Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Muhterem Misafirler, Basınımızın Kıymetli Temsilcileri, Bir haftalık aranın hemen akabinde, TBMM parti grup toplantımıza başlarken sizleri tüm kalbimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Ülkemiz yüksek risk ve tehlikelerin uzun süredir çekim alanındadır. Milli birlik ve beraberliğimizi yaralamak, hatta yıkmak isteyen odaklar ellerine geçirdikleri tüm imkânları kullanmaktadırlar. Türkiye’nin güçlenmesi şöyle dursun, varlığı bile iç ve dış nifak çevrelerini rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık ve memnuniyetsizlik sonucudur ki, tuzak ve komplolar kurulmakta, kara kampanyalar ardı arkasına tertip ve tahkim edilmektedir. Elbette Türk milleti düşmanca tavır ve davranışların farkında ve bilincindedir. Sorunlarını itiraf, sorumluları ifade, yanlış ve yozlaşmayı itham ve mahkum etmeyen toplumların başarı şansı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle Türkiye’nin sorun ve sıkıntılarını berrak bir zihin, temiz bir mizaç, samimi ve adanmış milli bir yürekle okuyup, anlayıp, anlatıp nihayetinde de tümden ortadan kaldırmak durumundayız. Çünkü Türkiye’yle uğraşmak ihanet borsasında kârlı bir yatırım olduğundan, bundan pay kapmak, parsa toplamak maksadıyla çok sayıda hain sıraya girmiş haldedir. Biz bu hain lobisini biliyoruz. Biz bu Türk ve Türkiye hasımlarının amaçlarını, kullandıkları araçları, arkalarında duran karanlık yüzleri görüyoruz. Ülkemizin önü kesilmek isteniyor. Milletimizin ömrü kısaltılmak isteniyor. Milli bekamızın üstü küllenmek, Türk vatanının bahtı kapatılmak isteniyor. Bitkin, bezgin ve iç bunalıma hapsolmuş bir Türkiye bekleniyor. Açık seçik söylemek lazımdır ki, karşımızdaki tehditlerin cesamet ve cüretinde bırakınız azalmayı, devamlı artış ve tırmanış söz konusudur. Bugünkü ortam ve süreçte Türkiye’nin önünde 5 aşamalı ve birbiriyle bağlantılı gündemi vardır ve bunların üstesinden gelmek artık milli sorumluluktur. Birinci ve öncelikli olarak; terörle mücadelenin çok etkin, çok acımasız, çok kararlı ve milli güç unsurlarının çok yoğun katılımıyla icra ve devamı şarttır. İkinci gündem maddesi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine istikrar içinde geçebilmek amacıyla uyum yasalarının uzlaşmayla çıkarılması, devlet ve toplum hayatının yeni sisteme yönelik uyarlama ve ayar işlemlerinin yapılmasıdır. Üçüncü ve ilk iki gündem konusuyla eşzamanlı olarak, gecikmiş, ihmale uğramış, vatandaşlarımızın umutla beklediği sosyal ve ekonomik iyileştirmeleri ve yapısal reformları acilen hayata geçirmektir. Dördüncü gündem maddesi ise dış politikadan kaynaklanan zincirleme açmaz ve kördüğümlerdir. AB ile ilişkiler yay gibi gerilmiştir. Ve kopma an meselesidir. Türkiye yalnızlığa itilmekte, aleyhimize kurulan cephe sürekli milli onurumuzu incitmektedir. 