Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Muhterem Misafirler, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyor en iyi dileklerimi sunuyorum. Sadece dönemlerini değil, sonraki yılların gelişme ve istikametini etkiyecek kadar önem ve değer taşıyan olaylar ve dönüm noktaları vardır. Bu olaylar, gerçek mana ve muhtevası zamanında kavranamamış mücadele örnekleri olmakla birlikte, çağımızın ruhunu yüreklendiren niteliklere de sahiptir. Aynı zamanda söz konusu olaylar simgeleşip evrensel düzeye ulaşarak beşeriyetin hafızasında derin izler bırakmaktadır. Bunlardan birisi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün kutlanmasına vesile olan zincirleme sosyal ve toplumsal olaylar yekûnudur. İster Newyorklu tekstil işçilerinin uğradıkları haksızlıklardan kaynaklansın, ister Parisli temizlik işçilerinin maruz kaldıkları kötü muamelelerden ilhamını almış olsun, neticede Kadınlar Günü doğru yolu bulan zihnin üstünlüğüne kanıttır. Kadın estetik cesaret, üstün ahlak, samimi fedakârlıktır. Kadın adanmış ve anıtlaşmış bir yüreğin vücut bulmuş halidir. Dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun kadın ve sahibesi olduğu kadınlık onuru insanlığın ortak değer ve hazinesidir. Ve bu hazinenin kötürüm emellere, katil niyetlere, kaskatı kesilmiş köksüz anlayışlara kurban verilmemesi yine insanlığın başlıca sorumlulukları arasındadır. Kendi gerçeğini idrak etmiş olmak insana has bir özelliktir. Bununla birlikte kadınlık bir cinsiyetin itiraf ve ifadesinden ziyade insanlığın saf ve yalın bir halidir. Haklılık karşısında meşruiyet yokluğunun neden olduğu zorbalık, sadece zulmü araç olarak benimsemiş iktidarlarla sınırlı görülmemelidir. Bu durum bir bakıma, gelişmeyi beklerken çürümenin farkına varamayan bir zaafın özetidir. Kadının doğuştan getirdiği haklara saygısız ve duyarsız bakmak, üstelik aşınıp bir kenara atılmasına sessiz kalmak bir başka ve korkunç zorbalık türüdür. Hayatın her alanında eşit bir temsil ve katılım talebinde bulunan kadın gerçeğinden ürkmeden kabullenmek, gereğini yerine getirmek hepimiz adına bir insanlık görevidir. Erzurum’dan İzmir’e, Artvin’den Mersin’e, Şırnak’tan Balıkesir’e, Iğdır’dan Edirne’ye, Samsun’dan Ankara’ya, Trabzon’dan İstanbul’a kadar Türk milletinin nice kahraman kadını, nice fedakâr annesi Türkiye’nin gelişmesi için mücadele halindedir. Onlarsız bir millet varlığı elbette akla bile gelmeyecektir. Onlarsız bir insanlık dahi imkânsızdır. Bize göre, dünden bugüne Türk kadını; Maddenin karanlığı içinde ruhun aydınlığıdır. Umutsuzluğun karanlığı içinde huzurun aydınlığıdır. İhtirasların karanlığı içinde faziletin aydınlığıdır. Cehaletin karanlığı içinde şefkatin aydınlığıdır. Kavganın karanlığı içinde sevgi ve bağlılığın aydınlığıdır. Kadın her alanda olmalı, her seviyede temsil edilmelidir. Türk kadını yeterli ve istenilen ölçülerde değilse de, hayatın merkezinde bulunarak sosyal, siyasal ve ekonomik faaliyetlere katılmıştır. Ne var ki, mesela siyasette kadın denilince yalnızca milletvekili seçilmesi, Meclis albümünde güleç yüzle gösterilmeleri adet haline gelmiştir. Asıl hedef bunun daha da üstü, daha da ötesi olmalıdır. Kadın, demokrasinin en aktif yüzüdür. Ve siyasal katılımın, siyasal temsilin her aşama, kademe ve karesinde yer almasının önünde suni engeller dışında hiçbir mahzur yoktur. Unutmamak gerekir ki, demokrasinin uygulanmasını ve gelişmesini engelleyen etkenler ile kadın haklarının ihlal edilmesine yol açan hususlar bir ve aynıdır. Maalesef Türk kadını ihmal ve ilgisizliklere mahkûmdur. Bu durum bizleri son derece rahatsız etmektedir. Bilhassa tüm yasal düzenleme ve emniyet tedbirlerine rağmen hala kadına yönelik şiddetin durdurulamamış olması büyük bir ayıp ve kayıptır. Şiddeti doğuran sosyal hastalık ve açmazlar tedavi edilememektedir. Şiddeti tetikleyen psikolojik faktörler, ömrünü çoktan doldurmuş bazı geleneksel davranış ve teamüller karabasan gibi kadınlarımızı tehdit etmektedir. Toplumsal bünyemiz, ne acıdır ki, kışkırtılmış erkeklikle, bastırılmış kadınlık arasında sıkışmıştır. Bu mesele, öncelikle alanlarında uzman değerli bilim insanlarının çözüm önerileri getirerek yeni bir ufuk açması ve üstesinden gelmesi gereken toplumsal bir sancıdır. Eğer kadına şiddet varsa, medenilik ya yok, ya da tartışmalıdır. Eğer kadın en ağır saldırı ve cinayetlere maruz kalıyorsa, ilkel dürtüler toplumsal huzuru iliklerine kadar sömürüyor demektir. Kadına, yani insana, acımasızca kıyılıyorsa ne adamlıktan, ne insani erdemlerden, ne de hoşgörü ve yükselişten asla bahsedilemeyecektir. Şiddet sökün ederken kadınların feryadı insanlığın utanç çığlığıdır. 2011 yılında ülkemiz tarafından imzalanan ve onaylanan, onaylayan ülkeler bakımından 1 Ağustos 2014 tarihi itibariyle yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nde ise kadına yönelik şiddet, “Bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır.” Kadına yönelik şiddet; bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık biçimi olarak kültürel, ekonomik, coğrafi sınır tanımaksızın tüm dünyada varlığını sürdürmektedir. Diyoruz ki, kadına şiddet dursun, aileler huzurla buluşsun. Kadına uzanan eller kırılsın, adalet yerini derhal bulsun. Fiziksel şiddet, cinsel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet bitsin; Türk kadını hak ettiği parlak ve insani gelişmişlik seviyelerine mutlaka ve bir an önce ulaşsın. Milliyetçi Hareket Partisi, kökeni ve anasının dili ne olursa olsun şerefli Türk kadının her zaman destekçisi, sözcüsü ve yanında duran gücü olacaktır. Bu vesileyle aramızda bulunan saygıdeğer hanımefendiler başta olmak üzere, tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, hepsine sağlık, mutluluk, başarı ve ebedi saadetler diliyorum.
Muhterem Arkadaşlarım, Siyasi ve fikri mücadelemizde milli bekanın savunulması ayrı, özel ve önemli bir yere sahiptir. Bizim için beka, varlık ve birliğimizin kilididir. Bizim için beka Türk’lük, Türk milleti, Türk vatanı, Türk bayrağı, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bekasız bağımsızlık olmayacağı gibi, geleceğe ulaşmak da mümkün değildir. Üzerinde titrediğimiz bekamız çok yoğun tehdit altındadır. Ve bu tehdit dalgası yıllar içinde birike birike, arta arta bugünlere kadar gelmiştir. Geçmişte defalarca bu kapsamdaki kaygılarımızı milletimizle paylaştık. Dileyenin ve talep edenin kolaylıkla erişebileceği partimizin arşiv kayıtları milli bekayla ilgili çok sayıda görüş ve düşüncelerimizi mahfuz tutmaktadır. Bunlar arasında dikkat çekici açıklamalarımız özet halinde şunlardan ibarettir: 8 Mart 2006 tarihli basın toplantımızda, Irak’ta yaşanan gelişmelerin ve hükümetin bunlar karşısındaki tutumunun, Türkiye’nin güvenliğine, bekasına karşı açık ve yakın bir tehdit ve tehlike mahiyeti kazandığı uyarısında bulunmuştuk. Geride kalan yıllar ve yaşanmışlıklar ne kadar haklı olduğumuzu net olarak