Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin 29 Ocak 2008
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum. Konuşmamın başında; İstanbul-Denizli seferini yapan, Devlet Demiryolları İşletmesine ait Pamukkale Ekspres’in, Kütahya yakınlarında raydan çıkarak devrilmesi sonucu 9 vatandaşımızın hayatını kaybetmesinden ve 30 vatandaşımızın yararlanmasından dolayı duyduğum üzüntüyü belirtmek istiyorum. Kazada hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet ve kederli ailelerine başsağlığı, yaralı vatandaşlarımıza ise acil şifalar diliyorum. Bu elim hadise bir kez daha göstermiştir ki, demiryolları gibi güvenli bir ulaşım seçeneğinde bile; yanlış politika ve ihmal edilmiş alt yapı sorunları ciddi ve telafisi olmayan sonuçları ortaya çıkarmaktadır. Daha 2004 yılı Temmuz ayında meydana gelen ve onlarca vatandaşımızın hayatına mal olan tren faciası akıllarda iken, bir kazanın daha meydana gelmesi çok düşündürücüdür. Bu durum geçen yıllar boyunca demiryollarında hızlı ve güvenli işletme anlayışında büyük kusurların ve eksikliklerin oluştuğunu göstermektedir. Bu ve benzeri üzücü kazaların değişik ulaştırma türlerinde de tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirlerin vakit geçirilmeksizin alınması elzemdir. Ayrıca meydana gelen tren kazasının da tüm boyutlarıyla incelenerek kamuoyuyla paylaşılmasını Milliyetçi Hareket Partisi olarak beklediğimizi ve konuyu çok yakından takip edeceğimizi bu vesileyle vurgulamak isterim. Değerli Milletvekilleri, Geride bıraktığımız hafta içinde yüksek öğrenim kurumlarında başörtüsü konusunda Milliyetçi Hareket Partisinin öncülüğünde başlatılan temaslarda somut gelişmeler yaşanmıştır. Sürekli kaşınarak toplumsal bir yara haline getirilen bu konuya vicdanları rahatsız etmeyecek adil ve hukuki bir çözüm bulunması için Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında başlatılan görüşme sürecinde 28 Ocak 2008 günü mutabakat sağlanmıştır. Böylece, son kırk yıl boyunca Türkiye’nin gündeminde kısır tartışmaların malzemesi olan ve Anayasa Mahkemesinin 1989 kararını izleyen ondokuz yıl içinde çözümü yönünde samimi ve ciddi hiçbir adım atılmayan bu konu, şimdi çözüm aşamasına getirilmiştir. Bu konuda iki parti arasında varılan mutabakat dün gece yapılan basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurulmuştur. Bu anlaşmaya uygun olarak Anayasa ve yasa değişiklikleri tekliflerinin iki partinin ortak önerisi olarak bugün Yüce Meclis’e sunulması öngörülmektedir. Oluşan görüş birliğinin esasları, genel çerçevesi ve unsurları ile bu yönde yapılacak Anayasa ve yasa değişikliklerinin anlamı ve amacı hakkında bu vesileyle kamuoyunu daha ayrıntılı biçimde aydınlatmak istiyorum. Değerli Milletvekilleri,
Bu çerçevede;
- Bu şekilde, devlet bakımından başta gelen ödevlerden sayılan ve öncelikli bir kamu hizmeti olan yükseköğretim hizmetinden eşit şekilde yararlanma hakkının kısıtlanmamasının anayasal teminat altına alınması amaçlanmıştır. - Devlet organlarına ve idare makamlarına eğitim ve öğrenim hizmeti sunarken, bundan yaralananlar bakımından ayrımcılık yapılmaması yükümlülüğü sarih bir biçimde getirilmiştir.
- Bu şekilde, öğrenim hakkının ancak kanunla kısıtlanabileceği, bu hakkın kullanılması için bazı yasal sınırlamalar getirilebileceği açık Anayasa hükmü haline getirilmiştir. - Kamuoyuna yapılan açıklamada da vurgulandığı gibi, bu düzenlemenin amacı yükseköğretim kurumlarında eğitim ve öğretim hakkının kullanılmasıdır. - İlk ve orta öğretim kurumlarında uygulanacak esaslar, kılık-kıyafet şartları esasen yürürlülükteki kanunlarla düzenlenmiştir. - 42. maddede yapılan bu değişiklik, bu kurumlar bakımından bir sonuç doğurmayacaktır. Mevcut düzenlemeler aynen sürecektir. - Anayasa’nın bu maddesinde kılık-kıyafet nedeniyle hiç kimsenin bu haktan mahrum bırakılmayacağı yolunda açık bir hükme yer verilmemiş, bu konudaki sınırların belirlenmesi ilgili kanuna bırakılmıştır.