25 Nisan 2017’de, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulu’nun “Türkiye’de Demokratik Kurumların İşleyişi” konulu oturumunda ülkemizin siyasi denetim sürecine dahil edilme kararı alınması skandal niteliktedir. Avrupa’nın Türkiye’ye şaşı bakışı, kuşkulu, samimiyetsiz ve önyargılı duruşu her açıdan ibretlik, her anlamda ikiyüzlülüktür. Tarihsel mirasımıza, egemenlik haklarımıza, beka mücadelemize hadi destek vermelerinden geçtik, saygı duymak mecburiyeti olan Avrupa ülkelerinin kronik ve katılaşmış Türkiye karşıtı tavırları kabul edilemez noktadadır. Türk milleti tahakküm altına alınamaz. Aba altından sopa göstererek Türkiye’ye parmak sallamak hiç kimsenin harcı olamaz. Terör örgütlerine kucak açan, 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsünü göz ardı ederek ülkemizi karalayan, demokrasi ve özgürlük alanında çoktan dibi boylayan Avrupa önce kendi işine bakmalı, kendi derdine yanmalıdır. Ne zaman Türkiye zarar görse, zora girse alkışlayanlar Avrupa’dadır. Ne zaman milli güvenliğimiz için gerekli mücadele ruhu doğsa arıza çıkaranlar da Avrupa’dadır. İnsan hakları diyorlar, oysa insanlığı hiç bilmiyorlar. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünden bahsediyorlar, ne var ki sadece haçlı emellerinin üstün gelmesi için çırpınıyorlar. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde oy kullanan HDP’li iki üyenin ise Türkiye’nin siyasi denetime alınmasına destek vermeleri bir diğer alçaklık ve ahlaksızlıktır. PKK aparatı HDP’nin Türkiye muhalifleriyle aynı karede poz vermesi, aynı hizada bulunması bir kez daha melanet ve musibetin geldiği aşamayı göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Terör örgütlerine methiye düzenler, Türk milletine akıllarınca kefen biçenler HDP’li ortaklarını da yanlarına alarak haçlı kafilesinde buluşmuşlardır. Bunların ar damarı çatlamış, şeref ve haysiyet ölçüleri kaybolmuştur. Türkiye’ye meydan okumak, aşağılamak, suçlamak terörist sevicilerin asla haddi değildir, olamayacaktır. Elbette insanlık vicdanı gayri meşru ve gayri hukuki kararları tepki ve öfkeyle karşılayacak, muhataplarını da ademe mahkum edecektir. Avrupa diye yazılır yazılmasına, ama çifte standart diye okunacak, nefret salgını, ırkçılık diye anlaşılacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Önümüzdeki bir diğer gündem ise adalet ve ahlaki alanda yapılması gereken kalıcı ve kapsayıcı düzenlemeler olmalıdır. Türkiye bir hukuk devletidir. Üstünlerin değil, hukukun üstünlüğü esas ve bağlayıcıdır. Hiçbir şart altında hukuk dairesinden çıkmamak, ahlak ilkelerinden ayrılmamak devlet olmanın gerek ve kaçınılmaz sonucudur. Şu anda Türkiye zahmetli, bedeli yüksek ve maliyeti oldukça ağır terörle mücadele sürecindedir. Buna rağmen adalet ve hukuktan taviz verilmemesi en başta tarihimize ve ecdadımıza karşı manevi borcumuzdur. Terörizm yalnızca bizim değil, bütün ülke ve toplumların yegâne ve ortak düşmanı olmalıdır. Terör örgütlerinin iyisi kötüsü olmayacaktır. Teröristin makulü, makbulü ve masumu da görülemeyecektir. Bir yanda FETÖ, diğer yanda PKK-PYD-YPG ve IŞİD Türkiye’nin başını ezmesi gereken, haklarından öyle ya da böyle gelmesi kaçınılmaz olan zehirli yılanlardır. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası Türk devleti doğaldır ki savunma refleksine geçmiş, her alana yuvalanan hainleri temizlemeye koyulmuştur. Hakkı teslim etmek adına diyebilirim ki, bu konuda epey mesafe alınmıştır. Fakat FETÖ’yle sürdürülen mücadelenin yeterli, doyurucu, tatmin edici seviyelere ulaşamadığı son gelişmelerden anlaşılmaktadır. FETÖ virüsü her yere bulaşmıştır. Bu hain terör örgütü devlet ve toplum hayatının hücrelerine kadar sızmış, sirayet etmiştir. Karşımızda ki tablo dehşet vericidir. 