Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin Değerli Milletvekilleri, Muhterem Misafirler, Değerli Basın Mensupları, Bu haftaki Parti Meclis Grup toplantımıza başlarken yüksek heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Türkiye, 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin yol açtığı yüksek gerilim ve gerginliği hayatın her alanında hissetmektedir. Devlet ve toplum yapısı artçı şokları, tedirgin bekleyişleri tam manasıyla bertaraf edebilmiş değildir. Normalleşme arayışları henüz istenilen düzey ve kıvama da gelememiştir. Milletimiz hala kaygılı, hala teyakkuzdadır. Türkiye darbelerden, darbe girişimlerinden çok çekmiştir. Demokrasiyi askıya alan veya almaya kalkışan her karar ve uygulama geleceğimizden çalmıştır. On yıllar boyunca darbelerin siyasi, ekonomik ve toplumsal enkazını kaldırmakla uğraşılmıştır. Diyebiliriz ki, milletimiz darbe yorgunudur. Ancak yakın tarihimizdeki hiçbir askeri teşebbüs, 15 Temmuz kadar vahşi, 15 Temmuz kadar acımasız ve insanlık dışı olmamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne her türlü yasa ve ahlak dışı yollarla nüfuz etmiş Fethullahçı Terör Örgütü, Türkiye’nin tüm stratejik ve milli kurumlarını tıpkı bir düşmanın yapacağı üzere, bombalamış, kurşunlamıştır. Biz teröristleri dağlarda, ovalarda, il ve ilçelerde ararken; meğerse bu caniler sinsi sinsi milli ordumuzun içine yuvalanmış, ellerine geçirdikleri ilk fırsatta da karşı saldırıya geçmişlerdir. Yıllarca FETÖ’nün devlete sızma ve kontrol altına alma faaliyeti görülmemiş, görülse bile etkili tedbirler geliştirilememiştir. Yüce dinimizin ardına saklanan; yalan, riya, münafıklık ve ikiyüzlülükle mevki ve mertebe elde eden bu insanlık artıklarının gerçek emel ve hedefleri nasıl fark edilememiştir? Emekli bir vaizi Pensilvanya’ya taşıyan, buradan da kurduğu terör örgütünü yönetmesine ortam açan ihmal ve iradesizlikler halkası kimlerin ve nasıl bir zihin örgüsünün eseridir? Az kalsın, Türkiye işgal ve imha edilecekti. Az kalsın, emek emek bugünlere gelen, şehidin, şühedanın göz nuru olan Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesinden silinip gidecekti. Nitekim tehlike bu kadar ileri noktadaydı. Hamd olsun, milletimizin övülecek feraset ve fedakârlığı sayesinde asker kılığına girmiş teröristler hak ettikleri tepkiyi şiddet ve cesaretle görmüşler, geldikleri gibi gitmek yerine yerin dibine geçmişlerdir. Milli birlik ve dayanışma ruhu FETÖ’yü durdurmuş, hesaplarını boşa çıkarmıştır. Uzun zamandır özlemini çektiğimiz kardeşlik ve yardımlaşma duygusu yıldız gibi parlayarak; zalimlerin kullandığı tankın, topun, uçak ve helikopterlerin önünü perdelemiş ve son aşamada da kırıp dökmüştür. FETÖ, Türkiye’ye pusu kurmuş, tuzağa çekmiştir. Demek ki bu soysuz ve kansızlar, vatanı koruyoruz bahanesi altında, kast ve ihanet etmenin alt yapısını oluşturmuşlar, müdahale için uygun zamanı kollamışlardır. Türkiye, FETÖ gibi bir düşmanla ilk defa muhatap olmaktadır. Üstelik bu düşman hem ordumuza kadar girmiş hem de devletin tüm kılcal damarlarına sorgusuz sualsiz yerleşmiştir. Elbette bunda iktidarın çok günahı vardır ve bunu inkar etmek imkansızdır. Ancak ülkemizin oldukça kırılgan bugünkü döneminde