Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Sayın Basın Mensupları, Aziz Dava Arkadaşlarım, Türkiye’nin varlık-yokluk imtihanından geçtiği zorlu, bir o kadar da belirsizliklerle dolu bir süreçteyiz. 93 yıllık Cumhuriyet tarihinde hiç rastlanmamış, hiç tanık olunmamış tehlike düzeyi çok yüksek olay ve gelişmelerle muhatabız. Terör örgütleri ülkemizi ablukaya almış durumdadır. Acımasızca projelendirilen bölgesel ve küresel senaryolar Türkiye’nin etrafını, milletimizin huzur ve sükûnetini tam bir çıkmaza sürüklemektedir. Maalesef ülkemiz, milli varlığını doğrudan hedef alan alçak bir suikastla karşı karşıyadır. 15 Temmuz FETÖ kalkışmasından itibaren milletçe yaşadığımız korku ve kâbus dolu günlerden dolayı Türkiye tanınmaz, tarif edilemez haldedir. Güvenlik duvarlarımız delik deşiktir. Ümit kapıları kırık döküktür. Milli birlik ve kardeşlik ortamı yara bere içindedir. Bu karanlık şart ve ahval içinde son siyasi gelişmeleri değerlendirmek, hazırladığımız “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Kalkındırma Programı’nı sizlerle ve milletimizle paylaşmak amacıyla bugünkü basın toplantısını düzenlemiş bulunuyoruz. Hepinize hoş geldiniz diyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Değerli Basın Mensupları, FETÖ’nün 15 Temmuz ihaneti nesiller geçse de unutulmayacak, hafızalardan çıkmayacak bir düşmanlıktır. Ülke olarak hala kapkara o meşum Temmuz akşamının sarsıntılarını göğüslemekle uğraşıyor, tonlarca ağırlığındaki enkazı kaldırmakla meşgul oluyoruz. Türkiye güçlü, muktedir ve egemen bir devlettir. Elbette bu badirenin de üstesinden gelecek, özlemle beklenen huzur ve güvenceye kavuşacaktır. Ne var ki, yama küçük yırtık büyüktür. Hasar fazla, tamirat eksik ve yetersizdir. Devletin bir tarafı doğrulurken, diğer bir tarafı inişe geçmektedir. Fetullahçı Terör Örgütü’nün tahrip etmediği, sızıp fitne aşılamadığı, yuvalanıp aşındırmadığı hiçbir kurum ve kuruluş neredeyse yok gibidir. Türkiye FETÖ’yle yatıp PKK’yla kalkmaktadır. Bu hazin ve hüsran verici bir kısır döngüdür. Yaşadığımız şiddetli buhrana yeni bir Fetret Devri tanımı getirmek bile maksadı izahta noksan kalacaktır. Türkiye düşmanı çevreler, FETÖ ve müzahir terör örgütleri vasıtasıyla Türk milletini dize getirerek emperyalizmin dayatmalarına boyun eğmesini hedeflemiştir. Bu nedenle ülkemiz hem içten hem de dıştan çembere alınmıştır. Küresel nifak masalarında yapılan görev dağılımına göre; PKK, IŞİD, PYD-YPG, DHKP-C bildik terör yöntemleriyle üzerimize saldırmış, bunun yanında FETÖ devlet içinde paralel bir kulvar açarak gün be gün palazlanmış, güçlenmiş, hareket kabiliyetini arttırmıştır. Siyasi, ekonomik ve askeri tüm imkânları iğrenç emellerine alet edecek kıvama gelen FETÖ, Türkiye’nin etnik ve mezhep temelli iç savaş ve bölünme ortamına mahkum olması için 15 Temmuz’da acımasızca devreye girmiştir. Cebinde veya evinde bir dolar bulunduran, bylock sistemiyle haberleşen, anayasa, yasa ve yönetmeliklerin dışında bir hiyerarşik sisteme dahil olan FETÖ’cüler, Türk devletini kanser hücresi gibi sarmışlardır. Her meslek grubundan, siyaset ve toplum hayatının her kesiminden FETÖ’nün yaşaması, kanlı ve hain niyetlerini gerçekleştirmesi için ortak cephe hattı kurulmuştur. FETÖ; ilk aşamada yüce dinimizin içine saklanarak, hizmet ve himmet kisvesi altında uzun bir örgütlenme dönemi geçirmiş, hayatın her alanına hızla nüfuz etmiştir. Bu ihanet çetesi masum duyguları istismar etmiştir. Bu zalim ve küfür bekçileri tertemiz vicdanları tutsak almıştır. Ve de kandırmadıkları, tuzağa çekmedikleri kimse kalmamıştır. FETÖ, zulmün ağırlık merkezleriyle, Türk ve İslam düşmanı odaklarla yumuşak ilişki kurmuş, hatta zamanla işbirliğini yoğunlaştırmıştır. Sözde