26 Nisan günü bin 81 ilimizde düzenlenen operasyonlarda bin 9’u mahrem imam olmak üzere bin 21 kişi gözaltına alınmıştır. Toplamda 7 bin kişi hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Ayrıca 9 bin 103 polis memuru açığa alınmıştır. 29 Nisan’da yayımlanan 689 ve 690 sayılı KHK’lerle önemli adımlar atılmış, bu kapsamda 3 bin 974 kamu görevlisi ihraç edilmiştir. Terör örgütlerine veya milli güvenliğimize karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı bulunan 18 vakıf, 14 dernek, 13 sağlık kuruluşu da kapatılmıştır. Bu kanlı ve hain örgüte karşı devlet milletiyle el ele vermiştir. Bir kez daha hükümete sesleniyor ve diyorum ki; FETÖ’nün ucu nereye dayanıyorsa oraya kadar gidilmeli ve kökü kazınmalıdır. Bu katil çetenin, bu Türkiye düşmanı yapılanmanın bulundukları her alandan tamamen sökülüp atılması milli beka meselesidir. Mücadeleden ödün verilmemelidir. Bu yapılıyorken adalete de yüz çevrilmemeli, dudak bükülmemelidir. Kim suçlu, kim suçsuz; kim mazlum kim melun iyi ve net olarak ayırt edilmelidir. Vebal hepimizin omuzlarındadır. Sorumluluk herkesindir. Ancak FETÖ’yle mücadelede ağaca bakarken ormanın gözden kaçtığına dair kanaat ve yorumlar da artmaktadır. Henüz tabandan tavana çıkılamamıştır. Henüz FETÖ’yle bağ ve bağlantısı olan makam ve mevki sahiplerine, hatırlı ve imtiyazlı isimlere dokunulamamıştır. Mesela zabit katibini, vaizi, teknisyeni, şoförü, odacıyı, işçiyi, uzman ve diğer görevlileri devletten atmakla hedefe varmak düşünülemeyecektir. Eğer bu saydıklarım suçlu ve FETÖ’nün yanında ise diyeceğimiz bir şey yoktur. Fakat mevzi başarılarla stratejik sonuçlara ulaşmak hayaldir. Ata binsek de, ayağımız hala yerdeyse bir sorun var demektir. Davulun kasnağına vurmak, çalı dibi yoklamak, öküz altında buza aramak, iğneyle kuyu kazmak akla yatkın ve çıkar yol değildir. Çalımlarına bakılsa çırak durulacak, kirli çehre ve çevrelerine bakılsa buruşturulup atılacak isimler maalesef yerli yerindedir. Kriptolar kademede ve kendilerini emniyete almışlardır. Soruyorum FETÖ’yle irtibatı olanlar arasında memur var da meşhur siyasetçi, bürokrat yok mudur? Cebinde bir dolar taşıyan, bankada milyon dolarları barındıran çürümüşler nerededir? Sıradan insana güç yetiyor, hemen hukuk devreye giriyor da, eğer varsa siyaset ve devlet yönetiminin tepesindeki kişilere sıra geldiğinde neden sessizlik, tepkisizlik ve hareketsizlik oluyor? Bunun sırrı nedir? Dahası neye yorulmalıdır? Telefonuna baylock indirmiş, Pensilvanyalı iblisle irtibatı açık ve kesin olan FETÖ kalıntılarının, kılıktan kılığa giren kripto yüzlerin yakalarından ne zaman tutulacak, adalet yerini ne zaman bulacaktır? Hukukun karşısında herkes eşittir. Hiçbir sıfat, unvan, görev, mevki, şöhret suçu ve suçluyu gizlemeye yetmeyecektir. Türkiye’ye ihanet eden kimse hesabını vermelidir. Emniyet, TSK, medya, bürokrasi başta olmak üzere toplamda sekiz alanda temizlik sürerken, siyasete gelince duruluyor, bekleniyor, ağırdan