siyasi eleştiri ve suçlamalar şimdilik bize bir şey kazandırmayacaktır. Birliğimizi ve beraberliğimizi daha da güçlendirmemizin tarihi önem ve zorunluluk olduğu şu günlerde, yeni tartışmalara kapı aralamak, eski defterlerin sayfalarını kaldırmak bize göre faydasız, anlamsızdır. Mesele Türkiye’nin varlığı ve bağımsızlığında tam bir mutabakat sağlamaktır. Mesele Türk vatanın bölünmez bütünlüğünü kopmaz esas ve teminatlara bağlamaktır. Devletin ve milletin bekası her türlü siyasi gayret ve gayenin üstündedir. Siyasi kamplaşma ve çekişmeler, şu sıralar en çok uzak durmamız gereken mayınlı alandır. Çünkü Türkiye hedeftedir. İşin şakaya gelir herhangi bir tarafı yoktur. Tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi, tıpkı Milli Mücadele yıllarında görüldüğü gibi, bir ve beraber olmazsak, bizi azap ve acı dolu bir gelecek beklemektedir. Yürekler toplu vurmazsa, hain ve husumet cephesi son vuruşu ilk fırsatta yapacaktır. Türk milleti, 15 Temmuz akşamından itibaren hiçbir ayrım gözetmeksizin nasıl kucaklaşıp meydanlarda demokrasinin namusunu müdafaa ettiyse, ülkenin istiklal ve istikbaline de aynı şekilde sahip çıkmalıdır. Siyasi ve ideolojik aidiyeti ne olursa olsun, her vatandaşımız Türk milleti kimliğinde buluşmalı, milli ve üniter devletimizi yaşatma hususunda tavizsiz duruşunu korumalıdır. Başkentine ateş yağan bir ülkenin başka bir seçeneği yoktur. Bunu görüyor, buna inanıyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi yeni bir siyasi hareket değildir. 47 yıldır çok çetin kulvarlarda mücadelesini sürdürerek gelmiştir. Türkiye için düşündükleri bellidir ve asla kırılma yaşamamıştır. Yarım asra yaklaşan süre partimizin siyaset tecrübesini artırmıştır. Türkiye üzerindeki stratejik oyunların farkındayız, gelişmeleri geçmiş, bugün ve gelecek boyutuyla kavrayıp tahlil yapacak vizyon ve kadrolara sahibiz. Milliyetçi Hareket Partisi, kurulduğundan beri verdiği mücadele ile özellikle milli kimlik ve milli beka ile ilgili konularda Türk siyasetinde yer edinmiştir. Bu konulardaki duruş, görüş ve icraatları ile millet varlığının en önemli güvencesi, milli meselelerin en hassas takipçisi olmuştur. Bizim geçmişte dile getirdiğimiz “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” ilkesi aslında bu hassasiyetin bir tezahürüdür. Bugüne kadar her milli meselede, arkasındaki seçmen desteğinin büyüklüğü ne olursa olsun kamuoyu partimizin ne dediğine ve kadrolarımızın ne yaptığına ve ne yapacağına dikkat kesilmiştir. Ve bu yönüyle Milliyetçi Hareket temel meselelerde söz sahibi haline gelmiştir. 15 Temmuz’daki hain girişime ilk anda, duyar duymaz, hiçbir kuşku ve korkuya kapılmadan hayır diyen, milliyetçiliğin kaderini demokrasiyle bir gören Milliyetçi Hareket Partisi’dir. Biz; büyük Türk milletinin bekası ve yüceltilmesi amacına hiç bir tereddüde kapılmaksızın gönülden bağlılığa, Milliyetçi-ülkücü davayı milli emanet kabul ederek, etik ve hukuk dışı ilişki ve bağlantılardan esirgeyecek yüksek bir ahlaka, Türk milleti adına, zor ancak onurlu bir hizmeti yerine getirmeyi hak edecek şekilde donanım ve hazırlığa, Namusuna emanet edilmiş kutlu davayı ikbal için istismara yeltenmeyecek mizaç ve karakter olgunluğuna İç ve dış mihraklarla karanlık ilişki, sempati ve özentinin olmadığı, aydınlık ve tertemiz bir fikri yapıya sahip Milliyetçi Ülkücü Hareketiz. Bu nedenle Türkiye ve Türk milleti karşısında saf saf toplanıp sıralanan hasım ve hıyanet odaklarıyla can pahasına da olsa mücadeleden kaçınmayız, kararsızlık geçirmeyiz. Bizim yerli ve milli oluşumuz lafta değildir. Bizim Türkiye’nin yanında dimdik duruşumuz şartlara göre şekil, içerik ve istikamet kazanmamıştır. Biz bu vatanı karşılıksız sevdik derken de, kalpten söylüyorduk. “Ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun” dediğimizde de bu aziz vatan için neleri göze aldığımızı haykırıyorduk. Milliyetçi Hareket Partisi Türk-İslam ülküsünün şeref nişanesidir. Milliyetçi Hareket Partisi, bırakınız Türkiye’ye doğrudan zarar vermeyi, yan gözle bakanların bile yuvasını bozacak yürek ve yüksek bir inancın namus timsalidir. Biz neysek oyuz, nasılsak öyle görünürüz. Dinimizi küresel operasyonlara alet eden iblislerle, etnik ve mezhep provokasyonu yapan kiralık örgütlerle amansız ve mahşere kalmayacak bir hesabımız vardır. Bu kapsamda Türkiye’mizin ağır ve sancılı bugünkü ortamında, siyasi çetele tutmayız, çıkarlarımızı düşünmeyiz, aksini yapanları da hoş görmeyiz. Ganimet avcılığı yapmak için devreye girenlere, bu karmaşadan mal kaçırma hevesinde olanlara, sürekli gizli gündemlerine yatırım yapanlara sabır ve demokratik tavrımızla direnir, bunların da oyununu çatır çatır bozarız. Türkiye kimsesiz ve metruk bir ülke değildir. Türkiye’nin ihtiyacı; Farklıları kaşıyan değil birleştiren, Ayrılıkları kışkırtan değil kucaklayan, Kimlikleri tahrik eden değil millet kimliğinde buluşturan, Dirliği ve düzeni bozmak isteyene ise hak ettiği ağır dersi veren bir yönetim ve iktidar anlayışıdır. Bu anlayış arzuladığımız ölçüde egemen olursa gönüllü destek olur, elbette arkasında dururuz. Biz Türkiye sevdalısıyız. Biz Türk milletini yaşatma konusunda and içmiş, ecdada ve tarihe söz vermiş Türk milliyetçileriyiz.
Değerli Milletvekilleri, FETÖ’nün devlet ve millet üzerinde açtığı yara hakikaten derindir. Pensilvanyalı teröristler, Türkiye’nin belini kırmak, iç huzur ve kardeşlik ortamını baltalamak için emir almışlardır. Bu arada, FETÖ’nün eylem yoldaşı ve hıyanet ikizi PKK da işbaşındadır. Düşman cephesi sürekli ve faal şekilde cinayet devriyesindedir. FETÖ’nün boşluğu PKK tarafından doldurulmaktadır. FETÖ’nün yarım bırakmak zorunda kaldığı yıkımı PKK tamamlamak için devrededir. Terörizmin soğuk nefesi Türkiye’nin ensesindedir. Ülkemiz boyunduruk altındadır. Ne tarafa baksak hain vardır, nereye dönsek melun yüzler karşımızdadır. 19 Temmuz 2016 günü, Trabzon Maçka’da, yol kontrolü yapan emniyet görevlilerine teröristlerin ateş açması sonucunda 3 polisimiz, 22 Temmuz 2016 günü, Diyarbakır Ergani’de teröristlerle çıkan çatışmada yine 3 polisimiz, 24 Temmuz 2016 günü, Tunceli’de 1 polisimiz, 25 Temmuz 2016 günü, Mardin Kızıltepe’de, teröristlerin karayoluna tuzakladıkları patlayıcıların infilak ettirilmesi sonucunda 3 polisimiz, 27 Temmuz 2016 günü, Hakkari’de, teröristlerin bomba yüklü araçla düzenledikleri saldırı sonucunda 2 polisimiz, Dün Bingöl’de, teröristlerin yola döşedikleri el yapımı patlayıcıyı, polisleri taşıyan zırhlı servis aracının geçişi sırasında infilak ettirmeleriyle 6 polisimiz şehit olmuş, 2’si ağır 4 polisimiz de yaralanmıştır. Şehadet yalnızca polislerimizle sınırlı değildir. 26 Temmuz 2016 günü, Van Edremit ve Diyarbakır Silvan’da 2 askerimiz, 27 Temmuz 2016 günü, Siirt’te 3 askerimiz, 29 Temmuz 2016 günü, Hakkâri Çukurca’da 8 askerimiz, 31 Temmuz 2016 günü, Ordu’nun Mesudiye ilçesinde 3 askerimiz, Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde 1 askerimiz alçakça şehit edilmiştir. 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden sonra 18 polisimiz, 17 de askerimiz terörle mücadele sırasında şehit düşmüştür. İki haftada 35 kahramanımız FETÖ’nün ortağı PKK tarafından katledilmiştir. İstanbul’da, Ankara’da, yurdumuzun diğer illerinde demokrasi nöbeti tutalım tutmasına da, artık vatan nöbeti tutanları da görelim, şehitler kervanına üçer beşer eklenen evlatlarımızı hep birlikte gündemimize alalım. FETÖ ne kadar alçak ve şerefsizse, PKK da aynısıdır. Şimdi kanlı sıraya PKK tekrar girmiştir. FETÖ’nün intikamını almak için Trabzon ve Ordu ilimize kadar yayılmıştır. Şu rezilliğe bakınız ki, Türk vatanında teröristler cirit atmaktadır. İstanbul meydanlarında bayrak salladığımız kadar, bu vatanın dağlarına, taşlarına da şanlı bayrağımız korkusuzca dikilmediği müddetçe, son terörist teslim alınıp son silahı kırılmadığı sürece bu millete huzur, bu ülkeye rahat yoktur. 15 Temmuz kalkışması PKK tarafından namertçe sürdürülmektedir. Artık bunu görelim, bunun farkına varalım. Şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ederken, ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum. Halen tedavisi devam eden yaralılarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye adeta adı konmamış, itiraf ve ilanı yapılmamış bir savaştadır. Ve son günlerde yaşadıklarımız olağanüstü niteliktedir. FETÖ ve PKK’nın eşzamanlı saldırıları nasıl bir tehditle yüz yüze geldiğimizi göstermektedir. Türk milleti 20 Temmuz 2015 tarihinden bu tarafa 680 evladını terörizmle süren yoğun çatışma ve mücadelede şehit vermiştir. Gerçekten bir felaket tablosu karşımızda durmaktadır. Milli güvenliğimiz alarm zilleri çalmaktadır. 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının dış bağlantıları hususunda ciddiye alınması gereken iddialar gündemdeki ağırlığını korumaktadır. ABD Merkez Kuvvetler Komutanının; “temas halinde olduğumuz askeri liderlerin bir kısmının hapiste olması sorun” demesi, Yunanistan’a sığınan FETÖ’cülerin yanında gizemli bir yabancının da bulunduğu, bu şahsın karanlık bir istihbaratçı olduğu ısrarla dillendirilmektedir. Sanıyorum, ülkemizi ziyaret eden ABD Genelkurmay Başkanı’nın bu kapsamda söyleyecek sözleri vardır ve derin şüpheleri vuzuha kavuşturması da bize göre mecburidir. Kaldı ki cevabını aradığımız sorular vardır ve ilki şudur: ABD, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimine neden sert tepki koymak yerine çelişkili mesajlar vermiş, CIA’da görevli bir şahıs teröristbaşı Gülen’e ne hakla kefil olma gereği duymuştur? İkinci olarak; ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler 15 Temmuz’da darbe yapılacağını daha önceden öğrenmişler midir? Öğrendilerse, hangi gerekçeyle bunu saklamışlar ve açıktan FETÖ’yü desteklemişlerdir? Üçüncü olarak; Papa’nın 15 Temmuz’da Türkiye’de ne olduğundan emin değilim sözleri nasıl yorumlanmalıdır? Papa’nın aklı karışık ruhu bulanıksa Kardinalleriyle ayine katılması, bu yolla Gülen’e duyduğu hasreti az da olsa hafifletmesi kendisine tavsiyemiz olacaktır. 