29.01.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

29 Ocak 2008

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmamın başında; İstanbul-Denizli seferini yapan, Devlet Demiryolları İşletmesine ait Pamukkale Ekspres’in, Kütahya yakınlarında raydan çıkarak devrilmesi sonucu 9 vatandaşımızın hayatını kaybetmesinden ve 30 vatandaşımızın yararlanmasından dolayı duyduğum üzüntüyü belirtmek istiyorum.

Kazada hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet ve kederli ailelerine başsağlığı, yaralı vatandaşlarımıza ise acil şifalar diliyorum.

Bu elim hadise bir kez daha göstermiştir ki, demiryolları gibi güvenli bir ulaşım seçeneğinde bile; yanlış politika ve ihmal edilmiş alt yapı sorunları ciddi ve telafisi olmayan sonuçları ortaya çıkarmaktadır.

Daha 2004 yılı Temmuz ayında meydana gelen ve onlarca vatandaşımızın hayatına mal olan tren faciası akıllarda iken, bir kazanın daha meydana gelmesi çok düşündürücüdür. Bu durum geçen yıllar boyunca demiryollarında hızlı ve güvenli işletme anlayışında büyük kusurların ve eksikliklerin oluştuğunu göstermektedir.

Bu ve benzeri üzücü kazaların değişik ulaştırma türlerinde de tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirlerin vakit geçirilmeksizin alınması elzemdir. Ayrıca meydana gelen tren kazasının da tüm boyutlarıyla incelenerek kamuoyuyla paylaşılmasını Milliyetçi Hareket Partisi olarak beklediğimizi ve konuyu çok yakından takip edeceğimizi bu vesileyle vurgulamak isterim.

Değerli Milletvekilleri,

Geride bıraktığımız hafta içinde yüksek öğrenim kurumlarında başörtüsü konusunda Milliyetçi Hareket Partisinin öncülüğünde başlatılan temaslarda somut gelişmeler yaşanmıştır.

Sürekli kaşınarak toplumsal bir yara haline getirilen bu konuya vicdanları rahatsız etmeyecek adil ve hukuki bir çözüm bulunması için Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında başlatılan görüşme sürecinde 28 Ocak 2008 günü mutabakat sağlanmıştır.

Böylece, son kırk yıl boyunca Türkiye’nin gündeminde kısır tartışmaların malzemesi olan ve Anayasa Mahkemesinin 1989 kararını izleyen ondokuz yıl içinde çözümü yönünde samimi ve ciddi hiçbir adım atılmayan bu konu, şimdi çözüm aşamasına getirilmiştir.

Bu konuda iki parti arasında varılan mutabakat dün gece yapılan basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurulmuştur.

Bu anlaşmaya uygun olarak Anayasa ve yasa değişiklikleri tekliflerinin iki partinin ortak önerisi olarak bugün Yüce Meclis’e sunulması öngörülmektedir.

Oluşan görüş birliğinin esasları, genel çerçevesi ve unsurları ile bu yönde yapılacak Anayasa ve yasa değişikliklerinin anlamı ve amacı hakkında bu vesileyle kamuoyunu daha ayrıntılı biçimde aydınlatmak istiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

  • Mutabakat’ın esasları şunlardır:
  • Yükseköğrenimde bir sorun olarak ortaya çıkan fiili başörtüsü yasağının, bununla sınırlı olarak kaldırılması amaçlanmıştır.
  • Bunun için yapılacak düzenlemeler yükseköğrenim kurumlarıyla sınırlı olacaktır.
  • İlk ve orta öğretim kurumları bunun dışında kalacaktır.
  • Kamu kurumlarında kamu yetkisini kullanarak kamu hizmeti verenler de aynı şekilde bu düzenlemenin kapsamı dışındadır.
  • Bu amaçla Anayasa’nın 10. ve 42. maddeleri ile Yükseköğretim Kanunu’nun Ek. 17. maddesinde bazı değişiklikler yapılması öngörülmüştür.

Bu çerçevede;

  • Anayasa’nın kanun önünde eşitliği düzenleyen 10. maddesine eklenecek bir cümle ile kamu hizmetlerinden yararlanılmasında eşitlik ilkesine vurgu yapılmıştır.

- Bu şekilde, devlet bakımından başta gelen ödevlerden sayılan ve öncelikli bir kamu hizmeti olan yükseköğretim hizmetinden eşit şekilde yararlanma hakkının kısıtlanmamasının anayasal teminat altına alınması amaçlanmıştır.

- Devlet organlarına ve idare makamlarına eğitim ve öğrenim hizmeti sunarken, bundan yaralananlar bakımından ayrımcılık yapılmaması yükümlülüğü sarih bir biçimde getirilmiştir.

  • Bunun yanı sıra Anayasa’nın eğitim ve öğrenim hakkını düzenleyen 42. maddesinin birinci fıkrasında yapılan bir değişiklikle bir kimsenin açık bir yasal düzenleme yoksa eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı hükme bağlanmıştır.

- Bu şekilde, öğrenim hakkının ancak kanunla kısıtlanabileceği, bu hakkın kullanılması için bazı yasal sınırlamalar getirilebileceği açık Anayasa hükmü haline getirilmiştir.

- Kamuoyuna yapılan açıklamada da vurgulandığı gibi, bu düzenlemenin amacı yükseköğretim kurumlarında eğitim ve öğretim hakkının kullanılmasıdır.

- İlk ve orta öğretim kurumlarında uygulanacak esaslar, kılık-kıyafet şartları esasen yürürlülükteki kanunlarla düzenlenmiştir.

- 42. maddede yapılan bu değişiklik, bu kurumlar bakımından bir sonuç doğurmayacaktır. Mevcut düzenlemeler aynen sürecektir.

- Anayasa’nın bu maddesinde kılık-kıyafet nedeniyle hiç kimsenin bu haktan mahrum bırakılmayacağı yolunda açık bir hükme yer verilmemiş, bu konudaki sınırların belirlenmesi ilgili kanuna bırakılmıştır.

  • Bu amaçla Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 17. maddesinde bu yönde sarih bir düzenleme yapılması öngörülmüştür.

- Bilindiği üzere Ek 17. madde halen yürürlüktedir.

- Buradaki amaç, eğitim ve öğrenim hakkını kullanmak, bu haktan yaralanmak isteyenlerin bunun için uymak zorunda oldukları kılık kıyafete ilişkin kuralların bu maddede açıkça sayılması, bunun dışında kalan giysilere sınırlama ve yasak getirilmesinin hükme bağlanması olmuştur.

- Buna göre yürürlülükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbest olacaktır.

- Yürürlülükteki kanunlar, kılık-kıyafete ilişkin inkilap yasaları, ceza kanunları ve kamu düzeni, kamu güvenliği ve genel ahlak mülahazalarıyla yasaklama ve kısıtlama getiren meri mevzuattır.

- Bu kanunların konusu olan kılık ve kıyafetlerle üniversitelere girilemeyecektir.

  • Bu düzenleme ile başın örtülü olması, yüksek öğrenim hakkından mahrum bırakma sebebi olmaktan çıkartılmıştır.

- Bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamayacağı yasal teminata kavuşturulmuştur.

- Ancak, bunun için başın nasıl örtüleceği Ek 17. madde içinde açık tanıma kavuşturulmuştur.

- Buna göre başın örtülmesinde yüz açık olacak ve bu örtünme kişinin kimliğinin tanınmasına imkan verecek şekilde yapılacaktır.

- Bu da başın çene altından bağlanacak şekilde örtülmesidir.

- Böylece, bu baş örtünme şeklinin dışındaki çarşaf, peçe, burka ve benzeri kıyafetlerle yüksek öğretim kurumlarına girilmesine izin verilmeyecektir.

  • Bu ilkeler temelinde varılan mutabakatın unsurları organik bir bütünlük arzetmektedir.
  • Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliklerle devlet organları ve idare makamlarına sundukları kamu hizmetinde ayrımcılık yasağı ve vatandaşlarımızı başının örtülü olması nedeniyle eğitim ve öğretim hizmetinden yararlanma hakkından mahrum bırakmama yükümlülüğü getirilmiştir.
  • Bu düzenlemelerin münharısan yükseköğretim kurumları ile sınırlı olması ilkesine uygun olarak, Anayasal çatının bu şekilde belirlenmesi sonrası yükseköğretim kanunun Ek 17. maddesinde kılık-kıyafetin ne şekilde serbest olacağı açık hükme bağlanmıştır.

Değerli Milletvekilleri,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Son bir haftalık süreçte bu konu etrafındaki tartışmalar yoğunluk kazanarak sürmüş, toplumun çeşitli kesimlerinin tepkileri, endişeleri ve tereddütleri bütün yönleriyle ortaya konulmuştur.

Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, akademik çevreler, düşünce kuruluşları ve medya bu konuda ne düşündüklerini ve nerede durduklarını sözleri ve beyanlarıyla göstermişlerdir.

Konunun özüne ilişkin olarak dile getirilen görüş ve değerlendirmelerin ve ortaya konulan endişe ve tereddütlerin bazılarının katılmadığımız yönleri olmasına rağmen, bunları saygıyla karşıladığımızı öncelikle belirtmek isterim

Bu sürecin toplumsal sorunların toplumsal uzlaşı ruhuyla makul ve meşru çözümlere kavuşturulması için gerekli olan demokratik tartışma kültürünün gelişmesine önemli katkılar sağladığı açıktır.

Bununla birlikte, ortak değerlerin karşılıklı istismarı sonucu kördüğüm haline getirilen konuların çözümü yönünde iyi niyetle atılan adımların anlamı ve amacının saptırılmak istenmesinin, yersiz ve yakışıksız olduğunu hatırlatmamız gerekecektir.

Bu konuda yapılan bazı önyargılı değerlendirmelerin ve kullanılan polemik üsluplarının, siyasi sorumluluk ahlakıyla bağdaşamayacağı ve sahiplerine itibar kazandırmayacağı çok iyi bilinmelidir.

Son günlerde yoğunluk kazanan tartışmalarda bu konuda dile getirilen görüşlere ilişkin olarak şu hususları kamuoyumuzla paylaşmak istiyorum.

  • Yüksek öğrenimde başörtüsü konusunda seslendirilen endişelerin başında, böyle bir yol açılırsa bunun ilerde başörtüsü serbestisinin ilk ve orta öğretime ve kamu alanına taşınacağı, bu yöndeki taleplerin cesaret kazanacağı kaygısı yer almıştır.

Bu konuda önyargısız ve samimi olanların duydukları bu endişe, genelinde haklı sayılabilecektir.

Ancak, iki parti arasındaki mutabakat, bu endişelere yer bulunmadığını açıklıkla ortaya koymaktadır.

  • Başörtüsü sorunu yüksek öğrenimde yaşanan bir mesele olarak ortaya çıkmıştır. Çözümün çerçevesi de bununla sınırlı kalacaktır.
  • Bu konuda yüksek öğrenim kurumları dışında böyle bir düzenleme hiçbir şart altında düşünülemeyecektir.

Milliyetçi Hareket’in bu konudaki tavrı net ve açıktır.

  • Aynı husus, kamu’da çalışanlar, kamu yetkilerini kullanarak kamu hizmeti verenler için de geçerlidir.

MHP, bugün de yarın da, bu yöndeki taleplerin yanında ve arkasında yer almayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki ilke tutumu kamuoyumuz tarafından bu gerçekler ışığında doğru anlaşılmalı ve değerlendirilmelidir.

  • İkinci endişe ve tereddüt konusu, üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasının, bunun dışındaki çarşaf, peçe, cübbe ve benzeri kıyafetlerin önünü açabileceği olmuştur.
  • Bu endişenin de yersiz olduğu, varılan mutabakatın açık hükümleri karşısında anlaşılmaktadır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki yaklaşımına yön veren temel mülahazalar bütün açıklığıyla bunlar olmuştur.

Burada herkesin sorumluluğunun bilinci içinde bu konuda geniş tabanlı bir anlayış birliği oluşturulmasına katkı vermesini beklediğimizi belirtmek isterim.

Çok yönlü toplumsal hassasiyetler taşıyan böyle bir konuda klişe sloganlar üzerinden tartışma yapmak ve suçlamalarda bulunmak, bundan beklenen dar siyasi hesapların gerçekleşmesine de hizmet etmeyecektir.

Son dönemdeki tartışmalarda sergilenen bazı tutum ve davranışlar hakkındaki görüşlerimizi bu vesileyle kayda geçirtmek isterim.

  • Bu konudaki tartışmaları doğal mecrası dışına taşıyarak, laiklik ve rejim tartışmaları ekseninde bir polemik başlatan; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasa değişikliği yapamayacağını, bunun “sivil darbe” ve “anayasa suçu” olacağını iddia ederek demokrasi dışı yol ve yöntemlerden medet uman; hukuki fetvalar vererek Anayasal kurumları yönlendirmeye çalışanlar çıkmıştır.
  • Bu çevrelere şunu hatırlatmak isterim:
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anayasa’da belirlenen esas ve usullere göre Anayasa’yı değiştirme yetkisi münhasır ve mutlaktır.
  • Bu konuda son sözü söyleyecek olan sadece ve sadece milli iradenin yegane temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.
  • Anayasal yargı, konu önüne gelirse Anayasa’da açıkça sayılan hususlardaki yetkisini doğal olarak kullanacaktır.
  • Anayasa’ya bağlı olarak görevini yapacak olan yüce mahkemenin emekli olduktan sonra hidayete eren akıl hocalarına ihtiyacı yoktur.
  • Çok iyi bilinmelidir ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve çarpıtılarak takdim edilen içtihadı da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde değildir.
  • Bu çevrelere Brüksel ve Strazburg’un bu konuda sığınma limanı olmayacağını, bunlardan medet ummanın da beyhude bir çabadan öte bir sonuç doğurmayacağını hatırlatmak isterim.
  • Ana muhalefet Partisi ve Sayın Genel Başkanı’nın bu konularda izlediği yaklaşım, milli değerleri istismar alışkanlıklarının değişmediğini maalesef bir kere daha göstermiştir.
  • “Tartışılan sorunun başörtüsü değil, Türkiye’de laiklik anlayışının var olmaya devam edip etmeyeceği” olduğunu söyleyen Sayın Deniz Baykal’a hatırlatmak isteriz ki; Cumhuriyet’in temel ilke ve değerlerine bağlılık konusunda kendilerinden alacağımız hiçbir ders veya nasihat yoktur.
  • “Devlete üniforma giydirerek bir kimliğin parçası ve bir inancın simgesi haline getirmenin dışlayıcılık ve bölücülük olduğu” iddiasında bulunan Sayın Baykal’ın, bu yaptığının açık ve çok tehlikeli bir tahrik ve istismar çabası olduğunu buradan belirtmek isterim.
  • Bizim laiklik ilkesi ve din ve vicdan özgürlüğü konularındaki değişmeyen tutumumuzun geçen haftaki grup toplantımızda bütün ayrıntılarıyla açıklandığı bilinmektedir.
  • Şimdi Sayın Baykal’dan beklediğimiz bu konulardaki görüşlerini, aynı şekilde bütün çıplaklığıyla açıklamasıdır.
  • Edibali’den bahsederek milliyetçi olunamayacağı gibi, başörtüsünü seçim otobüslerinde resim malzemesi olarak kullanıp üniversitelerde buna karşı çıkarak ve ortak değerleri çatıştırarak laiklik savunuculuğu yapılamayacağı da çok iyi bilinmelidir.
  • Bu konunun gündeme gelmesi üzerine İstanbul sermayesinin bazı meslek kuruluşlarının ve medya organlarının gösterdikleri tepkiler de demokrasi ve tutarlılık anlayışlarını göstermesi bakımından ilginç ve ibret verici olmuştur.
  • Bu çevreler sorunun çözüm zemininin Anayasa olmaması gerektiğini, uygulamada pratik yollar bulunabileceğini söyleyerek bir anlamda geçmişe dönük günah çıkarmışlardır.

Bu kesimlere hatırlatacağımız ve soracağımız tek şey vardır:

- Kanuni bir düzenlemeye dayanmadan, zorlama yorumlarla ve fiili uygulamayla sürdürülen bu sorun kangren haline gelirken, pratik bütün çözüm yolları bir bir tıkanırken siz neredeydiniz?

- Şimdi söylediğiniz pratik çözüm yönünde ne çaba harcadınız, ne yaptınız?

Bu sorumuza vicdanınızda bulacağınız cevap dışında size söyleyebileceğimiz hiçbir şey yoktur.

  • İstanbul sermayesinin siyasi konularda fetva makamı olarak görev yapan bir çatı kuruluşu da, “başörtüsü sorunu, şu anda en büyük sorunmuş gibi ortamı germenin, gündem yaratmanın âlemi olmadığı”nı buyurmuş ve ekonomik krizin Türkiye’ye etkileri üzerine yoğunlaşılması gerektiğini açıklamıştır.

Kurumsal kimlikle yapılan bu açıklamanın doğal bir hakları olduğu ve bu çerçevede saygı duymak gerektiği açıktır.

Ancak, kendilerine bazı somut gerçekleri hatırlatarak bu konular üzerinde düşünmelerini tavsiye etmek isteriz:

  • Bu kuruluş 1997-2007 yılları arasında demokratikleşme adı altında hazırladığı raporlarda:

- Kürt kimliğinin tanınmasını;

- Türkçe dışındaki dillerde devlet okullarında anadil eğitimi verilmesini;

- Eyaletler sisteminin alt yapısını hazırlayacak şekilde belediyelere vergi koyma, ilk ve orta öğretimde okul kurma, öğretmen tedariki ve özlük işleri gibi konularda yetki devrini savunmuştur.

  • Üniter-milli devlet ve tek millet esası bakımından tartışma yaratacak bu görüş ve önerileri demokratikleşme, çağdaşlaşma, insan hakları ve Avrupa Birliği normları adına savunan bu kuruluşun, konu yüksek öğrenimde başörtüsü olunca “şimdi sırası mı” demesi, demokrasi ve insan haklarına ne kadar inandıklarını ve bu konularda nasıl bir çifte standardın esiri olduklarını göstermiştir.
  • Buradan kendilerine seslenmek isteriz;

- Siz Türkiye’nin milli birliğini ve üniter yapısını hedef alan bölünme modellerine, demokratikleşme reçetesi olarak sahip çıkacaksınız, ancak konu üniversitede başörtüsü olunca bunu sudan bahanelerle geçiştireceksiniz.

- Türk milletini ve değerlerine hakaretin serbest bırakılmasını çağdaşlık adına savunacaksınız, PKK’nın siyasi taleplerinden olan anadilde eğitimin, demokratik reform adı altında pazarlamacılığını yapacaksınız, sonra da başörtüsü sorununun çözümü için siyaset kurumunun sarfettiği iyi niyetli çabaları gereksiz gündem yaratmak diye mahkum etmeye çalışacaksınız.

- Ve bütün bunlardan sonra demokrasi ve insan hakları havarisi rolüyle ortaya çıkacaksınız ve Türk milletinin buna inanmasını bekleyeceksiniz!

- Siz istediğinizi düşünmekte ve beklemekte serbestsiniz. Ancak, unutmayın ki Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay etmek hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Başörtüsü konusunun toplumumuzun geniş kesimlerinin endişelerini giderecek şekilde hakkaniyete uygun bir çözüme kavuşturulması, toplumsal huzur ve dayanışma bakımından özel bir önem taşımaktadır.

  • Yüksek öğrenimde başörtüsü sorunu özü itibariyle bir temel hak ve özgürlükler sorunudur.

Buna siyasi anlam ve fonksiyon yüklenmesi ve bunun üzerinden siyasi istismar yapılması sonucu bugünkü çıkmaza gelinmiştir.

  • Başörtüsünün siyasi bir simge olarak görülmesi ve devlete meydan okuma aracı haline getirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemeyecektir.
  • MHP ile AKP arasında başlatılan çözüm sürecinde varılan mutabakatın özü ve esası; başörtüsü nedeniyle yüksek öğrenim hakkından mahrum kalan gençlerimizin bu sorununun hukuki bir çerçevede nihai çözüme kavuşturulmasıdır.

Bir sorunu çözerken yeni sorunlara kapı aralanmaması, sıcağı sıcağına yeni istismar kapıları arayışına girilmemesi, siyasi sorumluluğun herkes için vazgeçilmez asgari gereğidir.

Bu mülahazalarla, herkese, bu konudaki sorumluluklarını bir kere daha hatırlatmak ve bunun gereğini yapmaya davet etmek istiyorum.

Bu düşüncelerle toplumsal bir gerilim ve huzursuzluk alanı haline getirilen başörtüsü konusundaki Anayasa ve yasa değişikliklerinin Türkiye’mize ve aziz milletimize hayırlı olmasını bütün kalbimle temenni ediyorum.

Bu süreçte değerli katkıları olan bütün arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Geçtiğimiz günlerde Yunanistan Başbakanı Karamanlis’in Türkiye’ye yaptığı ziyaretin sonuçları, bu konuda kamuoyuna yansıyan bilgiler ve hükümet yetkililerinin Patrikhane’nin statüsü hakkındaki tehlikeli beyanları, bugünkü toplantımızda üzerinde duracağım ikinci konu olacaktır.

Yunanistan Başbakanı’nın 49 yıl sonra Türkiye’yi ziyareti, Yunan kamuoyunda Türkiye’yi incitecek tartışmaların gölgesinde gerçekleşmiştir.

Bu ziyaret Türk hükümeti tarafından ise ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcı olarak takdim edilmeye çalışılmıştır.

Hiçbir konuda somut ve olumlu bir sonuç vermeyen bu ziyareti farklı biçimde pazarlamakta zorlanan Sayın Başbakan çareyi, basını azarlamakta ve ucuz bir “bardağın dolu tarafına bakın” polemiğinde bulmuştur.

AKP hükümetlerinin Türk-Yunan sorunlarını Avrupa Birliği sürecinin ipoteğine soktuğu, bu konuda sergiledikleri teslimiyetçi çizginin Yunan tarafında sorunların Türkiye’ye dayatma ve baskı yoluyla çözümlenebileceği ümidini yarattığı bir gerçektir.

  • Türkiye’nin AB sürecini desteklediği görüntüsü veren Yunan hükümetleri, AKP’nin bu zaaf ve aczinden bugüne kadar azami ölçüde yararlanmış ve sorunların kendi emelleri doğrultusunda çözümü yönünde kayda değer bir zemin kazanmıştır.
  • Bugün Kıbrıs sorununun çözümü, bir ipotek ve baskı denklemi içinde Avrupa Birliği’ne havale edilmiştir.
  • Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik statüsünün tanınması ve Papaz ihtiyacının karşılanması için Heybeli Ruhban Okulu’nun Patrikhane’ye bağlı olarak açılması Türkiye ile Avrupa Birliği sorunu haline dönüşmüştür.
  • İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da, Rum vakıflarına, Yunanistan ve diğer AB ülkelerindeki mevzuat ve uygulamadan daha geniş yetkiler verilmesi, bugün AB’nin talep ve dayatma listesinin ön sıralarına yerleştirilmiştir.
  • Azınlık cemaatlerine tüzel kişilik tanınması da keza bir Avrupa Birliği kriteri olarak Türkiye’nin karşısına çıkarılmıştır.
  • Avrupa Birliği, bugün bu sorunların değişmeyen Yunan emelleri doğrultusunda çözümünün Yunanistan adına takipçiliğini yapmaktadır.

Bu konuları bu şekilde Avrupa Birliği’ne havale eden Yunanistan, şimdi sözde Türkiye desteği edebiyatıyla Sayın Başbakan’ın bu alanlarda geri adım atması ve Yunanistan’ın hak ve hukuk dışı taleplerine boyun eğmesi için gün saymaktadır.

Sayın Başbakan Erdoğan ise, oynanan bu oyunun farkında olmasına rağmen, nikah şahitliğine kadar taşıdığı dostluk ve arkadaşlık masalıyla Türk-Yunan sorunlarında Türkiye’ye kaybettirdiği zemini kamuoyundan saklamaya çalışmaktadır.

Türk-Yunan ilişkilerinde oynanan orta oyunun özü maalesef budur.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Sayın Başbakan’ın Fener Rum Patrikhanesinin ekümenik statüsü konusunda Karamanlis’le yaptığı görüşmeden sonra belirttiği hususlar, hükümetin bu konuda çok tehlikeli bir yola girme hazırlığı içinde olduğunu göstermektedir.

Sayın Başbakan Patriğin ekümenik statüsünün Hıristiyan dünyasını ilgilendiren bir sorun olduğunu söyleyerek, bu statüyü tanımanın Türkiye için bir sorun olmayacağını dolaylı bir biçimde ortaya koymuştur.

  • AKP hükümetinin Yunanistan’ın ve Avrupa Birliği’nin bu dayatmasını kabul etmesinin hukuki ve siyasi anlamı ve sonuçları şu olacaktır:
  • Bir Türk kurumu olan Patrikhane’nin başındaki Patriğin tüm dünya Ortodokslarının ruhani lideri olarak her türlü idari ve siyasi tasarrufları Türkiye tarafından resmen tanınacak,
  • Bu tasarrufların Türk iç hukuku bakımından yansımaları ve doğuracağı hukuki sonuçlar kabul edilecek,
  • Patrikhane tüzel kişilik kazanarak Lozan’da belirlenen çerçeve dışında her türlü faaliyetler bulunacak ve
  • Böylece Lozan Antlaşması delinerek Patrikhane siyasi bir statüye kavuşacaktır.
  • Sayın Başbakan’ın Patrikhane’nin papaz ihtiyacını karşılamak amacıyla Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için çalışmakta olduklarını açıklaması da bu resmi tamamlamaktadır.
  • Bilindiği gibi Patrik, ruhban okulunun Türk yüksek öğretim sistemi dışına çıkarılarak doğrudan Patrikhaneye bağlı bir eğitim kurumu olarak açılmasını istemektedir.
  • Sayın Başbakan’ın Avrupa Birliği’nin baskıları karşısında bu konuda da teslim olması, Patrikhane’nin Türkiye’nin denetimi dışında bağımsız bir kurum olmasının yolunu açacaktır.
  • Bunun arkasından, Patrikhane’nin ruhban sınıfı ihtiyacı için dışardan yabancı din adamlarının Türkiye’ye gelmesine izin verilmesi ve Patriğin Türk uyruklu olması şartının kaldırılması talepleri gelecektir.
  • Sayın Başbakan ve hükümeti, Patrikhane’nin ekümenik statüsü ve ruhban okulunun açılması konusunda bu adımları atması halinde, aslında bütün bu talepleri karşılayacağını da peşinen ilan etmiş olacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Mensupları,

Bir Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’da Batı Trakya Türk Azınlığı’nın içinde bulunduğu durum karşısında, Sayın Başbakan’ın bu konularda adım atarken hiç olmazsa bu alanda tam mütekabiliyet şartını masaya getirmemesi utanç verici bir durumdur.

  • Batı Trakya Türk azınlığının seçtiği Müftüleri Yunan Hükümeti tanımamakta ve gayri meşru ilan ederek Türk azınlığı için Müftü atamaktadır.

Hakkın rahmetine kavuşan İskeçe müftüsü Mehmet Emin Aga’nın ömrünün önemli bir kısmı mahkemelerde geçmiş, Gümülcine müftüsü İbrahim Şerif de benzer takibat ve tacizlere maruz kalmıştır.

Buna karşılık Fener Rum Patrikhanesi, Patriği Türkiye’nin hiçbir müdahalesi ve söz hakkı olmadan kendisi seçmektedir.

Rum Patriği Türkiye’de büyük itibar görmekte ve bazı çevreler tarafından Türkiye’nin Avrupa elçisi ilan edilmektedir.

  • Yunanistan’da Batı Trakya Türk azınlığının ihtiyaçları için din adamı yetiştiren bir okul yoktur.

Ramazan aylarında Türkiye’den geçici din adamı gönderilmesine bile bir dizi engel ve kısıtlama çıkarılmaktadır.

Buna karşılık Sayın Başbakan Heybeliada Ruhban okulunun açılması için Türk hukuk sistemini zorlamakta ve bu düşüncesini hayata geçirmek için uygun zaman kolladığı anlaşılmaktadır.

  • Yunan Başbakanı’nın ziyareti sırasında yaptığı konuşmalarda “Batı Trakya Türkleri” kelimesini dahi ağzına almayan Sayın Başbakan, “Batı Trakya’da yaşananlar” ifadelerini kullanarak aile dostu Karamanlis’i sevindirmiş ve Avrupa kimliğini bu vesileyle de ispat ederek Patrikhane pasaportuyla ve teslimiyet treniyle Avrupa Birliği hayal yolculuğunu sürdürme iradesini ortaya koymuştur.

Değerli Milletvekilleri,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Azınlık cemaatlerine tüzel kişilik tanınması ve cemaat vakıflarının yasal denetim dışında bırakılarak çok geniş yetkilerle donatılması, Avrupa Birliği’nin dayatma paketinin en önemli unsurlarından birisidir.

AKP hükümeti bunun gereğini yerine getirmede son aşamaya gelmiş ve Lozan Antlaşmasına açıkça aykırı olan ve daha önce Sayın Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen Vakıflar Kanunu’nu virgülüne dahi dokunmadan Komisyondan geçirerek Meclis genel kurulu’na getirmiştir.

Bu konudaki gerçeklere gözlerini kapatan ve yaptığımız bütün haklı uyarıları dikkate almayan AKP hükümeti, Türkiye’nin başına çok büyük sıkıntılar açacak bu düzenlemeyi Avrupa Birliği’ne bir diyet borcu olarak ödemekte kararlı görünmektedir.

  • Vakıflar kanunu’nun bu şekliyle Meclis’ten geçirilerek uygulamaya konulması, telafisi mümkün olmayan çok vahim sonuçlar doğuracaktır.
  • Osmanlı döneminden Lozan’a kadar cemaat vakıfları istisnai bir düzenlemeye tabi olmuştur. Şimdi bu istisnai düzenleme, kurulmuş ve kurulacak bütün yabancı vakıflar için bir hak ve kurul haline getirilmektedir.
  • Eski ve yeni vakıfların statüleri eşitlenmekte ve tümü için yurt içinde ve yurt dışında sınırsız bir örgütlenme, faaliyet ve parasal dış yardım alma serbestisi getirilmektedir.
  • Bütün yabancı vakıflara devletin hiçbir müdahalesi olmadan sınırsız şube açması yasal güvenceye kavuşturulmaktadır.
  • Bu vakıfların siyasi amaç gütmemesinin ve siyasi nitelikli faaliyette bulunmamasının önündeki tüm engeller kaldırılmaktadır.
  • Yabancıların Türkiye’de istedikleri gibi serbestçe vakıf kurmaları ve bunların yönetiminde yer almaları imkânı getirilmektedir.
  • Bütün bunlar Türkiye’nin Lozan’da üstlendiği yükümlülüklerin çok ötesine giden ve başta Yunanistan olmak üzere hiçbir Avrupa Birliği ülkesinde bulunmayan düzenlemelerdir.
  • Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle;
  • Türkiye vakıf malları konusunda çok büyük miktarda tazminat ödemek durumunda kalacak,
  • Her bir azınlık vakfı ve kilise tüzel kişiliğe kavuşacak,
  • Vakıfların şirket kurarak denetimsiz faaliyette bulunmasının önü açılacak,
  • Batı Trakya Türk azınlığı için Lozan’da öngörülen mütekabiliyet ilkesi çiğnenecek,
  • Türkiye’de misyoner örgütlerin ve ideolojik derneklerin yabancı fonların yönlendirilmesinde vakıf adı altında örgütlenerek denetimsiz faaliyette bulunması mümkün hale gelecektir.

Bütün bunlar karşısında Türkiye Cumhuriyeti hiçbir denetim yetkisine sahip olmayacak ve bu vakıfların zararlı faaliyetleri karşısında hukuk düzeni içinde cevap verilmesi imkânı bu yasayla hukuk sisteminin elinden tamamen alınacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, vakıflar yasası görüşmeleri sırasında haklı ve samimi ikazlarını sürdürecek ve hükümetin dönüşü olmayan çok tehlikeli bir yola girmesini önlemek için elinden geleni yapacaktır.

Hepinizi en içten dileklerimle selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı