20.11.2007 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni

20 Kasım 2007

Sayın Milletvekilleri,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye çok ağır bir bunalım döneminin sancılarını ve sarsıntılarını yaşamakta, kriz ortamı tehlikeli boyutlar kazanarak derinleşmektedir.

Başbakan Erdoğan, sözleri ve fiilleriyle etnik bölücülüğün önünü açmak için adeta seferberlik başlatmıştır. Bu tutumuyla Türkiye’nin varlığına kastetmeyi amaçlayan hain projelerin amaçlarına hizmet edecek bir siyasete angaje olmuştur.

Bugün karşımızdaki siyasi tablo, Türkiye’nin kaderi üzerinde toplu bir kumar oynanmakta olduğunu ve bir akıl, idrak ve izan travması yaşandığını göstermektedir.

Böyle bir ortamda, kanlı terör örgütünün siyasi zemin kazanmayı ve siyasi çözüm dayatmayı amaçlayan bölücü stratejisi adım adım hayata geçirilmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın terör örgütüne silah bırakma çağrıları, dağdan şehre inip siyaset yapma davetleri, siyasi çözüm ümitlerinin yeşertilmesi ve teröristlere örtülü siyasi af vaatleri, Türkiye’nin karşısına çıkartılması amaçlanan siyasi tezgahın alt yapı hazırlıkları olarak görülmelidir.

Türkiye’de bugün, terörden beslenen etnik bölücülük, “demokratik hak ve meşru kimlik talebi” olarak mazur görülebilmektedir. Türkiye’nin bölünmesi ve parçalanması projeleri, “toplumsal ilerleme ve çağdaşlaşmanın yol haritası” olarak savunulabilmektedir.

Sapla saman birbirine karışmış; teslimiyet ve gafletin adı “demokratlık”, Meclis’e kadar uzanan ihanetin adı da “demokratik mücadele yolu” olmuştur.

Son dönemde yaşananlar, bu hayati konularda herkesin nerede durduğunun daha iyi anlaşılmasını sağlamış, siyasi makyajlar dökülürken gerçek niyetler ve düşünceler gün ışığına çıkmıştır.

Kanlı terörün bütün şiddetiyle sürdüğü bir dönemde, böyle bir gaflet yarışmasına girilmesi ve ihanete kılıf ve gerekçe arayışlarının hız kazanması, temiz vicdanları isyan noktasına getirmiştir.

Türkiye’nin iç barışını, kardeşliğini ve dayanışmasını tehdit eden en önemli risk burada aranmalıdır. Bu durumun sürmesinin iç çatışma ortamına davetiye çıkaracağını artık herkes idrak etmelidir.

Sayın Milletvekilleri,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sınırötesi operasyon yetkisi vermesinin üzerinden 34 gün geçmiştir. Buna rağmen, Kuzey Irak’tan terörist sızmaları ve terör saldırılarının sürmesi, haklı öfke, tepki ve endişelere yol açmıştır.

13 Kasım 2007 günü Şırnak-Gabar’da Kuzey Irak’tan sızan teröristlerle verilen mücadelede dört evladımız toprağa düşmüştür.

Aziz şehitlerimizin ruhları şad, makamları cennet olsun.

Bugünkü ortamın sorumlusu terörle mücadele konusunda gerekli siyasi iradeyi ortaya koyamayan ve buna uygun bir caydırıcılık stratejisi uygulayamayan AKP hükümetidir.

Sözün bittiği yere gelindi diyen Başbakan, söz aşamasından somut eylem aşamasına hala geçememiştir.

Hükümetin şirazesinden çıkan terörle mücadelede, diplomatik yolları tüketmek ve barışçı çözüm arayışları adı altında zaman geçirmesi, bu konuda somut sonuçlar görmek isteyen aziz milletimizi derinden yaralamıştır.

Amerika Birleşik Devletlerinin vereceği anlık operasyonel istihbaratı, terörü bitirme reçetesi olarak takdim eden Başbakan, bu konuda da Türkiye’yi bilerek karanlıkta bırakmış ve spekülasyon ortamının şartlarını hazırlamıştır.

