Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 29 Kasım 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
29 Kasım 2016


Çok Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Misafirler,

Basımızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bugünkü toplantımızda iç ve dış gelişmelerle ilgili yapmayı düşündüğüm değerlendirmelere geçmeden evvel, İstanbul Bayrampaşa Baltaş Kilimciler Sanayi Sitesi’nde geçim ve hayat mücadelesi veren kardeşlerimle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

Mezkûr Sanayi Sitesi’nde 590 işyeri vardır.

22 Kasım Salı günü, bunların 126’sı nedeni henüz belirlenemeyen bir yangından dolayı kullanılamayacak hale gelmiştir.

Ayrıca 300 işyeri hasar almış, 47 araç da yanmıştır.

Yangından toplamda 25 bin metrekarelik bir alan olumsuz etkilenmiştir.

Bayrampaşa’daki yangın ilçedeki Kocatepe Mahallesi’ni neredeyse tümden tesir altına almıştır.

Esnaflarımız dükkânlarını açamamıştır.

Yangın sonucunda ortaya çıkan duman her yeri kaplamıştır.

Bundan dolayı okullar tatil edilmiş, çocuklarımız gaz maskesi takmışlardır.

Baltaş Kilimciler Sanayi Site esnafları mağdurdur.

Şikâyet ve taleplerinin duyulmamasından yakınmaktadır.

Dilek ve temennimiz, yangın afetinden zarar gören kardeşlerimizin ihtiyaçlarının hükümet tarafından derhal karşılanmasıdır.

Bayrampaşa’da çıkan yangından duyduğumuz üzüntüyü belirtiyor, felaketzede kardeşlerimin her daim sorunlarının yakından takipçisi olacağımızı dile getiriyor, hepsine sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Ülke olarak sıkıntılarla perçinlenmiş, ağır sorunlarla pekişmiş bir dönemden geçiyoruz.

Meselelerimiz birikiyor, biriktikçe yaygınlaşıyor, yaygınlaştıkça hareket alanımızı daraltıyor.

Sanki yarınsız bir hayatın bütün ağırlığını sırtımızda taşıyoruz.

Maalesef bu ıstırap verici hal her insanımızın yüzünden açıkça okunmaktadır.

Önümüzü görebilmemiz, geleceğimizi kurtarabilmemiz, milli birlik ve beraberlik hukukunu emniyete almamız için hem sorumlu davranmalı hem de istismar ve hamaset tuzağından uzak durmamız mecburiyet halini almıştır.

Ülkemiz birçok cepheden saldırıya uğrayıp, siyasi ve ekonomik operasyonlar birbirini kovalarken dağınıklığa engel olmak, anlaşmazlık ve kör dövüşüne set çekmek her vatan evladının öncelikli görevidir.

Türkiye’nin tükenişini projelendirip bunun için faaliyet içinde olanlara göz açtırmamak, fırsat vermemek, buyur etmemek geldiğimiz bu aşamada tarihi bir yükümlülüktür.

Milliyetçi Hareket Partisi bu yükümlülüğün icaplarını sabır, akıl ve yüksek bir inanmışlıkla yerine getirmektedir.

Düşmanları güldürmeyeceğiz, hainleri sevindirmeyeceğiz.

Hedeflerimizden vazgeçmeyeceğiz, ülkülerimizden dönmeyeceğiz.

Ve Türkiye’nin sahipsiz, kimsesiz, çaresiz olmadığını felaket kurgusu yapan çürümüş çevrelere; her seviyede, her şekilde göstereceğiz.

Milliyetçi Hareket Partisi varken, Türkiye’yi ayağa düşürmeye, hor ve hakir görüp tarihin harabelerine yollamaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Zalimler Türk milletini hafife almanın bedelini dün ödediler. Lüzumu halinde yine ödeyeceklerdir.

15 Temmuz FETÖ ihanetiyle ülkemizi teslim almak isteyen alçaklar, başarısız olunca bu defa sinsi yöntem ve hamleleri devreye aldılar.

Aslında bu ülkemizin yabancısı olmadığı karşı bir harekâttır.

Özellikle ekonomik dengelerle oynanarak, kur üzerinde baskı kurularak, sıcak para kozu kullanılarak Türkiye köşeye sıkıştırılmak istenmektedir.

Darbe teşebbüsünün püskürtülmesiyle hevesleri kursaklarında kalan hıyanet ittifakı, ekonomide kriz havası oluşturmak, milletimizin mahvını sağlamak için son günlerde nabız yoklamakta, hava koklamaktadır.