- Bilindiği üzere Ek 17. madde halen yürürlüktedir. - Buradaki amaç, eğitim ve öğrenim hakkını kullanmak, bu haktan yaralanmak isteyenlerin bunun için uymak zorunda oldukları kılık kıyafete ilişkin kuralların bu maddede açıkça sayılması, bunun dışında kalan giysilere sınırlama ve yasak getirilmesinin hükme bağlanması olmuştur. - Buna göre yürürlülükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbest olacaktır. - Yürürlülükteki kanunlar, kılık-kıyafete ilişkin inkilap yasaları, ceza kanunları ve kamu düzeni, kamu güvenliği ve genel ahlak mülahazalarıyla yasaklama ve kısıtlama getiren meri mevzuattır. - Bu kanunların konusu olan kılık ve kıyafetlerle üniversitelere girilemeyecektir.
- Bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamayacağı yasal teminata kavuşturulmuştur. - Ancak, bunun için başın nasıl örtüleceği Ek 17. madde içinde açık tanıma kavuşturulmuştur. - Buna göre başın örtülmesinde yüz açık olacak ve bu örtünme kişinin kimliğinin tanınmasına imkan verecek şekilde yapılacaktır. - Bu da başın çene altından bağlanacak şekilde örtülmesidir. - Böylece, bu baş örtünme şeklinin dışındaki çarşaf, peçe, burka ve benzeri kıyafetlerle yüksek öğretim kurumlarına girilmesine izin verilmeyecektir.
Değerli Milletvekilleri, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Son bir haftalık süreçte bu konu etrafındaki tartışmalar yoğunluk kazanarak sürmüş, toplumun çeşitli kesimlerinin tepkileri, endişeleri ve tereddütleri bütün yönleriyle ortaya konulmuştur. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, akademik çevreler, düşünce kuruluşları ve medya bu konuda ne düşündüklerini ve nerede durduklarını sözleri ve beyanlarıyla göstermişlerdir. Konunun özüne ilişkin olarak dile getirilen görüş ve değerlendirmelerin ve ortaya konulan endişe ve tereddütlerin bazılarının katılmadığımız yönleri olmasına rağmen, bunları saygıyla karşıladığımızı öncelikle belirtmek isterim Bu sürecin toplumsal sorunların toplumsal uzlaşı ruhuyla makul ve meşru çözümlere kavuşturulması için gerekli olan demokratik tartışma kültürünün gelişmesine önemli katkılar sağladığı açıktır. Bununla birlikte, ortak değerlerin karşılıklı istismarı sonucu kördüğüm haline getirilen konuların çözümü yönünde iyi niyetle atılan adımların anlamı ve amacının saptırılmak istenmesinin, yersiz ve yakışıksız olduğunu hatırlatmamız gerekecektir. Bu konuda yapılan bazı önyargılı değerlendirmelerin ve kullanılan polemik üsluplarının, siyasi sorumluluk ahlakıyla bağdaşamayacağı ve sahiplerine itibar kazandırmayacağı çok iyi bilinmelidir. Son günlerde yoğunluk kazanan tartışmalarda bu konuda dile getirilen görüşlere ilişkin olarak şu hususları kamuoyumuzla paylaşmak istiyorum.
Bu konuda önyargısız ve samimi olanların duydukları bu endişe, genelinde haklı sayılabilecektir. Ancak, iki parti arasındaki mutabakat, bu endişelere yer bulunmadığını açıklıkla ortaya koymaktadır.
Milliyetçi Hareket’in bu konudaki tavrı net ve açıktır.
MHP, bugün de yarın da, bu yöndeki taleplerin yanında ve arkasında yer almayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki ilke tutumu kamuoyumuz tarafından bu gerçekler ışığında doğru anlaşılmalı ve değerlendirilmelidir.
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki yaklaşımına yön veren temel mülahazalar bütün açıklığıyla bunlar olmuştur. Burada herkesin sorumluluğunun bilinci içinde bu konuda geniş tabanlı bir anlayış birliği oluşturulmasına katkı vermesini beklediğimizi belirtmek isterim. Çok yönlü toplumsal hassasiyetler taşıyan böyle bir konuda klişe sloganlar üzerinden tartışma yapmak ve suçlamalarda bulunmak, bundan beklenen dar siyasi hesapların gerçekleşmesine de hizmet etmeyecektir. Son dönemdeki tartışmalarda sergilenen bazı tutum ve davranışlar hakkındaki görüşlerimizi bu vesileyle kayda geçirtmek isterim.