Türk milleti haklı olarak merak etmektedir: Anlık istihbarat için beklenen “o an” ne zaman gelecektir?

Teröristler Kuzey Irak’tan girip Türkiye’de terör eylemlerini sürdürmekte, PKK kamplarındaki sözde yöneticiler televizyon ekranlarında hala boy göstermektedir.

Bölgedeki terör unsurları kış dönemini geçirecekleri geri mevzilere çekilmeye başlamıştır.

Bunlara karşı harekete geçmek için görüntülü istihbarat mı gerekmektedir?

Hükümetin ataletini sürdürdüğü bu ortamda, Türk kamuoyu bilgi kirliliğine boğulmuş ve magazin haberciliğinin önü açılmıştır.

Basın ve yayın organlarında sınırın ötesine geçildiği, hava taarruzlarının başladığı yolunda çıkan haberler önce ABD askeri makamları, sonra da bizzat Hava Kuvvetleri Komutanımız tarafından yalanlanmıştır.

Başbakan Erdoğan’da 15 Kasım 2007 günü bunun söz konusu olmadığını ikrar durumunda kalmıştır.

Hükümet, terörle mücadeleyi kendi imkânlarını kullanmak yerine ABD’nin vereceği istihbarata ve Barzani’nin alacağı söylenen göstermelik ve etkisiz tedbirlere bağlamıştır.

Bu konuda Barzani’ye güvenilemeyeceği, Türkiye’nin güvenliğinin peşmergelere emanet edilemeyeceği ortadadır.

Başbakan’ın “itidalli” tutumundan ve açıklamalarından memnun olan Barzani, Türkiye’yi oyalamakta ve zamana oynamaktadır.

Mevcut şartlarda bütün göstergeler, Türkiye’nin kısa süreli ve sınırlı kapsamlı, hava harekâtı ağırlıklı bir müdahale ile yetineceğine işaret etmektedir.

Irak Cumhurbaşkanı Talabani son açıklamasında bunu teyit etmiş ve Türk hükümetiyle İstanbul toplantısında mutabık kalındığı üzere bu operasyonun bazı PKK kamplarına yönelik sınırlı bir harekat olacağını söylemiştir.

Böyle sınırlı bir operasyonun kuzey Irak’taki PKK mevcudiyetini tasfiye etmeye yeterli olmayacağı, sadece fiili saldırıların geçici olarak durdurulması sonucunu doğuracağı açıktır.

Esasen kış şartları bu saldırıları durduracak, PKK ise bahar aylarında kaldığı yerden devam etme imkânına kavuşacaktır.

Bu bakımdan hükümeti buradan bir kere daha uyarmak istiyorum:

Terörle mücadelede son 24 yılın en önemli bu altın fırsatını heba etmeyin.

507 milletvekilinin ve Türk milletinin büyük çoğunluğunun arkasında olduğu bu yetkiyi kullanın. Göstermelik tedbirlerin ve sınırlı müdahalelerin ötesinde, terörün belini kıracak sonuç alıcı sınırötesi harekattan çekinmeyin.

Eğer bunu yapmak iradesini gösteremeseniz, tarih ve Türk milleti sizi affetmeyecek, bunun doğuracağı ağır sonuçların bütün vebali de omuzlarınızda olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’de son dönemde terörün tırmanmasıyla eş zamanlı olarak, etnik bölücülük de hız ve cesaret kazanmıştır.

Türkiye’yi bölmeyi ve çok kimlikli ve milletli yeni bir ortaklık devletine dönüştürmeyi amaçlayan planlar, özgürleştirme projeleri olarak artık Meclis çatısı altında da savunulmaktadır.

Terörün durdurulması karşılığı siyasi çözüm pazarlıkları için Meclis’e ve hükümete çağrılar yapılmakta ve meydan okunmaktadır.

Hayasızlık sınırını aşan etnik tahrikler pervasızca sürdürülmekte, İmralı canisini de kapsayacak kademeli siyasi af çağrıları demokrasi adına Meclis kürsüsünden seslendirilmektedir.

Türkiye’ye karşı her vesileyle kin ve nefret kusan siyasi bölücüler insan hakları ve özgürlük savaşçıları olarak sahneye çıkmıştır.

Bugün Türkiye, taşların bağlandığı bir ortamda etnik bölücülerin cirit attıkları, her türlü melaneti yaparken aynı zamanda sahte mağdur ve mazlum rolü oynadıkları bir ülke haline gelmiştir.

Silahlı terörün siyasi kolu olan İmralı maşalarının, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında devlete, Anayasa’ya ve kanunlara alenen meydan okumaları karşısında hükümet suskun ve sessiz, Meclis hareketsiz ve adalet etkisizdir.

Türkiye’de etnik bölücülüğün siyasi kolu ile silahlı kolu arasında bir statü ayrımına gidilmek istendiği hayret ve esefle görülmektedir.

Bu tasnif anlayışında, siyasi maske altında PKK’nın sözcüsü olan siyasi teröristlere, dağdaki silahlı militanlardan farklı bir statü kazandırılmak istenmekte ve hain emelleri ortadayken, makbul ve meşru bir muhatap olarak görülmeye çalışılmaktadır.

Demokratik Toplum Partisi ismiyle İmralı ve Kandil’in Ankara şubesi olarak Meclis’te terör sözcülüğü yapan bu cephe kuruluşu, PKK hüviyetiyle seçimlere girmiştir.

PKK’nın siyasi eylem planı ve bölücü talepleriyle bu kuruluşun siyasi hedefleri aynıdır.

Terörist faaliyetlerden hüküm giyen PKK militanları bu kuruluşun yöneticisidir.

Bu gerçekler karşısında Başbakan Erdoğan’ın PKK terörüyle aralarına mesafe koymak için bunlara yaptığı çağrıların ne anlama geldiği üzerinde çok iyi düşünülmelidir.

Bölücü amaçları PKK’nın siyasi hedefleriyle bir olan bu kuruluş, sözle ve şeklen terörle arama mesafe koyuyorum derse, makbul bir siyasi hareket mi sayılacaktır?

Bölücülük faaliyetleri demokratik bir hak olarak mı görülecektir?

Bu durumda: Terörü zahiren desteklemediğini söyleyenlerin aracılığıyla Türkiye’nin etnik temelde bölünmesine evet mi denilecektir?

Başbakan Erdoğan, siyasi hüviyetini çok iyi bildiği bu kuruluşun aslında takiye yapmasını ve PKK ile bağlarını şeklen ve görüntüde kesmesini bölücü emellerini siyasi eylemlerle gerçekleştirmeye çalışmasını istemektedir. Bu konuda kendilerine destek vereceğini örtülü olarak vaat etmektedir.

Bu kuruluşun siyasallaşma sürecine girmelerinin teşvik edilmesi yolundaki beyanların amacının ve anlamının bu olduğu açıkça ortadadır.

Bundan çıkarılacak sonuç da, bu parti üzerinden terör örgütünün taleplerinin karşılanması için bazı adımların atılmasının ve yeni bir süreç başlatılmasının planlandığıdır.

Başbakan Erdoğan’ın Meclis çatısı altında İmralı’nın temsilciliğini yapan milletvekillerinin dokunulmazlığı konusunda gösterdiği sinirli tepkiler dikkat çekicidir.

 Bunları siyasi himaye altına alması, silahların bırakılması yolundaki beyanları, dağdaki teröristleri siyaset yapmaya davet etmesi ve DTP’ye “ya silahlı eylem türü, ya da silahsız eylem türü” arasında tercih yapma çağrıları özel bir önem ve anlam kazanmaktadır.

Değerli Milletvekilleri,

Bilindiği üzere geçen hafta yapılan grup toplantımızda, Anayasa ve yasalara açıkça meydan okuyan tahriklerin artarak sürmesi karşısında, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine suç ve fiillerin yasama dokunulmazlığı kapsamından çıkarılmasını önermiştik.

Bu yönde başlattığımız girişime gösterilen tepkiler, siyasi partilerin Türkiye’nin temel değerlerine gösterdiği hassasiyeti ve milli duruşlarını ortaya koymak bakımından bir ibret tablosu olmuştur.

Bu önerimize ilk tepki, bu konudaki özel hassasiyetleri nedeniyle AKP’nin doğal sözcülüğünü yapan bir parti yöneticisinden gelmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir lincin vasıtası olmayacağını, bunun hukuk devletinin temel ilkeleriyle çatışacağını söyleyen bu yönetici, PKK’nın maşalarını korumaya kararlı olduklarını ortaya koymuştur.

Burada sormak gerekir:

- Devletin, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne kastetmek isteyenlerin yargı önüne çıkartılmasının neresi linçtir?

- Lince vasıta olamayacağını söylenen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, acaba ihaneti himaye vasıtası olması mı tercih edilmektedir?

- Devletin temellerini yıkmak amacıyla Anayasa’yı ve kanunları her gün çiğneyenler için Yüce Meclis çatısının bir sığınma limanı olması, hukuk devletinin bir gereği midir?

Sinsi emelleri olmayan ve ipotek altında bulunmayan vicdanlarda bütün bu soruların cevabı açıktır.

AKP sözcüsünün linç benzetmesi ile etnik bölücülüğün adayı olan bu siyasi kuruluşunda sürekli linç edebiyatı yapıyor olması, söylem birliği içinde olduklarını açıkça göstermektedir.

Bu söylem birliğinin ilerde eylem birliğine dönüşüp dönüşmeyeceği de zamanla anlaşılacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki tepkileri ise daha düşündürücü olmuş ve bölücü hainler bizzat Başbakan tarafından koruma altına alınmıştır.

“Seçimle gelmiş milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılarak parlamento dışında bırakılmalarının doğru olmayacağını” söyleyen Başbakan, bunların dağa çıkacağı gibi garip bir savunma mekanizması geliştirmiştir.

Başbakan, ayrıca, demokratik parlamenter sistemde Meclisi dokunulmazlık kavgası içine sokulmasının yozlaşmaya yol açacağını beyan etmiş ve katı savunma yerine demokratik yolların denenmesi gibi ne olduğu anlaşılmayan bir savunma taktiğiyle ortaya çıkmıştır.

Bu açıdan, Sayın Başbakan’ın geçen hafta Prag yolunda “Katı defans dağa çıkarır” beyanatını verdiği ülkenin, yakın dönemde ikiye bölünmüş “Çekoslovakya” isimli bir devletin parçası olması talihsiz bir tesadüf olmalıdır.

Cumhuriyetimizi yeniden inşa adı altında bir yıkıma doğru götürmek isteyenlerin bu ihanet projeleri asla ve asla kabul edilemez. Nihayetinde Çekoslovakya ve Yugoslavya örnekleri hafızlarda ki canlılığını hala korumaktadır.

Bu beyanları Sayın Başbakan’ın görevi, sorumlulukları ve temsil ettiği makamla bağdaştıramadığımızı ve çok yadırgadığımızı belirtmek isterim.

Burada Başbakan’a şu hatırlatmaların yapılması gerekli ve kaçınılmaz hale gelmiştir:

- Anayasa’yı ve kanunları her gün çiğneyerek devlete meydan okuyan bölücülerin Anayasal düzen içinde siyaset yapma noktasına gelmeleri beklenerek, aradaki dönemde kendilerine geçici ve istisnai bir muafiyet mi tanınması istenmektedir?

— Sayın Başbakan, dağa çıkma tehdidinin karşısında bu odakların Anayasa ve kanunları ihlal etmesine göz yumulmasını, bunlara hukuku çiğneme ruhsatı verilmesini mi savunmaktadır?

— Anayasa’yı ve devletin temel esaslarını hukuk içinde korumak demokrasimiz için bir ayıp ve özür olarak görülüyorsa, sormak isteriz; hain bölücülere göz yummak mı demokrasimize şeref ve itibar kazandıracaktır. Türkiye etnik bölücülüğü serbest bırakarak mı demokratik hukuk devleti olacaktır?

Başbakan Erdoğan ve AKP’nin bu konuda savunma refleksiyle anında tepki göstermesi ve siyasi bölücülüğe kol-kanat germesinin gerçek nedenlerinin demokrasi ve hukuk devleti aşkı olmadığı çok iyi bilinmektedir.

AKP, dokunulmazlık konusunda sorunlu bir bünyeye ve sicile sahiptir.

Karşımızdaki ittifak, yolsuzlukla yargılanmaktan kaçmaya çalışanlarla, bölücülükten yargılanmaktan kurtulmaya çabalayanların, böyle bir ortak noktada buluştukları bir çıkar ortaklığıdır.

Bunun yanı sıra AKP, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü konusunda iç bünyesinde sorunlar olduğunu da çok iyi bilmektedir. Etnik bölücülerle “civar hısımı” olan parti içi odakları koruma dürtüsüyle de hareket etmektedir.

Türkiye’deki bölücülüğün dış hamilerinden birisi olan Avrupa Birliği korkusu da AKP’nin bu savunma tutumunda etkili olan bir diğer amildir.

Demokrasi havariliği ve hukuk devleti savunuculuğu, AKP’nin bu amaçla arkasına sığınmaya çalıştığı sahte maskelerdir.

Ancak, mızrak artık çuvala sığmamakta ve gerçek niyetlerin saklanması artık mümkün olamamaktadır.

Sınır ve ölçü tanımayan hayâsız tahriklerle Türkiye’ye her gün meydan okuyan terörün siyasi sözcülerinin bu cüreti nereden aldıkları, kime güvendikleri gün gibi ortadadır.

Gafletin adı ve adresi başka yerde aranmamalı, AKP’nin hiç olmazsa bu konuda istikrarı temsil ettiği kabul edilmelidir.

Değerli Milletvekilleri,

Dokunulmazlık konusunda ana muhalefet partisinin sergilediği tutumun da bizim için şaşırtıcı olduğunu belirtmek isterim.

Bildiğiniz gibi Milliyetçi Hareket Partisi, milletvekili dokunulmazlığının Meclis faaliyetleriyle sınırlandırılmasını, her ne sebeple olursa olsun, suç işledikleri takdirde diğer vatandaşlar gibi yargılanmasını öteden beri savunmaktadır.

Bu husus 22 Temmuz 2007 seçim beyannamemizde de açık ifadelerle yer almıştır.

Nitekim dokunulmazlık konusundaki son önerimizi açıklarken bu husus özellikle vurgulanmıştır. Biz buna bugün de hazırız.

Ancak, mevcut Meclis tablosu ışığında bu konudaki Anayasa değişikliğinin AKP olmadan yapılamayacağı bir gerçektir. AKP bu konuda katı bir direniş cephesi kurmuştur.

Milliyetçi Hareket, bu gerçekler karşısında iki aşamalı bir yaklaşım benimyenerek, ilk planda AKP ve CHP’nin de mutabık olduğunu düşündüğümüz bölünmez bütünlük aleyhindeki suçların ele alınmasını samimiyetle önermiştir.

Ancak, AKP’den sonra CHP’nin sergilediği tutum, burada da yanıldığımızı göstermiştir.

Anamuhalefet Partisi, bu konuda açık bir tutum alamamış ve mevcut şartlarda gerçekleşmeyeceğini bile bile tüm dokunulmazlıkların kaldırılması ısrarını sürdürerek sütre gerisine çekilme yolunu seçmiştir.

Her siyasi partinin milli meselelerde kendi inançları ve siyasi çizgisine uygun olduğunu düşündüğü tutumları benimsemesi doğaldır ve bunun tartışılması bizim meselemiz değildir.

Biz burada sadece bu tespitleri yapmakla yetineceğiz ve takdiri aziz milletimize bırakacağız.