Biz bunun bir benzerini 2000 ve 2001 yıllarında da yaşamıştık.

Hatırlarsanız, Türk milletine mali ve ekonomik savaş açılmıştı.

Bir gecede faiz ve döviz ne yazık ki fırlamış, tüm makroekonomik parametreler bozulmuştu.

Türkiye, Neoliberal kriz havarilerinin ablukasına alınmıştı.

Türkiye’nin büyümesini, kendi ayakları üzerinde durmasını, milli uyanışını çekemeyen, bundan ileri derecede rahatsız olan kaos mimarları ekonomideki fay hatlarını çatlamışlardı.

Bu durum yıllarca haksız yere aleyhimize kullanıldı.

Yaşanan ekonomik kriz yıllardır peşimizi bırakmadı, siyasi muhataplarımız tarafından sürekli istismar edildi.

Türkiye’nin bağımsız ve dik duruşundan ürperen sıcak para lobisi ve arkasındaki güçler, ekonomik kriz yoluyla ülkemizi terbiye etmeye, bölgesel ve küresel ilişkilerde tavizler vermeye zorladı.

Aynı oyun, aynı tertip, aynı tezgah şimdi yeniden tedavüldedir.

Dün bizi acımasızca eleştirenlere, kriz fırsatçılığı yapıp planlı siyasi tasarımın içinde olanlara bugün milli, duyarlı ve ahlaki bir siyasi üslupla yaklaşıyoruz.

Ve diyoruz ki, krizden medet ummak, kurulan ekonomik tuzaklarda yabancıların lehine işbirlikçilik yapmak millete husumet, Türkiye’ye ihanettir.

Hükümet kaybetsin de, nasıl kaybederse kaybetsin mantığı içinde değiliz, hiç de olmadık. Çünkü biz Türk milliyetçisiyiz.

Döviz fiyatı tırmanıp ücret, maaş ve gelirler eriyorken elimizi ovuşturmaz, hissemize ne düşer diye bakmayız.

Biz Türk milletinin safındayız ve krizlere, ekonomik saldırılara karşı aynı cephede, aynı mevzideyiz.

Milliyetçi Hareket Partisi, onurlu ve ahlaklı bir kaybı, onursuz ve haysiyetsiz bir kazançtan her zaman önde tutmuş, bundan sonra da tutmaya devam edecektir.

Bizi diğerlerinden ayıran asıl müessir vasıflardan birisi de budur.

Kolayını tercih edebilir, Türkiye ekonomisinin kötürüm ve kahredici tablosundan dolayı hükümeti en ağır şekilde tenkit edebilirdik.

O zaman, tıpkı 2000-2001 ve devamı yıllarda görüldüğü gibi, siyasi muhataplarımızın durumuna düşer, ülkemizin sırtına bir yük de biz bindirirdik.

Bunu yapamayız, yapmayacağız.

Elbette ekonomi alarm vermektedir. Mutlaka tedbir almak lazımdır.

24 Kasım’da, Merkez Bankası dövizdeki artışa karşı üçayaklı bir strateji geliştirmiştir.

Bunlardan ilki, döviz hesaplarına uygulanan zorunlu karşılıklar düşürülerek piyasaya 1,5 milyar dolarlık döviz girişi sağlanmasıdır.

İkincisi, ihracatçılara kullandırılan reeskont kredilerinin geri ödenmesinde vade uzatımı veya döviz yerine TL ile ödeme imkanı getirilmesidir.

Üçüncü olarak da, beklendiği gibi faiz artışıdır.

Bu kapsamda, faiz koridorunun üst sınırı, yani Merkez Bankası’nın gecelik borç verme faizi 0,25 puan artırılarak yüzde 8,50’ye çıkarılmıştır.

Yüzde 7,50 ile haftalık olarak verilen paranın faizi yüzde 8’e yükseltilmiştir.

Merkez Bankası efektif olarak 25-30 baz puan arasında bir faiz artışına imza atmıştır.

Hükümet çevrelerinin faiz indirilmesiyle ilgili görüşleri sıklıkla gündemdeyken Merkez Bankası’nın zorunlu olarak faiz silahına sarılması Avrupa Parlamentosu’nun kararıyla ters tepmiş, dövizi durduramamıştır.

Faiz artışıyla birlikte hız kesmeyen kur artışı, enflasyonu da tetikleyecektir.

Açıkçası Türkiye ekonomisi darboğaza düşmüştür.