tescillemiştir. PKK’nın Kandil’den sonra Sincar’a yerleşip burayı ihanetinin merkezi yapma gayesi, peşmergenin bağımsızlık arayışı ve IŞİD’in hala Musul’dan sökülüp atılamaması bütünüyle ortadadır. Oysaki Türkiye Misak-ı Milli’nin nabız atışının duyulduğu her yerde olmalı, her tarafta adını ve şanını gösterebilmelidir. Ve de Kerkük ve Musul’un statüsü konusunda Türkiye’nin müdahil olması hususunda gereği neyse yapılmalıdır. Geçen hafta Cuma günü peşmergenin PKK’yla çatışması ise şayet çıkarların uyumsuzluğundan değilse, kesinlikle tiyatrodur. 11 Ağustos 2009’da düzenlediğimiz bir basın toplantısında; milli bekanın devamında mutlaka gerekli ve zorunlu olduğuna inandığımız “tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil” ülkümüzü tartışmaya açacak gelişmelere sonuna kadar karşı çıkacağımızı söylemiştik. Demiştik ki, çağdaş bir devlet olabilme, müreffeh ve medeni bir millet haline gelebilme, bireysel hak ve hukuka insaniyetin ulaştığı evrensel ölçülerde sahip olabilme hedefi elbette önceliklerimizdir. Ancak demiştik, partimiz bu hedeflerin yanında ve üstünde bir anlayışla, milli değerlerin ve bekanın korunmasını vazgeçilmez varlık sebebi ve kutlu bir vatan görevi olarak telakki etmektedir. Yine o tarihte, Türkiye’ye dayatılmaya çalışılan, kimliksiz ama demokrat, kişiliksiz ama özgür, birey olmuş ama milletsiz, vatandaş ama vatansız; içi boşaltılmış, değer taşımayan, geride kalan alt kimlik ve kültürlerine yeniden sığınmış ‘yitik toplum’ modelini kabul etmemizin mümkün olmadığını haykırmıştık. 26 Ağustos 2009 tarihinde, “Türk milletinin bekasına yönelik tehditler” hakkındaki düşüncelerimizi kısaca şu şekilde dile getirmiştik: “Türkiye bölgedeki milli varlığına ve bekasına yönelik risklerle karşı karşıyadır. Cumhuriyetimizin temeli olan, milli devlet ve üniter yapının tasfiyesi, Milletimizin kimliksizleştirilmesi, Yapay azınlıklar oluşturulması, Alt kimliklerin sivriltilmesi ve Bin yılda oluşan kardeşlik hukukunun zedelenmesine doğru ilerleyen bu çok vahim süreç beka düzeyinde tehditleri barındırmaktadır. Bu vahim gidişatın devamı halinde, Türkiye Cumhuriyeti’ne yegane anlam kazandıran ve mevcudiyetine derinlik veren üç temel unsurdan; Vatanını oluşturan coğrafyanın, Beşeriyetini oluşturan milletin ve İradesini temsil eden devletin bugünkü sınır, nüfus ve yapı ile devamı kesinlikle mümkün olmayacaktır. Keşke yanılıp yanlışa düşseydik, fakat karşımızdaki bulanık ve bunalım döngüsü dünkü sözlerimizin ne denli isabet kaydettiğini ortaya koymuştur. 27 Mart 2012 tarihli TBMM grup toplantımızda; terörle mücadeledeki zafiyetin, bölücülüğe verilen siyasi kredilerin ve küresel hesaplara uydu olunmasının millet ve devlet bekası için önemli sıkıntılara yol açtığını ikazla belirtmiştik. Milli bekamız içten ve dıştan olmak üzere iki ateş arasındadır. Bu ateşin söndürülmesi, bu ateşi yakanların tamamen silinmesi Türkiye’nin yegane hedefidir. Bu itibarla bekamızın kökünü kurutmak isteyenlerin azı dişini söküp nefeslerini kesmek Milliyetçi Hareket Partisi’nin her şartta destek olacağı milli diriliş ve silkiniş hamlesidir. Beka oyuncak değildir, oyun değildir, şaka değildir, şarlatanların lütfuna, tesadüflerin akıntısına asla bırakılamayacaktır. Nitekim beka Türkiye’dir, Türklüğün yüzyıllar içinde millet varlığı şemsiyesi altındaki maddi ve manevi kazanımlarıdır. İşte bu yüzden, işte bu sebeple, işte bundan dolayı 16 Nisan’da Türklüğün bekası için evet diyeceğiz, bu ülke için yeminimiz var, vazgeçilmeyecek diyerek Türkiye’nin yanında duracağız. Şöyle bir etrafınıza bakınız. Komşu coğrafyalar adeta kağıt kuleler gibi devrilmekte, küresel cinayet şebekesi kanlı operasyonlarını taşeronları eliyle icra etmektedir. Tüm menfi ve marazi hesaplar aslında Türkiye’nin köşeye kıstırılması maksadıyla planlanmaktadır. Amaç Türklüğü son yurdundan parçalayıp çıkarmaktır. Amaç Türk milletini etnik ve mezhep volkanında eritip birbirine kırdırmaktır. Oyun vahşidir, senaryo acımasızdır, hedef alçaktır. Gelişmelerin cesamet ve cüreti bize bunları göstermektedir. Türkiye direndiği, milli birlik ruhuyla tuzakları göğüslediği için saldırı ve tahriklerin yön ve yöntemi zaman zaman farklılaşmakta, farklı örgüt ve kiralık çeteler devreye girmektedir. Fakat hevesler boş, çabalar boşunadır. Türk milleti kenetlenmiş bir halde bütün habis ve haysiyetsiz akınları kırıp bozguna uğratmaya Allah’ın izniyle muktedirdir. Tarihte bugünkünden daha kötü günleri yaşadık. Daha çileli ve zor dönemleri kanımızın son damlasına kadar mücadelemizi diri tutarak aştık. Türkiye küresel dengenin nirengi noktası, bölgesel sistemin ağırlık merkezidir. Türkiye kaynarsa, Berlin yanacaktır. Türkiye kaybederse, Londra kaosa yatacaktır. Malumlarınız, yıllarca batı başkentlerinde terör örgütleri besiye çekildi. Yıllarca Mehmetçiğe, polise kurşun sıkan katiller dost ve müttefik ülkelerce havalarda gezdirildi. Terörizm Almanya’da taltif gördü, takdir edildi. Teröristler Fransa’da alkışlandı, aklanmaya çalışıldı. Nedir bu sözde gelişmiş ülkelerden çektiğimiz? Neye yoralım Müslüman Türk’e karşı tedavisi imkansız nefret salgınını? Hala mı haçlı aklı devrede, hala mı Türk düşmanlığı serviste? Tek dişi kalmış canavarın Türk milletine zincir vurmaya kalkışması, hangi demokratik adaba, hangi özgürlük ve insan hakkına sığacaktır? Geçen haftadan bu tarafa Almanya, Hollanda ve Avusturya’dan hazımsızlığın daniskası demek olan Türkiye aleyhtarı kararlar birbirini izlemektedir. Avrupa Türklüğünün Türkiye’deki demokratik süreçlere katılıp görüş, fikir ve tercihlerini yansıtması en doğal ve yasal hakkıdır. Bu nedenle mesela Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızı 16 Nisan Referandumu konusunda bilgilendirmek, onlara açıklayıcı bilgiler vermek siyasi partilerin de doğru ve olması gereken bir faaliyetidir. Bundan Almanya niye ürpermiş, niye rahatsız olmuştur? İfade hürriyetine gem vurmanın esas gayesi nedir? Türkiye Cumhuriyeti’nin bakan ve milletvekillerinin konuşmaları hangi demokratik hak ve yetki dayanarak engellenmiştir? Almanya eğer PKK’nın dayatma ve telkiniyle AKP’li bakan ve milletvekillerinin vatandaşlarımızla buluşmasını sabote ediyorsa, biz bunu açıkça Türkiye düşmanlığı sayar, Berlin’in iradesini Kandil’e devretmiş kabul ederiz. Siyasi parti temsilcilerinin vatandaşlarımızla kanuni hak ve sınırlar çerçevesinde bir araya gelme arzusu anlaşılan Şansölye Merkel’in tahammülsüzlüğünü kabartmıştır. Adalet Bakanın, Ekonomi Bakanının, dünde Enerji ve Tabii Kaynaklar eski Bakanının vatandaşlarımızla toplantı istek ve beklentilerini sudan bahanelerle kasıtlı olarak kösteklemenin başka bir izahı olamayacaktır. Yoksa Almanya hayır cephesinde yerini almıştır da bizim mi haberimiz olmamıştır? Yaklaşık 4 milyon vatandaşımızın yaşadığı Almanya, Türkiye’ye karşı örtülü faaliyetlerin elebaşı ülkelerden birisidir. Ve de PKK’yla yatıp FETÖ’yle kalkmaktadır. Biliniz ki, koynunda Mehmetçik katillerini barındıranlar doğrudan doğruya dökülen şehit kanlarında iz ve parmakları olan maskeli Vandallardır. Avrupa ülkeleri kültürde Grek, dinde Hıristiyan, hukukta Roma’ya kökten bağlıdır. Ve sırf bu nedenle de Müslüman Türk milletine asırlardır ters bakmakta, bölüp parçalamak için fırsat kollamaktadır. Biz dün Türkiye muhaliflerine eğilmedik, yine eğilmeyeceğiz. Biz dün Türkiye’yi teslim almak için olmadık yollara başvuranlara boyun bükmedik, yine bükmeyeceğiz. Diyorum ki, karşımızda saf saf dizilip, canilerin arkasına saklanarak Türkiye’ye zehir kusanlarla, fitne saçanlarla son neferimize, son ferdimize kadar haklı mücadelemizi sürdürmezsek yaşamak bize haram olsun. Almanya’nın yolu yol değildir; acilen dönmelidir. Bu sözüm aynı zamanda Türkiye’ye şaşı bakan diğer ülkeler için de geçerlidir. Bizim gurbet ellerde gönül ve kültür elçisi vatandaşlarımız vardır. Onların ülke ve vatanları için söyleyecek sözleri olacaktır. Buna mani olmak bir defa ahlak, demokrasi ve hukuku imha etmek, yok saymaktır. Bizim de bunu hoşgörüyle kabullenmemiz akla ve mantığa aykırıdır. Almanya’da varlık ve birlik mücadelesi veren, bu ülke vatandaşlığını elde etmiş kardeşlerimizin gelişmelerden çok şikayetçi oldukları da açıktır. İnanıyorum ki, Türk vatandaşları ortak bir irade ve şuurla, Alman siyasetindeki dengesizliğe müdahil olacaklar, tepki ve eleştirilerini demokratik yollardan mutlaka göstereceklerdir. Tüm dünya bilsin, tüm dünya aklında tutsun. Türk milleti birdir, Türkiye düşmanca tutum ve davranışlara karşı tek yürek, tek bilek, tek sestir. Avrupa duy sesimizi, bu ses Türk’ün hiç dinmeyen ayak ve kudret sesidir. Türk devleti, Türk hükümeti yalnız değildir; 80 milyon Türk vatandaşı, yabancı ülkelerdeki iftiharlarımız olan kardeşlerimizle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin hakkını, hukukunu savunacak inanmışlık ve azimdedir. Almanya Başbakanı yanlıştan dönüş yaparak gerilimi artıracak eylem ve adımlardan kaçınmalıdır. Sabır ve soğukkanlılıkla ilişkilerin düzeltilmesinin yolu aranmalıdır. Meğerki bu yol bulanamıyorsa, bulanamayacaksa Almanya kendi bilecek, kendi düşen de ağlamayacaktır. Yeri gelirse kendi yolumuzu kendimiz çizer, kendi söküğümüzü bizzat dikmekten çekinmez, üşenmeyiz.
Değerli Arkadaşlarım, El Bab'ın TSK tarafından temizlenmesinin ardından başlayan hareketlilik ve tartışmalar Menbiç ve Rakka üzerinde yoğunlaşmıştır. Dün YPG’nin Menbiç’ten El Bab’a Türk askerini hedef alarak havanlı saldırı düzenlemesi ve 4 kahramanımızı yaralaması bölgenin sıcak ve sarsıcı gelişmelere gebe olduğunu tekrar göstermiştir. Askerlerimize geçmiş olsun diyor, acil şifalar temenni ediyorum. Fırat Kalkanı Harekatı’nın yeni hedefinin Menbiç olduğu bilinmektedir. Böylesi bir dönemde ABD'nin Menbiç'te bulunan PYD-YPG’li teröristlere ağır silah ve zırhlı araç yardımında bulunması iyi niyetle değerlendirilemeyecektir. ABD'nin bunca ikazlara rağmen hala teröristleri silahlandırması tam bir kovboy aymazlığıdır ve samimiyetle de izah edilebilecek bir yanı yoktur. Rakka'ya yönelik operasyon için bir yanda Türkiye'nin desteği elzem görülürken, diğer yanda YPG-PYD’nin silahla donatılması kafamızda çok fazla kuşku ve soruya yol açmaktadır. ABD'nin, Türkiye'den Rakka operasyonu için destek mi istediği, yoksa Rakka operasyonunda PYD-YPG’li teröristlerin bulunması için iknaya mı çalıştığı net değildir. Irak'ta IŞİD'le mücadelede görev