Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Bu haftaki parti Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Konuşmamın hemen başında ifade etmeliyim ki, bizim için siyaset çıkar mücadelesi, çekişme alanı, çatışma sahası değildir, hiçbir zaman da böyle görmediğimiz açıktır. Milli ve ilkeli duruş, sabırlı ve sorumlu tavır, ahlak ve akıl dolu tutum siyasetimizin omurgasını teşkil edip, ana çatısını örmektedir. Bu yüzden Milliyetçi Hareket Partisi 48 yıl önce milletinin gövdesinden doğup on yıllar içinde eşsiz gönlünde taht kurmayı başarmıştır. Milliyetçi Hareket; kaostan geçim, krizden seçim yapan bir parti olmamıştır. Bizim Türk tarihine karşı ihmal edemeyeceğimiz sorumluluklarımız vardır. Bizim aziz ecdadımıza karşı ertelenmesi düşünülemeyecek vefa ve sadakat borcumuz da bilinmektedir. Ve bizim gelecek nesillere, geleceğin büyük Türk ülküsüne karşı şimdiden yapacaklarımız, yapmak zorunda olduğumuz görevlerimiz ortadadır. Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu coğrafyasında 94 yıl evvel kurtuluş destanını kanlarıyla yazan kahramanların fedakârlıklarıyla kurulmuştur. Aynı zamanda bekası ve ebediliği şehitlerimizce tescillenmiş son Türk devletidir. Türkiye Cumhuriyeti bizzat Türk milletinin iradesi ve emperyalizme meydan okuyan emsalsiz cesaretiyle tarih sahnesindeki yerini almıştır. Türkiye’nin hak ve hukukundan taviz vermek, Türklüğün şan ve şerefine leke düşürmek asla onaylamayacağımız bir çürümedir ki, bizim için böylesi bir şuursuzluk Cehennemin diğer ismidir. Çok şükür nesilden nesile omuzlarda taşınan, kalplerde bayraklaşan milli ve manevi emanetlerin ziyadesiyle bilincindeyiz. Hiçbir bedbahtın bize parmak sallamasına da tahammül edemeyiz. Hiçbir densiz ve aklını nifak seline kaptırmış şahsiyetsizden alacak, öğrenecek ve görecek bir şeyimiz de yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi her türlü kumpasa, her kirli oyuna rağmen hamd olsun diridir, dimdik ayaktadır. Direncimizi kırmak isteyenler çok bekleyecektir. Tarihi yürüyüşümüzü kesmek isteyen kervan yağmacıları korku şokunu atlatamadan bir kez daha arkalarına bakmadan kaçacaklardır. Her türlü bozguncu emel ve hedef duayla örülmüş manevi duvarlarımızı aşmaya çalışsa da, dün olduğu gibi yine kırılıp, dağılıp püskürtülmeye mahkûm olacaktır. Bilinsin ki, hain ve işbirlikçiler bu davayı aşamayacak, Türk-İslam ülküsünü alt edemeyeceklerdir. Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türkiye sevdasından, Türklüğe duyduğu derin bağlılıktan sonu ölüm de olsa, ödül de olsa asla ödün vermeyecektir. Önümüze engel çıkarıyorlarmış, yıkar geçeriz. Ayaklarımıza çelme takıyorlarmış, üzerinden atlar gideriz. Üzerimize iftira yağdırıyorlarmış, yüzlerine ayna tutup yolumuza devam ederiz. Karşımızda saf saf dizilip hareketimizi durduracaklarmış, alayını çiğner koşarız. Bozkurt destanına tilki masalıyla cevap yetiştirmeye çalışıyorlarmış, hepsini birden hem kovar hem de kovalar işimize bakarız. Ahlakını tüketmiş, fikren tükenmiş kim ya da kimler varsa bizimle boy ölçüşemez, bizimle aşık atamaz, Allah’ın izniyle bizim hızımıza yetişemez.
Değerli Milletvekilleri, Türkiye’nin tarihi temellerinden kopmadan, milli yeminlerinden ayrılmadan yenilenmiş bir sistem yapısıyla devamı artık şarttır ve bu demokrasinin rehberliğiyle sağlanmalıdır. Mazisi asırlara dayanan ve şimdilerde muhtaç olunan yenilenmiş bir uzlaşma, kucaklaşma ve dayanışma ruhuna acilen ihtiyaç hasıl olmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi’nin gaye ve çabası zaten bu yöndedir. Kaldı ki bize dönük ahlaksız suçlamaların, aleyhimize kurulmuş kutsal ittifakın amacı da milli mutabakat zeminini çökertmek, kucaklaşma hissiyatını sabote etmektir. Türkiye düşmanları bildik ve hepimizin malumu olduğu maşalarını iplerini gevşeterek ortalığa salmışlardır. Türk ve İslam’a nefret besleyen, kin bileyen, öfke duyan ne kadar hıyanet ve hamakat ehli varsa, iştah ve inkarla taarruzdadır. Sanıyorlar ki, başaracaklar. Sanıyorlar ki, Türkiye’nin sırtını yere getirecekler. Umuyorlar ki, Türk milliyetçiliğini karalayıp karanlık planlarını hayata geçirecekler. Ama bilmiyorlar ki, bunların küflü ve küfre hizmet eden şer tezgahlarını 80 milyon Tük vatandaşı başlarına geçirecektir. Türkiye’miz olağanüstü şart ve dönemdedir. Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında başlatılan El Bab kuşatması sonuç vermiş, kahramanlarımız insanüstü bir mücadeleyle bu kentin büyük bir bölümünde kontrolü sağlamışlardır. El Bab’ta şehit düşen toplam 68 evladımız milli yürekleri kavurmuştur. Bu vesileyle aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. IŞİD’in Rakka’dan sonra kritik merkezlerinden birisi El Bab’tır. Türkiye’nin El Bab’taki mevzi kazanımı, terörizmi odağında tesirsiz hale getirmek için önemlidir. Şimdi sırayı Rakka operasyonu almıştır. Ancak bu operasyonun kapsam, sınır, derinlik ve kimler tarafından icra edileceği henüz netleşmiş değildir. Konuyla ilgili görüşme ve temaslar yoğunlaşmıştır. ABD’nin istihbarat başkanından sonra genelkurmay başkanı da Türkiye’yi ziyaret etmiş, Türk mevkidaşıyla anlam veremesek de Adana İncirlik Üssü’nde buluşmuştur. İddia odur ki, buranın seçilmesi olası Rakka operasyonunda harekât merkezi olarak kullanılma ihtimalindendir. Hem Cumhurbaşkanı’nın ağzından, hem de diğer sivil ve askeri yetkililer kanalıyla Türkiye’nin PYD-YPG’yle ilgili kesin tavrının ABD’li muhataplarına iletilmesi olumlu ve isabetlidir. Bize göre bundan da dönülmemelidir. Türkiye’nin ABD’yle önümüzdeki Rakka operasyonuyla kapsamında ayrıntılı ve iki ayaklı bir taslak plan paylaştığı anlaşılmaktadır. Bu planlardan ilki, Özgür Suriye Ordusu güçlerinin Akçakale’nin karşısındaki Tel Abyad’dan girip PYD kontrolündeki bölgeden Rakka’ya yönelmesidir. Yani sınırlarımızdan Rakka’ya kadar 54 km’lik mesafenin sorunsuz aşılabilmesi için ABD’nin PYD’yi iknası lazımdır. İkinci olarak da, El Bab’tan Menbiç ve buradan Rakka’ya doğru harekettir. Bu 180 kilometrelik hattın zorlu coğrafi şartları içerdiği de bilinen bir gerçektir. Bu operasyonda YPG’nin yer alıp almayacağı ana ve asıl tartışma konularından birisidir. YPG’nin Rakka’ya koalisyon unsurlarından bağımsız olarak doğudan girmesi, Özgür Suriye Ordusu’nun da kuzeyden güneye doğru ilerlemesi ABD’nin talepleri arasındadır. Ancak Türkiye’nin hiçbir şart altında terör örgütü PYD-YPG’yle aynı çizgide olması düşünülemeyecektir. Başbakan’ın Münih Güvenlik Konferansı’ndayken ABD’yi kast ederek “prensipte anlaşırsak, Rakka’da doğrudan operasyona girmeyeceğiz, Türkiye taktik destek verecek, ÖSO milisleri önde, biz arkada olacağız.” ifadeleri konuya yeni bir boyut getirmiştir. Bize göre, gerekirse Fırat’ın doğusuna geçmeyen YPG’den Menbiç tamamen arındırılmalı, gerekirse Rakka’ya milli kudret yıldırım gibi inmelidir. Mesele Türkiye’nin savunulmasıdır. Türk devleti bu beka imtihanında geri adım atmadan, Rakka, Menbiç ve diğer terör üretim yerleri de dahil olmak üzere, milletimizin çelikten iradesini korkusuzca göstermelidir. Milliyetçi Hareket Partisi, askerinin, devletinin, hükümetinin şartsız yanında ve destekçisidir. Bu arada Rusya ve İran’ın izleyeceği politikalarda bölgesel zeminde titizlikle izlenmeli, işbirliği ve diyalog kanalları açık tutulmalıdır. Buna rağmen, Rusya’nın PYD-PKK’ya Moskova’da kucak açması, Mehmetçiklerimizi şehit edip sonra cılız bir özürle durumu idare etme kurnazlığı dikkatlerimizden kaçmamıştır. İşin bir başka püf noktası da, Moskova’daki bölücülük konferansına HDP’den milletvekillerinin de katılmış olmalarıdır. Ve bize göre bunun adı tamı tamamına vatana ihanettir. Rusya’nın Suriye ilgili hazırladığı anayasa taslağı, PYD için kültürel özerkliği masaya çıkarması, siyasal özerklik ve bölünmenin de fitilini tutuşturacaktır. Görüldüğü kadarıyla Astana ve Cenevre süreçlerine sekte vurma konusunda Rusya’nın heves içinde olması bize göre iyi niyetle okunamayacaktır.
Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye gittikçe kayganlaşıp koyulaşan bir tehdit kuşağındadır. Ortadoğu yanarken, ülkemiz hiç de rahat değildir. Küresel güç odaklarının, gizli ve vahşi örgütlenmelerin Türkiye ayağı olan FETÖ iblisinin 15 Temmuz darbe kalkışmasının tamirat ve telafisi ise henüz aranan ve arzulanan seviyelerde değildir. Milli hafızalardan katiyen çıkmayacak bu vahşi Temmuz akşamında, Türk milletinin işgale boyun eğmesi, Türk vatanının esarete diz çökmesi dayatılmıştı. Asker kamuflajı içine saklanmış yılanlar, Türkiye’yi bitirmek, son darbeyi indirmek için savaş uçaklarını kanunsuzca uçurmuşlar, helikopterleri korsanca gezdirmişlerdi. Türk düşmanlığının paralı ve kumandalı uşakları milli varlığımızı ateşe vermek istemişlerdi. TBMM bombalanmış, millet kurşunlanmış, emniyet ve istihbarat binaları saldırıya uğramış, 248 vatan evladı da şehadet şerbetinden içmişti. 2 bin 193 kardeşimiz ise darbecilerin kanlı kalkışması sonucunda yaralanmıştı. Hiç kuşku yok ki, 15 Temmuz darbe teşebbüsü son iki asrın en adi, en korkunç, en acımasız, en vahşet ve cinayet girişimidir. Türk milleti eli silahlı hainlere şehirleri dar etmiş, havada uçan darbeci uçaklara yiğitçe kafa tutmuştur. Tanklara perde çeken, havada-karada darbecilere pençe vuran aziz milletimizdir. İstilaya direnen, isyan karşısında devleşen, Türkiye’ye ölüm emri veren alçakları rezil eden mensup olmakla iftihar ettiğimiz asil ve soylu millet varlığıdır. Biz bunu biliyor ve Türk milletiyle övünüyoruz. FETÖ, bir suç şebekesi, dışı İslam, içi ihanet şeytani bir çetedir. Amacı ise yıllar içinde, kendisine açılan kulvar çerçevesinde devlet ve toplum hayatının tüm hücrelerine yuvalanarak ele geçirmek, ardından da yok etmektir. Haşhaşiler, Tapınak Şövalyeleri, Sion Tarikatı, İllimünati yapılanması başta olmak üzere, batıni ezoterik örgütler neyse FETÖ aşağı yukarı aynısıdır. Ve bu karanlık şebekenin görünür elebaşısı Pensilvanyalı imam kisveli imansız, hoca kılıklı haçlı artığıdır. ABD’nin bu teröristi derhal Türkiye’ye iade etmesi ise insanlığın teyidiyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin canlanmasına hizmet edecek ve uluslararası hukukun da gereği sayılacaktır. Bir defa 15 Temmuz’u hala idrak edememiş, tehlikenin farkına bilerek veya bilmeden hala varamamış siyaset ve sosyal çevrelerin mevcudiyeti meselenin bir başka sarsıcı ve kaygı verici yanıdır. Dünya görüşümüz ne olursa olsun, 15 Temmuz melanetiyle ilgili taraf olmak ve ittifakla cephe almak zorunluluğu vardır, bu da bütün partiler adına kaçınılmaz bir vazifedir. Bu itibarla 7 Ağustos Yenikapı Ruhu bizim asla vazgeçmediğimiz, vazgeçmeyeceğimiz bir milli duruş ve diriliş tablosunun özetidir. Fetullahçı Terör Örgütü’nün PKK’dan, IŞİD’ten, YPG’den, DHKP-C’den elbette eksiği yok, hatta fazlası vardır. 15 Temmuz düşmanlığı bize göstermiştir ki, Türk vatanının imhası, Türk devletinin milletiyle birlikte tarihten silinmesi vehim değil, vahim bir plan olarak devrededir. Ve bu tehdit geçmemiş, aksine uygun zamanın gelmesi için beklemeye alınmıştır. 918 yıl önce Kudüs’ün işgaliyle krallık kurup oluk oluk Müslüman kanı dökenlerin mirasçıları bu tarihi komplonun içindedir. Anadolu’yu hakimiyeti altına almak isteyen haçlı kafilesinin başına muazzam mücadelesiyle gökkubbeyi deviren Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’dan intikam almak isteyenler 15 Temmuz’un suç ortaklarıdır. Bin yıldır İslam’ın inmeyen kılıcı Türkleri, devşirdikleri dönme ve satılmış piyonlarla bitirmek, vatanı bölüşmek isteyenler 15 Temmuz kalkışmasının tam orta yerindedir. Asırlarca Türklüğü Anadolu’dan çıkarmak isteyenlerin kurumayan şiddet kaynağında 15 Temmuz mayalandırılmıştır. İşte bunun için biz Türklüğün bekasını düşünmek, Türk milletinin istiklalini korumak mecburiyetindeyiz ki, bu nedenle de 16 Nisan’a evet diyoruz, evet diyeceğiz. 