Korkumuz odur ki, kur-faiz-enflasyon döngüsü birbirini besleyerek, birbirini teşvik ederek milletimizi derinden yaralayacak, ekonomiyi rehin altına alacaktır.

İç siyasetteki dengesizliklere eş zamanlı olarak, uluslararası ilişkilerdeki gelgitler dövizin tansiyonunu canlı tutmakla kalmayıp, risk ve belirsizlikleri de yoğunlaştırmaktadır.

Şunu önemle ifade etmek isterim ki, dövizdeki yükselişi tek başına küresel gelişmelerle ilişkilendirmek doğru değildir.

Daha fazla demokrasi, daha çok hukuk, daha çok bireysel hak ve özgürlük diyerek ekonomik vurgun peşinde koşanlara, dövizden yağma hesabı yapanlara engel olabiliriz.

Türkiye ekonomisinin gerek duyduğu yapısal reform ihtiyaçlarını eksiksiz hayata geçirerek kriz severleri şaşkına çevirebiliriz.

Aksi halde durum gittikçe kötüleşecektir.

Milletimiz zam ve vergi artışlarına direne direne güçlükle ayakta durmaktadır.

İşte otomobil fiyatlarına yapılan fahiş ÖTV zamları bunun en yakın ve canlı kanıtıdır.

Maliye Bakanı, ÖTV artışlarının bütçeye 3 milyar lira ilave gelir temin edeceğini söylerken, gelin görün açın koynunda ekmek durmamaktadır.

Vatandaşlarımızın elinde yok avucunda yoktur.

Merhum Orhan Veli’nin dediği gibi;

Cep delik, cepken delik,

Kol delik, mintan delik,

Yen delik, kaftan deliktir.

Anlayacağınız refah delik deşiktir.

Aç yatıp aç kalkanlara dövizlerini bozdurunuz demek, bir defa mağdur ve mazlum insanlarımızla alay etmektir.

Türkiye ekonomisindeki yamalar sökülmekte, dikişler patlamaktadır.

Bir zahmet, dövizdeki artıştan istifade eden, banka hesabı kabarmış kaymak tabaka, ülkesi ve milleti için irade gösterip fedakarlık yapsın.

Bir zahmet, bankalar daha az kâr etsin.

Milli gelir pastasından aslan payını alanlar, Türkiye’nin böylesi döneminde ben de varım desinler ve harekete geçsinler.

Şüphe yok ki, ekonomik alaboranın külfetini vatandaşlarımızın sırtına yüklemek haksızlık ve hadsizliktir.

Bu aziz millet ne zaman feraha ve rahatlığa kavuşacaktır?

Hani tüm dünya biz kıskanıyor, herkes bize gıptayla bakıyordu?

Hani 14 yılda üç Türkiye olmuş, güven ve istikrar adasına dönmüştük?

Çiftçiye halini sorsak, boş mazot varillerini, ipotekli traktörünü, para etmeyen mahsulünü, ödenmemiş borç senetlerini göstermektedir.

Esnafa durum nasıl diye seslensek, kira borcunu, dönmeyen çeklerini, siftahsız günlerini hatırlatmaktadır.

Emekli desek, nerede intibak, nerede banka promosyonu, nerede insanca yaşam diye feryat-figan etmektedir.

Memur ve işçi ise yine dert küpüdür.

İşsizlik fren tutmamaktadır.

Yoksulluk engel tanımamaktadır.

Yabancı varlıkların milli gelire oranı yüzde 80’i aşmıştır.

2014’de 51 milyar dolar, 2015’de 37 milyar dolar olan sermaye girişi, gittikçe azalmakta, suyunu çekmekte, cari açığın finansmanı alarm vermektedir.

Reel sektörün 200 milyar doları aşan dış borcu korku salmaktadır.

Ülkemizi ziyaret eden turist sayısı bu Eylül ayında, geçen yıla göre yüzde 32,84 oranında azalmıştır.

Satılan mallar üzerinden alınan vergide Ekim ayı itibariyle görülen yüzde 27,3’lik azalma durgunluk belirtisidir.

Türkiye ekonomisi yıprandıkça yalnızlaşmakta, yalnızlaştıkça itibarından ve güvenilirliğinden olmaktadır.

Sorunlar ağırdır. Saklamaya, gizlemeye gerek yoktur.

Ve ekonomideki sorunlar hepimizi ilgilendirmektedir.

Ortak ve milli bir akılla her müşkül aşılabilecektir.