alan ABD’li üst düzey bir asker, Rakka'nın IŞİD'ten alınmasını Türkiye ile görüştüklerini, ancak PYD-YPG'li teröristlerin de bir şekilde operasyona katılacaklarını söylemesi kuşkularımızı doğrulamaktadır. Ayrıca bazı PYD elebaşlarının ABD'nin, Türkiye müdahale etmesin ve kendilerini korusun diye Menbiç'e askeri üs kurduğunu itiraf etmeleri Rakka operasyonu hazırlık sürecini şimdiden şaibeli hale getirmiştir. Türkiye, sınırlarının ötesinde hiçbir terör unsurunun bulunmasına onay vermeyeceğine dair kararlılığını Fırat Kalkanı Harekatı ile ortaya koymuşken, bu azmin ayak oyunlarıyla bozulmaya çalışılması dikkatlerimizden kaçmamıştır. Sınır ötesinde aradığımız macera değil, meşru haklarımızdan kaynaklanan çabalarla sınırlarımızın teröristlerden arındırılması ve en kısa sürede Suriye'nin istikrara kavuşturulmasıdır. Bu arada ABD'ye ait bazı zırhlı araçlar ise Menbiç'in kuzeyinde görüntülere takılmıştır. Hatta bu araçlardan kimileri terk edilen Süleyman Şah Türbesi’nin etrafında da görüntülenmiştir. Bu haberlerin yayılmasıyla ülkemizde kamuoyu tepkisi oluşmaya başlamışken, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi’nin hafta sonu bir gazeteye verdiği röportajında "Nasıl ki El Bab'ı aldıysanız, biz de Menbiç'i aldık. Menbiç konusundaki kararı vermek istiyoruz. ABD bütün dinamiği yönlendirmek için orada" ifadelerini kullanmıştır. Acaba bu eski büyükelçi kimin adına konuşmakta, neyin mesajını vermektedir? ABD'den aldığı güçle Menbiç'i takviye etmeye başlayan teröristler, buranın etrafına, tıpkı Sur’da, tıpkı Nusaybin’de olduğu gibi hendekler kazmaya başlamış, kimi noktalarda üs bölgeleri inşa etmeye koyulmuşlardır. Diğer yandan Esad rejimine bağlı olan ordu güçleri de El Bab'ın güneyinden, Tadif yönünden başlattığı ilerleyişini Menbiç'e kadar sürdürmüştür. Bu esnada Esad rejimi ve PYD'li teröristler arasında bazı anlaşmaların sağlandığına dair işaretler vardır. Bütün bunlar oluyorken Rusya Genelkurmayı, PYD ve Esad arasında varılan anlaşma gereğince, 3 Mart'tan itibaren Menbiç'teki PYD'ye ait mevzilerin rejime devredildiğini ilan etmiştir. Ve bu gelişme kimin elinin kimin cebinde olduğunu göstermiştir. Ayrıca Rus Genelkurmayı adına açıklamayı yapan yetkili, bu durumdan ABD'yi de haberdar ettiklerini söylemiş, ABD kaynakları da aynı durumu ne tuhaftır ki doğrulamıştır. Menbiç'te yaşanan son örnek ABD ve Rusya arasındaki gelgitli, ama saman altında yürütülen düzenli ilişkileri gözler önüne sermiştir. Zira birbirine görüntüde zıt olan iki ülkenin, çıkarları gereğince PYD'ye siyasi ve askeri açıdan destek olduğu şimdiye kadar biliniyorken, bunun ortaklık mekanizmasına döküldüğüne ilk kez şahitlik edilmiştir. Her iki ülkenin PYD'yi kendi kontrolüne almaya çalıştığı yönündeki görüşlerin, Menbiç'te PYD'yi koruma altına almayı amaçlayan bir ortaklık anlayışına dönüşmesi tehlikeli bir kumpastır. Bu çerçevede Milli Savunma Bakanı’nın Menbiç'te son dönem yaşananlarla ilgili olarak söyledikleri, PYD ve IŞİD’in örtülü olarak birlikteliğine atıf yapması ibretliktir. Bunca farklı yapılanmanın bir araya gelmesine sebep olan ortak düşman algısının Türkiye olduğuna şüphe yoktur. Bu durum karşısında Suriye'de atılması gereken adımların her zamankinden çok daha dikkatli ve titiz şekilde el alınması zorunluluk, beka düzeyinde mühimdir. Bütün bu gelişmelere ilave olarak IŞİD'le mücadeleyi hızlandırmak adına, ABD Savunma Bakanlığı tarafından oluşturulan planın sadece askeri değil, diplomasi, finans ve istihbaratı da ilgilendiren küresel bir plan olduğu geride bıraktığımız hafta duyurulmuştur. Bugüne kadar Ortadoğu politikasında ısrarla IŞİD'e odaklanılması gerektiğini söyleyen ABD yönetiminin, yeni dönemde hedef ve çerçeve büyütmesinin arka planında ne yatmaktadır? Bir dönem tedavülde olan Büyük Ortadoğu Projesi acaba yeniden ısıtılıp bölgenin gündemine mi getirilmektedir? Böylesi bir zaman diliminde Ortadoğu'da NATO benzeri bir askeri ittifak kurma girişiminin ABD ve İsrail tarafından desteklenmesi ve teşvik edilmesi kimin hesabına hangi amaçları ihtiva etmektedir? Önümüzdeki süreç bu soruların cevabının bulunacağı bir dönem olacaktır. Ancak kuşkusuz ki böylesi bir dönem içerisinde öncelikli ve acil olan en temel gelişme ABD'nin Suriye'de ilan edilmesini öngördüğü güvenli ve uçuşa yasak bölgeler seçeneğidir. İkinci olarak, bu güvenli bölgelerin nasıl tesis edileceği, hangi ülkeler tarafından müdafaası ile beraber kimler tarafından ve nasıl finanse edileceği önemli olan bir başka meseledir. Türkiye için Fırat Kalkanı Harekâtı beka konusudur. Ve asla tavizi, asla geri dönüşü olmayan çetin ve milli bir stratejik adımdır. Parti olarak elbette Suriye ve Irak’taki tarihsel haklarımızla birlikte, milli güvenlik ve toprak bütünlüğümüzü savunan askeri ve siyasi kararlara seve seve, gönül huzuruyla sonuna kadar destek vereceğimiz herkesçe tekraren bilinmelidir.
Değerli Arkadaşlarım, İnsanı ahlaklı kılan temel duygu hayâdır, yani utanmanın ölçüsüdür. Haya, doğrunun, gerçeğin ve iyinin tanımında insan ahlakını ve aklını üstün kılan değerin adı; gerçeği anlatırken hiçbir sapmaya meydan vermeyen dürüstlüğün markasıdır. Hayası pazara çıkmışların, hayırsızlığı dillere düşmüşlerin, hamakatlığı resmiyet kazanmışların 16 Nisan Referandumuyla ilgili çarpık ve çürük iddiaları gözümüzden kaçmamaktadır. Üstelik bu çerçevedeki aciz ve kof söylemler ulu orta seslendirilmektedir. At görse aksayan, su görse susayan, ekmek görse acıkan; ama üç hilali görünce kabuslar gören kripto elemanlar, işbirlikçi piyonlar hezeyan bataklığında adeta çırpınmaktadır. Gavur gemisi gibi yan gidip kuyruklarının girmediği yere başlarını sokmaya çabalayanların aslında ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Bunu biliyor, buna inanıyoruz. Ancak kuru kuruya toplanan, kan alacak damar arayıp içimizden dışımızdan bizi taşlayanlar eninde sonunda kazdıkları kuyuya kendileri düşeceklerdir. Kaldı ki düşmekten başka şansları da kalmamıştır. Avare kasnak gibi fırıl fırıl dönüp bir türlü durmayan, kendi sığ ve kısır gündemlerinde sürekli bocalamaktan başka yolları da olmayanlar için milli iradenin demir yumruğu 16 Nisan’da sandık başında beklemektedir. Birbirlerinin kafa dengi olan beş benzemez hayır koalisyonuna son anda ve kan ter içinde eklemlenen, CHP ve Ülkücü katili Aydınlıkçıların katarına aceleyle binen bazı tanıdık simaların varlığı her şeyden önce hazin bir dönme ve devrilme halidir. Bu onların tercihidir. Kendi yollarını kendileri çizmiş, bizden de tamamen, hiç silinmeyecek çizik yemişlerdir. İdeolojik sığınmacı haline gelmeyi gönüllüce nefis ve vicdanlarına sindirenlerin yeni adres ve siyasi hanelerinde dilerim ki yolları ve bahtları açık olsun. Milliyetçi Hareket Partisi nurlu yolculuğuna devam edecek, ülke ve millet sevdasıyla tutuşmuş Ülkücü ömürlerle Türkiye’yi ve Türk-İslam ülküsünü yükseltme davasını kararlıca sürdürecektir. Milli siyaset aklımızın ipek yılları, milliyetçi fikriyatın hücrelerinde 48 yıldır kozalanıp, 48 yılda devleşmiş, nice yüzyıllara kanat çırpmak üzere çoktan harekete geçmiştir. Her zaman ahlakın, güzelliğin, samimiyetin, milli ve manevi şuurun eskimez, değişimi düşünülemez heyecan ve hedeflerini yüreklerimizin gergefinde dokuduk. Bazen incindik, bazen hüzünlendik, bazen şehit, bazen şahit olduk; ama her seferinde bağrımıza taş basıp yürüyüşümüze devam ettik. Her zaman da millet ve vatan sevgisinin öncüsü, kimi hallerde de ihanetin, millet ve devlet düşmanlarının korkulu rüyası olduk. Bazı kokuşmuşlar diyor ki, 16 Nisan’dan sonra MHP bitecek, defteri dürülecekmiş. Bre densizler, bu iftiraları size kim öğretiyor? Kimlerden akıl alıyorsunuz? Sanıyorum bu utanmalarını kaybetmiş, şuurlarını aldırmış zübükzadelerin canı böyle istiyor, gönüllerinden böyle geçiyor. Milliyetçi Hareket Partisi fani bedenlere değil, fedakar ve asil Türk milletinin namusuna emanet edilmiş Ötüken sancağı, ecdat ve şehit yadigarıyla ilelebet yaşayacak Türklüğün ana ve atar damarıdır. Biz de çok şükür ne sancak iner, ne de damar biter. Hadi indi diyelim, hadi bitti sayalım. Biliniz ki, Türk tarihi film şeridi gibi geriye sarar. Ardından yaşayan üç kişi çıkar; birisi Söğüt ocağını tüttüren Osman Gazi olur, diğeri Ankara’ya inen Mustafa Kemal olur, bir diğeri de Üç Hilale kılavuzluk yapan Alparslan Türkeş gibi parlayıp kutlu davamızı demir dağları eriterek Bozkurt gibi geleceğe taşır. Biz de er tükenmez kırılmakla, biz de ülkü bitmez önü kapatılmakla. Milliyetçi Hareket Partisi’ni içten içe yıkıp kalemizin hisarlarına taarruz eden kaçak ve korkakların fitne ve fesadına kanacak asla yoktur. Bunlar nereye giderse gitsinler her zaman musibetin çıbanbaşları olacaklardır. Asıl siyasi milatları 16 Nisan’da dolacak olan bedbahtların bitmeleri yakındır, bir daha ayağa kalkamamaları mukadderdir. MHP’den kovulduktan sonra fikirlerini oraya buraya rehin bırakıp, vicdanlarını esir düşürenlerin MHP’ye ömür biçmeleri Fısk’tır, kendileri gibi küstah bir tezvirattır. Milliyetçi Hareket Partisi teslim olmayacak, baş eğmeyecektir. Milliyetçi Hareket Partisi 16 Nisan’da demokrasi arenasında millet için evet, devlet için evet, Cumhuriyet için evet, Türklüğün bekası için evet, Türkiye için evet diyecektir. Evet diyeceğiz, korkakların saltanat hesabını bozacağız. Bir evetle, Türkiye’nin tarihsel hak ve çıkarlarını teyit edeceğiz. Evet sözdür, yemindir; vazgeçilmeyecektir. Evet Türkiye Cumhuriyeti’dir, evet milli birliğin simgesidir. FETÖ’ye, PKK’ya, PYD-YPG’ye, DHKP-C’ye ve de haçlı kafilesinin yüzüne milli ve sağlam şamar evetle vurulacaktır. Evet, sözde Kürdistan paçavrasına çıtını çıkaramayan, Mustafa Kemal’in partisi olduğunu söyleyen, ama tarihiyle çelişen yüz karası CHP’ye derstir. Evet, bebek katilini sahiplenmek için hayır çağrısı yapan bölücü Kandil çetesinin iflas ve hezimetidir. Sonuna kadar millet, sonsuza kadar devlet; 16 Nisan’da evet. Kaynağımız millet, kudretimiz devlet; irademiz evet, yine evet, bir kez daha evet. Çünkü bizler, varlık sebebimizin vatanımızın ve milletimizin geleceği olduğunun bilinci içerisindeyiz. Ne engellerden yılarız, ne de mücadele etmekten yorulur ve korkarız. Biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz. Bu düşüncelerle sözlerime son verirken muhterem heyetinizi bir kez daha selamlıyor, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun diyorum. |