Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Gündemde öne çıkan konu başlıklarını ana hatlarıyla değerlendireceğim bugünkü basın toplantımıza teşriflerinizden dolayı öncelikle teşekkür ediyor, her birinize hoş geldiniz diyor, sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Milletlerin tarihinde acılı yıllar, sancılı dönemler vardır. Böylesi dönemlere mukavemet ve mukabele gösterildiği müddetçe millet varlığı müessir vasfını koruyacak, geleceğin mümbit vasatına akacaktır. Tarihimizde ibret alınması, ders çıkarılması gereken pek çok sarsıntılı devirler olduğu açıktır. Bu devirler zincirleme yol kazaları olsa da, milli inanç ve iradeyle zaman içinde aşılmış; bir süre sonra istikrarlı ilerleme ve gelişme çarkı dönmeye başlamıştır. Tunuslu İslam düşünürü İbn-i Haldun’un ifadesiyle söyleyecek olursak, üzerinde yaşadığımız coğrafya kaderimizdir. Coğrafyamız belki zorludur, belki çilelidir, belki de tehlikelerle çevrilidir. Ama bunların hiçbiri bin yıldır üzerinde yaşadığımız toprakları vatan yapan yüksek adanmışlık, eşsiz asalet ve hayranlık verici ahlakın azmini kıramamış, önünü kesememiştir. Coğrafyamızı değiştiremeyiz. Kaldı ki bunu aklımızdan dahi geçirmeyiz. Mensup olduğumuz aziz milleti inkar edemeyiz. Kaldı ki, böyle bir kimliksizliğe ve tükenmişliğe heves edenleri de elimizin tersiyle iter, insan yerine bile koymayız. Şayet bir millet, karşısına çıkan buhran ve bunalımlar sonucunda yüzyıllar boyunca biriktirdiği haklarını kaldırıp bir kenara atsaydı, dünyada tarih diye bir şey olmaz, olamazdı. Türk milleti zorluklara direne direne güçlenmiş, gürbüzleşmiş; yerkürenin çehresini, insanlığın rotasını değiştirmiştir. Huzurun sukut ettiği zamanlarda milli yürekler ıstırap yumağı olsa da, korkunç kavgalar göğüslenerek çağların şifreli kilidi açılmıştır. Üstünlüğün maddi ve manevi kuvvetlerin bileşkesi olduğunu dikkate alırsak, buna en layık, en yakın, en hak eden şüphe yok ki büyük Türk milleti olmuştur. Milletimiz tarih boyunca haysiyetli ve şerefli yaşamayı tercih etmiştir. Aksini düşünmek hem haksızlık hem de vicdansızlıktır. İstiklalinden yoksun bir milletin insanlık aleminde uşaklıktan başka bir seçeneği olmayacağını kutlu ceddimiz her zaman hatırında ve saat gibi işleyen hafızasında tutmuştur. Tam bağımsızlık Türk milletiyle simgeleşmiştir. Milli varlığımız mazinin ihtişamından doğup istikbalin karanlık noktalarına, bilinmez köşelerine ışık tutabilen gür bir meşale halinde yüzyıllardır parlaya gelmiştir. Bu meşale sönmedikçe Türk milleti her zaman iddiasını, irfanını sürdürecek, zulmetin çıbanbaşları hiçbir zaman nefes alamayacaklardır. Türkiye Cumhuriyeti, işte bu meşalenin direnç ve dehasıyla önünü aydınlatmaktadır. Milli devletimiz; temelleri çürümüş, ömrü tamamlanmış, yedi düvelin paylaşım masasına koyulmuş imparatorluğumuzun yıkıntıları arasından sivrilip çıkmış, silkinip belini doğrultmuştur. 29 Ekim 1923; geçmişten keskin bir kopuş olmayıp, bilakis asırlarca süregelen Türk-İslam mefkûresinin yeni bir yorumu, yeni bir soluğu, yeni bir mimarisidir. 93 yıllık Cumhuriyet’imiz, "ya istiklâl ya ölüm" ilkesinden yola çıkılarak verilen Millî Mücadele safhalarını ve alınan başarılı sonuçları aşama aşama özümsemiş muhteşem bir eserdir. Yarın kutlanacak 30 Ağustos Zafer Bayramı her şeyi özetlemektedir. Türkiye’miz, Çanakkale Savaşı’nda “size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” seslenişiyle korkuyu ve manevi çöküntüyü yenmiş bir kahramanlığın mahsulüdür. Türkiye Cumhuriyeti, milli egemenlik ve meşruiyete dayanan, milli birlik, katlanılan fedakârlık ve mucizevi zaferlerle harcı karılıp milliyetçilik ve bin yıllık kardeşlik hukukuyla bahtı bağlanan büyük bir çınardır. Bu çınarı kurutmak, bu çınarı kesmek hiçbir hain ve müstevli emele dün olduğu gibi bugün de nasip olmayacaktır.
Sayın Basın Mensupları, Asırlardır üzerimizde oyun oynanmaktadır. Ve bundan korkacak halimiz yoktur. Çünkü büyüklüğün vakarında hedef olmak, saldırıya uğramak da vardır. Milli varlığımız karanlık çevreleri asırlardır rahatsız etmektedir. Türk milletinin bin yıllık kardeşlik ve kaderdaşlık mirasını çekemeyenler tıpkı leş avcısı akbabalar gibi etrafımızda dönmektedir. Bunlar acaba ne kapar, ne koparırız arayışıyla yanıp tutuşmaktadırlar. Yurdumuzu taksim hesapları hiç ara vermeden günümüze kadar gelmiştir. Türklüğü namus bellediği topraklarından çıkarma, bu olmuyorsa birbirine düşürme ve bölme planları güncellene güncellene bugünlere ulaşmıştır. Savaş meydanlarındaki cesaretimiz karşısında baş eğip diz çökenler hiç vazgeçmemişler, ilk fırsatta bu defa da terörizmin tüm silah ve enstrümanlarını devreye sokarak sonuç almanın peşine düşmüşlerdir. Şu günlerde yaşadıklarımız tam da budur, dünde yaşananların devamı niteliğindedir. Cinayet nöbetinde birbiriyle yarışan terör örgütleri aslında zalimlerin ürettikleri nefret, haset ve husumet salgınını taşımak ve temsil etmek için rekabet halindedir. Bilhassa 20 Temmuz 2015’den buyana kanımız dökülmektedir. Bu hunharlık; sistemli, önü arkası çalışılmış, sonuçları ince hesaplarla tasarlanmış küresel bir saldırının sahaya indirilmiş acımasız komplosudur. Çevremizde koyulaşan kuşatma sinsi, kurnaz, kanlı ve ahlaksızdır. Saldırganlık yoğun, sürekli, sistematik ve acımasızdır. Türkiye büyük bir risk ve tehdit dalgasıyla pençeleşmektedir. Terör örgütleri bölgesel ve küresel senaryolara müzahir şekilde görevlendirilmiş, üzerimize kışkırtılmışlardır. Suriye’deki vahşi boğuşma Türkiye’ye yansımakta, kopma noktasına kadar gerilmiş etnik ve mezhep kutuplaşması vatanımızda yankılanmaktadır. 6-7-8 Ekim olaylarıyla başlayıp Suruç ve Gaziantep’e kadar uzanan şiddet yelpazesi, etnik damar üzerinde ihanet ve isyan kazıları yapıldığını net olarak dışa vurmaktadır. Irak’taki gerilim ve karmaşa Türk vatanına ihraç edilmektedir. ABD destekli PYD’nin Suriye Demokratik Güçleri kılıfıyla Menbiç’e girmesi, sırayı Cerablus operasyonun alması, Esad’ın PYD’yi bombalaması, Türkiye’nin Rusya ve İranla yakınlaşması bölgesel fay hatlarını iyice hareketlendirmiştir. 24 Ağustos sabah erken saatlerde Türkiye, ‘Fırat Kalkanı’ adı altında, Cerablus’taki IŞİD unsurlarını temizlemek amacıyla uluslararası koalisyon desteğiyle askeri operasyon başlatmıştır. Özgür Suriye Ordusu bu operasyonda aktif olarak yer almıştır. Bordo bereliler ve tanklar sınırın Suriye tarafına geçmiştir. Obüs-roket atar ve tank atışıyla bölge ateş altına alınmıştır. Aynı anda Türk savaş uçakları havadan operasyona katılmışlardır. Elbette Türkiye’nin milli güvenliğini korumak, sınır ötesi terörist yapılanmayı engellemek için mezkur askeri müdahale yerindedir, haklıdır, isabetlidir. Ancak Cerablus’u IŞİD’ten arındırırken, boşalan alanlara PYD’nin yerleşmesine, Kobani-Afrin arasının bu terör örgütüne açılmasına kesinlikle, hiçbir şart altında müsaade edilmemelidir. PYD-YPG Fırat’ın batısına uzun süre önce geçmiştir. Afrinle Menbiç arasında bulunan El Bap’ı ele geçirmek için teröristler hareket halindedir. Bu şekilde sözde terör kantonları arasında bağlantı kurulmuş olacaktır ki, buna asla müsaade edilmemelidir. Bugüne kadar PYD’yi en fazla şımartan ve ön açan ABD’dir. ABD Dışişleri Bakanı geçen hafta, PYD’nin Fırat’ın doğusuna çekilmeye başladığını söylemiştir. Bu terör örgütü doğuda kalsa ne olacak, batıda bulunsa ne çıkacaktır. Nitekim terör her yerde, her zeminde terördür. PYD-PKK’yı zaman ve mekanın her bölümünden kazıyarak söküp atmak Türkiye’nin haysiyet ve şeref meselesi olmalıdır. ABD’nin PYD’ye sözcülük yapması, lehine davranması, aklayıp temize çıkarmak için çırpınması bir defa insafsızlık, saygısızlık ve art niyetliliktir. Çünkü ABD, PYD ve PKK’yı çok açık şekilde arkalamakta, kullanmaktadır. ABD, malum terör örgütlerinin ağızlarına bir damla bal sürüp, bu katillerin ilave yardımlarıyla Ortadoğu’nun haritasını siyasal ve ekonomik çıkarlarına göre tekrar çizmeyi arzulamaktadır. FETÖ konusunda hala delil isteyen, hukuk hatırlatması yapan, 15 Temmuz darbe girişimi konusunda ikircikli ve tutarsız bir tavır takınan ABD’nin; PYD-YPG-PKK’ya bakışı da çarpık, çürük ve hastalıklıdır. ABD Başkan Yardımcısı Biden’in 24 Ağustos’ta Türkiye ziyaretinde hem nalına hem mıhına vuran değerlendirmeleri bu düşüncemizi teyit eder niteliktedir. ABD’nin gizli gündemi, Türkiye’yi baştan ayağa kelepçeleyip Suriye’nin kuzeyinde fiili bir durum yaratmak, Akdeniz’e kadar uzanan kirli bir koridor açmaktır. Bu maksatla IŞİD’in elinde bulunan Mare Hattı’nın PYD-YPG’ye geçmesi için çok yönlü ve sinsi bir hazırlık söz konusudur. Ülke olarak, küresel güçlerin oldubittisiyle Suriye’nin kuzeyinde terör koridoru oluşumuna sıcak bakmamız, tepkisiz durmamız milli aklın inkârıdır. Bu nedenle Menbiç’in kontrolü de sağlanmalıdır. Türkiye çok zor bir döneminde sınır ötesine operasyon yapmaktadır. Bu operasyon riskli olmakla birlikte kaçınılmaz ihtiyaçtır. 27 Ağustos Cumartesi günü, PYD terör örgütü, TSK’ya ait iki tanka roketle saldırmış; bunun sonucunda, bir askerimiz şehit olurken üçü de yaralanmıştır. Cerablus IŞİD’ten temizlenirken, PYD hemen kademeye girmiştir. PKK-PYD terör örgütü tıpkı IŞİD gibi çılgına dönmüş, Fırat’ın doğu-batı hattı doğrultusunda Türkiye’ye namlu çevirmiştir. IŞİD ne kadar tehditse, PYD-YPG-PKK’da aynı oranda, aynı derecede tehdit ve musibettir. Türk devleti sınırlarını emniyete almak, egemenlik haklarını, milli çıkarlarını sonuna kadar savunmakla mükelleftir. Bu durum tartışmasız hukuki ve meşrudur. Bunu en başta ABD’nin bilmesi, geçen günlerde devlet ricaliyle görüşmeler yapan Barzani’nin anlaması gerekmektedir. ABD’nin ortak düşman olarak IŞİD’i gösterip PYD’yi perdelemesi, FETÖ’yle ilgili hala üç maymunu oynaması sorumsuzluk, hukuksuzluk, aynı zamanda utanmazlıktır. Türkiye’nin IŞİD’le doğrudan mücadelesi, bu vahşi örgütün eylemlerini daha da kamçılayacak, PYD-PKK cenahını daha da kışkırtacaktır. Cerablus’a askeri harekat sürüyorken PKK’nın Artvin’de ana muhalefet partisi liderinin bulunduğu konvoya saldırması, ardından Cizre’de 11 polisimizi şehit etmesi müşterek terörist faaliyetlerin bir sonucudur. Tüm terör örgütleri sırayla Türkiye’ye saldırı düzenlemektedir ve korkarım ki bu kanlı süreç genişleyerek devam edecektir. Bu itibarla devletin teyakkuzda bulunması, her türlü güvenlik tedbirini tüm vatan satında alması yararlı ve hayatidir. Milliyetçi Hareket Partisi TSK’nın başarılı olması, Türkiye’nin terörizmle savaşından alnının akıyla çıkması hususunda elinden gelen her türlü katkı ve manevi desteği eksiksiz verecek, hükümetin arkasında sağlam şekilde duracaktır. IŞİD, PYD-PKK’yı yok etmek için Türk milleti artık ayaktadır. Terörizmi akıttığı kanda boğmak, Türk milletine meydan okuyan alçakları bataklıklarına gömmek Türkiye için tarihe, ecdada ve milli varlığımıza namus borcudur. Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı çerçevesinde hareket edilerek terör örgütleri tamamıyla tasfiye edilmelidir. Vakit terörü bitirme vaktidir. Kahramanlarımıza diyorum ki, ne kadar katil örgüt varsa gidin bulun, alayını birden imha edin. Biz yanınızdayız, biz sonuna kadar arkanızdayız. Düne kadar IŞİD’i, Ortadoğu’nun haritasını yeni baştan çizmek için kullanan emperyalizm, küstahça ve ahlaksızca PYD-PKK üzerinden Kürdistan’a yeşil ışık yakmış, yetki ve hakkı olmadığı halde vize vermiştir. Buna dair çok sayıda işaret ve delilin varlığı söz konusudur. Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru açılması an meselesidir ve bunun önemli bir bölümünün alt yapı inşaatı tamamlanmıştır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ne pahasına olursa olsun bu ihanet oyununu, bu batıl hesabı gerekirse kanıyla, gerekirse canıyla bozmalıdır ve bozacaktır. Fırat’ın batısına geçerek kendisine vaat edilmiş topraklara hakim olmayı hedefleyen PKK-PYD-YPG, ABD’nin silah ve siyasi yardımlarıyla devletleşme aşamalarını teker teker geçmektedir. Dileğimiz Cerablus operasyonun terörizmin belini kırma konusunda fırsat olmasıdır. Ülke olarak çok nazik bir dönemimizde sınır ötesine geçmemizin stratejik sonuçları, temennim odur ki, iyi hesaplanmış olmalıdır. Bu arada, IŞİD’in miadı yakında dolacak, kendisine biçilen görev bitmiş olacaktır. İnsanlığın yüz karası bu terör örgütü sıkıştığı Rakka’dan da eninde sonunda çıkarılacaktır. Çok açık söylemeliyim ki, Türkiye’nin huzur ve istikrarı tümden bozulmadan, devlet ve millet bekası yıkılmadan Kürdistan’ın kurulma şansı minimum seviyededir. Bu şansı artırabilmek maksadıyla ülkemiz son bir yıldır terör örgütleri tarafından paylanmakta, vurulmakta, diz çökmesi için zorlanmaktadır. Buna göre 15 Temmuz FETÖ saldırısını kolektif terör eylemi olarak değerlendirmek abartı görülmemelidir. Şayet şeytani hedef gerçekleşmiş olsaydı, Batı’da FETÖ; Doğu ve Güneydoğu’da PKK-PYD-IŞİD Türk vatanını kademe kademe işgal edecekler, ele geçireceklerdi. FETÖ’nün; PKK’yla işbirliği, IŞİD’le akrabalığı, terörle mücadeleyi kasten savsaklaması, asker kılığındaki hainlerin karada, havada teröristleri görmezden gelmesi aslında ihanetin nasıl derinlere tutunduğunu göstermektedir. PKK, PYD, IŞİD, FETÖ tamamıyla küresel ve bölgesel vahşet politikalarını hayata geçirmenin, Türkiye’yi zaafa düşürmenin, toplumsal direnci kırmanın hem kuklaları hem de kirli maşalarıdır. Anadolu’nun istilası, bağımsızlığımızın itlafı yeniden masadadır. Türk milletinin iç savaş şartlarına gerileyerek yeni bir Fetret Devri’ne savrulması, dağılıp parçalanması dayatılmaktadır. 1919’lu yıllarda, milli bir uyanışla, bir yanda dış düşmanlara, diğer yanda içerideki çeteler ve işbirlikçilere karşı destansı bir mücadele şuuru gösteren Türk milleti, şu anda tam bir fitne ve fesat kampanyasıyla doğrudan muhataptır. 15 Temmuz’da milli tepki doğmamış olsaydı, düşmanla boğuşa boğuşa teyit edilen milli hak ve çıkarlarımız, az kalsın terörizmin kanlı dişleri arasına sıkışarak öğütülmüş olacaktı. Emperyalizmin dört bir koldan kiraladığı katillerle saldırması, rehavetimizi ve boşluğumuzu kollaması tesadüf değildir. Üst akla, milli akılla cevap vermenin zamanı da çoktan gelmiştir. Gelişmelere doğru teşhis koyamazsak, tehditlerin boyut ve hedefini milli bir akılla okuyamazsak, hepsinden önemlisi, düşman kampına milli kenetlenme ve kardeşlik ruhuyla cevap veremezsek sonuçlar ağır olacaktır. Türk milletinin zillet ve hezimet yaşamasını projelendirenler, boşuna sevinmemelidir; çünkü hevesleri haram ve hıyanet kursaklarında mutlaka kalacaktır.
Değerli Basın Mensupları, 20 Ağustos Cumartesi akşamı, Gaziantep’te yaşanan vahşetin dumanı hala tütmekte, milli vicdan hala kanamaktadır. Tam dört yıl önce, yani 20 Ağustos 2012’de Gaziantep Şehitkâmil ilçesi Karşıyaka Polis Merkezi önünde meydana gelen menfur bir saldırıda 10 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 4’ü ağır olmak üzere 66 vatandaşımız da yaralanmıştı. Gazi şehrimiz maalesef çok acı şekilde tekrar hedef alınmıştır Yaşı 12-14 arasında olduğu söylenen bir çocuk bomba, bir düğün evine girmiş ve üzerindeki bomba düzeneğini patlatmıştır. Aralarında çocukların ağırlıkta olduğu 55 vatandaşımızın can verdiği, 13’ü ağır 65 kişinin de yaralandığı vahim terör saldırısı hepimizi kahretmiş ve üzmüştür. Kına gecesi kana bulanmış, düğün mateme dönmüştür. Bu tip bir canavarlığın eşi ve emsali henüz görülmemiştir. Tablo dehşet vericidir. Failin IŞİD olduğu söylenmektedir. Fakat bu iddia henüz tam doğrulanmış ve netleşmiş değildir. Gaziantep’te canlı bombanın patladığı gece, 3 bine yakın Suriyeli muhalifin operasyon için sınır ötesine geçtiği, Cerablus operasyonuyla Gaziantep saldırısının eş zamanlı gerçekleştiği dillendirilmektedir. IŞİD’in gazi şehrimizdeki uyuyan hücrelerini harekete geçirerek buna karşılık verdiği iddiaları gündemdedir. FETÖ’nün 15 Temmuz istila ve imha operasyonu püskürtülünce, Türk düşmanı karanlık güçler, terörizmin kirli kataloğundan seçtikleri bilindik örgütleri tekrar silah ve bomba başına çağırmışlardır. Bu çağrıya köle gibi uyan PKK, IŞİD ve diğer kanlı ortakları Türkiye’yi yaylım ateşine tutmuşlar, masumlara kast etmişler, pusu kurmuşlar, canlı bombacılarını aramıza sevk etmişlerdir. Yaşadıklarımız tam bir kaostur. Düşününüz, bir terör örgütünün mensupları devletin her kademesine yuvalanmış, her mevkiine kolaylıkla sızmıştır. Buna akıl erdirmek, anlam vermek mümkün değildir. İçişleri Bakanı’ndan öğreniyoruz ki, 17-25 Aralık’ta 81 ilin emniyet müdürlerinden 74’ü FETÖ üyesidir. Şu çarpıcı itirafa bakınız ki, bir ara Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki daire başkanlarının tamamı FETÖ’ye çalışmıştır. 7 bin emniyet istihbaratçısının 6 bin 500’ü FETÖ’nün lehine faaliyet göstermiştir. Ve burası sözün bittiği noktadır. Valiler, kaymakamlar, üst düzey bürokratlar, müfettişler, uzmanlar, general ve amirallerin, yüksek ya da düşük rütbeli subayların büyük çoğunluğu FETÖ’nün faal ve fonksiyonel elemanlarıdır. OHAL kapsamında yayımlanan KHK’lerle milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fetullahçı Terör Örgütü’ne aidiyeti, iltisakı ve irtibatı bulunan 3 bin 725 TSK personeli ihraç edilmiştir. Bunların arasında 2 orgeneral, 9 korgeneral, 26 tümgeneral, 91 tuğgeneral, 4 tümamiral, 28 tuğamiral, 2 bin 195 subay ile 774 astsubay yer almıştır. 9’u general ve amiral olmak üzere 137 askerin firar ettiği anlaşılmaktadır. 670 sayılı KHK ile 2 bin 360 emniyet görevlisi memuriyetten çıkarılmıştır. 2 bin 847 hakim ve savcı FETÖ/PDY ile irtibatları nedeniyle 667 sayılı KHK’nın 3. Maddesi uyarınca 24 Ağustos 2016 tarihinde mesleklerinden atılmışlardır. Öğretmen, öğretim üyesi gibi mesleklere mensup binlerce kişi FETÖ’ye biat etmiş, ama bunu devleti yönetenlerin ruhu bile duymamıştır. Aralarında holdingler, şirketler, bankalar, dergiler, gazeteler, televizyonlar, radyolar, sivil toplum kuruluşları, okullar, hastaneler, üniversiteler ve dershanelerin bulunduğu çok sayıda kurum ve kuruluşa FETÖ yıllarca sahip olmuştur. Ve deyim yerindeyse devlet içinde devlet kurmuştur. Böyle bir tehlikeli örgüt 15 Temmuz’da, Türkiye’ye etkileri uzun yıllar sürecek feci bir gece yaşatmıştır. Askeri kamuflaj içine saklanmış caniler millete kurşun sıkmışlar, 240 insanımızın hayatına mal olmuşlardır. Tanklar Türk milletinin üzerine sürülmüştür. TBMM, emniyet ve istihbarat birimleri, Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi uçak ve helikopterlerle hedef alınmış, bombalanmıştır. Türk tarihinde böyle bir saldırı hiç yaşanmamış, hiç vaki olmamıştır. Fetullahçı terör örgütü 79 milyon Türk vatandaşını tutsak almak istemiştir. Bu bir işgal denemesidir. Bu bir Türkiye düşmanlığıdır. FETÖ’ye Türk milleti haddini bildirip kafasını ezince, bu kez de sırayı diğer terör örgütleri gecikmeden almışlardır. 