Türkiye ekonomisinin kırılgan bünyesini tedavi etmek, hep birlikte fedakarlık şemsiyesi altına girmek önümüzdeki tek seçenektir.

Orta ve uzun vadeli siyasi kaygıların, ekonomik mahiyetli kısa süreli taktik ve ekonomik adımları söndürdüğü görülmektedir.

Küresel sermaye Türkiye’nin siyasal barometresine odaklanmış, spekülatörler ortamı kızıştırmış, ekonomik güvenlik ağır yara almıştır.

Elbette pes etmeyeceğiz, etmemeliyiz.

Özellikle Türk lirasının kullanım alanını, tıpkı ülke içinde yapılacak sözleşmelerde olduğu gibi, genişletmeli, milli paramızın namusunu müdafaa etmeliyiz.

Para bir ülkenin itibarı, siyasi ve ekonomik gücünün alametifarikasıdır.

Türk lirası Türk milletinin direnci, dirayetinin ölçüsüdür.

Hükümet Türk lirasının güçlenmesi maksadıyla aldığı karar ve tedbirleri daha da derinleştirmelidir.

İş ve yatırım yapan, istihdam üreten, sabah ezanıyla birlikte nafakasını arayan girişimcilerimiz muhakkak desteklenmeli, bugünkü tekin olmayan süreçten el birliğiyle kurtulmalıyız.

İman ettik ki, ağılda oğlak doğsa ovada otu bitecektir.

Rızkı veren; faizciler, rantiyeciler, kriz çığırtkanları, para babaları, sermaye ağaları değil; bir tek Allah’tır.

Ama kesemizden çıkmasına, damarımızdan akmasına artık yeter diyoruz.

Bu kısır döngünün bitmesini yürekten istiyoruz.

Kararlı durursak, sabırlı olursak, hep birlikte bir millet, hep beraber bir devlet olduğumuzu unutmazsak; nasibimizi aşırmaya, ekmeğimizi çalmaya, helal lokmamızı gasp etmeye hiç kimse cesaret edemeyecektir.

Bal olan yerde sinek de eksik olmayacaktır. Bu açıktır.

Bize düşen sineklerden yakınmak değil, hepsini birden kovmak, üredikleri bataklıkla birlikte kurutmaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Terörizmle mücadele çok boyutlu icra edilmektedir.

Türkiye milli bekasını korumak için bütün milli güç unsurlarını seferber etmektedir.

Ülke topraklarıyla birlikte sınır ötesinde süren askeri operasyonlarımız yalnızca ve yalnızca milli güvenliğimizi sağlamaya dönüktür.

Ve kesinlikle ara verilmeden devam ettirilmelidir.

Ancak terörizmle girdiğimiz yoğun mücadelede acı verici şehadet haberleri de peş peşe gelmektedir.

Türk milleti varlığını ve egemenlik haklarını savunurken ağır bedeller ödemektedir.

23 Kasım 2016 Çarşamba gününden bugüne kadar, beşi El Bab operasyonunda olmak üzere; oniki fidanımızı, oniki kahramanımızı, oniki ana kuzusunu şehit verdik.

Milletçe bir kez daha yandık, yeniden kavrulduk.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına, milletimize sabır ve başsağlığı niyaz ediyorum.

Halen tedavi altında bulunan evlatlarımızın bir an evvel şifa bulmalarını diliyorum.

Terörle mücadele Türkiye için geri dönüşü olmayan, ihmal ve dikkatsizliğe asla gelmeyecek bir süreçtir.

Bu süreçte ya istiklal ya ölüm demekten başka seçeneğimiz yoktur.

Mücadelemiz gerekirse, Türk milletinin son ferdine kadar devam etmelidir ve inşallah da edecektir.

Karşımızda sadece eli ve vicdanı kanlı teröristler yoktur.

Karşımızda yalnızca terör örgütleri de yoktur.

Yedi düvel tekrar zincirlerinden boşanmış, tekrar silah ve bomba başı yapmış; kiralık örgütler aracılığıyla Türkiye’ye fitne okları fırlatmaktadır.

Özgürlük şarlatanları, sömürgecilik markaları besiye çektikleri teröristleri üzerimize salmakta; sonra da dönüp niye karşı çıkıyorsunuz demektedir.

Sahte demokrasi bekçileri, sanal insan hakları savunucuları, canileri silahlandırıp kışkırtarak Türkiye’ye karşı kullanmakta, arkasından da hak-hukuk uyarısı yapacak kadar yüzsüzleşmektedir.

Terörle mücadeleyi batıya rağmen sürdürmeliyiz.