15 Temmuz aslında hacı postuna bürünüp koynunda haç taşıyan, dilinde hakikat, kalbinde hıyanet; alnı secdede, aklı köhne efendilerinde olan münafık ve melun niyetlerin hilalimizin sancak ve ismet-i haremine kurşun sıkması, pusu kurmasıdır. Selçuklu ve Osmanlı’nın devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’ne Irak ve Suriye aşısı yaparak kökünü kurutma amacı güdenler 15 Temmuz’da silah başı yapmışlardır. Bunlara; üniversiteler, medya, bürokrasi, iş dünyası, eğitim, emniyet, TSK, sivil toplum kuruluşları gibi alanlarda konuşlanmış hayasız himmetçi ortakçıları destek vermişlerdir. Esasen bu saldırganlık ve tertip yeni değildir, arkası da kesilmeyecektir. Aktörler değişse bile, senaryo hep aynıdır. 15 Temmuz Müslüman Türk’üm diyenden bin yıllık bir intikam alma hevesinin ifade ve ilamıdır. Çanakkale’de şamarladıklarımız, Sakarya’da şaşkına çevirdiklerimiz, Dumlupınar’da kovaladıklarımız 15 Temmuz’da karşımıza tekrar çıkmışlardır. Bunların kökü derinlerde, emperyalizmin içindedir. Bunun için 15 Temmuz Türk milletine yeni bir Sevr dayatmasıdır, Türklüğe yeni bir linç kampanyasıdır, İslam’a yönelik yeni bir haçlı akınıdır. Eğer 15 Temmuz süreciyle su üstüne çıkan işgal ve darbe mekaniği tortu ve kalıntılarıyla birlikte tamamen silinmezse, Türkiye’nin bu coğrafyada, bu beşeri varlıkla, bu şartlarda yaşaması zora girecektir. Allah muhafaza, belki de imkânsızlaşacaktır. Hep dedim, yine tekrarlıyorum; tehlike yakın ve büyüktür. Bir an için varsayalım. Bir an için yorumlayalım. Şayet 15 Temmuz başarılı olsaydı, kaç vatan evladı katledilecek, kaç vatan evladı yokluğa, yoksulluğa, vatansızlığa, esarete sürüklenecekti? Bu sorunun cevabını bilen var mıdır? Böylesi bir felaketi tahayyül eden çıkmış mıdır? 15 Temmuz gerçekleşmiş olsaydı, Türk milletine hayat ve varlık hakkı tanınacak mıydı? Devlet yıkılıp vatan elden gitseydi ne yapacaktık? Bir ara başbakan olacağım diye tutturup avaz avaz bağıranlar bu soruya nasıl cevap vereceklerdir? 15 Temmuz’da olmayınca, keçeyi suya atıp çıkan yeri taşlayarak 16 Nisan’da şanslarını denemek için hazır kıta bekleyenler, size diyorum, size sesleniyorum: Halep yolunda deve izi saymayın, kargayı bülbül diye satmaya kalkmayın. Niye, çünkü hiç kimse yemez, hiç kimse yutmaz; unutmayınız ki, kazdığınız kuyuya bir kez daha düşeceksiniz, iki cami arasında kalmış beynamaz gibi anılacak, böyle de kalacaksınız.
Muhterem Arkadaşlarım, 15 Temmuz feci bir olaydır, zamanla arkasındaki sis perdesi aralanacaktır. Mesela Yurtta Sulh Konseyi’nin kimlerden oluştuğu, 15 Temmuz’un siyasi ayağının ana kadro ve zirve isimleri mutlaka ortaya çıkacaktır. Dağa doğrusu çıkmak ve deşifre edilmek mecburiyeti vardır. 15 Temmuz’un karanlıkta kalan yüz ve isimlerini öğrenmek milletimizin en doğal hakkıdır. İşgale umut bağlayanlar, darbeseviciler, darbe şakşakçıları, FETÖ’nün kripto elemanları kimdir, kimlerden oluşmaktadır? El değmemiş, dokunulmamış, kendisini unutturmuş veya kenara almış FETÖ’nün kodaman ve hatırlı simaları nerelerde gizlenmekte, neden imtiyazlarla koruma altındadır? Şu ana kadar 100 bine yakın kişi memuriyet ve mesleklerinden ihraç edilmiştir. Daha dün 227 hakim ve savcı meslekten atılmıştır. Ve bugüne kadar 3 bin 886 hakim ve savcının ihracı sağlanmıştır. Bu manzara aslında Türk adaletinin ne hale getirildiğinin, kimlerin eline düşürüldüğünün açık kanıtıdır. FETÖ’nün parmağı adaletin gözüne girmiştir. Pensilvanyalı teröristbaşı adaletin terazisini kırmıştır. Mahkemeler garabet kumpanyasına dönmüştür. Deyim yerindeyse canavar yargıç kürsüsüne çıkmış, kuzular sanık sandalyesine oturtulmuştur. Yıllarca kim haklı, kim haksız birbirine geçmiştir. Kim yalancı kim dürüst içiçe girmiştir. Masum musun, mahkûm mu belli olmamıştır. Sanık mısın, tanık mı birilerinin keyfine kalmıştır. Nerede FETÖ orada haksızlıktır. Nerede FETÖ orada pisliktir. Nerede FETÖ orada rezilliktir. İşini özeti bize göre budur. Onbinlerce kişi soruşturma geçirmiş ve tutukludur. Ancak ortada dişe dokunur, herkesin işte bu dediği isimlere tesadüf edilebilmiş değildir. Pensilvanya’nın kapısında nöbet bekleyen, telefonuna bylock indirip 1 doları cüzdanında gezdiren meşhur siyasetçilerden hiç mi iz yoktur? Bununla birlikte bazı akademisyenlerin rahatı ve konforu bozulunca, malumlarınız ortalık karışmıştır. Türkiye’nin milli ve manevi varlığı için en küçük katkı ve çabası olmayan, mukallit olmakla aydın olunacağını sanan; FETÖ ve PKK çizgisinde bulunmaktan rahatsızlık duymayan küçük bir grup hukuk semtlerine uğrayınca ayağa kalkmışlardır. Memur görevinden oluyor da, akademisyen niye olmayacakmış? Üniversiteleri babalarının çiftliğine çevirip tekellerine alanların sızlanmalarına, timsah gözyaşlarına bu milletin karnı toktur. Kampüsleri bilim yuvası yerine, ideolojik ve gayri milli akımların kampına çevirenlerin bu millete ne hayrı dokunmuş, hangi çığır açıcı fikir ve düşüncelerde imzaları görülmüştür? Kimin suçu varsa veya kim suçsuzca Türk mahkemeleri hükmünü verecektir. Herkese düşen bunu sabırla beklemektir. Bunlar oluyorken, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı’na suikast yapmak için Marmaris’e giden darbeci hainlerin yargılanmasına dün Muğla’da başlanmıştır. FETÖ’nün darbe girişiminde Cumhurbaşkanına yönelik saldırıya ilişkin davanın iki numaralı sanığının medyaya yansıyan ifadeleri ise ibret verici, tüyler ürperticidir. Bu caninin, “hiçbir şeyden korkmuyorum, darbe yaptım, cezası idam bile olsa canım yanmaz” şeklindeki kokuşmuş sözleri en küçük pişmanlık emaresi taşımadığı gibi, Türkiye’ye meydan okumaktır. Türk adaletinin bu darbeciyi ve diğerlerini en ağır şekilde cezalandıracağına inancım tam ve eksiksizdir. Hainler idamdan korkmuyor ve milletimiz de idam talebinde ısrar ediyorsa; o zaman bize düşen bu kanuni düzenlemeyi TBMM’de yapmak, Türkiye düşmanlarına hak ettiği cezayı vermektir. Tekrar ediyorum, AKP top çevirmesin, zamana oynamasın, hakikaten idamın geri getirilmesi konusunda samimiyse Milliyetçi Hareket’in sözü söz olsun, buna kayıtsız şartsız destek verecektir. 15 Temmuz Türkiye için dönüm noktasıdır. Bizim bakış ve değerlendirmemiz budur. Türkiye işgalcilerden son anda kurtarılmıştır. Siyasi denklemin sabit ve değişken parametreleri 15 Temmuz’dan sonra farklılaşmıştır. Gelişmelere bakarak, ülkemizin tamamen güvenli hale geldiğini, risklerin tümden bertaraf edildiğini söylemek asılsız olduğu kadar saçma bir iddiadır. Yakından takip ediyoruz ki, devlet kendine gelebilmiş, tam olarak ayağa kalkabilmiş değildir. Siyaset ve bürokrasi tereddütlü, diken üstündedir. Toplumsal hayata kuşku ve korku hâkimdir. Elbette masumlar suçluların arasına karışabilmekte, artan mağduriyetler endişe vermektedir. Bunu gidermek için azami dikkat, suçluyla suçsuzu ayırt edecek adalet ve hakkaniyeti etkinleştirmek şarttır. Ancak FETÖ’yle irtibatı ve iltisakı olanlar hakkında hukuki yaptırım ve idari tasarruflar sonuna ve gittiği yere kadar yapılmalıdır. Türkiye bu beladan temizlenmelidir. Devlette kanunlar dışında oluşmuş, kendine özgü, sinsi, kapalı devre çalışan hiyerarşik örgütlenme ve sızmalara kesinlikle müsaade edilmemelidir. 15 Temmuz herkes ve özellikle Türk siyaseti için ders ve milat niteliğindedir. Türkiye’nin beka sorunu 15 Temmuzla birlikte daha da derinleşmiş, muhtemel kaos, darbe ve kriz ihtimalleri daha da görünür hale gelmiştir. 15 Temmuz’dan sonra, ülkemizi hedefine alan, alması kuvvetli olan saldırı emellerine, derin komplolara, devasa tuzaklara karşı iktidarı ve muhalefetiyle bir ve uyanık olmak kaçınılmazdır. Bu kapsamda Milliyetçi Hareket Partisi meseleye siyaset üstü bakmakta, tarih penceresinden milli şuur ve ruhla yaklaşmaktadır. Siyasi kavrayış ve anlayışımız taktik değilse bile, stratejik olarak 15 Temmuz sonrası zorunlu olarak değişmek durumunda kalmıştır. Çünkü 15 Temmuz depreminin farklı zaman ve bahanelerle tekrarı ihtimal de olsa mümkündür, beklenmelidir. Darbeler bitti, vesayet gitti, ileri demokrasi geldi derken, Türk milleti zalimce kurgulanmış, arka planında küresel zulmün parmak izleri bulunan bir saldırıyla karşılaşmıştır. Tarih bize diyor ki, ihanetin kapağı açılır, düşmanlığın kapısı aralanırsa giren de, girmek isteyen çok olacaktır. Yaşadığımız buhranları bölgesel ve küresel şirret tasarımlardan bağımsız ele almak doğru değildir. Türkiye’yi ateşe vermek isteyenler hala pusudadır. Türk vatanında gözü olanlar, milli bekamız üzerinde tarihi hesabı bulunanlar kalabalıklaşmış ve kızışmışlardır. İşte önümüzdeki yoğun tehlike karşısında Türkiye’ye sahip çıkmak, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ülkeyi yönetenlerle omuz omuza müdafaa etmek önemli hal almıştır. 11 Ekim 2016 tarihli TBMM grup toplantımızda, hükümet etme sistemindeki fiili tıkanıklığın açılması, yönetimdeki karmaşa ve anayasaya aykırı durumu çözmek için getirdiğimiz teklifin altında yatan asıl amillerden birisi de budur. Mevcut yönetim sistemiyle daha büyük musibetlere dur demek ve başa çıkmak artık çok zordur. Filli sorun ve açmazın önü arkası alınmayacak bir rejim krizine, bir beka bozgununa neden olacağını gördüğümüzden Adalet ve Kalkınma Partisi’ne çağrıda bulunduk ve meseleyi uzlaşma ahlakıyla ele aldık. Ve hükümet sistemiyle ilgili yaptığımız değişikliğin milletimize götürülmesi, son kararın da milli irade tarafından verilmesi gerektiği hususunda müştereken sonuca vardık. 16 Nisan’da da on sekiz maddelik anayasa değişikliğinin referandum safhasını demokratik adap ve sabır içinde yerine getireceğiz. Elbette biz devlet için evet, millet için evet, Cumhuriyet için evet, Türklüğün bekası için evet, Türkiye için evet diyeceğiz, millet-devlet kaynaşma ve kenetlenmesine seve seve destek vereceğiz. Niye evet diyor muşuz? Ne yapacaktık; FETÖ’nün yanında mı duracaktık? Evet derken, dünkü sözlerimizle çelişmiyor muymuşuz; niye çelişelim, PKK’nın, CHP’nin, EMEP’in, ÖDP’nin, TKP’nin, elinde Ülkücü kanı olan Aydınlıkçıların kuyruğuna takılmak asıl çelişki ve çürüme değil midir? Biz Türkiye diyoruz, vatan, millet, bayrak ve devlet için elimizi taşın altına koyuyoruz. 15 Temmuz’dan sonra siyaseti kör dövüşüne sokmak, Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a kadar anlamsız söz düellosuna girmek toz bulutu dağılasıya, istikrar ve milli güvenlik tam egemen olana kadar eşyanın tabiatına aykırıdır. Demokratik eleştiri haklarımız saklı kalmak kaydıyla yaptığımız da budur. Hayır diyen vatandaşlarımıza, vatan evlatlarına sözüm yoktur, bilakis iradelerine, demokratik seçimlerine saygım vardır. Bunu tartışmak bize göre abestir. Fakat hayırsızlardan oluşan, hayır cephesi kurarak müfterilik ve fesatlık yarışına giren yalancı siyasilere, emekli siyasetçilere, eski tüfeklere, bazı siyasi partilere, terör ve bölücülük taşeronlarına kesinlikle itibarımız yoktur, sırtımız da bunlara dönüktür.
Değerli Milletvekilleri, 16 Nisan’da bir parti, bir şahıs, bir fikir, bir siyaset değil; milletimiz önüne koyulan anayasa değişikliğini oylayacak, kendi geleceği hakkında bir karar verecektir. Çıkan sonuca herkes bağlı, saygılı ve hürmetkar olmalıdır. Bizim anlayamadığımız hayır koalisyonun niçin bu kadar gerilimli, niçin bu kadar telaşlı, niçin bu kadar tahammülsüz olduğudur. Bunlara diyorum ki, hayır da hayır var diyorsanız, buna yürekten inanıyorsanız, edep, ahlak ve ölçülü bir şekilde tezlerinizi anlatır, ardından milletimizin karar ve tercihini beklersiniz. Ne var ki, bu yapılmamakta, demokratik nezaket hiç gözetilmemektedir. Bakıyorum da, art niyetli propaganda mekanizması çoğunlukla partimizi köşeye sıkıştırıp dava arkadaşlarımız üzerinden yürütülmeye ayarlanmıştır. CHP sözcüleri, bazı anketçiler, bir kısım kalem ve çürük çarık fikir sahipleri kendi tabansızlıklarını unutup, MHP tabanının yarıdan fazlası hayır verecek kehanetiyle yatıp kalkmaktadır. Bizde taban yoktur diyoruz anlamıyorlar, gerçekten de bunlara ne desek boştur; zira kafaları büyük içi boş, tut kulaklarından çifte koş. Durum ve halleri aynen budur. Bitli baklanın kör alıcısı olur misali, CHP sözcüleri dibi yanmış tava gibi 16 Nisan’ı karartmaya, kara göstermeye çabalamaktadır. Milletten ödleri patlamaktadır. Türkiye’nin toparlanmasından, hukuki ve siyasi dengeye kavuşmasından korkup kriz ayinine çıkmaktan utanç duymayan CHP için başını öne eğeceği günler uzak değildir. PKK’nın tırmandığı dala salıncak kuran bu zihniyet; 1923’ün CHP’si değil, 1919’un Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin adeta kopyası, klonlanmış halidir. Ne de olsa, ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olurmuş. CHP, yanına aldığı bölücülük ve terörden mimlenmiş dünür ve akraba partileriyle kalburla su taşımaktadır. Ne derse desinler, Milliyetçi Hareket Partisi 16 Nisan’da evet diyecektir. Bu ülke için yeminimiz vardır, vazgeçilmeyecektir. Milliyetçi-Ülkücü Hareket Türkiye’nin istiklaline bütün dava ve ülküdaşlarıyla sahip çıkacak, Türk-İslam ülküsünün istiklali, güçlü bir şekilde temsil ve hak ettiği mertebelere gelmesi için evet de buluşacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi bir bütündür, dava arkadaşlarım ülkesi ve milleti için gereğini yapacaklardır. İnancım bu şekildedir. Bizim ülke ve vatan sevgimizin sadakasına bile layık olmayanların hakkımızda dedikodu yapmaları yetmezmiş gibi, çevremizde dolaşıp hayır diyen ve kararsız duran çetelesi tutması, bir defa muhataplarını zilletten kurtarmaya, kirli alınlarını aklamaya şüphesiz ki kafi gelmeyecektir. Anayasa değişikliğini Türkiye için istiyoruz, milli beka ve Türklüğün kutlu varlığı için tarihi görüyoruz. Değişen hükümet etme sistemidir, peki karakter ve siyasi kan akışının istikametini değiştiren, dönüştüren kimlerdir? Cumhurbaşkanı hükümet sisteminin gelmesiyle devlete düzen, ülkeye huzur gelecek; milli birlik ve kucaklaşma ahlakı alanını genişletecektir. Türkiye tek yürek, Türk milleti tek ses olacaktır. Peki bundan kimler, neden rahatsızlık duymaktadır? Başkalarının düdüğünü öttürüp istikrarsızlık rüyasına dalan ilkesizler, Türkiye’yi kilitleyip bunalım ve buhran çıkmazına kapatmak isteyen iradesizler emri nerelerden almışlardır? Evet diyoruz; Harran’ın, Bafra’nın, Bozova’nın, Çukurova’nın, Anadolu Bozkırlarının sesine tercüman oluyoruz. Evet diyoruz; Nemrut’un, Kaçkar’ın, Gabar’ın, Munzur’un, Ilgaz’ın, Erciyes’in, Torosların sesini duyuruyoruz. Evet diyoruz; Sakarya’nın, Fırat’ın, Dicle’nin, Seyhan’ın, Meriç’in, Menderes’in sesine kulak veriyoruz. Evet diyoruz; Yörüklerin Gaggoşların, Dadaşların, Efelerin, Seğmenlerin sesini, nefesini haykırıyoruz. Evet diyoruz; Horonun, Zeybeğin, Halayın, Barın, Karşılamanın sesiyle coşuyoruz. Evet diyoruz; Bilge Kağan’ın, Dedem Korkut’un, Şeyh Edebali’nin, Akşemsettin’in, Yunus’un, Hacı Bektaş’ın, Pir Sultan’ın, Mevlana’nın hatıra ve haysiyetini savunuyoruz. Evet diyor, Mustafa Kemal’den Başbuğ Türkeş’e kadar büyüyüp kökleşen milli ve üniter Türk devletinin namusuna arka çıkıyoruz. Hayır diyen siyaset damarı, hayırda birleşen taassup ve kör safsata, siz kimin sesine ses oluyor, hangi çevrelerin dümen suyunda ilerliyorsunuz? Kendilerine Türk milliyetçisi diyen zevat bir platform kurmuş, 1 Kasım’dan sonra ellerine tutuşturulan MHP’yi içten yıkma talimatnamesini akıllarınca aynen uygulamak ve ilerletmekle meşgullerdir. Bunlar 18 Şubat’ta Ankara’da, CHP’nin himaye, aydınlıkçıların şemsiyesi altında toplanıp, MHP’ye öteden beri ters bakan, isimleri hizip ve fitne çıkarmakla anılanların da katılımıyla sebilhane bardağı gibi dizilmişlerdir. Türk milliyetçisiyiz diyorlar, ama Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı’nı yuhalatacak, aleyhe slogan attıracak kadar ipten kazıktan boşandıklarını görmüyor, göremiyorlar. Hepsine yolları açık olsun diyor, bizden uzak, Allah’a da yakın olmalarını temenni ediyorum. Nehrin kenarına kuyu kazılır mı, bunların yaptığı budur. Aynen suyu kesilmiş değirmen gibi olduklarını anlamayacak kadar yollarını şaşırmışlar, Ankara’da toplaşmışlardır. Biz evet diyoruz ya, bunlar ille de hayır diyecekler. Hayır desek, inanınız alayı birden evet diye gezerlerdi. CHP ve Perinçeğin kanatları altına sığınıp narkozu yiyenler, ezberleri de bitince geriye sarmaya, patinaj içinde çırpınmaya başlamışlardır. Baş yarılır börk içinde, kol kırılır yen içinde kalır dedik, anlamadılar. Üstelik fikri mutasyona uğrayarak yörüngelerinden çıkıp kimliksizliğin ve hiçliğin kayalıklarına tosladılar. Hayır diyorlarmış, sizlerin bu kutlu davaya ne hayrınız geçti de aziz milletimizi hayır demeye çağırıyorsunuz? Kurmak için uygun zaman kolladığınız partinizle karşımıza çıkın da hepinizin boy ölçüsünü görelim. 1990’lı yıllarda merhum Başbuğumuzu kurultay salonlarına sokmamak, MHP’yi ele geçirmek, davamızın haysiyetini gölgelemek için oyun içinde oyun kuranlar, şimdi kalkmışlar Türk milliyetçisi maskesiyle yine film çeviriyor, yine sahne alıyorlar. Bunlara diyorum ki, hadi oradan, bu kutlu davanın nefer ve aziz mensupları sizleri tanıyor, niyetlerinizi biliyor, haddinizi bildirmek için de emin olun gün sayıyor. Çabalar beyhudedir; Yemin ettik, dönmeyiz. Söz verdik, çiğnemeyiz. Evet dedik, devlet ve milleti ezdirmeyiz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli güvenliğine destek çıkıyor, evet diyoruz. Türk milletinin milli birliğini, bekasını ve refahını temin etmek istiyor, evet diyoruz. Toplumsal huzur ve asayişimizi çok ciddi ve ağır tehlikelere karşı yalnız bırakmıyor, evet diyoruz. Türk milliyetçiliğinin açtığı yolda, milli ruh ve ahlakın belirlediği ilkeler etrafında devletin yeniden yapılandırılmasına evet diyoruz, evet diyeceğiz. Bağımsızlığımız tehlikededir, korumak için evet. Cumhuriyetimiz sarsılmaktadır, muhafaza için evet. Bin yıllık kardeşliğimiz tartışılmaktadır, mahfuz tutmak için evet. Milli kültür ve varlıklarımız, milli kimlik ve onurumuz aşındırılmaktadır, onarmak için evet. Bizim için bayrağa sahip çıkmak yemindir. Vatana sahip çıkmak yemindir. Türkiye’mize sahip çıkmak yemindir, vazgeçilmeyecektir. Yaklaşan tehlike karşısında artık vakit kaybına tahammül kalmamıştır. Hiçbir ayrım yapmadan, “bayrak”, “vatan” ve “millet” ortak paydasında buluşmanın zamanı evet gelmiş, hatta geçmektedir. Ruhumuz Ergenekon, irademiz evettir. Kökümüz Issık, kararımız evettir. Kurtuluşumuz Ankara, tercihimiz evettir. Dünümüz Türk, bugünümüz Türk, geleceğimiz Türk’tür. Ötüken’deki ülküyüz. Şehitlerin duasındayız. Tezgâhlardaki alın teriyiz. Göz nuruyuz, sevda türküsüyüz. Milletin dilindeki umuduz. Gönderdeki ay yıldızlı al bayrağız. Tarihteki hatıra, andaki haysiyet, yarınlardaki heyecanız. Biz Türkiye’yiz, Türk milletiyiz. 80 milyonun kalbindeki özlemiz. 780 bin kilometrekaredeki iddiayız. Türklüğün yaşadığı coğrafyalardaki türbedarız. Ecdadın gururu, gelecek nesillerin ümit çeşmesiyiz. Şehitler ölmez vatan bölünmez seslenişindeki cesaretiz. Biz, Ne Mutlu Türküm Diyenlerin son kalesiyiz. Ve 16 Nisan’da yeminlerine bağlı kalarak evet diyecek olan Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz. Sözlerime son verirken, muhterem heyetinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarı ve mutluluk dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum. Hepinizi Allah’a emanet ediyor; sağ olun, var olun diyorum. |