alınıyorsa bir bit yeniği var demektir. FETÖ’yle mücadele dümen kırmakta, sulanmakta, sabote edilmektedir. Kanaatimiz budur. Mahrem imamlar bulunuyor da, devletin en mahrem kademelerinde kritik görevler üstlenmiş tanıdık simalar niye ortaya çıkarılamıyor? Sosyal medyadan herkes birbirini suçlamaktadır. Mücadelenin tadı tuzu kaçmak üzeredir. Medya tartışmalara boğulmuştur. Siyasal İslamcılık temalı çekişme ve kutuplaşma inanılmaz seviyelerdedir. Onu bunu suçlayan yazar, çizer, gazeteci ve yüzü gizlenmiş şahsiyetlere kadar birçok isim anlaşmazlıkların, karşılıklı atışmaların göbeğindedir. Milletimiz gelişmeleri kaygıyla takip etmektedir. Toplumsal güven aşınmaktadır. Şüphe ve endişe yayılmaktadır. Birisi diyor ki, TSK içinde 40-50 bin FETÖ’yle irtibatlı isim var. Bir başkası diyor ki, MİT’de FETÖ’yle bağlantılı 400 kişi var. Yine bir diğeri diyor ki, devletin en tepe makamında bulunan birilerinin eşi FETÖ ablası, oğlu da FETÖ imamı. Bu iddiaların yenilir yutulur bir yanı yoktur. Avrupa FETÖ’nün kuyruğundadır, aklama yarışındadır. Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı’nın FETÖ’cülere sığınma hakkı verilmesi konusunda kendi hükümetine rapor sunduğu iddia edilmektedir. Kokuşma her yere nüfus etmiştir. Ne var ki ülkemizde de FETÖ’ye son darbe indirilebilmiş değildir. Cumhurbaşkanı’nın koruma ekibinde görev yapan polisler açığa alınmaktadır. FETÖ hala ayakta, uyuyan hücreleri vasıtasıyla hala faaliyettedir. Türkiye bu kamburla daha fazla mesafe alamayacaktır. Türk milleti bu illete, bu soysuz örgütün gizli ya da açık üyelerine daha fazla sabır ve tahammül gösteremeyecektir. Eğer ip inceldiyse kopsun diyoruz. Ak koyun kara koyun ortaya çıksın istiyoruz. Yüzleşelim, hesaplaşalım, hainleri hesaba çekelim iradesindeyiz. Sayın Cumhurbaşkanı’na, Sayın Başbakan’a çağrıda bulunuyorum: FETÖ’nün son mensubu, en son ferdi yakalanıp adalete teslim edilesiye kadar durmak, beklemek, gecikmek, hafife almak, dün yanımızdaydı, yakınımızdı, arkadaşımızdı, vefaydı, şuydu buydu demek haramdır, bunlara karşı mücadele ise sonuna kadar helaldir. Milliyetçi Hareket Partisi diğer terör örgütlerine karşı olduğu gibi, FETÖ’yle mücadelede de önşartsız destek verecek, devlet ve millet bekasını korkusuzca, can pahasına müdafaa edecektir. Bizim Pensilvanya’dan kumanda edilip bombalanacak ve ele geçirilecek ülkemizin olmadığını dosta da düşmana da gösterelim. Türkiye hainlerden kat be kat büyük ve kudretlidir. Sabırsızlıkla arzulanan kutlu mıntıka temizliğiyle devletimizi güvenceye, milletimizi güçlü ve huzurlu istikbale taşımak boynumuzun borcudur. Unutulmasın ki, bu kararlı duruş ve azmimizden bir adım geri atan, en ufak bahane arayan namerttir, namert kalacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Yüksek Seçim Kurulu 16 Nisan Halkoylamasının kesin sonucunu 27 Nisan 2017’de açıklamıştır. Buna göre, 25 milyon 157 bin 463 vatandaşımız evet, 23 milyon 779 bin 141 vatandaşımız ise hayır tercihinde bulunmuştur. Evetle hayır arasındaki fark 1 milyon 378 bin 322’dir. Seçime katılım yüksektir ve yüzde 85,43 düzeyindedir. Evet verenlerin yüzdesi 51,41, hayır diyenlerin 48,59’dur. YSK’ya yapılan itirazların reddiyle birlikte sonuç kesinleşmiştir. Tekraren söylemek isterim ki, 16 Nisan’da kazanan Türk milleti ve Türkiye’dir. Evet diyen vatandaşlarımız kadar hayır iradesi gösteren vatandaşlarımız da bizim için değerli, tercihleri saygındır. CHP’nin freni patlamış kamyon gibi kontrolsüz tavrı ise bizzat kendisini küçük düşürmektedir. Müflis CHP öyle bir kısır döngüye düşmüştür ki, YSK kararının, seçim güvenliğine yönelik bir darbe, halkın iradesine yönelik bir kumpas girişimi olduğunu söyleyecek kadar yüzsüzleşmiştir. 16 Nisan’a gölge düşürmek amacıyla mühürden başlayan tartışmaların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar uzayacağı görülmektedir. CHP havanda su dövmekte, kışkırttığı cepheleşmeden ne kazanırım arayışındadır. Milli irade 16 Nisan’da hükmünü vermiş, konuyu kapatmıştır. Sandıkta kaybedenlerin, milletimizin demokratik ve hür seçimiyle verdiği kararını çarpıtmaya kalkışması ve bundan zafer umması hezeyandır. CHP’nin artık uyanması, girdiği komadan çıkması, hayat belirtileri vermesi içten tavsiye ve temennimdir. Ancak şunu da biliyoruz ki, vermezse mabut ne yapsın mahmut. Altı kaval üstü şişhane mantık ve anlayışla bir yere varmak, bir neticeye ulaşmak nafile gayrettir. Kargayı kılavuz seçenlerin çam devirmekte ustalaşacağı, heveslerinin birer birer güme gideceği talihin değil, failin eseridir. CHP ve kader ortağı HDP ne yaparsa yapsın, hükümet etme sistemi değişmiş, Türkiye mazisiyle uyumlu, ancak düzeltilmiş bir rotada ilerlemeye başlamıştır. CHP ne hazindir ki milleti duymaktan acizdir. Yazıklar olsun ki, Atatürk’ün kurduğu parti can kulağıyla cezaevindeki HDP’li eşbaşkanın sözde müthiş düşüncelerini dinlemekle meşguldür. 16 Nisan üzerinden partimizi töhmet altında bırakmaya çalışan zeka ve ahlak özürlüleri uyduruk tez ve söylemlerine inatla devam etmektedir. Bazı sözde araştırma şirketleri mal bulmuş mağribi gibi 16 Nisan halk oylaması sonuçlarına atlamış, partimize oy veren kardeşlerimizin üçte birinin evet, üçte ikisinin ise hayır dediğini açıklamışlardır. Neymiş efendim, MHP yarılmayla karşı karşıyaymış. Bunların öğüttüğü yalan, savurduğu palavradır. Buradan diyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy veren kardeşlerimizin hangi oranda evet, hangi oranda hayır dediğini ispatlamayan, bunu somut bilgi ve belgelerle kamuoyuyla paylaşmayan alçaktır, şerefsizdir. Hodri meydan. Bizim alnımız açık, sözümü doğrudur. Ne diyorsak odur. Milliyetçi Hareket Partisi 16 Nisan’da evet demiş, gereğini, verdiği sözü yerine getirmiştir. Fikri kırılma, vicdani yarılma, zihni bunama yaşayan bazı sözde gazeteci, çeyrek aydın ve uyduruk araştırma şirketleri şanslarını daha fazla zorlamasın, sırtımızdan daha fazla kurban kesmeye yeltenmesin. 