Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin TBMM Grup Toplantısı Konuşma Metni
27 Kasım 2007
Muhterem Milletvekilleri,
Basınımızın Kıymetli Mensupları
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Konuşmama Trakya Bölgemizde yaşanan su baskınlarından duyduğum üzüntüyü ifade ederek başlamak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, bir yandan bölgede yoğunlaşan yağışların etkisiyle, diğer yandan Bulgaristan’dan açılan baraj kapakları nedeniyle Meriç ve Tunca nehirlerinin taşması bu yöremizi sular altında bırakmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi’ni temsilen; Mersin Milletvekili ve Grup Başkan Vekilimiz Sayın Mehmet Şandır, Kırşehir Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcımız Sayın Metin Çobanoğlu, Kırıkkale Milletvekilimiz Sayın Osman Durmuş, Edirne Milletvekilimiz Sayın Cemalettin Uslu ve Tekirdağ Milletvekilimiz Sayın Kemalettin Nalcı’dan oluşan bir heyet, sel ve taşkın felaketinin yaşandığı Trakya Bölgemizde, zararın boyutlarını yerinde incelemiş, yetkililerden bilgi alıp, alınması gereken önlemlerle ilgili değerlendirmelerde bulunmuşlardır.
Son yıllarda artan bir şiddetle tekrarlayan bu felaketin bir kez daha yaşanmaması en büyük dileğimizdir. Bu konuda hükümeti öncelikle yörede taşkınlarla oluşan mağduriyetin ortadan kaldırılması, daha sonra ise kalıcı tedbirlerin alınması konusunda harekete geçmeye davet ediyoruz.
Artık periyodik hale gelmiş bulunan bu felaketlerin, su tahliye ve biriktirme sistemlerinin yetersizliğinden, plansız bir kentleşmeden, denize uzanan nehir yataklarının karayoluyla kesilmesinden ve alt yapı sorunlarından kaynaklandığı görülmektedir.
Bunun yanı sıra, ormanların azalması ile birlikte ortaya çıkan erozyon ile iklim değişikliğinin de doğal felaketlere davetiye çıkarmakta olduğu gözde uzak tutulmamalıdır.
Bu afet sonucunda ürünü, evi, işyeri ve arazisi zarar gören vatandaşlarımızın kayıplarının telafi edilmesi için partimizin Meclis çatısı altında her türlü desteği vereceğini ve konunun takipçisi olacağını huzurunuzda belirtmek istiyorum.
Bu vesile ile su baskınından zarar gören vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Ayrıca yaşanan kasırga felaketi sonucu büyük acıların yaşandığı kardeş ülke Bangladeş’in yaralarını bir an önce sarması en büyük temennimizdir.
Yoksulluğun alabildiğine yaşandığı Bangaldeş’te yaşanılan doğal felaketten dolayı hayatlarını kaybeden Müslüman kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Terörle mücadelede, gazete manşetleri ve televizyon ekranlarında geniş yer bulan beyanlar ve siyasi başarı hikayeleri dışında somut bir adımın atılamadığı bir hafta daha geride bırakılmıştır.
Türkiye’nin karşısındaki bölücü terör tehdidi bütün ağırlığıyla sürmektedir.
AKP hükümeti bununla mücadeleyi ABD’den gelecek istihbarat bilgilerinin ve Barzani’nin göstermelik önlemlerinin ipoteği altına sokmuştur.
Bu konuda gerekli siyasi iradeyi hala sergileyememiş, caydırıcılığın asgari icaplarını dahi yerine getirmemiştir.
Kuzey Irak’a karşı caydırıcı etki icra edecek ekonomik önlem ve yaptırımlar uygulanamamış, askeri alanda Türkiye’nin gücünü ve imkânlarını harekete geçirmede kararlı bir duruş ortaya konulmamıştır.
Bazı PKK yöneticilerinin ABD’nin kontrolü altında tutulduğu, bunların Türkiye’ye iade edilebileceği, Barzani’nin bu amaçla Avrupa’da paket pazarlığı yaptığı ve terör örgütünün lojistik ikmal yollarının kesildiği gibi haberler doğrulanmamış ve arkası gelmemiştir.
Kandil dağındaki bazı yöneticilerin teslim edileceği haberlerini sızdırarak bunun rüzgârıyla bir-iki gün yol almayı amaçlayan hükümet, sonunda bunu yalanlamak durumuna düşmekten kurtulamamıştır.
Kaynağında doğrulatılmayan yalan haberlerden ve hayali senaryolardan şikayet eden ve basına çatan Başbakan, bunların kaynağını yakın çevresinde aramalıdır.
Hükümetin siyasi niyet ve kararlılık zafiyeti, basın üzerinden verilen bu gibi haberlerle telafi edilmeye ve Türk kamuoyu paketlerle ve teslimat beklentileriyle oyalanmaya çalışılmıştır.
Sayın Başbakan’ın beyanları ve süregelen bu atalet, AKP hükümetinin PKK’nın kuzey Irak’taki varlığına son verecek çapta bir askeri harekâtı gündemden çıkardığını göstermektedir.
PKK’yı tasfiye hedefiyle ortaya çıkan Başbakan, şimdi hedef küçültmüş ve fiili terör saldırılarının geçici olarak durdurulmasıyla yetinilecek arayışlara yönelmiştir.
Bunun için de, şartlar elverirse, sınırlı süreli ve amaçlı bazı askeri tedbirlerin düşünüldüğü anlaşılmaktadır.
PKK terör örgütünün izole edilmesi için tecrit politikası izlendiğinin söylenmesi aslında bu gerçeğin bir itirafı olmuştur.
PKK’nın kuzey Irak’taki varlığına son verilmesi hedefinden geri adım atan hükümet, askeri harekata gerek kalmadan diplomatik yollarla PKK’yı kuşatma altına alıp etkisizleştirme hedefini benimsemiştir.
Anlaşılan PKK kuzey Irak’tan sökülüp atılmayacak, terör tehdidi kalıcı olarak bitirilmeyecek ve sadece kontrol altında tutulup saldırılara ara vermesi sağlanacaktır.
Böyle sınırlı ve geçici bir amaç için tezkereye gerek olmadığı bilinen bir gerçektir.
Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus da, tezkere sonrası kamuoylarını bilgilendirdiklerini ve geniş tabanlı bir diplomatik destek sağladıklarını iddia eden hükümetin, bunu son beş yılda niye yapmadığı, bu süreyi niye boşa harcadığıdır.
2003 yılından 2007 Ekim ayı sonuna kadar 437 güvenlik görevlimiz şehit olmuş, 50 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.
Şimdi AKP hükümetine sormak gerekir: Madem diplomatik çabalarla ve kamuoyu bilgilendirme faaliyetleriyle terörün etkisizleştirilmesi mümkündü de, iktidarda bulunduğunuz son beş yılda 487 can alan terörü durdurmak için neden harekete geçmediniz, neyi beklediniz ve niye beklediniz?
Terörün kalıcı olarak bitirilmesi sürecinde ilk planda belinin kırılması için inandırıcı bir askeri güçle desteklenen ve ekonomik, siyasi, diplomatik ve askeri unsurlardan oluşan etkili bir caydırıcılık stratejisi gerektiği bilinen bir husustur.
Bu ayaklardan birisinin bulunmadığı veya etkili biçimde uygulanmadığı bir stratejinin topal kalacağı ve beklenen sonucu alamayacağı ortadadır.
Ekonomik ve askeri tedbirleri uygulama iradesi bulunmayan hükümet, diplomatik çabalarla oyalanmakta, PKK terör saldırılarının geçici olarak durdurulmasını Türk milletine bir başarı olarak pazarlamayı amaçlamaktadır.
Bazı konuların strateji icabı mahrem ve muğlâk kalması gerektiğini söyleyen Başbakan, aslında bu konuda etkili bir caydırıcılık stratejisi ve yol haritasının bulunmadığı gerçeğini bu bahanelerle sis perdesi arkasında saklamaya çalışmaktadır.
Kuzey Irak’a askeri operasyon konusundaki haklı eleştiri ve uyarılara büyük alerji duyan Başbakan Erdoğan, son grup konuşmasında “tezkere aldıysak, harekat emri almadık”, “biz eli silahlı kovboylardan değiliz” gibi anlamsız sözlerle kendini savunmaya çalışmıştır.
Sayın Başbakan müsterih olsun;
Kendisine buradan seslenmek isterim.
Size kovboyluk yapın diyen yok, sadece Başbakan olduğunuzu hatırlayın ve Anayasal görev ve sorumluluklarınızın gereğini yapın.
Kuzey Irak’ta yeterince kovboy cirit atmaktadır. Bunların arasına katılmanızı bekleyen yoktur.
Türk milleti sizden Teksas’a özenerek kovboyluk yapmanızı değil Başbakanlık yapmanızı beklemektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi sizin imzanızı taşıyan tezkere üzerine istediğiniz yetkiyi kırkbir gün önce vermiştir.
“Meclis’ten tezkere aldıysak, harekât emri almadık ki” diyorsunuz. Bu doğrudur.
Ancak, bir gerçeği unutmuş görünüyorsunuz:
Sayın Başbakan harekât emrini alacak olan değil, verecek olan sizsiniz.
Askeri müdahalenin siyasi amaçlarını ortaya koyan siyasi direktifi Genelkurmay Başkanlığına siz vereceksiniz.
Sizden beklenen bu konuda sürekli laf ve mazeret üretmeyi, mahrem-muğlak gibi kavramlar üzerinden siyasi polemik yapmayı bırakmanız ve gereği neyse onu vakit geçirmeden yapmanızdır.
Ancak, hükümet yetkililerinin beyanlarından tezkere sonrası süratle verilmesi gereken siyasi direktifin hala askeri makamlarımıza iletilmediği anlaşılmaktadır.
Genelkurmay Başkanı’nın 9 Kasım 2007 günü hükümetten siyasi direktif beklediklerini kamuoyuna açıklamasının üzerinden onsekiz gün geçmiş olmasına rağmen hükümetin bu konuda gereğini yapamamakta ısrar etmesi çok vahim bir durumdur.
Bu konuda gereken adımı atmayan Başbakan, bunun yerine tezkerenin bir yıl daha uzatılabileceğini söyleyerek Meclis’in verdiği yetkiyi kullanma niyeti olmadığını göstermiştir.
Bundan kırkbir gün önce bir yıllık süre için verilen yetkinin daha başındayken, ikinci yıla uzatmadan söz etmek, tezkerenin kullanılmamak için hazırlandığının ikrarı anlamına gelmektedir.
Başbakan’ın bu tutumu, tezkerenin zoraki ve göstermelik biçimde Meclis’e getirilen, oyalama aracı olarak kullanılacak sanal ve sahte bir tezkere olarak kalacağı yolundaki endişeleri maalesef doğrulamaktadır.
Değerli Milletvekilleri,
Terörlü mücadelede etkisiz ve hareketsiz kalan Başbakan ve hükümeti, bunun yerine siyasi çözüm süreçleri ve açılım paketleri konusunda hareketlenmiştir.
Türkiye’nin en önemli sorunu olan terör ve etnik bölücülük sorununa doğru teşhis koymakta hala zorlanan hükümetin bu yönde arayışlara girdiğini gösteren işaretler daha belirgin hale gelmiştir.
Başbakan’ın dağdaki teröristleri şehirde siyaset yapmaya çağırması, etnik bölücüleri koruma altına alması ve siyasi önlemlerin gerekli olduğu yolundaki beyanlar bu yönde bir hazırlık içinde olunduğunun işaretleridir.
Teröristlere siyasi af konusunu bu şekilde gündeme taşıyan Başbakan, bunun için nabız yoklamış ve uygun bir zaman ve zemin arayışlarını başlatmıştır.
Dağlardaki teröristleri silahlarını bırakarak şehirlere gelmeye ve siyasal platformda yarışa girmeye çağırmasını sonradan inkâr etmeye çalışması, bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Son grup toplantısında “ daha önce birilerinin yaptığı gibi kimseyi ovaya davet etmediğini” söyleyerek ricat kapısını aralaması ve bu gafletini “demokrasiyi kavramak”la örtme ve mazur gösterme telaşına girmesi, Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay etmek olacak ve nafile bir tevil çabası olarak kalacaktır.
Dağdaki eli silahlı teröristi ovanın da ötesinde, önce şehirlere inmeye ve buradan da Meclis’te siyaset yapmaya davet eden Başbakan unutmasın ki, ne kadar çabalarsa çabalasın zırva tevil götürmeyecektir.
Bölücü terör örgütünün üyesi olan ve ellerinde şehit ve masum insanların kanı bulunan militanlar silahlarını bıraktıktan sonra şehre nasıl gelecek, nasıl siyaset yapacaktır?
Burada iki yol bulunmaktadır:
Birinci ve olması gereken yol, silahlarıyla birlikte teslim olmaları ve Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak cezalarını çekmeleridir.
İkinci yol ise siyasi bir afla temize çıkarılmaları ve hiçbir şey olmamış gibi siyasete girmeleridir.
Birinci yolun, şehirlere ve siyasete açılmadığı ortadadır.
Bu bakımdan Başbakan Erdoğan’ın bu daveti, PKK terör örgütüne örtülü bir “mütareke” çağrısı ve siyasi af vaadidir.
Bunun başka bir hukuki ve siyasi izahı ve anlamı yoktur.
Başbakan’ın sakat anlayışına göre, Meclis’ten dağa çıkmasınlar diye etnik bölücülük yapılmasına ruhsat verilecek, silahlarını bırakmaları için dağdaki militanlar af yoluyla temize çıkartılacak ve bu hainler Meclis’te siyasete davet edilerek ödüllendirilecektir.
Demokrasiyi kavrama konusunda başkalarına ders vermeye kalkan Başbakan’ın ilk önce yapması gereken bu gerçekleri anlama ve kavramaya çalışmak olacaktır.
Etnik bölücülüğün koruyuculuğunu yapmak, bunlara kol-kanat germek devlet yönetiminde bulunanların altından kalkamayacağı bir zül ve vebaldir.
Meşru siyasi zeminlerde kalınmak kaydıyla bölücü emelleri mazur göstermeye çalışmak ve Meclis çatısı altında etnik bölücülere sahip çıkarak bunları cesaretlendirmek Başbakan’ın Anayasal görev ve sorumluluğuyla bağdaşmamaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın son dönemde muhalefete karşı kullandığı yakışıksız sözler ve haksız suçlamalar, içinde bulunduğu ruh halini göstermesi bakımından hazin bir ibret örneğidir.
Siyasi nezaket, üslup seviyesi ve argo merakı konularında kronik sorunları olan Başbakan’ın, bu bahiste siyasi hayatımız için olumlu bir örnek oluşturmadığı, kendisinin dahi inkâr edemeyeceği bir gerçektir.
Biz bu alanda kendisiyle rekabet edemeyiz, böyle bir düzeye inmeyi de kendimize yakıştıramayız.
Bizim yegâne temennimiz, sorunlarının derinleştiği ve akut hale geldiği anlaşılan Başbakan’ın biran önce hezeyanlardan kurtularak salaha kavuşmasıdır.
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye’nin karşısındaki terör ve etnik bölücülük sorunu çok ciddidir ve her gün vahim boyutlar kazanmakta ve ağırlaşmaktadır.
Bu konunun milli bir beka meselesi olarak görülüp, partiler üstü bir anlayışla ele alınması ve bununla mücadele için milli bir seferberlik başlatılması mutlak bir zorunluluktur.
Ancak, bunun için görev ve sorumluluğunun bilinci içinde olması gereken makam Türkiye Cumhuriyeti hükümetidir.
Suçluların telaşı içinde çıkış yolunu başkalarını karalamakta gören AKP hükümetinin bu idrak noktasına biran önce gelmesi kendileri için kaçamayacakları bir mecburiyettir.
Başbakan Erdoğan laf ebeliğini artık terk etmeli ve kendisine bir çeki düzen vermelidir.
Terör üzerinden neyin siyaseti yapılacaktır? Türkiye elden gittikten sonra siyaset mi kalacaktır ki, bundan rant sağlamak düşünülebilecektir?
Bu bakımdan, Başbakan Erdoğan kendisine Anayasal görevlerinin hatırlatılmasını terör üzerinden siyasi istismar diye suçlamaktan medet ummayı artık bırakmalıdır.
Sayın Başbakan’a buradan Türk milleti adına sormak isteriz:
Siz önce nasıl bir Türkiye istediğinizi, nasıl bir muhalefet ve kamuoyu özlemi içinde olduğunuzu, neyin peşinde koştuğunuzu dürüstçe ortaya çıkıp bir anlatın.
Türkiye yanarken muhalefet konuşmayacak; hükümetin “mahrem ve muğlâk” bahanelerini muteber sayacak, basın susacak, hükümet kaynaklarının yönlendirmelerine biat edecek ve kamuoyu da kaderci bir anlayışla bunları sineye çekecek ve içi rahat edecektir.
Sayın Başbakan siz böyle bir Türkiye mi istiyorsunuz?
Sizin hayalinizdeki Türkiye’de etnik bölücüler hain tahriklerini sürdürecek, PKK’nın bez parçaları ve İmralı canisinin posterleri altında yapılan sözde barış mitinglerinde devlete meydan okunacak, güvenlik güçlerine taş ve sopalarla saldırılacak ve siz de bunları demokrasinin gereği olarak görüp ses çıkarmayacaksınız.
Buna karşılık Türk bayraklarıyla terörü lanetleme mitinglerini toplumsal huzuru bozucu tahrikler olarak göreceksiniz ve şehit cenazelerinden sonra bu haklı tepkilerden de rahatsızlık duyacaksınız.
Muhalefet de bütün bunlar karşısında sessiz ve suskun kalacak ve sahnelediğiniz bu orta oyununun seyircisi olacaktır.
Muhalefeti sindirmeye, basını susturmaya çalışmak ancak demokrasiden nasibini almamış diktatörlük heveslilerinin harcıdır.
Buradan açıkça ilan ediyorum:
Muhalefeti terör üzerinden siyaset ve sokak tahrikçiliği yapmakla suçlamaya yeltenen Başbakan çok iyi bilmelidir ki ateşle oynayan bizzat kendisidir.
Bu hayasız suçlamayı şiddetle reddediyor ve siyasi kundakçılık yapan sahibine aynen iade ediyoruz.
Türkiye’nin milli değerleri konusundaki sicilleri şaibeli olanların, milli birlik ve toplumsal huzur konularında vaaz vermeye hakları yoktur.
Türklük değerlerine hakareti suç olmaktan çıkartmak için Ceza Kanunu’nun 301. maddesini değiştirmeye hazırlananların, milliyetçilik, vatan sevgisi ve milli değerlere saygı iddiasında bulunmaları bir şaka olarak kalmaya mahkûmdur.
Kucaklayıcı milliyetçilik anlayışları, ihanet odaklarına kucak açmak olanların bizimle milliyetçilik tartışmasına girmeleri bir tarafa, milliyetçilik sözünü ağızlarına alamaya dahi hakları yoktur.
Bu gafleti içine sindirebilenleri demokrasiyi içine sindirmeleri de esasen mümkün değildir.
Kimin terör örgütünün ekmeğine yağ sürdüğü, etnik bölücülüğün emellerine kimin hizmet ettiği ve kimin teröre teslim olduğu ortadadır.
Bu bakımdan Türkiye’yi bir çatışma ortamına sürükleyecek ve ateşe atacak olan, Başbakan’ın temsil ettiği bu kafa yapısıdır.
Başbakan Erdoğan bizlere yönelttiği temelsiz ve maksatlı suçlamalarla, aslında bilinçaltında kendisini tarif etmekte ve günah çıkarmaya çalışmaktadır.
Ancak bunun için çok uzun sürecek bir vicdanını temizleme dönemine ihtiyacı olacağı da açıktır.
Değerli Milletvekilleri,
Son dönemde yaşanan bazı gelişmeler, merkezinde PKK’nın siyasallaşmasının bulunduğu bir senaryonun Türkiye’nin karşısına çıkarılması çabalarında ileri bir aşamaya gelindiğini göstermektedir.
Etnik bölücülüğün, uluslararası boyutları da olan siyasi bir sorun olarak zemin kazanmasını amaçlayan bu senaryonun hayata geçirilmesi için Türkiye’de siyasi ve toplumsal altyapının hazırlanması niyetleri giderek daha belirgin hale gelmektedir.
PKK güdümünde hazırlanan “demokratik özerklik projeleri”, terör örgütü ile siyasi pazarlık yapılarak silah bırakmasını sağlamak için arabuluculuk önerileri ve toplumsal barış modelleri üzerinde birlikte çalışma çağrıları, bölücü mihrakların böyle bir süreci harekete geçirme çabalarıdır.
Amerika Birleşik Devletlerinin bu senaryoyu desteklediği ve Barzani üzerindeki etkisini kullanarak bunun hayata geçirilmesinin dış şartlarının hazırlanmasına katkıda bulunacağı anlaşılmaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın son Beyaz Saray ziyaretinde Başkan Bush’la baş başa yaptığı ve tutanak tutulup tutulmadığı bile açıklanmayan özel görüşmede bu konunun ele alınıp alınmadığı zaman içinde ortaya çıkacaktır.
Bu senaryonun Kuzey Irak’ta yuvalanan terör örgütünün gerçek anlamda tasfiye edilmeyip, belirli sınırlar içinde kontrol altında tutulması karşılığında silah bırakmaları için Türkiye’de siyasi bir süreç başlatılması pazarlığına dayandırıldığı tahmin edilmektedir.
Bu denklemin dış boyutunda ise, Barzani’nin bu sürece yardımcı olması karşılığında Türkiye’nin “Kürt bölgesel yönetimine” siyasi açılımlarda bulunmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Irak’taki PKK mevcudiyetinin tasfiye edilmesinin asgari şartlarının; yönetici kadrosunun yakalanarak Türkiye’ye verilmesi, Türk uyruklu silahlı militanların teslim olmasının sağlanması, Türk vatandaşı olmayan militanların Irak dışına çıkarılması ve PKK kamplarının dağıtılması olduğu ortadadır.
Bugüne kadar bu yönde herhangi bir adım atılmamış, sadece terör unsurlarının peşmergelerin yakın kontrolünde bulundukları yerlerde kalmalarını sağlayacak bazı göstermelik tedbirler alınmıştır.
ABD’nin ve Barzani’nin PKK teröristlerini bulundukları yerlerden güç kullanarak çıkarmaya niyeti olmadığı görülmektedir.
Bu militanların Kuzey Irak’ı kendi rızalarıyla terk etmelerini sağlayacak ortam ve şartların hazırlanması Türkiye’den beklenmektedir.
Bunun ilk adımı da eve dönüş, topluma kazandırma veya hangi ad altında olursa olsun bunların affedilmelerini sağlayacak siyasi bir düzenleme yapılması olacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın teröristleri dağdan şehre ve siyasete davet çağrıları bu kapsamda özel bir önem ve anlam kazanmaktadır.
Sayın Başbakan’ın “demokratik siyasetin çare arama, hak arama kapısı olarak açık tutulması gerektiği” ve “herkesin elini taşın altına koyma zamanının geldiği” beyanları, aynı şekilde bu kapsamda değerlendirilmelidir.
Burada bir nokta üzerinde çok iyi düşünülmelidir:
Siyasal platformda yarışa girecek olan sivil maskeli bölücüler demokratik siyaseti hangi konularda hak arama kapısı olarak kullanacaklardır?
Bunun cevabının, PKK’nın siyasi talepleri ve eylem planı olduğu gün gibi ortadadır.
AKP hükümeti işte bu noktada PKK’nın bölücü amaçlarının siyaset yoluyla gerçekleşmesi konusunda vadeli bir siyasi çözüm ümidi vermektedir.
Hükümetin yeni bir açılım süreci hazırlığı içinde olduğu yolundaki haberler son dönemde yoğunluk kazanmıştır.
Ekonomik, sosyal ve psikolojik unsurların yanı sıra siyasi boyutu da olacağı anlaşılan bu demokratik siyasi açılımın içeriği yakında görülecektir.
Başbakan Erdoğan’ın AKP’nin Kızılcahamam toplantısında dile getirdiği “izledikleri strateji gereği mahrem tutulması gereken konular” arasında bu paketin de bulunup bulunmadığı herkes için merak konusudur.
Sayın Başbakan’ın bunları “mahrem” kapsamından çıkarmaması halinde AKP’nin bu konudaki somut düşüncelerini bu aşamada bilmemiz elbette mümkün değildir.
Ancak, Avrupa Birliği’nin bu konudaki dayatmalarının burada referans olarak alınmasının öngörüldüğü akla gelmektedir.
Türkiye’de zorla milli azınlık yaratmak için misyonerlik yapan Avrupa Birliği’nin bu konudaki talepleri ve çözüm önerileri 6 Kasım 2007 tarihli Türkiye İlerleme Raporu’nda açıkça ortaya konulmuştur.
AB, 1923 Lozan Antlaşması’nda kabul edilen Rum, Ermeni ve Yahudi gayrimüslim azınlıkların dışında Türkiye’de azınlık olduğu iddiasını tekrarlamıştır.
Bu kapsamda Türkiye’nin etkin kökeni, dini ve dili temelinde bazı Türk vatandaşlarına spesifik haklar tanımasını istemiştir. Etnik temelde tanınacak bu hakların amacı da bu Türk vatandaşlarının kimliklerini koruması olarak belirlenmiştir.
Türkiye’de zorla milli azınlık yaratılması ve bunlara hukuki statü kazandırılmasını amaçlayan AB’nin bu konudaki talepleri şunlar olmuştur:
AB, Türkiye’nin kültürel haklar konusundaki Birleşmiş Milletler Sözleşmelerine koyduğu çekinceleri kaldırması talebini tekrarlamıştır.
Türkiye sözkonusu sözleşmeleri imzalarken “Anayasa’nın 3. ve 42. maddeleri uyarınca Türkiye’de resmi dilin Türkçe olduğunu ve Türkçe’den başka dillerin eğitim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadil olarak okutulamayacağını” kayda geçirmiştir.
AB bundan rahatsızdır.
AKP’nin hazırlattığı son Anayasa değişikliği çalışmasında Anayasa’nın 42. maddesinin bu talep doğrultusunda değiştirilmesi öngörülmektedir.
AKP, böylece AB’nin bu dayatmasını karşılamak için ön hazırlık yapmış bulunmaktadır.
Yerel TV kanallarında Kürtçe yayınlara süre kısıtlaması getirilmesi, Türkçe tercüme veya altyazı şartı aranması ve Kürtçe eğitim programlarına izin verilmemesi şikayet ve eleştiri konusu olarak 2007 Raporunda da Türkiye’nin önüne getirilmiştir.
Kürtçe’nin Türk eğitim sistemi alınması AB’nin diğer bir talebidir.
Türk eğitim sisteminde anadili Türkçe olmayan çocukların anadillerini öğrenme imkânları bulunmadığı, Kürtçe özel kursların da 2004’de kapandığı belirtilen raporda, bu durumda devlet okullarında Kürtçe eğitimin müfredata alınması istenmektedir.
AB, bunun da ötesinde Kürtçe’nin siyasi hayatta, parti faaliyetlerinde kullanılmasına izin verilmesini, ayrıca çok dilli kamu ve belediye hizmeti verilmesi önündeki engellerin kaldırılmasını talep etmektedir.
AB’nin bu talebinin amacı Türkçe konuşmayan vatandaşlarının kamu sektöründe istihdamının ve Kürtçenin kamu sektöründe resmi dil gibi muamele görmesinin önünün açılmasıdır.
Bu hususların, farklı etnik kimliklere milli azınlık sayılarak siyasi ve hukuki statü kazandırılması ve bunun Anayasal güvenceye bağlanması kapsamında PKK’nın ilk planda atılmasını istediği adımlar olduğu bilinmektedir.
İlk aşamada bunlar sağlandıktan sonra, etnik bölücülerin milli devlet ve üniter yapıyı yıkarak yeni bir ortaklık devleti kurulmasına yönelik diğer taleplerine sıra gelecektir.
Türkiye’de eyaletler sistemine geçilmesine sıcak bakan ve zaman zaman bu konuyu gündeme getiren Başbakan Erdoğan’ın siyasi sicili, etnik bölücüleri bu süreçte cesaretlendirecek en büyük güç kaynağı olacaktır.
AKP hükümetinin yakında başlatacağını açıkladığı yeni Anayasa hazırlanması sürecinde, bu taleplerinin bir kısmının karşılanması için uygun bir vesile olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.
Hükümet yetkililerinin bazı beyanları, yeni Anayasa süreci ile siyasi açılım sürecinin birlikte ilerletilmesinin düşünüldüğünü göstermektedir.
Değerli Milletvekilleri
Türkiye’nin önüne getirilmek istenen siyasi senaryonun dış boyutunun, kuzey Irak’taki siyasi oluşumun Türkiye tarafından resmi muhatap alınması ve bu yapılanma ile ilişki kurulması olacağına dair belirtiler giderek artmaktadır.
Başbakan Erdoğan ve hükümetinin geçmişte bu yönde adımlar atmaya hazırlandığı, ancak kamuoyu tepkisiyle geri çekildiği hatırlanacaktır.
Ancak, hükümetin PKK’yı tecrit etmek ve Türkiye’de etnik bölücülük gündemi doğrultusunda başlatılacak siyasi sürece destek vermek şartıyla, şimdi bu yönde harekete geçmeye hazırlandığı görülmektedir.
Türkiye’nin kuzey Irak’taki siyasi oluşumu resmi muhatap alması ve ilişki kurması şu sonuçları doğuracaktır:
Devletleşme yolunda büyük mesafe kateden Barzani’nin siyasi meşruiyet eksiği tamamlanacaktır.
Erbil yönetimine siyasi meşruiyet kazandıracak bu adım siyasi ve hukuki tanıma sürecini başlatacaktır. Türkiye’nin kuzey Irak’taki fiili oluşumu, hukuki planda siyasi bir varlık olarak tanıması halinde, bağımsız devlet olma yolu sonuna kadar açılmış olacaktır.
Türkmenleri yok etmek ve Kerkük’ü ele geçirmek için Barzani’ye ruhsat verilmiş olacaktır.
Türkiye’deki ayrılıkçı terör sorununun kuzey Irak modeli esas alınarak siyasi çözüme kavuşturulması için misyonerlik yapan Barzani, bu yönde daha da cesaretlendirilecektir.
Kuzey Irak’a özenen içimizdeki bölücü hainler yeni bir ümit ve cesaret kazanacaktır.
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım
Türkiye de böyle bir bölünme ve ayrışma sürecinin başlatılmasının toplumsal gerginlik dinamiklerini harekete geçirmesi kaçınılmazdır.
Muhalefeti toplumsal çatışma tahrikçiliği yaparak ateşle oynamakla suçlayan Başbakan’ın, böyle bir yola girilmesinin siyasi ve toplumsal huzur açısından doğuracağı sonuçları çok iyi düşünmesini tavsiye ederim.
Türkiye’yi ateşe atacak olan, etnik tahriklerin AKP’nin himayesinde sürmesi ve hükümetin bu hain emellerin siyasi yollardan sonuca ulaşmasına hizmet edecek olmasıdır.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere herkes bu konuda kimden yana olduğunu artık belirlemek zorundadır.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Türk Milliyetçileri, Başbakan’a ve temsil ettiği zihniyete rağmen, Türkiye’nin milli birliğini ve bin yıllık kardeşlik hukukunu korumak için üzerine düşeni sonuna kadar yapmaya kararlıdır.
Ancak, Türkiye’nin varlığına kastetmek isteyenler, Türk milletinin gelecek ümidini karatmak için yola çıkanlar çok iyi bilmelidir ki, hain emellerinin Anadolu topraklarında gerçekleştiğini görmek kendilerine nasip olmayacaktır.
Bu vatan sokakta bulunmamış, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk milli kimliği kolay kazanılmamıştır.
Tarihin hiçbir döneminde, Türkiye’ye ihanet cezasız kalmamıştır.
Bunu herkes hatırlamalı ve ateşle oynamamalıdır.
Bizim şimdilik söyleyeceğimiz budur.
Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
|