herkese el uzatmışlar, gerçekte her pis işe, her kirli amaca, her alçak plana hevesle, heyecanla ortak olmuşlardır. Takiye ustası şarlatanlar, Pensilvanya mukimi sanal ve sahte hocalar Türkiye’ye kim hasımsa onlarla bir olmuş, entrika kardeşliği yapmışlardır. Bunlar oluyorken, iktidarla iyi diyaloglar geliştirerek paralel devlet yapılanmasına kan ve kadro takviyesi yapmışlar, inatçı engelleri kolaylıkla aşmışlardır. Daha önce de ifade ettiğim gibi, FETÖ, Anadolu’nun istilası amacıyla özel eğitimden geçirilip kılıktan kılığa sokulan, herhangi bir kök ve kimlik hassasiyeti taşımadığı gibi, vicdan ve imana da yabancı olan soysuz ve hıyanet temelli bir çetedir. Yargıdan eğitime, siyasetten ekonomiye, TSK’dan emniyet teşkilatına kadar FETÖ her yere zehrini akıtmış, her tarafa kirini bulaştırmıştır. Türk devleti, bünyesinde gayri meşru bir yapılanmayı taşımak, hatta büyütmek durumunda kalmıştır ki, bu vebal ismini saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok kişinin sırtındadır. FETÖ, ikinci aşamada, silaha, bombaya müracaat ederek ülkenin yönetimini efendilerinin nam ve hesabına doğrudan ele geçirmek istemiştir. 15 Temmuz’da yaşananlar tam da budur. Türk milletini mukaddes vatan topraklarında boğma veya buradan tümden kovma gayelerinin nirengi noktası 15 Temmuz FETÖ kalkışma ve darbe teşebbüsüdür. Ve de bu tehdit geçmemiş, bitmemiştir. Çünkü Türklerin Anadolu’yu 945 yıldır yurt tutmasını hala hazmedememiş, hala kabullenememiş düşman cephesi hem faal, hem de arsızdır. Uluslararası derecelendirme kuruluşlarının vakit kaybetmeden not kırarak Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke olmadığına dair yaygara koparmaları finans oligarşisinin son iki asırda olduğu gibi yine işbaşında olduğuna kanıttır. Silahla başaramayanlar; faiz, kur, finansal varlıklar üstünden yeni bir alan açmanın peşindedir. FETÖ ve benzeri yapılanmalar görüntüde besmele çekip Efendimize salavat getirirken, kalben haç çıkarıp Kilise çanlarıyla avunmakta, emperyalizmin ayinlerine katılmaktadır. FETÖ, işbirlikçidir, haindir; vatan, millet ve din nefretiyle malul şeytan uşağıdır. PKK neyse FETÖ odur. IŞİD kimse FETÖ tıpkısının aynısı, belki de bir gömlek üstüdür. Çok şükür 15 Temmuz darbe ve istila teşebbüsü binbir güçlük ve fedakarlık örneğiyle bastırılmıştır. İkinci bir darbe olacağını söyleyerek karamsarlık ve kriz tacirliği yapanlar da hadlerini aşmaktadır. Maskaralığa dönen bu kahinlik tutkusundan muhatapları derhal vazgeçmelidir. Yeni bir darbeye yeltenen, aklından geçiren kim ya da kimler varsa, bilsinler ki, önce bizim bedenimizi çiğnemek mecburiyetinde kalacaklardır. Darbecilerin geleceği varsa, Allah’ın izniyle görecekleri de vardır. Kulun hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır ve hepsinden, her şeyden kudretlidir. Türk milleti dağılmanın eşiğindeyken yeni bir destan yazıp birliğini korumuştur. Gerekirse aynısını daha şiddetle tekrarlayacaktır. İhanet ve melanet cephesine karşı Türkiye etten bir duvar örmüş, parlayan dehşetengiz ateşi demokrasi kahramanları adeta nefesleriyle söndürmüşlerdir. Türk milleti tarihe geçen bir mücadele azmi göstermiştir. 174 sivil vatandaşımız, 62 polisimiz, 5 askerimiz olmak üzere 241 evladımız 15 Temmuz ve sonrasında şehit olmuştur. 2 bin 194 kardeşimiz de yaralanmıştır. FETÖ karşısında Çanakkale ruhuyla hayata veda eden şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, yaralı kardeşlerimize geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Sayın Basın Mensupları, Elbette FETÖ’yle mücadele her boyut ve düzeyde sürmektedir. Bu doğal olduğu kadar doğrudur. Türkiye Cumhuriyeti FETÖ’nün tüm kalıntı ve tortularından arınmak zorundadır. Bizim buna desteğimiz ise tamdır. Yenikapı ruhuna bağlılığımız da tartışmasızdır. İstiklal ve istikbalimiz bakımından başka bir seçenek yoktur. Bugüne kadar 8 adet KHK çıkarılmış, çok sayıda asker ve sivil nitelikli kamu personeli ihraç edilmiş veya açığa alınmıştır. Devletteki dip bucak temizliği devam etmektedir ki, bunun da kısa zamanda sonuçlanmasını beklemek aşırı iyimserliktir. Ancak FETÖ’cüleri devlet ve toplum hayatından ayıklarken, hiçbir suçu olmayan, hiçbir günahı bulunmayan vatandaşlarımızın mağdur olduğuna yönelik çok sayıda şikayet ve müracaatın varlığı da gizlenemeyecek denli ortadadır. 12 Eylül 2016 tarihli yazılı basın açıklamamız da vurguladığım gibi, Yurtta Sulh Konseyi isimli ihanet yapılanmasının ana ve tepe kadrosundan henüz bahseden yoktur. Bu hain ve haysiyetsizlerin kimlerden oluştuğu açıklığa kavuşmuş değildir. En alt düzeyde memur, işçi veya diğer mesleklerden kişilerle uğraşıldığı kadar; 15 Temmuz’un sevk ve idaresini yapan lider kadrosunu konuşan da pek görülmemektedir. Adil Öksüz isimli hain hala kaçak, ama hakkında en ufak şikayet olan veya FETÖ’cülükten suçlanan herhangi bir kişi gözaltına alınmaktadır. Bu tutarlı ve adaletli bir durum olamayacaktır. Hepsinden önemlisi, mahkeme kararı olmadan hiç kimseye suçlu muamelesi de yapılamayacaktır. Zira Türkiye bir hukuk devletidir. Hukukun üstünlüğü herkes için bağlayıcıdır. Ve de Türkiye merdiven altı lobilerin, koridor köşelerinde kurulmuş kulislerin eseri olmadığı gibi; lütufla, bağışla, ikramla Türk milletine sunulmuş yeni yetme icazetli bir devlet hiç değildir. Suçun sabit olması için mahkeme kararını beklemek şarttır. Bu bahisle Türkiye’nin FETÖ kamburundan kurtulması amacıyla yürütülen çok yönlü mücadelenin tavsamaması için masumların hak ve taleplerine duyarsız kalınmamalıdır. Aksi halde gittikçe büyüyen sosyal maliyet çığ gibi ülkemizin üzerine düşecektir. Mesela bylock kullanan bir memur tutuklanırken, aynı eylemin içinde yer alan siyasetçi veya yüksek kademeli bir bürokrat görmezden geliniyorsa, bu adaletsizlik ve fahiş yanlış tsunami etkisi yaratacak, toplum ve devlet hayatını içten içe çürütecektir. Hukuk karşısında herkes eşittir. Hiçbir imtiyazlı kişi veya kesim dikkate alınmaksızın, adaletin terazisi hakkında yoğun kuşku ve delil olan kim varsa tartmalıdır. Adalete güvenelim, hukuka inanalım. Peşin hükümlerle, sırf asılsız ihbar ve kara çalmalarla da hiçbir vatan evladının saygınlığına, itibarına, aile ve toplumsal bütünlüğünün bozulmasına müsaade etmeyelim, göz yummayalım. Şimdilerde 15 Temmuz FETÖ-PDY darbe girişimi ana dosyasına dahil edilen Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk Davalarında bir dönem yaşanan rezaletlerin tekrar etmemesi için herkesi sorumluluğa davet ediyorum. FETÖ’nün, 15 Temmuz’dan sonraki bir amacının da mağdur kitlesinin büyüyerek soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin sekteye uğraması, suyun bulanmasıdır. Son derece uyanık olunması gereken bu risk nedeniyle, 15 Temmuz’un arkasındaki asıl isimlerin deşifre edilmesi halinde, diğer ayaklarının çorap söküğü gibi geleceğini bilmek ve görmek lazımdır. Türkiye’yi bu kabus ve korku dolu günlerden süratle çıkarmak hepimizin boynunun borcudur. Tereddütleri en aza indirmek, tedirgin ve endişelere son vermek siyaset müessesinin başlıca görevidir. Milliyetçi Hareket Partisi dün, bugün ve yarın ölçeğinde milletin yanında, hakkın yolunda, devletin arkasında olacak; hükümeti terörle mücadelede milli tavır içinde kaldığı sürece destekleyecektir. Aynı zamanda partimiz, mağdur ve mazlum vatandaşlarımız yararına elini taşın altına koymaktan, inisiyatif üstlenmekten, sorumluluk almaktan ve haklarını savunmaktan da asla çekinmeyecek, kaçınmayacaktır.