15 Temmuz FETÖ ihanetiyle 239 vatan evladı şehit olmuştur. Ne ABD, ne Papa, ne de özgürlük ve demokrasi şampiyonu bir başka ülkenin devlet veya hükümet başkanı darbe teşebbüsünü kesin bir dille kınayamamış, acı ve kayıplarımıza ortak olamamışlardır. Bunlarda yüz yoktur, vicdan da çoktan kurumuştur. Bunların gözünü Türklük ve Türkiye husumeti karartmıştır. Eğer ABD, 15 Temmuz FETÖ melanetini kayıtsız ve şartsız lanetliyor ve karşısında duruyorsa, o zaman kendisini Mehdi sanan meczup teröristi derhal ülkemize iade eder ve insanlık değerlerine bağlı olduğunu kanıtlar. Bunun aması, fakatı, bir durun bakalımı, somut belge ve delil getirin sızlanması yoktur, kabulü de mümkün değildir. Delil, 15 Temmuz gecesi tüm Türkiye’dir. Delil, darbeci teröristlerin rezil ifadeleridir. Delil, seri halinde ceplerde taşınan bir dolarlardır. Delil, inlerinden çıkan haşhaşilerinin infaz seferleri, cinayet uçuşlarıdır. ABD Genelkurmay Başkanı gelmişken, TBMM’ye yaptığı ziyaret gibi, zahmet edip Gölbaşı’ndaki Polis Özel Hareket Daire Başkanlığı’na giderse yıkımdaki parmak izlerini, havadan bomba fırlatan katillerin eşkallerini mutlaka hissedecek ve idrak edecektir. Bu milletin ruh kökünden doğan, cesaretleriyle anıtlaşıp kahramanlıklarıyla destan yazan özel hareket polislerimiz 51 şehit vermiştir. Bundan yalnızca PKK ve Türk düşmanları memnun olacaktır. Hani hilal bıyıklarıyla bazı kesimleri bir ara rahatsız eden ve teröristlere vatanı dar eden yiğitler var ya, işte onların başına FETÖ’cüler bomba yağdırmıştır. PKK’nın yapamadığını FETÖ yapmıştır. Bu vesileyle tüm özel hareket polislerini kucaklıyor, bugün onlarla olacağımı, her daim arkalarında duracağımı, adeta düşman çatlatacağımızı buradan kararlı bir şekilde ifade ediyorum.
Değerli Milletvekilleri, OHAL çerçevesinde, bugüne kadar 3 adet Kanun Hükmünde Kararname yayımlanmıştır. Bu Kanun Hükmünde Kararnamelerle devlet teşkilatlanmasında köklü değişikliklere gidilmiştir. En başta da TSK’nın yapı ve işleyişi baştan ayağa değiştirilmiştir. Türkiye’nin bugünkü sıcak ve yüksek tansiyonlu ortamında, çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameler kanalıyla kapsamlı idari ve yasal tasarruflar peş peşe uygulanmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak gelişmeleri birebir takip ediyoruz. Bu çerçevede 667, 668 ve 669 Sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameler başta olmak üzere, 15 Temmuz’dan itibaren alınan tedbirlere yönelik öncelikli değerlendirmelerimiz genel hatlarıyla şunlardan ibarettir. 1– Türk Silahlı Kuvvetleri içinde 15 Temmuz FETÖ darbe girişimine adı karışan, göz yuman, olumlu yaklaşan veya görevinin sorumluluklarına riayet etmeyen kim varsa ihracı yerindedir. Şimdiye kadar 149’u general ve amiral olmak üzere 3 bin 74 kişi TSK’dan çıkarılmıştır. Ancak, FETÖ’yle bağ ve bağlantısı olmayan subay, astsubay ve uzman erbaşların aynı kategoride değerlendirilmesi sakıncalı olup, bu durum Türk ordusunun asırlık teamül ve geleneklerine, insan hak ve adalet kurallarına aykırı olacaktır. Sivil bürokrasi için de aynısını söylememiz mümkündür. Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kim varsa kamu görevinden atılmalıdır. Elbette bu değerlendirme başlatılan ya da başlatılması gereken soruşturma süreçleriyle somutlaşmalıdır. Hukuksuz ve kanunsuz yere hiç kimse mağdur edilmemelidir. Bugüne kadar onbinlerce kamu görevlisi açığa alınmıştır. FETÖ’yle doğrudan veya dolaylı irtibatı olanların gözünün yaşına bakılmaması bir daha benzeri sıkıntıların yaşanmaması adına elzemdir. Ne var ki, bürokraside çok sayıda mağdur olan, FETÖ’yle en küçük illiyet bağı bulunmayan kardeşlerimizin feryatlarına hükümet kulak vermeli, konuyu insafla ele almalıdır. Boşu boşuna, sırf kızgınlık ve başka saiklerle kamu çalışanlarımızın itibar ve saygınlıklarıyla oynanmamalıdır. Haksız ve mesnetsiz yere görevinden veya açığa alınan kim varsa acilen eski konumuna getirilmelidir. Mahkeme karar vermeden hiç kimseye suçlu muamelesi yapılamayacaktır. Hukukun üstünlüğüne bağlılık şarttır. Suçsuz ve günahsız kamu görevlilerinin sıkıntı ve şikayetlerini ertelemeden, geciktirmeden çözmek asıldır, devlet vakarına sadakatin gereğidir. 2- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısında çok radikal değişiklikler yapılmıştır. 668 Sayılı KHK ile Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlanmış, 669 Sayılı KHK ile Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde Milli Savunma Üniversitesi kurulmuş, Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatılmış, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıkları Milli Savunma Bakanı’na bağlanmış, Yüksek Askeri Şura’nın yapısı değiştirilmiş, Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve asker hastaneleri Sağlık Bakanlığına devredilmiştir. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın kuvvet komutanlarına doğrudan emir verebilmesi mümkün hale getirilmiştir. Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisinin kuruluşu kararlaştırılmıştır. TSK’nın elindeki tersanelerin, fabrikaların, sanayi kuruluşlarının Milli Savunma Bakanlığı’na devrine karar verilmiştir. Öncelikle şunu söylemek lazımdır ki, TSK’nın ana gövdesinde yapılan düzenlemeler aceleye getirilmiş, enine boyuna hesap edilmeden, istişare mekanizmaları işletilmeden düğmeye basılmıştır. TSK’nın yeniden yapılanması önemlidir, elbette ihtiyaçtır. Ancak kuvvet komutanlarını Milli Savunma Bakanına bağlamanın yeni sorunlar getireceğini, emir komuta birliğini bozacağını görmek durumundayız. Bize kalırsa öncelik, kurum açıp kapatmak değil, darbecilerin, hainlerin ürediği sistemi revize etmek, kısaca zihniyet değişimini aşama aşama hayata geçirmek olmalıdır. Üçüncü Selim Nizam-ı Cedit demişti, Kabakçı Mustafa isimli bir asi ve peşinden koşan gözü dönmüşler 1807’de reformları püskürttü, kurulu düzeni temelinden sarstı. Sonunda Padişah tahtından indirildi. İkinci Mahmut Yeniçeri Ocağını kaldırarak yapmak istediği değişikliklerin önünü açtı, yeni bir ordu kurdu, Prusya’dan yüksek rütbeli subaylar getirerek onlardan yardım istedi. Ordudaki