16 Nisan’da Türk milleti mührü, aklı ve mensubiyeti mühürsüzlerin tam anlı çatına basmıştır. Ve Türkiye farklı bir evreye geçmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kabulüyle birlikte Sayın Erdoğan’ın parti üyeliği de gündeme gelmiştir. Doğal olarak bu hem Cumhurbaşkanı’nın hem de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bileceği bir şeydir. Hariçten gazel okumaya gerek yoktur. Yeni sistemle birlikte Cumhurbaşkanı’nın partisiyle bağı tekrar kurulabilecektir. Beklendiği üzere, bu üyeliğin bugün gerçekleşeceği de daha önceden açıklanmıştır. Böylelikle fiili durumun hukuki bünyeye kavuşması sağlanmış olacaktır. AKP’nin 21 Mayıs’ta yapacağı olağanüstü kongresi de yine kendi iç dinamiklerinin ve inşa edilen yeni sistemin sonucudur ki, bizim de buna hayırlı olsun demekten başka yapacak ve söyleyecek bir şeyimiz olmayacaktır. Bundan böyle, bilhassa FETÖ ve PKK’yla kıran kıran bir mücadele hedef olmalıdır. Artık hiçbir mazeret kalmamıştır. Neye ihtiyaç duyuluyorsa vardır ve ortadadır. Milliyetçi Hareket Partisi terörizmin belini kırmak için devleti ve hükümetiyle bir ve beraberdir. Çok şükür teröre karşı sert ve şiddetli bir mücadele sürdürülmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri ilk kez Irak’ın Sincar bölgesiyle, Suriye’nin kuzey doğusundaki Karakoçak Dağı’ndaki terör hedeflerine hava harekatı düzenlemiştir. Caniler inlerinde bombalanmıştır. 15 Aralık 2005’te medya kuruluşlarının temsilcileriyle yaptığım toplantıda, “gerekirse Kandil Dağı’nda bir gece görünmekte yarar var” demiştim. Bu açıklamamın üzerinden geçen 12 yıl sonra, Sayın Cumhurbaşkanı da TÜMSİAD’ın 7.Genel Kurulu’nda; “vakti saati geldiğinde ne yapacağımızı biliriz. Bir gece ansızın gelebiliriz.” kararlılığını seslendirmiştir. Türk Cumhuriyeti devleti nerede hain varsa, nerede kuyumuzu kazmak, infazımız için el ovuşturan canavar bulunuyorsa bir gece ya görünmeli ya da ansızın gelmelidir. Devlet olmak budur, bunu gerektirecektir. Bu itibarla Sayın Cumhurbaşkanı’nın çıkış ve iradesi değerlidir. Ve Milliyetçi Hareket’in özlediği ruh bundan ibarettir. Terörizmle mücadele halindeyken dost ve müttefik ülke ABD’nin hem nalına hem de mıhına vurması abesle iştigaldir. Geçen haftaki hava harekatımızın peşinden PYD-YPG’nin yanına koşan bazı ABD’li subayların görüntülenmesi içler acısıdır. Yine geçen hafta YPG paçavralarının taşındığı bir konvoy içinde ABD bayraklarının da taşınıp dalgalandırılması en hafif ifadeyle teröre çanak tutmak, cinayetlere yardım ve yataklık yapmaktır. YPG’li teröristlerle ABD’li askerlerin sınırlarımızda birlikte nöbet tutup devriye gezecek kadar rezalete battıkları medyaya yansımıştır. Sayın Erdoğan’ın 16 Mayıs’ta yapacağı ABD ziyaretinde, başkan Trump’la Suriye ve Irak’taki gelişmeleri paylaşması ve Türkiye’nin meşru haklarını savunması beklentimizdir ve anlaşılan da bu olacaktır. Terör örgütü IŞİD’le mücadele kılıfı altında ABD’den açık destek alan terör örgütlerinin sınır karakollarımıza yönelik saldırılarında tanksavar ve stinger füze kullandıklarıyla ilgili iddialar gündeme bomba gibi düşmüştür. Bu doğru ise topraklarımıza, vatan evlatlarımıza füze fırlatan caniler gerçekte emri kimden ve nerelerden almışlardır? PKK-YPG kollanmaktadır. Ve de kan dökmelerinin önü açılmaktadır. 16 Nisan’dan sonra terörle mücadelede şehit olan 15 kahramanımızın kanına asıl kimler girmiş, hangi amaçlarla saldırı talimatını vermişledir? Huzurlarınızda şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Milletimize ve silah arkadaşlarına başsağlığı niyazlarımı tekrarlıyorum. Şu hususu bir kez daha vurguluyor ve beyan ediyorum: Türkiye’nin güney sınırları boyunca açılacak her fitne koridorunu imha etmesi hakkıdır, uluslararası hukukun gereğidir. Kürdistan’ı inşa etmek isteyen, önce kendi mezar anıtını yaptırmalıdır. Türk milleti bölünmeye, parçalanmaya izin vermeyecek, düşmanca saldırılara karşı asla pes etmeyecektir. Mutlaka başaracağız, mutlaka sonuç alacağız ve de Türk milletine yan gözle bakan kuşun bile yuvasını bozmaktan kaçınmayacağız.
Muhterem Arkadaşlarım, Fikirlerimizin özünü Türk kültürü, Türk tarihi, Türk dili, Türk kimliği, yüzyıllar içinde ruhumuza nakşettiğimiz kardeşlik hissiyatı, son tahlilde aziz milletimiz oluşturmuştur. Bu vatan, yaklaşık bin yıl önce asıl ve hak eden sahiplerini ilk ve son defa bulmuştur. Aradan geçen on asır, bu topraklardan yerküreye damgasını vurmuş bir büyük milletin varlığını ve kudretini tescil etmiştir. Bilmeyen varsa haykırıyorum, bunun adı Türk milletidir. Bu iftihar ettiğimiz kültürel varlık, köklerin, kökenlerin, dillerin, mezheplerin üstünde maddi ve manevi bir bağ ile kaynaşmış ve kucaklaşmıştır. Nereli olursak olalım, nerede doğarsak doğalım, nasıl konuşursak konuşalım bizleri bir araya getiren, acılarımız, anılarımız, zaferlerimiz, hüzünlerimiz ve ülkülerimiz olmuştur. Her çekilen halay, her dövülen davul, her buluşulan düğün, her açılan duvak, her doğan çocuk, her sallanan beşik, her tüten ocak, her can veren şehit bizi bir millet yapmıştır. Bin uzun yılda yokluklar birlikte göğüslenmiştir. Fetihlerin sevinci beraberce yaşanmıştır. Bozgunların burukluğu birlikte paylaşılmıştır. Türk milliyetçileri milli kimlik ve varlığı cesaret ve inanmışlıkla savunan, kardeşlik ve kader ortaklığını dua gibi gören fazilet burçlarıdır. Bin yıllık sevda namusumuza emanettir. Türk milliyetçileri yüksek ülkülerde eriyen Türk-İslam sevdalısı yüreklerdir. Dün böyleydi, bugün de aynıdır. Yarın idrak edeceğimiz 3 Mayıs Milliyetçiler Günü’nde tarihi ve milli sorumluluğumuzu muhakkak surette yeni baştan gözden geçirmeliyiz. 3 Mayıs milliyetçiliğin duygu ve düşünce havzasından hareket ve eylem sahasına inmesinin eşiğidir. Milliyetçilik demokratik refleksini göstermiş, milliyetçi kahramanlar kötü gidişata itiraz etmişlerdir. 3 Mayıs 1944 hadiselerine giden süreci öncelikle iyi bilmek, iyi yorumlamak yapacağımız değerlendirmeler açısından çok mühimdir. Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın 20 Şubat 1944 tarihinden itibaren dönemin Başbakanı’na yazdığı açık mektupları 3 Mayıs’ın fitilini tutuşturmuş, bir bakıma milliyetçiliğin artık dar gelen kabuğunu kırmıştır. Tek parti döneminde, bir edebiyat öğretmeninin yüreklice, doğru gördüklerini, endişeyle izlediklerini dosdoğru bir şekilde Başbakan’a yazması haysiyetli bir davranış, korkusuz bir çıkıştır. Merhum Atsız Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlikeleri sade ve yalın bir dille kaleme almış, tehditlerin içyüzünü ustaca anlatmıştır. Bu gelişmelerden rahatsız olan devrin dalkavukluğunu yapan köhnemiş bazı isimler milliyetçi canlanmayı sindirebilmek için devlet imkânlarını seferber etmiş ve mahkemeleri devreye sokmuştur. Aleyhine dava açılan Merhum Atsız İstanbul’dan Ankara’ya gelerek hâkim karşısına çıkarılmıştır. Özellikle 3 Mayıs 1944’de milliyetçi gençlerin haksızlığa tepkileri, zulme eğilmeyen, güce boyun bükmeyen tavırları gıpta edilecek bir tablodur. Bu tarihteki milli öfkeden çekinen siyasi iktidar, 165 milliyetçiyi tutuklamış, bunlardan 23’ü hakkında vatana ihanet, gizli cemiyet kurma, iktidarı devirme suçlamalarından dolayı dava açtırmıştır. 3 Mayıs’ın kahramanları her türlü eziyet karşısında davalarından ödün vermemişlerdir. Reva görülen işkence ve kötü muamele kutlu hareketimizin temellerini kazmıştır. Uydurulan Irkçılık ve Turancılık davasında atılan iftiralar, yapılan itibar cellatlığı ters tepmiş, milliyetçiliği durgun yatağı millet denizine doğrudan doğruya çevrilmiştir. Milliyetçiliğin 1944 şahlanışına; milli birliğin düşmanı dediler, hayalcilik dediler, ütopya dediler, bela dediler, üç beş kendini bilmezin, üç beş tahrikçinin nümayişi diyerek değersizleştirmeye kalkıştılar. İthal malı anarşi cereyanları diyerek sulandırmaya, memleket havasını bulandıranların fesadı diyerek mahkum etmeyi denediler. Ne var ki başaramadılar, amaçlarına ulaşamadılar. Şimdi dönüp geriye baktığımızda kimin haklı, kimin haksız olduğunu tarihin hakemliğinde, milletimizin hâkimliğinde çok açık şekilde görmek mümkündür. Türkiye’de sosyal bir uyanış olacaksa, milli kalkınma sağlanacaksa, milli diriliş ve toparlanma temin edilecekse bu gayeler ancak ve ancak Türk milliyetçilerinin inisiyatif almasıyla gerçekleşecektir. Demokrasinin milliyetçilikle eş zamanlı doğduğunu, birisi olmadan diğerinin yarım yamalak kalacağını unutmamak lazımdır. Milliyetçilik yabancılaşmanın yenildiği, ihanetin ezildiği, yozlaşmanın durdurulduğu, son ve emniyetli mevzidir. Özellikle bizim milliyetçilik anlayışımızda ötekileştirme, dışlama, zorlama, dayatma, içe kapanma, değişik milletleri aşağılama yoktur ve olmamıştır. Türk milletini omuzlayıp ayağa kaldıracak Türk milliyetçileridir. Başarılı oldukça, kendimize güvendikçe Türkiye ve Türk vatanı güvencede olacaktır. Biliniz ki, kaynağını Türk-İslam ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliği ve onun ebedi yuvası Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin ve Türkiye’nin var olma ümididir. Dost için kadife elli, düşman için çelik bileğiz. Gözler bu nedenle hep üzerimizdedir. Suskun muyuz, yoksa tepkili mi? Uyuyor muyuz, yoksa uyanık mı? Herkesin cevabını merak ettiği sorular da bunlardır. Biz şuurluyuz, uyanığız, ama görmek istemeyenler ya kör ya da kaskatı kesilmiş mankurtlardır. Biz yeri gelince tepkili, yeri gelince temkinli, yeri gelince de tedbirliyiz, bunu anlamakta direnenler ise ya izansız ya da işbirlikçidir. Milliyetçi Hareket Partisi oldukça millette korku olmayacaktır. Ve de Türkiye üzerinde oynanan oyunlar paramparça edilecektir. Bu duygu ve düşüncelerle partimizin kurucusu Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey başta olmak üzere, milli mücadele kahramanlarına, aramızdan ayrılan 3 Mayıs 1944’ün sembol isimlerine, tüm vatan ve dava şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Sözlerime son verirken hepinizi muhabbetle selamlıyorum. Sağ olun, var olun diyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
|