Bu kesimlere hatırlatacağımız ve soracağımız tek şey vardır: - Kanuni bir düzenlemeye dayanmadan, zorlama yorumlarla ve fiili uygulamayla sürdürülen bu sorun kangren haline gelirken, pratik bütün çözüm yolları bir bir tıkanırken siz neredeydiniz? - Şimdi söylediğiniz pratik çözüm yönünde ne çaba harcadınız, ne yaptınız? Bu sorumuza vicdanınızda bulacağınız cevap dışında size söyleyebileceğimiz hiçbir şey yoktur.
Kurumsal kimlikle yapılan bu açıklamanın doğal bir hakları olduğu ve bu çerçevede saygı duymak gerektiği açıktır. Ancak, kendilerine bazı somut gerçekleri hatırlatarak bu konular üzerinde düşünmelerini tavsiye etmek isteriz:
- Kürt kimliğinin tanınmasını; - Türkçe dışındaki dillerde devlet okullarında anadil eğitimi verilmesini; - Eyaletler sisteminin alt yapısını hazırlayacak şekilde belediyelere vergi koyma, ilk ve orta öğretimde okul kurma, öğretmen tedariki ve özlük işleri gibi konularda yetki devrini savunmuştur.
- Siz Türkiye’nin milli birliğini ve üniter yapısını hedef alan bölünme modellerine, demokratikleşme reçetesi olarak sahip çıkacaksınız, ancak konu üniversitede başörtüsü olunca bunu sudan bahanelerle geçiştireceksiniz. - Türk milletini ve değerlerine hakaretin serbest bırakılmasını çağdaşlık adına savunacaksınız, PKK’nın siyasi taleplerinden olan anadilde eğitimin, demokratik reform adı altında pazarlamacılığını yapacaksınız, sonra da başörtüsü sorununun çözümü için siyaset kurumunun sarfettiği iyi niyetli çabaları gereksiz gündem yaratmak diye mahkum etmeye çalışacaksınız. - Ve bütün bunlardan sonra demokrasi ve insan hakları havarisi rolüyle ortaya çıkacaksınız ve Türk milletinin buna inanmasını bekleyeceksiniz! - Siz istediğinizi düşünmekte ve beklemekte serbestsiniz. Ancak, unutmayın ki Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay etmek hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Başörtüsü konusunun toplumumuzun geniş kesimlerinin endişelerini giderecek şekilde hakkaniyete uygun bir çözüme kavuşturulması, toplumsal huzur ve dayanışma bakımından özel bir önem taşımaktadır.
Buna siyasi anlam ve fonksiyon yüklenmesi ve bunun üzerinden siyasi istismar yapılması sonucu bugünkü çıkmaza gelinmiştir.
Bir sorunu çözerken yeni sorunlara kapı aralanmaması, sıcağı sıcağına yeni istismar kapıları arayışına girilmemesi, siyasi sorumluluğun herkes için vazgeçilmez asgari gereğidir. Bu mülahazalarla, herkese, bu konudaki sorumluluklarını bir kere daha hatırlatmak ve bunun gereğini yapmaya davet etmek istiyorum. Bu düşüncelerle toplumsal bir gerilim ve huzursuzluk alanı haline getirilen başörtüsü konusundaki Anayasa ve yasa değişikliklerinin Türkiye’mize ve aziz milletimize hayırlı olmasını bütün kalbimle temenni ediyorum. Bu süreçte değerli katkıları olan bütün arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum. Değerli Milletvekilleri, Geçtiğimiz günlerde Yunanistan Başbakanı Karamanlis’in Türkiye’ye yaptığı ziyaretin sonuçları, bu konuda kamuoyuna yansıyan bilgiler ve hükümet yetkililerinin Patrikhane’nin statüsü hakkındaki tehlikeli beyanları, bugünkü toplantımızda üzerinde duracağım ikinci konu olacaktır. Yunanistan Başbakanı’nın 49 yıl sonra Türkiye’yi ziyareti, Yunan kamuoyunda Türkiye’yi incitecek tartışmaların gölgesinde gerçekleşmiştir. Bu ziyaret Türk hükümeti tarafından ise ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcı olarak takdim edilmeye çalışılmıştır. Hiçbir konuda somut ve olumlu bir sonuç vermeyen bu ziyareti farklı biçimde pazarlamakta zorlanan Sayın Başbakan çareyi, basını azarlamakta ve ucuz bir “bardağın dolu tarafına bakın” polemiğinde bulmuştur. AKP hükümetlerinin Türk-Yunan sorunlarını Avrupa Birliği sürecinin ipoteğine soktuğu, bu konuda sergiledikleri teslimiyetçi çizginin Yunan tarafında sorunların Türkiye’ye dayatma ve baskı yoluyla çözümlenebileceği ümidini yarattığı bir gerçektir.
Bu konuları bu şekilde Avrupa Birliği’ne havale eden Yunanistan, şimdi sözde Türkiye desteği edebiyatıyla Sayın Başbakan’ın bu alanlarda geri adım atması ve Yunanistan’ın hak ve hukuk dışı taleplerine boyun eğmesi için gün saymaktadır. Sayın Başbakan Erdoğan ise, oynanan bu oyunun farkında olmasına rağmen, nikah şahitliğine kadar taşıdığı dostluk ve arkadaşlık masalıyla Türk-Yunan sorunlarında Türkiye’ye kaybettirdiği zemini kamuoyundan saklamaya çalışmaktadır. Türk-Yunan ilişkilerinde oynanan orta oyunun özü maalesef budur. Değerli Milletvekilleri, Sayın Basın Mensupları, Sayın Başbakan’ın Fener Rum Patrikhanesinin ekümenik statüsü konusunda Karamanlis’le yaptığı görüşmeden sonra belirttiği hususlar, hükümetin bu konuda çok tehlikeli bir yola girme hazırlığı içinde olduğunu göstermektedir. Sayın Başbakan Patriğin ekümenik statüsünün Hıristiyan dünyasını ilgilendiren bir sorun olduğunu söyleyerek, bu statüyü tanımanın Türkiye için bir sorun olmayacağını dolaylı bir biçimde ortaya koymuştur.
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Değerli Mensupları, Bir Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’da Batı Trakya Türk Azınlığı’nın içinde bulunduğu durum karşısında, Sayın Başbakan’ın bu konularda adım atarken hiç olmazsa bu alanda tam mütekabiliyet şartını masaya getirmemesi utanç verici bir durumdur.
Hakkın rahmetine kavuşan İskeçe müftüsü Mehmet Emin Aga’nın ömrünün önemli bir kısmı mahkemelerde geçmiş, Gümülcine müftüsü İbrahim Şerif de benzer takibat ve tacizlere maruz kalmıştır. Buna karşılık Fener Rum Patrikhanesi, Patriği Türkiye’nin hiçbir müdahalesi ve söz hakkı olmadan kendisi seçmektedir. Rum Patriği Türkiye’de büyük itibar görmekte ve bazı çevreler tarafından Türkiye’nin Avrupa elçisi ilan edilmektedir.
Ramazan aylarında Türkiye’den geçici din adamı gönderilmesine bile bir dizi engel ve kısıtlama çıkarılmaktadır. Buna karşılık Sayın Başbakan Heybeliada Ruhban okulunun açılması için Türk hukuk sistemini zorlamakta ve bu düşüncesini hayata geçirmek için uygun zaman kolladığı anlaşılmaktadır.
Değerli Milletvekilleri, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Azınlık cemaatlerine tüzel kişilik tanınması ve cemaat vakıflarının yasal denetim dışında bırakılarak çok geniş yetkilerle donatılması, Avrupa Birliği’nin dayatma paketinin en önemli unsurlarından birisidir. AKP hükümeti bunun gereğini yerine getirmede son aşamaya gelmiş ve Lozan Antlaşmasına açıkça aykırı olan ve daha önce Sayın Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen Vakıflar Kanunu’nu virgülüne dahi dokunmadan Komisyondan geçirerek Meclis genel kurulu’na getirmiştir. Bu konudaki gerçeklere gözlerini kapatan ve yaptığımız bütün haklı uyarıları dikkate almayan AKP hükümeti, Türkiye’nin başına çok büyük sıkıntılar açacak bu düzenlemeyi Avrupa Birliği’ne bir diyet borcu olarak ödemekte kararlı görünmektedir.
Bütün bunlar karşısında Türkiye Cumhuriyeti hiçbir denetim yetkisine sahip olmayacak ve bu vakıfların zararlı faaliyetleri karşısında hukuk düzeni içinde cevap verilmesi imkânı bu yasayla hukuk sisteminin elinden tamamen alınacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, vakıflar yasası görüşmeleri sırasında haklı ve samimi ikazlarını sürdürecek ve hükümetin dönüşü olmayan çok tehlikeli bir yola girmesini önlemek için elinden geleni yapacaktır. Hepinizi en içten dileklerimle selamlıyorum. Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı |