamıştır. Yaralarımızı saralım, kardeşliğimizi canlı tutalım, aramıza ekilmek istenen nifak tohumlarını kurutup, çürütüp tümden atalım. Yaşadığımız sürecin şakaya gelir, hafife alınır yanı yoktur. Herkesin hanesine düşen dersi çıkarması lazımdır. Darbe ülkenin içe kapanması, dış dünyayla bağının kesilmesi demektir. Kalkışma teşebbüs aşamasında kalsa da, Türkiye maalesef bu kulvardadır. Demokrasi ve Anayasa ihlaline itiraz edip göğüs gererken, milli birliğimizin hisarlarını yıkmaya çalışan odak ve fırsatçılara prim verilmemelidir. Türk milleti darbeye boyun eğmedi, ancak iç savaşa hiç kimse bilerek veya bilmeden hizmetkârlık da yapmamalıdır. Ve de yaşananların küresel bağlantıları olduğu kadar, Ortadoğu’daki sınırların ve devletlerin çökmesiyle de yakından bağı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Yeni bir müdahale kapıları milli mutabakatla sürgülenmeli, intikamcı söylem ve üsluptan sakınılmalıdır. Tehlike geçmiş değildir. Ekonomideki bozulmalar, dip yapan turizm korkuları tırmandırmaktadır. Terör böylesi puslu ve şaibeli ortamdan her an istifade etmek için harekete geçecektir. Bu ülkeyi darbecilerin tasallutundan korumalıyız. Darbenin zorbalık ve ülkeye ihanet olduğunu unutmamalıyız. Milletimizin sivil yönetime sahip ve destek çıkması memnuniyet vericidir. Ancak sokaklara sıkışıp kalırsak, kutuplaşmanın artacağını da görmezden gelemeyiz. Başbakan ayrım yapmadan kucaklaşalım diyor, o halde bunun gereğini milletçe yapalım, yasımızı tutalım, kardeşliğimizi ezmeye, Türkiye’yi çözmeyi planlayanlara hep birlikte engel olalım. Asker de bizim, polis de bizimdir ve milletin öz evlatlarıdır. Birini diğerine tercih edemeyiz. Birini diğerinden üstün tutamayız. Anayasal düzeni zor kullanarak ve silah yoluyla değiştirmeye kalkışanların senaryolarını tamamen yırtıp atmak için bir olalım, beraber olalım, doğudan batıya, güneyden kuzeye büyük bir millet olduğumuzu dosta da düşmana da gösterelim. Türkiye bizimdir, herkes Türkiye’dir. Türk milleti ayrılık kabul etmeyen, varlığının bedelini kanla, fedakarlıkla ödemiş büyük bir kudrettir. Bilelim ki, 15 Temmuz bir lütuf değil, 93 yıllık Cumhuriyet tarihinin simsiyah bir sayfasıdır. Türkiye ya bağımsızlığına ve milli kimliğine kardeşlik şuuruyla sahip çıkacak, ya da şu anki tereddüt ve başı boşluklar terörizme altın tepsi içinde arayıp da bulamayacağı yeni fırsatlar sunacaktır. Ya milli ruh tüm harabeyi kaldıracak, ya da bu harabenin altında hep birlikte kalmak mukadder olacaktır. Bu itibarla doğrulalım, ayağa kalkalım, hainleri güldürmeyelim, darbecilere el ovuşturmayalım, ne mutlu Türküm seslenişiyle bağımsızlığımızın sembolü ay yıldızlı al bayrak altında hep beraber toplanalım. Korku aşılayanlara, korkuluk dikip siyasi istismar çetelesi tutanlara şans tanımayalım, Türkiye’yi yaşatalım, payidarlığına cansiperane şekilde hizmet edelim. Gün dayanışma günüdür. Gün kardeşliğimizi tescil ve teyit etme günüdür. Gün büyük düşünme, istiklalimize sahip çıkma, küçük hesap yapanları, dağılmamızı gözleyenleri mağlup etme günüdür. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmamı noktalarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Allah’tan Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Milliyetçi-Ülkücü Hareketi korumasını içtenlikle niyaz ediyorum. Sağ olun, var olun.
|