iyileştirme ve yeni arayışlar ne kadar yoğun ve çok boyutlu olsa da, 1859 Kuleli Vakası’nın önüne geçilemedi, 1876 darbesi engellenemedi. Konu askerle hesaplaşma, askerin elini kolunu bağlama değil, darbe üreten, darbecileri ve hainleri heveslendiren kaynakları kurutmak olmalıdır. Bin yıldır üzerinde yaşadığımız vatan coğrafyasında düzenli, güçlü, disiplinli ve moral seviyesi yüksek bir orduya beka düzeyinde ihtiyacımız olduğu tartışmasızdır. Türk ordusu millidir, meşrudur, yasaldır ve topyekun darbeci gösterilemeyecektir. Çok değil, bundan 7 yıl evvel başlayan ve adına Ergenekon, Balyoz gibi isimler verilen darbe davaları neticesinde, mahkum olan askerlerimizin masum oldukları, kumpasa kurban gittikleri şimdi net olarak anlaşılmıştır. Geçmişte, FETÖ’cü şerefsizler tarafından darbeci olarak karalananlar, bugün YAŞ kararlarında terfi etmekte, emekli olanlar göreve çağrılmaktadır. TSK’nın içindeki darbeciler ayıklansın, ancak Türkiye’nin bu kadar milli güvenlikle ilgili sorunu varken, askerin itibar ve haysiyeti ezilmesin, linç edilmesin. Vatan nöbeti bekleyenlere parmak sallanmasın, sürekli suçlanmasın.
Değerli Arkadaşlarım, Parti Programımızda; iki bin yıllık köklü maziye sahip Türk ordusunun, Türk milletinin vicdanında mukim saygınlığının gelişigüzel günlük polemik konusu yapılarak iç ve dış kamuoyunda yıpratılmasına fırsat vermeyeceğimizi söylemiştik. Şüphesiz aynı görüşte, aynı kanaatteyiz. TSK’nın yapısal sorunlarını çözeyim derken, asırlar boyunca oluşmuş ve olgunlaşmış gelenek ve ilkeleri çiğnenirse geriye Saddam veya Kaddafi ordusuna benzer bir kalabalık kalacaktır ki, bu da vatan ve istiklal kaybıdır. Merhum Mareşal Fevzi Çakmak; Batı Rumeli’yi Nasıl Kaybettik isimli eserinde çarpıcı ve ibretlik görüşlere yer verir ve bizlere şöyle seslenir: “1912 yılı Nisan sonlarına doğru Arnavutluk’ta isyan çıkmış, Mayıs ve Haziran aylarında İpek, Yakova ve Piriştine’de karışıklıklar sürerken, isyanı bastırmak için İstanbul’dan gelen 1’inci Tümen de isyancılarla birleşmişti. Millet Meclisinde İtilafçılık, orduda Halaskarlık, Arnavutluk’ta Başkımcılık elele yürüyordu. Bu düzenli tümen, iç siyasetle uğraşan birkaç subayın kışkırtmasıyla çürüdü, inancı bozuldu. O düzenli birlik rezil oldu, itibarını kaybetti.” Balkanları kaybetmemizin arkasındaki sebep ordunun birbirine düşmesi, siyasete bulaşmasıdır. Zorla trenlere bindirilip savaşmaya gönderilen, aç-susuz bırakılan, ideolojik ve siyasi kavgalara tutuşan, niteliksiz komuta ve ordu yapısının neticesinde yüzyıllarca hâkimiyetimizde tuttuğumuz toprakları kaybettik, Anadolu’ya çekildik. Merhum Çakmak yine der ki: “Bir millette birlik olmazsa oluşturacağı ordunun moral gücü zayıflar. Milletlerin ve devletlerin yenilgilerinin sebepleri iç zayıflıklarda aranmalıdır.” Ve devam eder: “Yenilgi, komutanın önce moralinde meydana gelir, sonra askere yayılır. Balkan Harbindeki bütün bozgun üst subay ve subayların görevdeki ilgisizliklerinden ileri gelmiştir.” Gazi Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919'da yalnız Türk milletine güvenerek başlattığı mücadele ordu-millet dayanışması sonucu zaferle taçlandırılmış ve bu zaferin ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşu gerçekleştirilmiştir. Unutmayalım, panik ve ricat önce cephede değil, cephe gerisinde başlar ve bütün bir orduyu sarar. TSK, caydırıcılık niteliğinin korunmasının yanı sıra, terörden klasik harbe kadar çok geniş bir yelpazedeki risk ve tehditlere karşı hazır olmak amacı ile dinamik bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Türkiye; Orta Doğu ve Orta Asya'ya uzanan stratejik halkalar zincirinin odak noktasındadır. Stratejik önemi bu denli büyük olan Türkiye'nin bulunduğu bölgede tarihi değişiklikler oluşmakta, bu süreç beraberinde birçok sarsıntıyı getirmektedir. Değişimin kapsam ve süresi belirsizliğini sürdürürken, ülkemizin bölgede bir güven unsuru olarak varlığını devam ettirmesi vatan savunmasındaki güç ve kabiliyetine bağlıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri, bölgesindeki krizlerin yanı sıra politik kararlara bağlı olarak dünya barışını tehdit eden krizlere de müdahaleye hazır olmak durumundadır. Türkiye yüksek tehdit ve risklerin bulunduğu bir bölgede, barış zamanından itibaren millî savunma imkanlarını diri tutmak ve Silahlı Kuvvetlerini olası tehditlere karşı hazır ve güçlü bir yapıda bulundurmak zorundadır. Bu itibarla, TSK’nın zincire vurulması, suçlanması, tırpanlanması sonuçları önümüzdeki süreçte görülecek badirelere davetiye çıkaracaktır. Endişem odur ki, sindire sindire ve geniş bir mutabakatla planlanması gereken değişikliklerin şu anda yapılması; FETÖ/PDY kalkışması sırasında ve sonrasında zaten yaralanan TSK’nın toplumdaki algısını daha da aşağı çekebilecektir. Ve de TSK’ya olan güveni zedeleyecektir. Bize göre söz konusu değişiklikler Türkiye’nin normalleşme sürecinde yapılmış olsaydı, daha iyi ve kalıcı sonuçlar doğuracağı gün gibi açıktır. Türk milleti ordusuna sırtını güvenle dönebilmelidir. Ordu millet kaynaşması eski mevkiine taşınmalıdır. Genelkurmay Başkanlığı ile MİT Müsteşarlığının Cumhurbaşkanı’na bağlanma arayışı da zararlı değilse bile, zamansız ve manasızdır. Bunun da farklı siyasi hedeflere dönük olduğu şüphesi bizde gün be gün fazlalaşmaktadır. Darbeler, darbe niyetleri artık tümden bitmeli, demokrasinin kanı akmamalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi her gelişmeyi titizlikle izleyip, doğru gördüklerini desteklerken, yanlış bulduklarını sonuna kadar eleştirmeyi sürdürecektir. Bizim yerimiz milletimizin tertemiz vicdanıdır. Bizim rotamız demokrasi, yönümüz büyük Türkiye’dir. Darbecilere, teröristlere, Türkiye’yi hazmedemeyen mihraklara karşı biriz, beraberiz, Türk milletinin sesi ve nefesiyiz. Hükümetin, yalnızca Meclis’teki çoğunluğunu değil, siyasi partilerin tamamını ve milletin farklı kesimleri ile uzlaşmayı da dikkate alması, hem demokrasinin geleceği hem de demokrasi ahlakı açısından da bir zorunluluktur. Demokrasi dışı arayışlar ve çağrılar milletimizden hiçbir zaman cevap ve cevaz bulamayacaktır. Türk milliyetçileri, eninde sonunda hak ettikleri iktidara Allah’ın izni, Türk milletinin desteğiyle gelecek, Türkiye’yi parlak yarınlara inançla taşıyacaklardır. Sözlerime son verirken sizleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, hepinize başarılarla dolu bir hafta diliyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
|