17 Ağustos günü Van’da, 18 Ağustos günü Elazığ ve Bitlis’de, 20 Ağustos günü Gaziantep’te, 23 Ağustos günü Şırnak’ta, 24 Ağustos günü Bingöl ve Diyarbakır’da, 26 Ağustos günü Cizre ve Hakkari’de yaşanan ağır ve insanlık dışı terör saldırılarının 15 Temmuz FETÖ kalkışmasının bir uzantısı, bir parçası, bir devamı olduğu tartışmasızdır. FETÖ başarısız olup durdurulunca kanlı devriyeye, cinayet vardiyasına diğer örgütler çıkmış ve çıkarılmıştır. Türkiye içinden ve dışından sarılmıştır. Gerçekten tehlike devasadır. Bunu görmek, bunu idrak etmek lazımdır. Şu anda her türlü siyasi ve ideolojik beklenti ikinci plandadır. Türkiye’nin güvenliği, Türk milletinin beka ve birliği milli şuurla sahiplenilmeli, korkusuzca savunulmalıdır. Siyasi çekişme ve kutuplaşmalarla geçireceğimiz vakit yoktur. Yenikapı uzlaşması, TBMM’de tezahür eden müşterek irade süreklilik kazanmalıdır. Vatan kaybının sınırında olduğumuz görülmelidir. Küresel linç kampanyasının ülkemizin omurgasını çökertme, eksenini kaydırma, tarihi yürüyüşünü durdurma gayesi güttüğü ortadadır. Türkiye’nin derhal, çok acil milli huzur ve iç barış ortamını temin etmesi şarttır. Bu itibarla FETÖ’yle mücadele edilirken, yeni mağdurlar üretmek, suçsuz ve günahsız insanlarımızın hayatlarını zindana çevirmek yanlıştır ve de maliyeti geleceğimiz açısından çok fazla olacaktır. Onarım ve toparlanma sürecine herkes ortak olmalı, her sorumluluk sahibi vatan evladı taşın altına elini koymalıdır. Vatandaşlarımızdaki korku, tereddüt ve endişeyi ortadan kaldırmak gerekmektedir. Asılsız ihbarlarla insanlarımızın saygınlık ve gururlarıyla oynanmasına, uyduruk şikâyetlerle insan onurunun ezilmesine son verilmelidir. Devletteki tahribatı gidermek için AKP ortak akla, demokrasinin ilkelerine, hukukun temel kurallarına harfiyen riayet etmelidir. Yeni sosyal ve siyasal bölünmelere tahammülümüz yoktur. Yeni cepheleşmeler şu güne kadar işlenen suç ve cinayetlere ortak olmak demektir. Türkiye’nin toplumsal dirliği hep beraber sağlanmalı, üzerimize serpilen ölü toprağı topyekûn kaldırılmalıdır. Türk milletinin tarihte kurduğu 16 devlet vardır. Bunların yıkılışları az çok birbirine benzerdir. Ne var ki, 17. Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih sahnesinden çekilip silinmesine asla müsaade edilmeyecektir. Türk milleti, Türklüğün, tüm Türk vatandaşlarının şan ve şerefidir. FETÖ, PKK, IŞİD, DHKP-C küresel saldırganlığın hesabına çalışan infaz görevlileri, eli ve vicdanı kanlı cellatlarıdır. Bilinmelidir ki, milli kurtuluşumuzun bir bakıma iki yolu vardır: Ya bütün haklarımızı en son zerresine kadar koruyarak kurtuluşun sancağını mahşere kadar taşıyacağız, ya da tarihsel hak ve mirasımızdan ödünler vererek çözülmeye, erimeye, manda ve himayeye göz yumacağız. Birincisi elbette gerçek ve kalıcı bir kurtuluştur. Türk milleti egemenliğini göz bebeği gibi koruyacaktır. Türkiye terör örgütleriyle kumpasa düşürülemeyecek, 1923 kuruluş ruhundan, milli ve üniter devlet çizgisinden ayrılmayacaktır. Bedeli ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatma ve gelecek nesillere taşıma görevimizi ihlal ve ihmal etmeyeceğiz. Ülkemiz çok hassas bir süreçtedir. Adeta sırat köprüsünden geçilmektedir. Türkiye hiç böyle bir döneme şahit olmamıştır. Siyaset bir ve beraber olmazsa, heyecan ve hedefler milli ahlakla bütünleşmezse Türkiye Suriye’nin yerine ikame edilecektir. Sonuçta, Allah muhafaza, bölünmemiz sağlanacak, son yurdumuz ateşe verilecektir. Asırlardır çevremizde ihanet kuyusu kazanlar amaçlarına böylelikle ulaşmış olacaklardır. Bozgun akşamlarını tarih kitaplarında okuyan nesiller, derlenme toparlanma olmazsa bir yenisine hayattayken tanık olacaklardır.
Sayın Basın Mensupları, Çok şükür 15 Temmuz dirilişi, Türk milletinin yeni başlangıcı, yeni bir Çanakkale ruhudur. Bu kazanımı heba etmezsek, bu tarihi fırsatı siyasi hesaplara kurban vermezsek, hiçbir terör örgütü karşımızda duramayacak, hiçbir düşman yanımıza, yöremize sokulamayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye ve Türk milleti için vardır. Biz sorumlu ve milli muhalefetimizi yine yapacağız; ama siyasi mücadelenin ahlaki ve vicdani dengeden mahrum olmasına izin vermeyeceğiz. Bu devlet bizimdir. Bu millet biziz. Görüşlerimiz ayrı da olsa hükümet Türkiye Cumhuriyeti’nindir. Ve de desteğimiz sürecektir. Uzlaşalım, anlaşalım, sıkılı yumrukları açalım, geleceği birlikte ve beraberce inşa edelim. Az oy aldım, çok milletvekilim var sözleri eskilerde kalmış, mana ve muhtevasını çoktan kaybetmiştir. Düşman kavi ve kararlıdır. Dağılmamızı, tarihin gerisine düşmemizi, kurumuş yaprak gibi savrulmamızı gözleyen, dileyen, bunun için hazırlık yapan mihraklar çok sayıdadır. Düşmanları güldürmeden, hangi yanlış politika varsa; başta Suriye olmak üzere, dönmek, tamir etmek, nedamet göstermek erdem ve elzemdir. İçeride birliğimizin hamurunu büyük Türkiye ve Türk milleti özlem ve iradesiyle yoğurursak, dışarıdan hiçbir tazyik ve tertip kalemizin burçlarından aşamayacaktır. Unutmayalım diyalog olmadan demokrasi olmaz. Hoşgörü ve tahammül gerçekleşmeden demokrasi varlık gösteremez. Farklı görüşler arasında konuşma, uzlaşma ve anlaşma olmadan hakikat çıtası yükselemez, kritik eşikler geçilemez. Gönül kazanalım, gönüller yapalım, açılan mesafeleri kapatalım, kalpler fethedelim. Kardeşliğimizi pekiştirelim, etnik ve mezhep fitnesine göğüs gerelim. Türkiye geleceğe umutla bakmalıdır. Türkiye gelecekte bugünden daha da güçlü olmalıdır ve olacaktır. Bu sorumluluk hepimizin sırtındadır. Aykırı görüşleri, çatlak sesleri, afaki talep ve ters düşünceleri demokrasi kültürü içinde makul ve kabul edilebilir sınırlara çekelim. Hukuk devletine bağlı kalarak, insan hak ve onurunun çiğnenmesine sessiz durmayalım. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni türbülanstan çıkaralım, üzerinde titreyelim, hassasiyetleriyle oynanmasına, hedef yapılmasına, itilip kakılmasına mutlaka engel olalım. Ve de terörle aynen kurtuluş yıllarında olduğu gibi yediden yetmişe mücadele edelim, bu belanın, bu ifridin, bu kanlı döngünün kökünü tümden kurutalım.
Değerli Basın Mensupları, Milliyetçi Hareket Partisi, geçmişte terörle mücadele konusunda defalarca öneri getirmiş, milli çözüm ve stratejiler üretmiştir. Türk milletine savaş açan, suikast düzenleyen terörizme karşı etkili tedbir ve tekliflerimiz maalesef hükümet tarafından kulak ardı edilmiştir. Bunlar arasında, 21 Haziran 2010 tarihinde, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’e bizzat sunduğum 7 maddelik öneri setiyle, 22 Mart 2016 tarihli Meclis Grup toplantımızda kamuoyuyla paylaştığım 8 maddeden ibaret mücadele strateji ve yöntemi bize göre çok önemlidir. Şu görüşlerimizi tekraren hatırlatmak ve yeniden hükümetin bilgisine havale etmek milliyetçi siyasetimizin bir gereği olarak görülmelidir: 1- Terörle mücadele, teröristle mücadele değildir. Zaman ve mekân üstü, tarihsel perspektiften beslenen yüksek akıl ve algı gerektirmektedir. Önce olanı, olmuşu ve olacağı bütüncül ve derinlikli yorumlayan yüksekten ve analitik bakış demek olan “terörizmle mücadele vizyonu” geliştirilmelidir” 2- Terörle mücadele terörün inisiyatif ve ön aldığı süreçte her ölümden sonra gösterilen günlük tepkiler değildir. İkinci aşamada yapılacakların tamamının kavrandığı ve unsurların tamamının vizyona göre yapılandırıldığı “terörle mücadele konsepti” oluşturulmalıdır. 3- Terörle mücadele, toplumun mağdur ve devletin seyirci durumunda olduğu doğaçlama mücadele sahası da değildir. Üçüncü aşamada vizyondan beslenen, konseptten çıkartılan ve bütün milli güç unsurlarına sorumluluk seferber eden “terörle mücadele stratejisi” ortaya konulmalıdır. 4- Terörle mücadele, vizyon, karar ve uygulamanın bütün unsurlara yön verdiği yönetilen, daha doğrusu yönetilmesi gereken bir süreç demektir. Dördüncü aşamada bu stratejinin başta hükümet olmak üzere ülkemizdeki resmi veya gayri resmi, özel veya tüzel bütün unsurlara görev yükleyen “terörle mücadele siyaseti” oluşturulmalıdır. 5- Terörle mücadele, mücadele edilen kavram, grup ve taraflar hakkında toplumsal bir ittifakın olmasını, oluşmasını ve olgunlaşmasını gerektirmektedir. Beşinci aşamada, terör üzerindeki ortak iradenin ve yükümlülüklerin belirlenmesi ve toplumun kazanılması için “terörle mücadelede kitle kazanma programı” devreye sokulmalıdır. 6- Terörle mücadele yalnızca asker, polis ve korucuya ihale edilmiş basit bir asayiş sorunu değildir. Sorunun içten ve dıştan alabileceği bütün desteklerin kesilmesini sağlayacak kadar kapsamlı “diplomatik mücadele eylem planı” hazırlanmalı, eşgüdüm halinde icra edilmelidir. 7- Terörle mücadele silahtan mayına, tuzaklı bombadan hendek kazmaya, pusudan baskın ve intihar eylemine kadar çok değişken ve dinamik bir alan olması nedeniyle mutad tedbir ve düzenlemelerle önlenemeyecektir. Teröristin mücadele şekil ve yöntemlerinin değişmesi süreçlerinde ön alarak ilgili güvenlik kuvvetlerini yeni şart ve durumlarla uyumlu olarak eğitecek, donatacak ve yönetecek “teröristle mücadele taktik eğitim ve icra programı” uygulanmalıdır. 8- Terörle mücadele içte olduğu kadar dışta da ittifak ve istikrar gerektiren bir ilişkiler alanıdır. Yabancı ülkeleri teröriste destek vermekle suçlarken, hükümetin aynı mihraklarla yaptığı müzakerelerin kendi söylemlerimizi yalanlamıyor olması şarttır. Bu itibarla tutarlı bir “terörle mücadele tanıtım çalışmasına” ihtiyaç vardır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin teklifi şimdilik bunlardır. Terörizmle mücadele edildiği sürece; darbecilere, fitnecilere, devlet içine yuvalanmış hainlere haddi bildirildiği müddetçe partimiz devletinin ve hükümetin yanında sapasağlam duracaktır. Gerekirse de her fedakârlığı yapmaktan kaçınmayacaktır. Bu düşüncelerle başta Gaziantep’te olmak üzere, teröristlerin saldırısında hayatlarını kaybetmiş tüm vatandaşlarımıza, Van’da, Elazığ’da, Bitlis’te, Tunceli’de, Şırnak’ta, Diyarbakır’da, Bingöl’de, Cizre’de ve daha nice vatan köşelerinde şehit olan kahramanlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine, büyük milletimize başsağlığı niyaz ediyorum. Halen tedavisi süren tüm kardeşlerimize şifalar temenni ediyorum. Aziz milletimizin, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yarın idrak edeceğimiz 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutluyorum. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kuruluş ve bağımsızlığımızın mimarı aziz ecdadımızı rahmet ve minnetle yad ediyorum. Sınır ötesinde vatan ve millet için mücadele veren Mehmetçiğe başarılar diliyor, dualarımızın onlarla olduğunu özellikle belirtiyorum. Rabbim Türk milletini korusun, Türkiye’yi ve Türklüğün yaşadığı her coğrafyayı ebedi kılsın. Sözlerime son verirken sizleri saygılarımla selamlıyor, basın toplantımıza katılımlarınızdan dolayı bir kez daha teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.
|