Boyunlarında efendilerinin tasma izi bulunan teröristleri her neredelerse, hangi delikte saklanıyorlarsa araya araya bulup tümden imha etmeliyiz.

Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devlettir.

Bağımsızlığımızda gözü olan varsa, o gözleri çıkarmasını biliriz, kirli elleriyle içimizi karıştırmaya kalkan olursa, ki vardır, o elleri heyecanla kırarız.

Sömürgeciliğin üzerine oturmuş devletlerden, mazisi katliam, şiddet ve vicdansızlık olan ülkelerden öğrenecek hiçbir şeyimiz yoktur.

Türkiye meşru müdafaasını yapmaktadır.

Türkiye devlet olmaktan kaynaklanan hak ve tarihsel çıkarlarını can pahasına savunmaktadır.

Bundan hoşlanmayan varsa, kendi meselesidir. Bizi bağlamayacak, bildiğimizi ve inandığımızı uygulamaktan vazgeçiremeyecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Komşu coğrafyalar allak bullaktır.

Irak parlamentosu Haşdi Şabi’ye meşruiyet atfederek devlet adına kuvvet kullanma yetkisi vermiştir.

Bu örgüt PKK’yla ittifak halinde, Türkmen kenti Telafer’in kapısına dayanmıştır.

Sincar Dağı yeni bir Kandil olarak sivrilmektedir.

PKK, Tuzhurmatu’daki Murtaza Ali Dağı’na namertçe adını yazmıştır.

Bölge her şeye gebedir.

Ve teröristler çevremizde kol gezmektedir.

Türkiye, 24 Ağustos’tan bu tarafa, yani 98 gündür, Fırat Kalkanı Harekâtını sürdürmektedir.

Bu askeri hareket süresince 18 vatan evladımız şehit olmuştur.

Daha ne kadar şehit geleceği belli değildir.

Türkiye sınır güvenliğini sağlamak için Suriye’dedir.

Terör örgütlerini kaynağında yok etmek, tehdit ve tehlikeleri odağında etkisiz hale getirmek için olağanüstü bir çaba sarfedilmektedir ve biz dualarımızla Mehmetçiğin arkasındayız.

Görülüyor ki, Fırat Kalkanı Harekatı El Bab’ta yoğunlaşmıştır.

24 Kasım’da, bir tankımız havadan hedef alınmış, dört askerimiz şehit düşmüş, dokuzu da yaralanmıştır.

Rusya, Türk askerine ateş açan savaş uçaklarının kendilerine ait olmadığını açıklamıştır.

Türk Silahlı Kuvvetleri ise katil uçakların Suriye rejim güçlerine ait olduğunu değerlendirmiştir.

22 Ekim’de El Bab’ın doğusunda kıpırdanan PYD-YPG’lileri vurmamız, ardından Suriye’nin hava savunma sistemlerini aktive etmesiyle yaptığımız operasyonlar durmuştu.

9 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin arasında Petersburg’da yapılan görüşmenin olumlu havası mola vermişti.

Genelkurmay Başkanı ve berberindeki heyetin Rusya ziyaretinde, bu ülkeyle varılan anlaşmaya binaen 12 Kasım’da terörist hedeflere Türk savaş uçaklarının operasyonu yeniden başlamıştı.

Hava desteği sayesinde, karadan ilerleyen TSK ve Özgür Suriye Ordusu unsurları El Bab’ın iki kilometre yakına kadar ulaşmışlardır.

Buradan IŞİD ateş altına alınmıştır.

El Bab’ın teröristlerden temizlenmesi için gerekli müdahale yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir.

Bunlar oluyorken, Esad ve PYD’de El Bab’ı ele geçirme amacındadır.

Bu maksatla Türkiye’nin önü kesilmeye çalışılmaktadır.

El Bab stratejik bir yol ağzı, kavşak noktasıdır.

Türk vatanının; Halep ve Şam’a açılan kapısıdır.

El Bab’ın kontrol ve denetim altına alınması bölgesel denklemin yeniden kurulması demektir.

Bu nedenle herkesin gözü Halep’e bağlı bu şehirdedir.

Türkiye’nin, Çobanbey-Cerablus hattından güneye 40-50 kilometrederinliğinde bir güvenli bölge oluşturmasında en önemli eşik El Bab’tır.

Eğer El Bab alınırsa, hemen peşinden Arime ve Menbiç sırayı alacak, bilhassa PYD-YPG’ye ağır bir darbe vurulacaktır.

Bu aynı zamanda Suriye topraklarının terör örgütlerinden temizlenmesi anlamına gelecektir.

Elbette Suriye’nin güneyine inmek tehlikelerle doludur.

En başta TSK’nın Suriye ordusuyla sıcak teması muhtemel ve mümkündür.

Bu durum ise iki ülkenin savaşma riskini ortaya çıkaracaktır.

Suriye’nin saldırı ve provokasyonları yanan ateşe benzin dökmektedir.

Türkiye’nin asıl amacı Suriye’yle askeri rekabet ve çatışma yaratmak değildir, olmamalıdır.

Bu ülkenin toprak bütünlüğüne saygı ve riayet asıldır.

Türkiye’nin güvenliği için terör örgütleriyle mücadele edilmektedir.

Bunu herkes görmeli ve idrak etmelidir.

Hiç gereği yok iken, Suriye’yle savaşa tutuşmak önceden kestirilmesi imkansız olan devasa badire ve belalara yol açabilecektir.

Putin yönetimi hem nalına hem mıhına vurarak sözüm ona arada durmakta, uzlaştırıcı ve yatıştırıcı rol takınmaktadır.

Bu esnada İran faktörü de yabana atılmamalıdır.

Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında, El Bab’ın denge noktası olduğu bellidir.

Esasen Şam yönetimi, El Bab’ın kullanılarak Halep’e giden yolların açılacağını hesaplamaktadır.

Nitekim Esad Halep’te katliam yapmaktadır.

Rusya’yla birlikte bu kentteki direnişi kırmak istemektedir.

Zorbalık ve cinayet Halep’i kavramıştır.

Son günlerde, Halep’in doğusunda düzenlenen saldırılarda 600’ü aşkın masum katledilmiş, 300 bin sivil ise dar bir alana sıkıştırılmıştır.

Nitekim yeni bir göç tufanı an meselesidir.

Halep’te cinayet vardır, Halep’te azap ve işkence hâkimdir.

Ve Halep’in ölüme terk edilmesi, milli haysiyetimizin sukutu, tarihimize yüz çevirmek demektir.

El Bab giderse, Halep’in tehlikeye gireceğini planlayan Esad, bir yandan Türkiye’nin sabrını test etmektedir.

Diğer yandan terör örgütlerine el altından destek çıkmaktadır.

Türkiye için yegâne seçenek El Bab’ın terörizmden arındırılmasıdır.

Başladığımızı bitirmekten başka yolumuz kalmamıştır.

Moskova yönetimine düşen de, Esad’ı frenlemek, çılgınlıktan alıkoymak, diyalog atmosferini bozmamaktadır.

24 Kasım saldırısının müsebbipleri, yani katiller her kim ya da kimlerse Türkiye’ye teslim edilmelidir.

Şehitlerimizin kanının yerde kalmaması için bu şarttır.

El Bab’ın mücavir alanlarında eller tetikte, sinirler gergindir.

Bir kıvılcım Türkiye-Suriye arasındaki gerilimi daha da şiddetlendirecek, silahlı bir çatışmaya dönüştürecektir.

Bu ihtimali görerek soğukkanlı olmak durumundayız.

Panik içinde hareket etmeden askeri ve diplomatik imkanları eşgüdüm halinde kullanmalıyız.

Bunun yanında zalimlere tamam dememeli, tamah etmemeliyiz.

ABD’nin yeni seçilmiş başkanı Suriye politikasında güçlü değişikler yapacağını ifade etmiş, güvenli bölge tasavvuruna olumlu yaklaştığını açıklamıştır.

Ne var ki, Esadla bir süre daha devam edilmesinden yana olduğunu da saklamamıştır.

Fırat Kalkanı Harekâtıyla terörizmin belini kırmak Türkiye için altın fırsattır. Bu fırsatı tepmemiz akıl ve mantık işi değildir.

Güney sınırlarımız boyunca çizilmek istenen ihanet ve melanet haritalara izin verilmemeli, terör koridoru olarak düşünülen alanlar teröristlere sadece mezar yapılmalıdır.

Tarih boyunca kahraman milletler, varlıklarını daima ya çilelerle, mihnetlerle yahut kanları ile ödeye gelmişlerdir.

Türk milleti gazidir, kahramandır, çileye katlanır, mihnete dayanır, tertemiz kanını kutlu varlığının istikbali için seve seve döker; ama bilinsin ki, hak bildiği yoldan dönmez, geleceğini ise asla pazarlık konusu yapmaz.

Herkes ayağını denk alsın; aziz milletimiz yeri geldiğinde pireyi gözünden, çakalı göğsünden vurmaktan korkmayacaktır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

24 Kasım’da Avrupa Parlamentosu yozlaşmış niyetini yeniden göstermiş, aldığı karar tarihe kara bir leke gibi kazınmıştır.

Avrupa zihniyeti Türk ve Türkiye düşmanlığını bir kez daha teyit etmiştir.

15 Temmuz’da Türkiye’yi duymayan, görmeyen, darbe teşebbüsüne tepki göstermeyen yanlı ve çarpık Avrupa zihniyeti, Türkiye’nin iç işlerine karışıp lafta yürüyen müzakerelerin dondurulması için tavsiye kararı almıştır.

3 Ekim 2005’te başlayan üyelik müzakereleri resmen değilse bile, fiilen kesintiye uğramıştır.

Avrupa Parlamentosu’nun sefil kararının hukuki bağlayıcılığı olmadığı gibi milletimiz nezdinde de hiçbir hükmü, hiçbir geçerliliği yoktur.

37’ye karşı 479 oyla alınan bu sakat karar Avrupa Birliği’nin yanlı, kasıtlı ve samimiyetsiz tavrını yeniden dışa vurmuştur.

Avrupa Parlamentosu’nun üyelik müzakerelerini sonlandırma veya dondurma yetkisi bulunmamakla birlikte, AB Konseyi ve üye ülke yönetimlerine siyasi telkin niteliği vardır.

Aralık ayında toplanacak AB Konseyi, Parlamento’nun bu tavsiye kararını görüşecek ve kesin bir karara bağlayacaktır.

Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen tasarıda, ülkemizde 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan durum ve OHAL uygulaması eleştirilmiştir.

İdam cezasının yasalaşması halinde katılım sürecinin resmen askıya alınacağı vurgulanmıştır.

Bu bir tehdit ve korkutma teşebbüsüdür.

Avrupa Parlamentosu madem idam cezasını istemiyor, bunu ilişkilerin sonlandırılması için bahane görüyor; o zaman yarından tezi yok, AKP idam cezasıyla ilgili kanun teklifini TBMM’ne taşımalıdır.

El mi yaman bey mi yaman muhataplarına gösterelim, hepsini birden yıldırım vurmuşa çevirelim.

Türkiye’nin kukla devlet olmadığını, onun bunun icazet ve iznine tabi bulunmadığını karşımızda sıra sıra dizilmiş yaşlı kıta temsilcilerine ispat edelim.

Avrupa Parlamentosu OHAL’i eleştirirken hiç utanmıyor.

Merak ediyoruz, aynı dozdaki eleştiriyi Fransa’ya yapmak söz konusu Parlamento’nun aklından geçmiş midir?

15 Temmuz’da, Ankara suikasta uğradı, çatısı altında olmaktan iftihar ettiğimiz Gazi Meclis’e kurşunlar, bombalar yağmur gibi yağdı.

Avrupa Parlamentosu ne konuşuyor, kime ne anlatmaya çalışıyor?

Allah etmesin, vatan işgal mi edilseydi?

Türkiye iç savaşa mı girseydi?

Ne yapacaktık, Haçlı kafilesinin son kalıntılarına bu toprakları mı çiğnetecektik?

Bu ne utanmazlıktır?

Bu ne aymazlık, bu ne şuursuzluktur?

AB, 53 yıldır bizi oyalıyor.

Üstelik PKK, FETÖ, DHKP-C gibi zehirli ve nifak saçan terör örgütlerine zırh oluyor, itirazlarımıza rağmen onları pışpışlıyor.

AB, sudan bahanelerle elimizi tutup, Türkiye’yi hizaya sokmak için durum kolluyor.

Müslüman Türk olmaktan vazgeçseydik çoktan AB’ye kabulümüz tescillenmişti.

Yorgan gitti kavga bitti deseydik mesele yoktu.

Terör örgütlerine vatanı peşkeş çekip teröristleri omuzlarda gezdirseydik övgülerden başımızı dahi kaldıramazdık.

AB müzakerelerinin ne tadı ne de tuzu kalmıştır.

Türk milleti, bizzat Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi, kendi yolunu çizecek kudrettedir.

Türkiye, AB karşısındaki tutumuyla yerden göğe kadar haklıdır.

AP’nin kararı Kapıkule’den giremeyeceğine göre, şartlar oluşursa bizim de kapıları açıp gelen gelir, giden gider demek en doğal hakkımızdır.

Suriyeli mültecileri tehdit vasıtası kullanmak elbette çok insani ve adil değildir.

Ensar olmanın vakarına bu yakışmayacaktır.

Ancak insanların seyahat özgürlüğünü engellemenin de hiçbir manası olmayacaktır.

Bırakalım giden gitsin.

Gidenler sağ biz selamet diyelim.

Türkiye, Avrupa’nın bekçisi, toplama kampı değildir.

İrademiz vardır, egemenlik haklarımız vardır, hükmü şahsiyetimiz vardır, bir devlet aklı, kadim ve tarihi bir tecrübemiz vardır.

İhracat ve ithalatta ana partnerimiz olan AB’yle şu anda ilişkiler dibe vurmuşsa, bunun sorumluluğu Türkiye’ye ait değildir.

Biz Ankara’da havai fişeklerle adaylık müzakerelerinin başlaması kutlanırken de temkinliydik.

Biz, AKP’nin, AB’nin peşine takıldığı dönemlerde de iktidarı uyarıyor, gelişmelere ihtiyatlı ve uyanık bakıyorduk.

Avrupa kaderimiz değildir.

Bizi onurlu ve eşit bir üye olarak kabul edip hazmedeceklerse diyeceğimiz bir şey doğaldır ki olmayacaktır.

İmtiyazlı ortaklık ucubesine ise karnımız toktur.

Bu kadar kaotik ve sorunlu bir ortamda, bir Alman şirketinin yanısıra, Avusturya Parlamentosu’nun Türkiye’ye silah ambargosu kararı tam bir utanç vesikasıdır.

Bu ambargonun gerekçesinde diyorlar ki, Türkiye bu silahları muhaliflerine kullanabilir.

Muhalifler kimdir?

Hitler’in anavatanı neyi kast etmektedir?

Eğer terör örgütleri muhalif olarak görülüyorsa, Avusturya’nın terörizmin beşiğini sallayan ülkelerden birisi olduğu net bir şekilde belgelenecektir.

Anlaşılan at sırtında Viyana’ya kadar gidişimizin sarsıntı ve karın ağrısı hala atlatılabilmiş değildir.

Tüm bunlar olurken, AB’nin karşısına alternatif olarak Şanghay İşbirliğini Örgütünü çıkarmak, bununla dengelemek klasik ve eski bir taktiktir.

Biz AB’ye muhtaç olmadığımız gibi Şangay meraklısı da değiliz.

Türk’üz, Türkçüyüz, Turan’ın sevda ve hedefindeyiz.

Ne Avrupa Birliği, ne Şangay İşbirliği, biz diyoruz ki sonuna kadar Türk birliği.

Niye tek millet iki devlet olduğumuz Azerbaycan’la ayrı duralım?

Niye sınır ve duvarları aramızdan kaldırmayalım?

Nüfusu 300 milyonu aşan Türk dünyasıyla soğuyan ilişkilerimizi neden canlandırmayalım?

Irak’tan Suriye’ye, Afganistan’dan Hindistan’a, İran’dan Asya stepleri ve Avrupa içlerine kadar her yerde Türklüğün cevher ve damarı vardır.

Hareket noktamız Çift Başlı Selçuklu Kartalı sembolüyle ruh ve anlam kazanacaktır.

Bir ayağı batıda, diğeri ayağı doğuda; bir başı batıya dönük, diğeri doğuya çevrik Çift Başlı Kartal ecdadımızın güç ve kudretinin simgesi, bizim de stratejik irademizdir.

Batıdan kopmayalım, doğuya sırt dönmeyelim.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesisini kendisine siyasi misyon belirlemiştir.

Bu misyonumuzun kökleri, Türk milletinin tarihi ve kültürel gerçeklerine dayanan ve geleceği kucaklayan bir anlayışın tezahürüdür.

İçe kapanmak yerine dışa açılmak, kültür ve medeniyet havzalarımıza tutunmak Türk milletinin geleceği açısından mecburiyettir.

Anadolu’nun merkez olduğu bir Türk medeniyeti huzurun adresi, kardeşlik ve dostluğun güvencesi, bölge ve dünya istikrarının yegâne seçeneğidir.

İşte bunun için Türk Birliği, bundan dolayı tüm Türklerin birleşmesi gayemiz, muradımız ve Türkiye için tarihi bir tercihtir.

Yel üfürdü, sel götürdü demeyelim, harekete geçelim.

Unutmayalım, baş sağlam oldukça börk her zaman bulunacaktır.

Sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.