Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Meclis grup toplantımızın hemen başında muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Ülkemizin hayat damarlarını kesmek, mukadderat kaynaklarını kurutmak için yaygın ve yoğun bir karşı saldırı vardır. Bu nedenle Türkiye’nin devlet ve toplum hayatı bıçak sırtında, tehdit altındadır. Türk milletinin gerilemesi, yetmedi birbirine girmesi, daha ötesi tarihten silinmesi amacıyla sahnelenen oyunlar gün aşırı şiddetlenmektedir. Huzurumuza kast eden odaklar faaldir. Gelecek ümitlerimize taş koyan, engel çıkaran, bu kapsamda yağmur gibi fitne saçan karanlık çevreler hızla faaliyetlerini sürdürmektedir. Elbette zalim ve hainlere karşı verilen cevabımız bitmeyecek, gösterilen mukavemetimiz esnemeyecek, yapılan mücadelemiz gevşemeyecektir. Allah şahittir ki, Türkiye üzerinde hesap yapanlar yine kaybedecekler, yine mahcup ve mahkûm olacaklardır. Milletimiz bağımsız yaşamaktan başka seçenek tanımamaktadır. Kardeş kavgası çıkarmaya, etnik ve mezhep temelli gerilimleri kışkırtmaya çalışanlara aziz millet varlığı azami dikkat ve uyanıklık göstermektedir. Terör saldırıları evlatlarımıza kıyıp, felaket ve fecaatler ülkemizi yasa boğsa da dayanacağız, sabredeceğiz, mutlaka saldırıları boşa çıkartacağız. Maalesef yine şehit haberleri gelmeye devam etmektedir. Geçen hafta Perşembe günü, Mardin Derik Kaymakamı Muhammed Fatih Safitürk PKK’nın hükümet konağına işbirlikçileri vasıtasıyla sızarak düzenlediği bombalı saldırıda; önce yaralanmış, sonrasında kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak şehit düşmüştür. Yıllar evvel evladının kaymakam olmasıyla gururlanan muhterem babası Asım Safitürk’ün, şehadeti karşısında da vakur ve asil tavrını bozmaması takdir ve hayranlık vericidir. Şehidimizin babası, henüz hayatının baharında ebediyete göçen evladının ardından herkese adeta ders vermiş ve bağrı yansa da şöyle seslenmiştir: “ Vatan, uğrunda ölen varsa vatandır. Çocuğumun şehadetine sebep olanları ve destekleyenleri Allah’a havale ediyorum. Vatan sağolsun. Vatan uğrunda ben de hazırım gitmeye. Allah bütün kardeşlerimize, vatanımıza, milletimize yardım eylesin inşallah.” İşte bu yüksek ahlak, bu korkusuz duruş üzerinde yaşadığımız toprakları vatan yapan iradeye muhteşem bir örnektir. Fatihler oldukça, oğul Fatih’ini feda etmeye hazır baba Asımlar dimdik durdukça Allah bu millete yeni bir İstiklal Marşı yazdırmayacak, milli namusumuza hiçbir vahşi emel yan gözle bakamayacaktır. Milletimiz talihlidir, çünkü sinesinden doğan kahramanlar tüm hasımlara, tüm eli kanlı teröristlere dünyayı zindan edecek inanmışlıktadır. Türklüğün bahtı açıktır, çünkü şehitlerle büyüyen, büyüdükçe destanlaşan bir milli ruh bu kutlu vatanın ezeli bekçisi, ebedi sahibidir. Başta Kaymakamız Fatih olmak üzere, bütün şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, acılı ailelerine, sevdiklerine ve milletimize başsağlığı temennilerimi iletiyorum. İnancımı güçlü bir şekilde tekrar vurguluyorum: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” Bölücüler, bozguncular, vurguncular, yağmacılar, yıkım ve çözülme piyonları peşinen heveslenmesin, şimdiden heyecan yapmasın. Bunların alayını birden ikaz ediyorum: Milliyetçi-Ülkücü Hareket baştan ayağa kırılmadıkça, milli şeref bütünüyle çiğnenip son ferdine kadar öğütülmedikçe Türk milletinin adı silinemez, anıları sönemez, tarihi varlığı sökülemez, Allah’ın izniyle de sökülmeyecektir. Bu kararlılığımız asla değişmeyecek, eskimeyecek, eksilmeyecektir.
Değerli Milletvekilleri, Terörle mücadele zor, zor olduğu kadar da yüksek maliyetli bir süreçtir. Türkiye, küresel güç merkezlerinin imalatı ve istihbarat örgütlerinin maşası olan çok sayıda kanlı ve katil örgütün direkt hedefindedir. Demokrasi ve özgürlük kavramlarını ağızlarından düşürmeyen sözde gelişmiş ülkeler ne yazık ki terör örgütleriyle kapalı devre ilişki içindedir. Mesela Diyarbakır’da, mesela Şırnak veya Hakkari’de bombalı araçla gezen, pusu kuran, mayın döşeyen; askerimize, polisimize, korucumuza ve sivil vatandaşlarımıza kurşun sıkan caniler, Avrupa’da baş tacı edilmekte, havalarda gezdirilmektedir. Mardin’de tetik çeken kirli eller, Paris’te okşanmaktadır. Ankara’da, İstanbul’da bedenine bomba saran canavarlar Berlin’de övülmektedir. Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasından sonra, kendilerine yapılan mahkeme çağrılarına kulak tıkayan, dikkate almayan HDP’lilerin zorla hukukun önüne çıkarılmaları Avrupa ülkelerini ayağa kaldırmıştı. Tıpış tıpış gitmeyeceğiz diyen HDP’liler patır patır toplanınca AB ülkelerinin Türkiye büyükelçileri anında fos tepkilerini göstermişlerdi. Bunlar, HDP’ye sahip çıkmak, PKK’yı arkalamak için demokrasiyi istismar etmişler, özgürlük değerlerini çarpıtmışlardı. Aslında gerçek yüzlerini bir kez daha açığa vurmuşlardı. HDP’li milletvekillerinin mahkemeye götürüldükleri gün Diyarbakır’da 3 ton bombayla düzenlenen terör saldırısında 2’si polis olmak üzere 11 kardeşimiz şehit olmuş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştı. Hiçbir medeni ülke bu hunhar eylemi görmedi, göremedi. 5 Kasım’da, Şırnak il merkezinde patlayan bombalarla canlarından olan 2 küçük yavruyu da duyan ve önemseyen olmadı. HDP’liler için kıyameti kopartan Avrupalı elçiler, AB yöneticileri şehitlerimizin, hayatını kaybeden mazlumların acılarını bir kez olsun paylaşmadı, insanlık adına taraf ve tutumlarını belirleyemedi. Avrupa insanlıkta sınıfta kalmıştır. Ve bu çok nettir. Terörün sürat ve seyri Türkiye düşmanlarını sevindirmekte, yüreklendirmektedir. Biliyoruz ki, kimsenin çırası tana kadar yanmaz, yanmamıştır. HDP’liler de bir sıçramış, iki sıçramış, kısmetlerinde olan neyse kaşıklarında çıkmıştır. Avrupa ülkelerinin asılsız, uyduruk ve yanlı müdafaaları ne terör örgütü PKK’yı ne de HDP’yi temize çıkarmaya yetmeyecektir. Brüksel Mahkemesinin PKK’yı terör örgütü değil de, silahlı mücadele yapan örgüt olarak gösterme kepazeliği hiçbir gerçeği tersine çeviremeyecektir. 22 Mart 2016 tarihinde Brüksel’deki bir havalimanı ve metro istasyonuna teröristlerin saldırısı sonucunda 38 kişinin ölümü, 300’ten fazla kişinin yaralanması sanıyorum bu ülkede bir şeyi değiştirmemiştir. Belçika’da 38 kişiyi öldüren katillerin eylem ve fikir ortakları Türkiye’ye her gün saldırmaktadır. O halde Avrupa’nın takıldığı tenakuz çukurunu, düştüğü art niyet uçurumunu nasıl izah edeceğiz, neye yoracağız? Avrupa teklediğini, bilye dağıttığını ne zaman kabul ve idrak edecektir? Belçika’da kötü olanın, Türkiye’de iyi olması bir defa aklın ve vicdanın inkârıdır. Bu inkara ortak olanların, inkarcılıkla gelişmişliği bağdaştırmaya uğraşan sefilliğin; IŞİD veya PKK’lı bir teröristten dürtüsel, tarihsel ve ilkesel anlamda hiçbir farkı yoktur, olmayacaktır. HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasından sonra tehdit dozu yüksek mesajlar verenler önce kendilerine bakmalı, terör örgütlerini nasıl besiye çekip sırtlarını sıvazladıklarını açıklamalıdır. Kaldı ki, bazı AB üyesi ülkelerinin Türkiye’deki büyükelçilerinin, geçtiğimiz hafta HDP grup toplantısına katılmaları her şeyden önce yüzsüzlük, sorumsuzluk ve samimiyetsizliktir. Gerçi ayakkabılarında Kandil Dağının tozu bulunanların HDP sıralarına kurulmaları kendileri adına tutarlı olabilir. Ancak Türk milleti bu rezaleti hoş görmez, asla da normal karşılamaz. HDP grup sıralarının ön saflarında oturan Belçika Büyükelçisi diyor ki, “bu ciddi bir konu, dinlemeye geldim.” Adam olana sormazlar mı, dinleyecek, duyacak başka konu mu bulamadın? Sömürge valisi küstahlığıyla hareket eden bu zihniyet, ciddi konu arıyorsa şehit analarının sızlayan yüreğine baksın, eğer görebilecekse. Kaymakam Fatih’in geride bıraktığı yavrularının yüzüne baksın, eğer yapabiliyor, yüreği yetiyorsa. AB elçileri, baba ocaklarından davulun selamıyla uğurlanıp imamın salasıyla karşılanan kınalı kuzuların ay yıldızlı al bayrağa sarılı naaşlarına baksınlar, eğer kalpleri varsa, eğer ar damarları çatlamadıysa. Bizim açımızdan gerçek şudur ki, ihanetin dinlenecek bir şeyi yoktur. Ya başı eğilmeli, ya da başı ezilmelidir. Ortası da yoktur. Brüksel’de ve diğer Avrupa başkentlerinde bebek katilinin posterlerini sallandırıp, terör örgütlerinin paçavralarını asan PKK hayran kitlesinin, HDP grubuna katılmaları Türkiye’yi sabote etmek, terörizme selam çakmaktır. Almanya’nın yaptığı esasen budur. Fransa’nın yaptığı da aynen budur. AB, hendeklerden özyönetim ve özerlik çıkarmaya çalışanların yanındadır. AB, polise taş ve tokat atıp sonunda hak ettiğini bulan elleri kırıkların safındadır. “PKK sizi tükürüğüyle boğar, bu memleketten defolup gideceksiniz, o keleşleri size çevirmeyi biliriz” diyen siyasi eşkıyalar AB’nin kanatları altındadır. Sırtlarını YPJ’ye, YPG’ye, PYD’ye dayadıklarını söyleyenler, şimdi demir parmaklıklara başlarını vururken, AB mateme boğulmaktadır. Mehmetçik ve polis katillerinin cenazelerine katılan terörist sevicileri AB’li hısımları kollamaktadır. Dostluk ve müttefiklik demek terör örgütlerine yardım ve yataklık demek değildir, bu şekilde de yorumlanmamalıdır. Terör bir insanlık suçudur ve hiçbir gerekçeyle haklı çıkamayacaktır. Türkiye onun bunun ayarıyla ilkelerinden vazgeçecek, azarıyla tarihsel hak ve çıkarlarından, egemenlik ve varlık haklarından ödün verecek çakmak bir devlet değildir. Onların bildikleri bizim unuttuğumuza bile yetmeyecek, yetişmeyecektir. Hiç kimse meraklanmasın, Türkiye ne karanlıkta yatacak, ne de kara düş görecektir. PKK’nın dümeninden tutup HDP’nin çuvalına girenler tek gölge etmesinler de, onlardan başka bir şey istemeyiz, istemiyoruz. Avrupalı olmanın ibresi, köksüzlük ve kimliksizlik ise, muhataplarımız rahat olsunlar, biz kurulan eğri bacaklı birlik masasında zaten oturmayız, olamayız. Avrupalı olmanın yolu Kandil’e çıkıyor, canilerle kesişiyor, Türk düşmanlığında sabitleniyorsa, diyeceğim odur ki, kimseye ihtiyacımız olmayacağından biz bize yeteriz.
Değerli Arkadaşlarım, AB Komisyonunun hazırladığı ve aday ülkelerle ilgili yıllık değerlendirmeye yer verilen İlerleme Raporları yayımlanmıştır. Bu kapsamda 102 sayfalık Türkiye İlerleme Raporu da kamuoyuna yansımıştır. Özellikle altını çizmek istiyorum ki, hukukun üstünlüğü ve temel haklara ilişkin bazı düzenlemelerin Avrupa standartlarına uygun olmadığı ifade edilmektedir. HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasının endişe verici bir konu olduğu vurgulanmakla birlikte, Güneydoğu’daki gelişmelerin Türkiye’nin karşı karşıya olduğu başlıca sıkıntılardan biri olduğu kaydedilmiştir. İlerleme Raporu, yine tarafgir şekilde kaleme alınarak, Güneydoğu’daki sözde sorunun ancak siyasi süreç yoluyla çözülebileceğine temas etmiştir. Avrupa zihniyetinin aklı hala çözüm sürecinde kalmıştır. Köprünün altından çok sular aksa da, AB buna ayak uyduramamış, klasik ve şablon ezberlerinden kopamamıştır. İlerleme Raporu’nda; Yargı bağımsızlığı konusundaki kötüleşmeye, İfade özgürlüğündeki gerilemeye dikkat çekilmiş; Gazetecilerin tutuklanması, çok sayıda medya kuruluşunun kapatılması eleştirilmiştir. İlerleme Raporu’nu hazırlayanlar lütfetmişler ve Türkiye’nin terör eylemleri karşısında kendini savunma hakkı olduğunu kabul etmişler, ancak buna da bir kısıt getirilmesini dayatarak orantılı olması gerektiğini talep etmişlerdir. Şu işe bakınız ki, Türkiye’nin Terörle Mücadele Kanunun kapsam ve tanımı bakımından Avrupa müktesebatı ile uyumlu olmadığı ve uygulanmasının ciddi kaygılara yol açtığı iddia edilmiştir. Yani zımnen Terörle Mücadele Kanunun tadil veya tasfiye edilmesi istenmiştir. Ülkemizin beka mücadelesi verdiği böyle bir zamanda, AB’nin terörle mücadelemizi engelleme çabaları ahlaken ve hukuken oldukça sorunludur. Vize serbestisi sağlanabilmesi için Terörle Mücadele Kanununda değişiklik yapılması dahil eksik 7 kriter tespiti yapanların, kim ya da kimlerin değirmenine su taşıdığı belli ve ortadadır. Açıkça, serbest dolaşım için terörle mücadeleden taviz verelim istiyorlar. Kim istiyor, PKK’nın Brüksel lobisi, hangi vasıtayla istiyor; İlerleme Raporu’yla. Türkiye’nin buna evet demesi, normal karşılaması her şeyden önce dökülen şehit kanlarına haksızlık ve nankörlüktür. Avrupa’nın terörle mücadele sürecini desteklemek yerine kösteklemesi AB’ye üyelik serüvenimizin nasıl çıkmaza sürüklendiğinin de en açık delilidir. AB yöneticilerinin müzakereleri askıya alma tehditlerini bu çerçevede ele almak lazımdır. Bununla bire bir ilgili olması sebebiyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Belarus dönüşü uçakta gündeme getirdiği düşünceleri bize göre anlamlı ve üzerinde durulacak düzeydedir. Şöyle diyor Sayın Erdoğan: “Eğer bizi istemiyorlarsa açıkça söylesinler. Bize yapılanlara karşı ilanihaye sabredemeyiz. Nasıl İngiltere halka gittiyse biz de halkımıza sorarız. Milletimiz ne derse onu yaparız.” Cumhurbaşkanı benzer düşüncelerini dün de dillendirmiştir. Elbette AB’nin sistematik gözdağlarına eyvallah edecek halimiz yoktur. Millet sözün sahibidir, müracaat halinde vereceği her karar kesin hükümdür ve herkes için bağlayıcıdır. Şayet AB süreci uzayacak, müzakereler sudan bahanelerle kesintiye uğrayıp kızağa alınacaksa, Türkiye’nin milli onurunu savunmak, milletin hükmü şahsiyetini omuzlamak her vatanseverin görevi olmalıdır. AB, seçeneksiz ve mecbur olduğumuz bir oluşum değildir. Türkiye, başkent Ankara merkezli bir bölge ve dünya perspektifiyle, gerekirse kendi yağında kavrulacak, gerekirse kendi ayakları üstünde duracak, sonuç itibariyle kimseye el avuç açmayacaktır. Bu güç Türkiye’de vardır. Bu kudret Türk milletinin öz ve kök değerlerinde paha biçilmez bir cevher gibi durmaktadır. Yeter ki görmesini bilelim. Türkiye Cumhuriyeti’nin, yarım asra yaklaşan AB sürecinde tenkide uğrayıp aşağılanmadığı tek bir günü olmamıştır. Bu reva mıdır, hak mıdır, adalet midir? Onurlu birliktelik yerine, onursuz ve omurgasız bir üyelik için sürekli zorlanmamız, sürekli tavize itilmemiz milli gerçek ve emanetlerle bağdaşmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine Brüksel’e tezgah açan, burayı mesken tutan, milli kimliğimize derin bir nefret duyan malum ve makus siyasi elit değil, bizzat Türk milleti Ankara’dan karar verecektir. Biz kâra değil, ara bakarız. Biz milli kaderimizi ipotekli bir kazanca hiçbir zaman değişmeyiz. Biz Türkiye’yiz, büyük ve yenilmez Türk milletiyiz. Türkiye’yi ekonomik yaptırımla tehdit eden Avrupa Parlamentosu Başkanı’na da bu hakikatleri hatırlatıyor, haddini ve hududunu bilmeye bu vesileyle davet ediyoruz.
Muhterem Milletvekilleri, AB İlerleme Raporu’nda, milli davamız Kıbrıs konusuna da değinilmiş, bununla ilgili değerlendirmelere beklendiği üzere yer verilmiştir. Türkiye’nin Kıbrıs’ta bir çözümün bulunmasına yönelik görüşmeleri desteklediğinden hareketle, Ankara’nın bu konudaki taahhüdü ve bağlılığının hayati önemini koruduğu dile getirilmiştir. Kıbrıs’ta çözüm olarak neyin ima ve işaret edildiği henüz karanlıktadır. KKTC Cumhurbaşkanı ile Rum kesimi lideri arasında belirli aralıklarla görüşmeler yapılmaktadır. Ama görüşmelerin muhtevası sır gibi saklanmaktadır. Biz bu zincirleme görüşmeleri dikkatle takip ediyoruz. Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler gözetiminde, İsviçre’nin Mont Pelerini kasabasında beş gün boyunca devam eden müzakerelerden de herhangi bir sonuç çıkmamıştır. Rum kesimi liderinin önerisiyle ara verilen görüşmelerin 20 Kasım’da bu kez Cenevre’de tekrar başlayacağı duyurulmuştur. KKTC Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından, İsviçre’deki görüşmelerin ilk iki gününde dört başlığın ele alındığı ve önemli ilerlemeler kaydedildiği, diğer günlerde ise toprak konularına yoğunlaşıldığı anlaşılmaktadır. İzleyen süreç içerisinde, planlanan beşli konferans toplanarak Kıbrıs konusunda güvenlik ve garantiler boyutuyla bir uzlaşma aranacaktır. Kıbrıs Rum tarafı toprak konusunu mülkiyet başlığıyla, Türk tarafı ise garantiler/güvenlik başlığıyla ele almaktadır. Rum hükümet sözcüsü, Cenevre’de hedefin toprak konusundaki kriterleri sonuçlandırmak ve bunu harita üzerine taşımak olduğunu açıklamıştır. Bahse konu kriterlerin ise ne olduğunu, neleri kapsadığını bilen yoktur. Kıbrıs müzakerelerinin bam teli şüphesiz topraktır. Toprak ise vatandır, namustur, pazarlık konusu yapılamayacaktır. Bu milli ilkenin Kıbrıs Türklüğünün vazgeçilmezi olduğunu bilmek, görmek ve teyit etmek şarttır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “garanti anlaşmalarına dokundurmam” demesine rağmen, Rumların harita-toprak hususunda esneklik göstermeleri halinde, Türkiye’nin de beşli konferans zemininde Yunanistan’la konuşabileceğini söylemesi dikkat çekicidir. Anlaşılan odur ki, harita konusunda muhtemel bir anlaşma olursa, garantiler konusu gözden geçirilebilecektir. AKP’nin Kıbrıs’tan sorumlu Başbakan Yardımcısı, Türkiye olarak nereye kadar taviz vereceklerini bildiklerini ifade etmiştir. Kıbrıs’ta Güzelyurt konusunda nasıl bir yol izleneceği, Karpaz’ın durumunun ne olacağı belirsizdir. Adadaki askeri varlığımızın geleceği ise esrarını korumaktadır. Kıbrıs müzakerelerinde adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılması son derece acil ve önemlidir. Ancak sırf çözüm olsun diye de, tavizlerle Türk vatanını terk etmek, tarihsel hak ve çıkarlarımızdan bir çırpıda ayrılmak yanlıştır, skandaldır, bunu tasvibimiz imkânsızdır. Kıbrıs’taki Türk toplumunun aleyhine, kazanımlarını sekteye uğratacak, egemenlik haklarını hiçe sayacak herhangi bir anlaşma veya uzlaşmanın milletimiz nezdinde itibar ve inandırıcılığı olmayacaktır. Kıbrıs’ta barış ve istikrarın sağlanması adına tek yanlı ve fren tutmayan tavizlerin, Türklerin hayat alanlarını daraltacağı, vatan bildiği topraklarından koparacağı, Akdeniz’den uzaklaştıracağı kesindir. Bu itibarla, KKTC Cumhurbaşkanı’nın Rum tarafına neleri vaat edip etmediği, çözüm diye sunulan reçeteyle hezimetin Kıbrıs Türklüğüne musallat olup olmayacağı açıklığa kavuşturulmalıdır. Gizli kapaklı yapılan müzakerelerin ne getirip ne götüreceğini öğrenmek Türk milletinin, Kıbrıs Türklüğünün en tabii hakkıdır. Çünkü her şey dönüp dolaşıp toprak ya da mülkiyet meselesine dayanmaktadır. Özellikle Rum tarafının toprak ve garantiler konularındaki taleplerinin belli ölçülerde karşılanması halinde, adada federal devlet çatısı altında; 4 yıl Rum, 2 yıl da Türk tarafının başkanlık yapmasıyla ilgili mutabakat arayışları olduğu iddia edilmektedir. KKTC’nin vereceği toprak var mıdır? Varsa nerelerdir? Tüm dikkatlerin çevrildiği Güzelyurt ve Karpaz gözden çıkarılmış mıdır? Çıkarıldıysa ya da özel statülü olması düşünülüyorsa, buradaki Türk varlığı ne olacaktır? Planlanan geçiş sürecinde adaya uluslararası bir gücün konuşlanmasıyla Türk askerinin akıbeti ne olacaktır? Deniyor ki, pazarlık pozisyonları çözümü engellemesin. Unutulmasın ki, Kıbrıs Türklüğü Türk milletinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ve KKTC Türk vatanıdır. Telaşla çözüm olsun diyenler, Kıbrıs’ın tapusunu karambole getirip devrederlerse bunun hesabını veremezler, şehitlerimize, yıllardır Kıbrıs davasını şeref bilenlere bunu asla anlatamazlar. KKTC Cumhurbaşkanı tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya olduğunu iyi bilmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da Kıbrıs müzakerelerini yakından izleyecek, gerekli notlarını alarak milletiyle paylaşacak, demokratik müdahalelerini yapacaktır. Ve her zaman diyeceğiz ki, Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır. Enosis emellerine Türklüğün vicdan ve cesaretiyle, kudret ve asırlık mirasıyla direnecek ve de teslim olmayacağız.
Değerli Arkadaşlarım, 8 Kasım 2016 Salı günü ABD, son yılların en kayda değer, en tartışmalı demokrasi imtihanına sahne olmuştur. Demokratik mekanizmalar ilke ve kurallarıyla işleyerek yeni başkan sandıktan çıkmıştır. 20 Ocak 2017’de Beyaz Saraya oturacak ABD’nin 45 inci başkanı tüm bahisçileri, siyasi teorisyenleri, uzman yorumcuları, adeta ABD’yi yeniden keşfe çıkmış yeni yetme kaşifleri ters köşeye yatırmış, herkesi şaşırtmıştır. Ve kader ağlarını örmüş, Trump başkan seçilmiştir. Bunda aslında şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim ABD halkı saygı duyulması gereken hür iradesiyle başkanını belirlemiştir. Buna demokratik olgunluk ve sağduyuyla yaklaşım esas olmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri, yönetimdeki değişimin göz ardı edileceği sıradan bir ülke değildir. Yaklaşık yüzyıldır stratejik denklemleri değiştiren, ekonomik ve teknolojik gücüyle yerküreyi çok yakından ilgilendiren önemli bir ülkedir. Dikkat edilmesinde ve izlenmesinde mutlaka yarar ve zorunluluk vardır. Ancak, bu ülkedeki başkanlık değişimini, kendi vatandaşlarından bile daha çok önemseyen, daha fazla sevinen veya üzülen ve gereğinden fazla anlam ve sonuç yükleyen çevrelerin mevcudiyeti kaygı vericidir. İçine düştüğümüz “aydın bunalımının” ve “derin aşağılık kompleksinin” en tipik örneklerinden birisi ABD seçim sürecinde ortaya çıkmıştır. Seçimden bir gün önce, “Yüzde 99 Hillary” manşeti atan gazeteler sandığı peşinen açmış, kazanan-kaybeden tasnifini çoktan yapmışlardı. 8 Kasım günü Türk medyası seçimin galibini erkenden belirlemiş, hükmü çabucak vermişti. Hatırlarsanız, “Hilary Cilinton Başkan Gibi” manşetleri atıldı. “Anketlere Göre Cilinton Trump’tan Bir Adım Önde”, diyenler erken sevinç turuna çıktı. “İlk Kadın Başkana Doğru”, tahminleri gazete sütunlarını doldurdu. Sonuç olarak, içimizdeki Clinton lobisinin çok istemesine, bölücü ve terör mihraklarının çok dilemesine rağmen Trump ipi göğüsledi ve ABD’nin bundan sonraki dört yılına mührünü vurdu. Doğal olarak Bayan Clinton’ın seçilememesi, ona umut ve gelecek bağlayanları, onunla bir siyasi tasarım umanları sukutu hayale uğratmakla kalmadı, alayını birden şok etmiştir. Trump’ın “Amerika’yı yeniden büyük güç yapacağım” sloganı geniş toplum kesimleri tarafından tutuldu, onay gördü. Seçmenlerin öfke ve korkularını harekete geçirip, bunun üzerinden kutuplaştırıcı bir dille siyaset ve ideoloji üretimi ABD’nin siyasi dinamiklerini oldukça etkilemiş ve farklı bir kulvara taşımıştır. Sosyal ve ekonomik tepkiler siyasal bir kimlik kazanmıştır. Trump’ın sert üslubunun aleyhine olacağını düşünenler yanılmıştır. Dışlayıcı tutumunun, yabancılara, göçmenlere, Müslümanlara şaşı ve sorunlu bakışının dezavantaj olduğunu ileri sürenlerin tahminleri boşa çıkmıştır. Nihayetinde Trump’sız bir ABD hayali kuranlar sandığa sıkışmış kalmıştır. Bizim için ABD Başkanının kim olduğu önemsizdir. Bu ABD’lilerin kendi iç meselesidir. Önemli olan ve üzerinde durduğumuz püf nokta, bu ülkeye başkanlık edecek şahsın nasıl bir siyaset izleyeceği, küresel sorunları kaldırabilecek vasıf ve birikiminin olup olmadığıdır. Trump’ın Ortadoğu’ya bakışı kadar, yıpranan Türkiye’yle-ABD ilişkilerine katacağı anlam, getireceği yeni yorum bundan sonrası için bölgesel ve küresel dinamiklere doğal olarak tesir edecektir. Biz Trump’ın seçilmesiyle estirilen kötümserlik rüzgarına veya iyimser beklentilere ihtiyatla yaklaşıyoruz. Ve de İslamofobi’yi diri tutan açıklamalarını esef verici buluyoruz. Obama ve seleflerinden ağzımız yandığından, Trump’ın düşünce ve mesajlarını üfleyerek değerlendiriyoruz. 2008’de Obama’nın seçilmesiyle, Amerika’nın “ırkçılığı aştığını” sıranın Türkiye’ye geldiğini söyleyenlerden, bunun siyahlardan ziyade bütün “beyazların zaferi” olduğunu ifade edenlere, Obama’nın seçilmesiyle dünyanın artık “rahatladığını” belirtenlerden, “değişimin” bir devrim geçirdiğini açıklayanlara; Asırlık “Amerikan rüyası”nın gerçekleştiğini yazarak alkışlayanlardan, yeni başkanın “hepimizin bir yansıması” olduğunu belirtenlere kadar pek çok sayıda övgü seslendirilmişti. Ne var ki Obama’nın geride kalan sekiz yılı beklentileri karşılamadığı gibi, özellikle İslam alemine savaş ve huzursuzluk olarak faturalandırılmıştır. Diğer yandan Trump’ın seçilmesiyle ABD’de yükselen protesto dalgası, sokaklara dökülen göstericiler okyanus ötesinin toplumsal patlama ve kriz girdabının kıyısında olduğuna da işaret etmektedir. Örtülü ırk çatışmalarının tehlikeli şekilde yeniden ısındığı görülmektedir. Ayrıca göçmenlerin sınır dışı edilmeleriyle ilgili politik arayış ve adımlar sosyal sıkıntı ve karmaşayı tırmandırabilecektir. ABD’deki demokratik normalleşmenin zamanla gerçekleşeceğini, çıkan olaylar nedeniyle, başta Ortadoğu olmak üzere, karışıklık yaşayan diğer coğrafyalar temelinde bu ülkenin empati yapmasının zaruri olduğu inancındayım. Trump’a insan şeklinde molotof diyenlerle mağduriyetlerinin sözcüsü görenler kutuplaşmış bir ülke fotoğrafının iki ucunu temsil etmektedir. Bizim yeni Başkandan arzumuz, ilk olarak FETÖ’yle mücadelede Türkiye’ye destek vermesi, Pensilvanya’daki haini derhal, önşartsız ülkemize iadesidir. İkinci olarak, Ortadoğu’da terör örgütleriyle kurulan sakat ilişkilerden vazgeçerek egemen devletlerin toprak ve insan bütünlüğüne saygı ve riayet göstermesidir. Üçüncü olarak da, Türkiye-ABD ilişkilerinin karşılıklı hak ve çıkarlar bağlamında gözetilerek yeni baştan güçlendirilmesine samimi ve gizli gündemsiz olarak katkı sunmasıdır. Berlin Duvarı 9 Kasım 1989 yılında yıkılmıştı. Yeni duvarlar örmenin, inanç ve kültürler arasına yeni bariyerler inşa etmenin küresel huzur ve gelişmeye hizmet etmeyeceğini herkesin anlaması gerekmektedir. İşbirliği dinamikleri dürüstçe canlı tutulduğu müddetçe insanlık daha iyiye, daha güzele, daha refaha, adaletli paylaşıma muhakkak surette ulaşacaktır. Bizim Amerikan rüyasından beklentimiz, buna dair herhangi bir merakımız yoktur. Bir rüyamız varsa o da Türk-İslam rüyasıdır ve de Türklüğün küresel güç noktasına çıkma ülküsü yegane kaynak ve kıvancımızdır. Büyüklük, kaynaşma, hoşgörü ve hakkaniyet ruhunu binlerce kilometre uzağa bakarak görmek yerine; geçmişimizde, kutlu tarihimizde bulmamız, ilaveten Türk milletinin yüce gönlüne girmemiz bizlere eşsiz ve parlak bir istikbal için şevk verecektir.
Değerli Milletvekilleri, 14 Kasım 1944 tarihi Ahıska Türklüğü için kara bir gündü. Stalin zulmü onbinlerce soydaşımızı vagonlara doldurup sürgüne, ölüme, açlığa, sefalete göndermişti. İnsanlığın gözü önünde Türklük işkence görmüş, katledilmiş, yerinden yurdundan edilmişti. 13 Kasım 1944’te Ahıska’nın Uravel Köyünden 13 yaşında sürgüne gönderilen Ahmet Naymanoğlu’nun şu dizeleri yaşanan acıları adeta satırlara dökmüştür: Bindokuzyüzkırkdördüncü senesi, Elimin elinden kesildi sesi, Ahıska’nın çıktı ahır nefesi, Koç ayında, (yani Kasım ayında), kılındı cenazesi. Türk milletinin farklı coğrafyalarda milyonlarca nefer ve ferdi vardır. Çok şükür ne ölmekle biteriz, ne de kırılmakla tükeniriz. Biliriz ki, adamak kolay, ödemek güçtür. Ve adağımızın gereğini gerekirse canımızla yaparız. Türk milliyetçileri olarak Türk milletinin geçmişini düşündüğümüz kadar geleceğini de planlamalıyız. Türklüğün binbir güçlükle yaşayıp ızdırap çektiği coğrafyaları hafızalarımızdan çıkarmadan önümüze bakmalı, son yurdumuzu korkusuzca savunmalıyız. Başkaları düşünmüyor, sorumluluk almıyormuş, bu bizi ilgilendirmeyecektir. Fedakarlıksa istenen, sonuna kadar biz varız. Cesaretse aranan, el hak biz buradayız. Anayasa konusunda inisiyatif almamız, fiili dağınıklık ve çarpıklığı çözme irademiz; biliniz ki, yalnızca Türkiye ve Türk milletinin geleceğini kurtarmak içindir. Hukuksuz bir devlet olmaz. Hukuk yoksa demokrasi ve devlet askıda ve raftadır. Türkiye’nin adım adım feci akıbete doğru ilerlemesini istemiyorsak devreye girmeli, tedbir almalıyız. Uzlaşalım, konuşalım, ülke ve millet için çıkar bir yol bulalım. Türk milletinin muhtemel acı ve kayıplarına ortak akıl ve milli bir şuurla engel olalım, dahası olmak zorundayız. Bizim meselemiz, kimin ne olacağı değildir. Bizim meselemiz, kimin hangi makam ve statüye kavuşmayı hedeflediği hiç değildir. Bildiğiniz gibi, geçen hafta, Başbakan Binali Yıldırım ile yaptığımız görüşme verimli geçmiştir. Bizimle paylaştıkları anayasa değişikliği konusundaki düşüncelerini makul ve müspet bulduğumuzu açıklamıştım. Biz bir yol gösteriyoruz, milletimizin ağrıyan başına şifa olalım istiyoruz ve yaklaşan tehlikeleri hissedip şimdiden öngörüyoruz. 15 Temmuz’dan sonra bambaşka bir Türkiye vardır. Ağa girdikten sonra aklı başına gelen balık gibi olmayalım, iş işten geçtikten sonra ah vah etmeyelim, nitekim bugünden, henüz vakit varken Türkiye’nin önünü açalım. Anayasa değişikliğiyle ilgili çalışmalar sonlandıktan sonra, gerekirse milletimizden görüş almaktan çekinmeyelim, bundan korkmayalım. Türk milliyetçileri, 1944 Ahıska Türklüğünün acılarını hala yüreklerinde duymaktadır. Kırım’dan Hocalı’ya, Türkmenelinden Doğu Türkistan’a, Belene Kampından, Balkan Dağlarından Sibirya bozkırlarına ve Ortadoğu’ya kadar nerede milletimizin bir evladı varsa derdiyle dertlenmek, sevdalarıyla sevinmek bize has, bize yakışan bir asalettir. Çünkü biz tarihe, ecdada, şehitlere karşı sorumluyuz, duyarlıyız, Türklüğün nerede olursa olsun, tekrar felaketlere batmaması için mücadelemizi sürdürmeye kararlıyız. Son yurdumuzun üzerinde kara ve kâbus bulutları dolaşıyor. Bunu görmek durumundayız. Devlet çarkı ağır aksak dönüyor, yönetimdeki fiili sakatlık bir tek kişiyi sivriltmekle kalmıyor, geleceğimizi de rehin altına alıyor. Türk milleti 15 Temmuz FETÖ kalkışması gibi rezil bir ihanete nadir şahit olmuştur. Gayemiz bu tip düşmanlıkların tekrarına mani olmaktır. İstiklalimiz, iktidar ve imtiyaz kaybetme korkusuyla değil, kucaklaşma, dayanışma, ortak değer ve milli gerçeklerde buluşmayla teminat altına alınacaktır. Bu nedenle, Türk siyaseti ucuz hesap yapmadan, çatışma ve çekişmeye kapılmadan Türkiye’nin ana meselelerine çözüm getirmeye mecburdur. Boş çuvalın ayakta durmayacağını, böyle gelse de, böyle gitmeyeceğini herkes anlamalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, daha önce açıkladığı anayasal kapsamdaki kırmızıçizgilerine, ilke ve esaslarına bağlı olmak şartıyla, milleti ve ülkesi için her olumlu, her anlamlı teşebbüse zaten vardır ve çoktan hazırdır. Aklımıza geleni işlemiyoruz, her ağacı taşlamıyoruz; yalnızca Türkiye rahatlasın, huzur bulsun, devlet ebed müddet ruhu yaşasın diyoruz. AKP’nin anayasa hazırlık metni tarafımıza resmen iletilmiştir. Parti olarak, söz konusu metin üzerindeki çalışmalarımızı çok dikkatli, çok detaylı ve kılı kırk yaran bir değerlendirmeyle yapıyoruz. Katıldığımız ve katılmadığımız maddeleri tek tek belirliyoruz. Ardından partiler arasında kurulacak bir komisyonda üzerinde mutabık kaldığımız değişiklik önerilerini süratle ve en kısa sürede Meclis Genel Kurulu’na getirmeyi umuyor ve bunu amaçlıyoruz. Sonrası TBMM’nin ve milletimizin muazzam iradesine kalmıştır. Bu süreçte CHP naz etmemeli, kapris yapmamalı, geri durmamalıdır. Başbakan’a kapıları açıksa, ki öyle söylüyorlar, teklifi bir de biz görelim diyorlarsa, buyursunlar, kafa kafaya verelim, el ele, omuz omuza, gönül gönüle fiili açmazı giderelim, milletimizin sorunlarına beraberce eğilelim. Gelin Türkiye’yi kamburlarından birlikte kurtaralım. Gelin Türk milletinin asıl gündemine odaklanmak için karşımızdaki engelleri birer birer yıkalım, barikatları teker teker aşalım. İstersek, önyargısız bir araya gelirsek başaracağımızdan katiyen şüphem yoktur. Sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|