Değerli Basın Mensupları, Bugün Fırat Kalkanı Harekâtının 37’nci günündeyiz. Devlet ve millet bekası için sürdürülen operasyonların başarılı olması en içten dilek ve duamızdır. Fakat ABD’nin ülkemize meydan okur gibi PYD-YPG’ye, yaptığı silah yardımları, muhtemel Rakka ve Musul operasyonlarıyla ilgili kafa karışıklıkları haklı olarak bize endişelendirmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “15 Temmuz’un arkasında FETÖ var, ama biz bunu ABD’ye anlatamadık” sitem ve sızlanması, ABD Başkan Yardımcısının YPG’ye silah yardımından haberim yok deyip Savunma Bakanın itirafı tam bir kördüğümü işaret etmektedir. ABD, terör örgütlerine destek verirken, bu kan tutkunu caniler Türkiye’ye saldırmaktadır. PYD-YPG’ye verilen her silah aynı anda PKK’nın eline geçmekte, doğu ve güneydoğuda şehadetlere neden olmaktadır. Artık terör dayanılmaz hal almıştır. Türkiye 20 Temmuz 2015’den bu tarafa tam bir facia yaşamaktadır. FETÖ, PKK ve IŞİD terör örgütlerinin saldırıları sonucunda tamı tamamına 905 evladımızı yaklaşık bir yıllık zaman zarfında şehit verdik. Bu korkunç ve kahredici bir tablodur. Her gün şehit gelmektedir. Bugün gelinen aşamada, maruz kaldığımız tehdit ve tehlike günü birlik ve fason tedbirlerle geçiştirilmeyecek kadar büyüktür. Artık, yıllardır ülkemize musallat olan bu beladan kurtulmanın zamanı gelmiştir. Ve Milliyetçi Hareket Partisi her yapıcı, sonuç odaklı işbirliği ve yakın temasa hazırdır. Tek çözüm, PKK ve diğer terör örgütlerinin tam olarak yok edilmesi veya ele geçirilmesidir. Geçmişte bölücülük ve bölücü terörle mücadelede cılız girişimler, basit ve etkisiz tedbirlerle yetinerek bugüne kadar gelinse de, bundan sonra gidilecek bir yer yoktur. Ciddi, köklü ve kalıcı tedbirlerin alınmaması halinde beka düzeyinde bir sorun olan terörizm Türkiye’yi yutacaktır. Bir ara terörden beslenen etnik bölücülük, “demokratik hak ve meşru kimlik talebi” olarak mazur görülmüş, ülkemizin bölünmesi ve parçalanma projeleri, “toplumsal ilerleme ve çağdaşlaşmanın yol haritası” olarak tasvir edilmiştir. Ülkemizin iç barışını, kardeşliğini ve dayanışmasını tehdit eden en önemli çarpıklık aslında burada aranmalıdır. Bunun tekrar nüksetmesi ya da terörizmle mücadelenin kösteklenmesi karşısında iç çatışma ortamının vasat bulacağını artık herkes idrak etmelidir. Karşımızdaki sürecin nereye yöneldiğinin, nasıl sonuçlanacağının, gelişmelerin istikametinin ne olacağının isabetli yorumu şüphesiz ki çok önem kazanmıştır. Sahada terörizmle çok etkin ve silahlı mücadele ön şarttır. Bunun yanında diğer tedbirlerin de, başta sosyal ve ekonomik olmak üzere, gecikmeden alınması pek tabii önemlidir. Bir defa şunu açıkça söylemek isterim ki, Kürt kökenli kardeşlerimizin terörle en ufak bağ ve bağlantıları yoktur. PKK, Kürt kökenli kardeşlerimizin temsilcisi, vasisi, himaye edeni de değildir, asla da olamayacaktır. Kürt kökenli kardeşlerimiz bizim canımız, varlığımızın ana dayanaklarındandır. Ve de sorunları vardır, bu bizim tarafımızdan bilinmektedir. Bize göre Kürt sorunu yoktur, ama Kürt kökenli kardeşlerimizin diğer vatandaşlarımız gibi sosyal ve ekonomik sorunları haddinden fazladır. 21 Haziran 2010 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Gül’e bizzat sunduğum bir çalışmamızda; yörenin ekonomik kalkınmasına yönelik tedbirler planlanmalı ve uygulamaya konulmalıdır demiştik. İç göç, yoksulluk, yolsuzluk, milli ve manevi iklimi ve dengeyi bozan, aile yapısını deforme eden sosyal, siyasal ve kültürel gelişmelerle ilgili tedbirler geliştirilmelidir teklifinde bulunmuştuk. Ayrıca terörü besleyen kaynakların kurutularak, buna müsait bir ortam hazırlayan sosyo-ekonomik sorun ve sıkıntıların birinci öncelikli konu olarak köklü ve kalıcı çözümlere kavuşturulmasını tavsiye etmiştik.
Değerli Basın Mensupları, Bildiğiniz gibi Başbakan Sayın Binali Yıldırım 2 Eylül 2016 tarihinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Cazibe Merkezleri Programı ve Yatırım Destek Hamlesi adı altında bazı teşvik tedbirlerini Diyarbakır’dan kamuoyuna açıklamıştı. 4 yıl içinde 23 ilde toplam 62 milyar liralık kamu yatırımı öngörülen paket kapsamında; her yıl 80 yeni fabrikanın kurulması hedeflenmişti. Yıllık 200 bin ilave istihdam yaratılması, yatırım için arazi tahsisi, hazır fabrika binası yapılması planlanmıştı. Bölgede üretilen mal ve hizmetlere devlet tarafından alım garantisi verilmesi, makina alımlarında 1 yıl ödemesiz 5 yıl vadeli faizsiz kredi, işletme desteği, taşınma desteği ve vergi indirimi gibi destekler dikkat çekici ana teşvik unsurları olarak ifade edilmişti. Açıklanan bu teşviklerin esasen TBMM’nde görüşülerek kabul edilen yatırım ortamının iyileştirilmesine ilişkin olarak yapılan düzenlemeler çerçevesinde hayata geçirilmesi mümkündür. Torba kanun olarak nitelendirilen ve yatırım teşviklerini de içeren tasarı görüşülürken özellikle üretimi desteklemek adına atılan her adımın yanında durduğumuz da milletimizce bilinmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye’nin en önemli meselelerinden birisinin “Terör” diğerinin de “Üretimsizlik” olduğunu hep söyledik. Hatırlatmak isterim ki, Parti Programımızda ve Seçim Beyannamemizde de bunlara ilişkin çözüm önerilerine yer verilmiş, bu çerçeve içinde “Terörle Mücadele ve Milli Birlik Projesi” ile “Üreten Ekonomi” programlarımız kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Öngördüğümüz çözüm önerileri arasında ekonomik teşvikler, sosyal gelişme projeleri, bölgesel ve kırsal kalkınma modelleri yer alırken, bunların uygulanmasıyla refahın yükseltilmesi ve devlet-millet bütünlüğünün sağlanması hedeflenmişti. Cazibe merkezleri konusu “Merkez Köyler” veya “Tarım Kentleri” veya benzer isimler altında Türk siyasi hayatında farklı dönemlerde, özellikle de bizim tarafımızdan dile getirilmiştir. Kısaca yeni bir konu değildir. 1969 ve 1973 seçim çalışmalarında ve diğer siyasi faaliyetlerimizde “Tarım Kentleri”nin kırsal kalkınmanın sağlanması için bir zaruret olduğunu savunmuştuk. Bilahare tarım kentleri projemiz çeşitli hükümetler tarafından da gündeme taşınmıştı. Bundan rahatsız olmamız elbette düşünülmemelidir. “Tarım Kentleri” önerimiz birden çok kırsal yerleşim biriminin bulunduğu bölgelerde coğrafi ve iktisadi şartlara göre belirlenecek ve en azından temel kamu hizmetlerinin düzenli ve yeterli olarak götürülebileceği merkezler oluşturmak fikrine dayanmıştı. Siyasi tarihe mal olmuş bu önerimiz 1970’lerde CHP yönetimince “Köy Kent”, 1990’larda DYP-CHP Koalisyon hükümetince “Merkez Köyler” adı altında tekrar gündeme getirilmişti. Bu çerçevede Sayın Başbakan’ın son açıkladığı cazibe merkezleri projesi geçmişten bugüne Türkiye’de uygulanmaya çalışılan projelerin bir benzeri niteliğindedir. Artan terör olayları ve özellikle başta PKK olmak üzere IŞİD ve FETÖ gibi terör örgütlerine katılımı engellemek amacını taşıdığı anlaşılan bu projenin üstün körü hazırlandığı da açıktır. Bu itibarla revize edilerek amaca uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde iyi niyetli bir yaklaşımla hazırlandığını düşündüğümüz bu program sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
Değerli Basın Mensupları, Açıklanan “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Cazibe Merkezleri Programı” ana hatları, bazı hedef ve politika önerileri bakımından parti politikalarımızla uyumlu olup genel olarak desteklenebilecek düzeydedir. Hedefler olumlu olmakla birlikte tam anlamıyla gerçekleşmesi mümkün bulunmamaktadır. Kuşkusuz bölgede üretim imkânlarının geliştirilmesi hepimiz tarafından arzu edilen bir durumdur. Ancak daha evvel denenen bölgesel teşvik uygulamaları yatırım ve üretiminin artırılması için yeterli olmamıştır. Bu nedenle de teşvik sisteminin daha dar kapsamlı ve sektörel teşvikler olarak yapılandırılması öngörülmüştür. Böyle bir düşünceden hareket ederek biz de Beyannamemizde üretimi gerçek anlamda artıracak sektörel ve dar bölgeli bir teşvik sistemini gündeme getirmiştik. Diğer desteklerle birlikte devlet alım garantisi verilmek suretiyle üretimin desteklenmesi önemli ve yeni bir unsur olarak görülmektedir. Fakat, “milli birlik ve bütünleşme” temel anlayışı içinde entegre bir proje olarak ele alınmaması halinde bu projeden beklenen sonucun elde edilmesi zor olacaktır. En başta, Cumhuriyet dönemi boyunca uygulanmaya çalışılan kırsal kalkınma projelerinden elde edilen deneyimlerin ve özellikle son 15 yıldır terörü azdıran yanlış politikaların olumsuz etkilerinin dikkate alınması gerekmektedir. Parti olarak hükümetin bu yöndeki bir girişimini bölgenin bölücü terör örgütünün alan hakimiyeti oluşturmaya çalıştığı yerlerden temizlenerek, aynı zamanda ekonomik ve sosyal kalkınma için gerçek bir fırsata dönüştürülmesini ümit ediyoruz. Bu nedenle Sayın Yıldırım’ın açıkladığı projenin, partimizin daha önce de kamuoyuna sunulan ve çağdaş gelişmelere göre revize edilen “tarım kentleri” veya “merkez köyler” projeleri kapsamında ele alınmasını samimiyetle öneriyoruz. “Kırsal Kalkınma Merkezleri” adıyla projelendirdiğimiz model aslında “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Kalkındırma Programı” adı altında ortaya koyduğumuz; ekonomik büyüme, sosyal gelişme, toplumsal uzlaşma ve milli birlik ve bütünleşmeyi hedefleyen entegre programın bir alt programıdır. Önerdiğimiz ana program, öngördüğümüz terörle mücadele vizyonu doğrultusundaki tedbirlerle terörün bitirilmesini, bölgedeki kamu ve özel sektör yatırımlarının artırılmasını, yoksulluğun azaltılmasını ekonomik, sosyal ve siyasi uzlaşmanın sağlanmasını hedeflemektedir.
Sayın Basın Mensupları, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Kalkındırma Programımızın temel amacı; bölgedeki 23 ilde ekonomik büyümeyi, sosyal gelişmeyi ve toplumsal uzlaşmayı sağlayarak ‘milli birlik ve bütünleşmeyi’ temin etmektir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesini Kalkındırma Programı kapsamında 4 adet alt program uygulamayı amaçlıyoruz. Bunlar; 1-Terörle Mücadele Programı. 2-Kırsal Kalkınma Merkezleri Programı. 3- Bölgesel Gelişmişlik Farklarının Giderilmesi Programı. 4-Katılımcı ve Kapsayıcı Ekonomik Büyüme Programı. Terörle Mücadele Programımızın temel amacı milli birlik ve bütünlüğün sürdürülebilmesi, milletin huzur ve güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu kapsamda, bölgede yaşayan kardeşlerimizin öncelikle PKK saldırısından kurtarılması, devlet otoritesinin tam olarak inşa edilmesi esastır. Bununla birlikte refah ve huzuru tesis edecek ekonomik ve sosyal tedbirlerin alınması suretiyle kardeşliğin güçlendirilmesini sağlamaktır. Ortaya koyduğumuz bu program terörün unsurları ile bunları doğuran sebeplerin ortadan kaldırılmasına dönük çözüm politikalarını içermektedir. Kırsal Kalkınma Merkezleri Programı ise, partimizin kuruluşundan itibaren Türkiye’nin kalkınması ve milli birliğin sağlanması için önerdiğimiz, terörle mücadele politikaları ile tarım kentleri veya merkez köyler olarak adlandırdığımız projelerin ülkemizin bugünkü şartlarına uyarlanmış halidir. Bu tür programların başarılı olabilmesi için ekonomik, sosyal, siyasi ve güvenlik politikalarının bir bütün olarak ele alınması ve uygulanması bize göre ve yaşadığımız tecrübeler ışığında zorunluluktur.
Değerli Basın Mensupları, Terör örgütlerine katılım tek başına ekonomik ve sosyal geri kalmışlıkla izah edilemese de bu durum istismar edilerek teröre zemin hazırlayan bir neden olarak kullanılmaktadır. Bu itibarla bir yandan vatandaşlarımızı terör örgütünün tasallutundan kurtaracak mücadele yapılırken diğer yandan da örgüte katılımı engelleyecek istismara açık konuları ortadan kaldırmak durumundayız. Tüm kamu hizmetlerine en yakından ve kaliteli erişimi sağlayacak, yapılacak yatırımlarla üretim ve istihdamı artıracak ve insanlarımızın sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılayacak merkezler oluşturmak amacıyla Kırsal Kalkınma Merkezleri Programı uygulanmalıdır. Teklifimizin özünde, Kırsal Kalkınma Merkezlerinin merkez köylerden oluşması yatmaktadır. Böylelikle kom, divan, mezra ve köylerdeki vatandaşlarımız bulundukları yerde erişemedikleri hizmetleri bu merkezlerden alabileceklerdir. Birçok hizmete bu merkezlerde erişim imkanı olacak, vatandaşlarımız hem üretime katılacak ve ürettiği değerden pay alacak, hem de kamu hizmetlerine yakından, kolay ve etkin bir şekilde kavuşacaklardır. Kırsal kalkınma Merkezleri, her ilçede kaymakam başkanlığında sanayi ve ticaret odaları, ziraat odaları, ilçe milli eğitim, sağlık, tarım, emniyet müdürlerinin ve jandarma komutanının katılımıyla belirlenecektir. Daha sonra valinin başkanlığında il müdürleri ve oda başkanlarının iştirakiyle oluşturulacak komisyonda il bünyesindeki tüm kırsal kalkınma merkezleri tespit edilecektir. Söz konusu merkezler coğrafi durum, ekonomik gelişmişlik, ulaşım altyapısı, demografik yapı, hammadde kaynakları, madencilik, turizm vb. ticari faaliyet imkanları, tarihi ve kültürel yapı, güvenlik ve afete duyarlılık, tarım ürünleri üretimi ve potansiyeli gibi hususlar dikkate alınarak belirlenecektir. Kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın refah seviyesini artırmak için kırsal kalkınma projeleri kapsamında köy kalkınma planları yapılacak ve alt yapı yatırımları en kısa zamanda tamamlanacaktır. Bu doğrultuda köy sosyal yaşam üniteleri geliştirilecek, enerji, su şebekeleri ve depolama birimleri ile arıtma sistemleri sağlıklı hâle getirilecektir. Program merkezi köyleri kapsadığından, idari düzenlemelerde nahiye ya da bucak olarak tabir edilen yerler ile bunların dışındaki yerleşim birimlerinin kırsal kalkınma merkezi haline getirilmesi, bu merkezlerde “mülki idare temsilciliği” oluşturulması öngörülmektedir.
Değerli Basın Mensupları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Kalkındırma Programı kapsamındaki diğer bir alt program ise Bölgesel Gelişmişlik Farklarının Giderilmesi Programıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin topyekün gelişmesi ve kalkınması, entegre bölgesel politikaların uygulanmasını da gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede bölgelerin, illerin ve ilçelerin özellikleri, farklılıkları, gelişmişlik düzeyleri, temel sorunları ve potansiyellerinin belirlenmesine yönelik olarak il gelişme plânları hazırlanmalıdır. Her il ve ilçe için hedef sektörler belirlenmelidir. Özellikle küçük ölçekli iller ve ilçeler için “bir il/ilçe bir sektör” prensibinden hareketle hedef alt sektörler somut olarak tespit edilmeli, devlet-millet işbirliği içinde uygulamaya konulacak projelere destek verilmelidir. Teşvik mevzuatı da bu doğrultuda ilçe ve sektör bazlı olarak düzenlenmelidir. Yerel aktör ve dinamikler devreye sokularak yöreye özgü mikro kalkınma model ve projeleri geliştirilmelidir. “il yatırım ve kalkınma ofisleri” kurulmalıdır. Katılımcı ve Kapsayıcı Ekonomik Büyüme Programı da Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Kalkındırma Programının öngördüğümüz dördüncü ve son alt başlıktır. Tek başına ekonomik büyüme bir ülkede sosyo-ekonomik sorunları aşmak için yeterli olmadığı gibi bu tür bir büyüme sürdürülebilir de değildir. Toplumun değişik kesimlerinin ve bütün bölgelerin katıldığı ve kapsandığı bir dengeli büyüme temel amaç olmalıdır. Katılımcı ve Kapsayıcı Ekonomik Büyüme Programıyla, toplumun ve bütün bölgelerin topyekûn üretime katılması, katıldığı oranda üretimden pay alması ve “ortaklık” anlayışına dayanan “katılımcı kalkınma” ile doğal ve beşeri kaynakların harekete geçirilmesi sağlanacaktır. Esnaf, sanatkâr, çiftçi, ev kadını ve gençlerin atıl kaynakları harekete geçirecek yöntemlerle üretime daha aktif katılımları temin edilecektir. Geliştirilecek “yerinde” projeler ile büyük kentlere göç de önlenebilecektir. “Birlikte yönetim birlikte üretim” kapsamında tarımda ve küçük sanayide katma değeri yüksek ürünler üretilmesi sağlanacaktır. Bölgenin her yerinde uygulamaya konulacak projelerle çalışanlar aynı zamanda fabrikalara, işyerlerine ortak olacaklar ve yönetime katılacaklardır. Herkesin kalkınma hamlesine katkı verdiği demokratik bir anlayış içinde yürütülecek projelerin hayata geçmesiyle ilave istihdam sağlanacaktır. Pazar imkânlarının geliştirilmesi ile üretim gelire dönüştürülecek ve yoksulluk azalacaktır. Yeterli gelir elde eden vatandaşlarımız karnını doyurmak için bulundukları yerleri terk etmek zorunda kalmayacaktır. Bu şekilde Türkiye, doğal ve beşeri kaynaklarını daha etkin kullanabilecek, kalkınma hareketine ivme kazandıracaktır.
Değerli Basın mensupları, Programın finansmanı için bütçe imkânlarının yanı sıra yeni bir fon kurulacak ve kaynakları münhasıran bu program için kullanılacaktır. Kamu kesimi doğrudan cari, yatırım ve transfer harcamaları yapacaktır. Ayrıca özel sektör yatırımlarını destek anlamında devlet vergi indirimleri ve özel sektöre transfer harcaması yapacaktır. Programın maliyetlerinin devlet bütçesinden karşılanması esastır. Bunun yanında harcamaların finansmanına yardımcı olmak amacıyla “Türkiye Kırsal Kalkınma Fonu” adıyla yeni bir fon oluşturulacaktır. Terör örgütlerinin el konulan mal varlığından elde edilen gelirler ile kaçakçılığın önlenmesine bağlı olarak elde edilen ilave gelir bu fona aktarılacak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan halkımızın refahı için harcanacaktır. Öte yandan GAP ve DAP gibi bölgesel kalkınma projelerinin uygulanması da koordinasyon içinde yürütülecek ve uygulamadaki çok başlılık ve bunun yol açtığı kaynak israfı önlenecektir. Ayrıca, daha önce aktif işgücü programları ve GAP projesi için yapıldığı gibi, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan da istihdamı artırıcı projeler için kaynak aktarılacaktır. Milli birlik ve bütünleşmeyi sağlamak amacıyla gerçekleşmesini önerdiğimiz Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesini Kalkındırma Programı kapsamında uygulanmasını öngördüğümüz temel politikalar terörün tahribatını önlemede, milli birlik ve kardeşliğimizi sağlam esaslara bağlanmasına katkı verecektir. Başbakan’ın 2 Eylül’de gündeme getirdiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Cazibe Merkezleri Programı ve Yatırım Destek Hamlesinin kağıt üstünde kalmaması, önerilerimizin de dikkate alınarak sonuca bağlanması yürekten temennimizdir. Biz, hükümet kararlı ve dürüst olduktan sonra; Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızın refah, huzur ve ekonomik gelişmişlikleri için üzerimize ne düşüyorsa yapmaya varız ve hazırız.
Değerli Basın Mensupları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kalkındırma Programının uygulanmasıyla ekonomik büyüme, sosyal gelişme, toplumsal uzlaşma sağlanarak milli birlik ve bütünleşmenin hayata geçmesi kaçınılmazdır. Devletin millete, milletin devlete tam güveni tesis edilerek, kardeşlik ve mensubiyet duygusunun güçlendirileceğine inancımız ise tamdır. Sizlere ve sizlerin aracılığı ile kamuoyuna özet olarak takdim ettiğim, ayrıntılı olarak hazırlanmış program ve projelerle; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yorgun düşmüş, artık huzurlu ve sağlıklı bir gelecek isteyen vatandaşlarımızın bu arzularının gerçekleşmesi ve Türkiye’nin ve Türk milletinin gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşması için ortak bir zemin oluşturulması mümkün olabilecektir. Bu duygu ve düşüncelerle basın toplantımıza katılan her arkadaşıma teşekkür ediyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun.
|