Bu konuyu geçmeden, Sayın CHP Genel Başkanı’nın on gün kadar önce gündeme getirdiği Barzani’ye açılım paketiyle ilgili eleştirilerimize karşı dile getirdiği görüşlerin bir yönü üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Bu konuda ana muhalefet partisi ile bir polemiğe girmek amacında olmadığımızı, bunu siyasi bir çekişme konusuna dönüştürme niyetini taşımadığımızı, sadece bir yanlışı düzeltmekle yetineceğimizi belirtmek isterim.

Sayın Deniz Baykal 13 Kasım 2007 günkü grup toplantısında Irak’ın bölünmesini Çekiç Güç düzenlemesinin hızlandırdığını, buna baştan itibaren karşı çıktıklarını, Çekiç Güç’ün süresinin uzatılmasını Meclis’e getirerek destek verenlerin Irak’taki mevcut durumdan sorumlu olduğunu söylemiş ve eleştirilerimize bu yolla cevap vermeye çalışmıştır.

Kendilerinin Çekiç Güç düzenlemelerinin dışında olduğunu ve sürekli karşı çıktıklarını ifade eden Sayın Baykal’a bu konudaki gerçekleri bu vesileyle hatırlatmak isteriz.

Birinci körfez savaşı sonrası 1991 yılından başlayarak “Huzur Harekatı” ve “Kuzey’den Keşif Harekatı” adlarıyla Türkiye’de çok uluslu güçlerin konuşlandırılmasına TBMM izni ve Bakanlar kurulu kararıyla müsaade edilmiştir.

Bu düzenlemelerin süreleri 1991-2003 yılları arasında TBMM tarafından 27 kez uzatılmıştır.

12 yıllık bu süreç içinde, SHP ve CHP’nin ortağı olduğu koalisyonların da arasında bulunduğu 9 hükümet görev yapmış ve dönemin şartları ışığında bu gücün uzatılmasını savunmuşlardır.

CHP Meclis grubu sözcüleri 28.10.1995 ve 25.12.2002 tarihlerinde bu gücün görev süresinin uzatılması için yapılan Meclis görüşmelerinde bunu desteklemişlerdir.

Bunun görülebilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu tarihlere ilişkin tutanaklarına bakılması yeterli olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın bölücü faaliyetlerin odağı olduğu gerekçesiyle DTP’ye kapatma davası açması, son günlerin en çok tartışılan bir diğer konusu olmuştur.

Yargıya intikal etmiş bir konuda yorum yapmak gereksizdir.

Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemlerinin, devletin bağımsızlığı, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı Anayasa’nın emredici hükmüdür.

Buna aykırı faaliyetlerde bulunan partilere uygulanacak müeyyideler de Anayasa ve kanunlarda belirlenmiştir. Bu bakımdan herkes dava sürecinin sonucunu beklemelidir.

Hal böyleyken, kapatma davası açılmasının hemen sonrasında, linç edebiyatıyla bir mağduriyet ve acındırma kampanyası başlatılmış ve parti kapatmanın yanlış olduğunu göstermek için gazete köşelerinde siyasi fetva verme yarışına girilmiştir.

Bu seferberliğe Azerbaycan gezisi dönüşünde Sayın Başbakan da katılmış ve kapatma davasını “antidemokratik yol” olarak gördüklerini ifade etmiştir.

Biz bu konuda bu çevrelerle bir tartışmaya girmeyi gereksiz ve anlamsız görüyoruz.

Ancak şunu belirtmek isteriz ki; Anayasa’nın ve hukuk düzeninin herkes için bağlayıcı olan amir hükümleri ihlal ediliyorsa, bağımsız yargı yürürlükteki kanunları uygulayarak bir karar verecektir.

Bunun aksini savunmak ve etnik kökenine bakılarak bunları çiğneyenlere imtiyazlı bir muamele yapılmasını istemek de demokrasiyle, hak ve hukukla bağdaşmayan bir garabet olacaktır.

Sayın Milletvekilleri,

Son dönemde terörle mücadelede “askeri seçenek dışındaki imkânların ve tedbirlerin üzerinde durulması gerektiği”, “PKK’nın dağ kadrolarının çözülmesi” için bazı adımlar atılmasının zamanının geldiği” yorumlarında kayda değer bir artış olduğu müşahede edilmektedir.

Geçmişte terörle mücadelede görev almış komutanların gazetelerde yer alan “özeleştirileri”, Kuzey Irak’a yeni açılımlar yapılması için gündeme getirilen öneriler ve Başbakan’ın bazı beyanları, bu konudaki devlet politikasının değiştirilmesi için yeni referanslar olarak kullanılmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın “terörle mücadelede birinci önceliğimiz her şeyden önce silahların bırakılmasını sağlamaktır” açıklaması ve 17 Kasım 2007 günü dağdaki teröristlere yaptığı çağrı, AKP hükümetinin yeni bir siyasi süreç başlatmaya hazırlandığının göstergeleri olmuştur.

17 Kasım 2007’de Azerbaycan dönüşü yaptığı açıklamada PKK’nın dağ kadrolarının “ya silahı bırakarak dağları değil şehirleri tercih edeceğini ve siyasal platformda gerekli olan yarışı sürdüreceklerini, ya da şimdiki durumlarını tercih edeceklerini” söyleyen Başbakan, bu sözleriyle silahlı PKK teröristlerine siyasi af vaadinde bulunmuş ve bu militanları Meclis’te siyaset yapmaya davet etmiştir.

Bu son gelişmenin adı artık konulmalıdır. Sayın Başbakan tarafından, yıllar içinde azdırdığı teröristlere ve cesaret verdiği bölücülere yapılan bir gizli “mütareke” çağrısıdır. Bu hezeyanın başka türlü izahı kalmamıştır.

Daha yakın bir tarihte, şehit cenazelerine sahip çıkanları “terbiyesizler” olarak tanımlayan bu zihniyetin, eli kanlı bölücülere gösterdiği hoşgörü ve kucaklaşma hevesi de bunun işareti olarak algılanmalıdır.

PKK’nın talepleri doğrultusunda siyasi süreç başlatmaya ve bu talepleri kademeli olarak karşılamak için yeni bir siyasi-sivil önlemler paketi açıklamaya hazırlandığı anlaşılan Başbakan ve hükümeti çok tehlikeli bir yola girmek üzeredir.

Başbakan’ın Kuzey Irak’taki PKK varlığını tasfiye edecek çapta ve kapsamda sınırötesi operasyon yapmayarak, saldırıların durması karşılığında, ABD’nin ve Barzani’nin desteği ve onayıyla böyle bir süreç başlatılması tarihi bir gaflet olacaktır.

Dağdaki teröristlere silah bırakarak şehre inme ve siyaset yapma çağrısının gerçekleşmesi için bunların ilk önce aklanmaları gerekecektir. Bunun için de bu sürecin ilk aşaması ve adımının teröristler için genel af çıkartmak olacağı açıktır.

Türkiye’nin böylesine tehlikeli bir yola girmesinin, içerde etnik bölücülere, dışarıda da Barzani’ye teslim olması anlamına geleceğinden hiç kimse şüphe etmemelidir.

Böyle bir durumun Türkiye’nin içinde yol açacağı sonuçların neler olacağını tahmin etmek de güç değildir. Ülkemizde iç çatışmanın fitilini ateşlemek anlamına gelecek böyle bir teslimiyetin Türkiye’ye ihanet olacağı unutulmamalıdır.

Bilinmelidir ki, derin ve geniş bir kargaşa ve buhrana sürüklenmeye çalışılan ülkemizin içine girdiği sarmalda, milliyetçi bir tavırla merkeze tutunamayanlar, merkez kaç kuvvetinin etkisi ile kaçınılmaz bir şekilde, tarihin çöplüğüne savrulacaklardır.

Sayın Başbakan’ın bunları çok iyi anlaması ve Türkiye’yi ateşe atacak bir yola sapmama basiretini ve sorumluluğunu göstermesi en samimi temennimizdir.

Sözlerime son verirken bir kere daha hatırlatmak isterim ki; Tarih henüz nihai hükmünü vermemiş, bu vatanı hiçbir karşılık beklemeden seven Türk milliyetçileri henüz son sözünü söylememiştir.

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı