07.03.2007 - Gündemdeki Son Siyasi Gelişmeler Hakkında Yazılı Basın Açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Gündemdeki Son Siyasi Gelişmeler Hakkında
Yapmış Oldukları Yazılı Basın Açıklaması

7 Mart 2007

Çok ağır tahriklerin hedefi haline getirilen Türkiye, gerilimin had safhaya ulaşarak kontrolden çıkabileceği, çatışma riski yüksek bir bunalım ortamına hızla sürüklenmektedir.

İç ve dış güvenlik tehditlerinin ağırlaşması, iç çatışma ortamına zemin hazırlamayı amaçlayan etnik tahriklerin tırmanması ve AKP hükümetinin gaflet sınırlarını aşan zillet ve utanç siyaseti, Türkiye’yi çok ağır bir krizin eşiğine getirmiştir.

Önümüzdeki bu zor dönemde dört ana kriz dinamiği aynı zaman diliminde buluşacak ve Türkiye bunların toplu ve çoğalan tahribatının etkisi altında kalacaktır.

  • Bunlardan birincisi, siyasi krize dönüşme riski belirgin hale gelen Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ve sonrasında yaşanacak gerginliklerdir.
  • İkinci tehlike kaynağı, saldırı için pusuda bekleyen kanlı terör ve son dönemde hız kazanan etnik tahrik kampanyalarının kaçınılmaz olarak davet edeceği sonuçlardır.
  • Kuzey Irak’tan kaynaklanan güvenlik tehditlerinin yeni boyutlar kazanması, Türkiye’nin önündeki üçüncü risk unsurudur.
  • Son olarak, genel seçim sürecinde AKP’nin kendisine çizdiği siyasi kışkırtıcılık rotası, Türkiye’nin karşısına çok ciddi sorunlar ve gerginlikler çıkarmaya adaydır.

Bu dört alanda yoğunlaşan tahribat dinamiklerinin etkileri bugünden görülmeye başlamıştır.

Giderek ağırlaşacak siyasi ortamın seçim dönemini de etkilemesi ve yüksek gerilimli bir seçim sürecinin yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Herkes bu gelişmelerin adını doğru koymalı ve gemi azıya alan hain tahriklerin anlamını, amacını ve sonuçlarını doğru okumalıdır.

Bugün Türkiye;

  • Kanlı terörün dağlardaki inlerinden düz ovalara ve oradan da şehir sokaklarına indiği,
  • Milli birliğimizi ve üniter devlet yapımızı yıkmayı amaçlayan ihanet senaryolarının hayasızca sahnelendiği,
  • Terörün maşası etnik bölücülerin devlete meydan okuyan tahrik kampanyalarını serbestçe yürüttüğü ve,
  • Çapulcu Peşmergelerin açıkça tehdit ettiği, korumasız ve sahipsiz bir ülke haline getirilmiştir.

Gelinen noktada Türkiye’nin önünde çok ciddi bir terör ve siyasi bölücülük gündemi bulunmaktadır.

Son dönemde tırmanan etnik tahrikler yeni boyutlar kazanarak ağırlaşmış ve Türkiye’ye karşı ortak bir husumet cephesi oluşturulması niyetleri su üstüne çıkmıştır.

 

Bu konudaki tespitlerimiz şunlardır:

  • Bu birleşik husumet ve direniş cephesinin içimizdeki unsurları, PKK terör örgütünün maşalığını yapan etnik tahrik partisi ile buna mensup belediye yöneticileridir.
  • Irak’tan kopmaya hazırlanan Barzani ve Peşmerge yönetimi de bu ortak cephenin diğer ayağını oluşturmaktadır.
  • Türkiye’ye karşı oluşan PKK-Barzani-Peşmerge ittifakının üç stratejik hedefi bulunmaktadır:

-      Kuzey Irak’taki siyasi yapının bağımsız devlet olma sürecini tamamlaması ve Türkiye’nin sindirilerek bu süreci etkileme ve engelleme iradesinin kırılması, birinci stratejik hedeftir.

-      İkinci hedef, Kerkük’ün bir Kürt şehri olarak bu siyasi yapının merkezi olmasının sağlanmasıdır.

-      Üçüncü stratejik hedef ise, Türkiye’nin karşısındaki terör ve etnik bölücülük sorununun siyasi bir sorun haline dönüştürülmesi ve PKK’nın siyasi programı doğrultusunda Türkiye’nin siyasi bir çözüme zorlanması olarak tespit edilmiştir.

  • Bu ortak cephe, akrabalık ilişkileri ve duygusal bağın çok ötesinde sözde aynı etnisiteye mensubiyet varsayımı üzerine inşa edilmiştir.

Kuzey Irak’taki aşiretler ile Türkiye’deki Kürt kökenli Türk vatandaşlarının, sözde aynı etnik yapının ayrı düşmüş mensupları olarak ortak bir cephe içinde yer almalarına çalışılmaktadır.

  • Bu cephenin hedef olarak belirlediği ortak hasım ise Türkiye Cumhuriyetidir.

Bu ihanet ortaklığının hayalinde, yukarıdaki üç stratejik hedefe belirli bir program dahilinde ulaşıldıktan sonra, “kuzey ve güney”deki unsurların birleşmesi ve sözde “Büyük Kürdistan Devleti”nin kurulması yatmaktadır.

  • Son dönemde yaşanan şu gelişmeler bu mihrakların Türkiye’yi terör ve başkaldırı tehdidiyle sindirme stratejisini uygulamaya koyduğunu göstermektedir.

-      Kerkük’ün Kürdistan şehri olduğunu göstermek için Diyarbakır’da konferans düzenlenmesi,

-      Türkiye’de PKK’nın sivil kanadı olarak faaliyet gösteren bir siyasi parti yöneticilerinin “Kerkük’e yapılacak bir saldırıyı Diyarbakır’a yapılmış sayarak buna karşı koyacakları” yolundaki hezeyanları,

-      Aynı parti yöneticilerinin “Kürtlerin Irak’taki kazanımlarının korunması gerektiğini”, “Türkiye’nin bu bölgedeki Kürt hareketini bastırmaya çalışması karşısında sessiz kalınamayacağını” söyleyerek kin ve nefret kusmaları,

-      PKK basın organlarında “Türkiye Kuzey Irak’a müdahale ederse Türkiye’deki Kürtlerin yan gelip yatmayacağı ve Türk askerlerine Hakkari’de ve Şırnak’ta silahla karşılık vereceği” tehditlerinin yayınlanması,

-      Bu etnik kin ve husumet partisinin geçtiğimiz günlerde Ankara’da yapılan ve PKK’nın Kandil terör kampı eğitim toplantısına dönüşen kongresinde sergilenen hayasızlıklar ve

-      İmralı canisinin sağlık durumu etrafında başlatılan yalan ve tahrik kampanyası ve bu vesileyle Türkiye Cumhuriyetine gözdağı vermeye yeltenen zavallıların tehditkar beyanları, bunun açık ve somut delilleridir.

  • Bu noktada, Türkiye’nin içinden bu stratejinin bayraktarlığını yapan terör maşalarına ilişkin olarak şu tespitleri yapmak mümkündür:

-      Türkiye’de, maalesef, Kuzey Irak modeline özenen “Şeyh Sait” bozuntuları türemiştir.

-      Türk vatandaşı olan ve Türk kanunlarına göre kamu görevi yapan parti ve belediye yöneticileri, bir dış gücün ajanı gibi faaliyet göstermekte, devlete meydan okuyarak silahlı ayaklanma tehdidinde bulunabilmektedir.

-      Peşmergelerin ve teröristlerin yanında yer alarak Türkiye Cumhuriyeti devletine silahla karşı koyacaklarını açıkça ilan eden bu hainlerin fiillerinin niteliği ve karşılığı bellidir. Bunun adı silahlı isyan ve vatana ihanettir.

Ancak, bu odaklar unutmasın ki, Türk milletinin onurlu bir ferdi olan Kürt kökenli kardeşlerimizi bu oyuna alet etmeye, yem olarak kullanmaya güçleri yetmeyecektir.

Bu hain emellere geçit vermemek ve Türk milletinin mensubu olan Kürt kökenli vatandaşlarımızı, en büyük düşmanları olan bu hainlerden korumak devletin birinci öncelikli görevidir.

Barzani’nin son günlerde sıklaşan ve Türkiye’yi alenen tehdit eden beyanları, bu ihanet zincirini tamamlayan son halka olmuştur.

Kürt kökenli Türk vatandaşlarının Türk milletinden ayrı bir milletin mensubu olduğunu ve bölgede yaşayanların  bağımsız devlet olma hakkı bulunduğunu belirten Barzani, “Türkiye’nin bu fikre alışması” gerektiğini söyleyecek kadar çizmeyi aşmıştır.

Barzani’nin bu tehdit ve saldırıları, Türkiye’ye savaş ilanı ile eş anlamdadır. Onuru ve haysiyeti olan bir hükümetin bu durum karşısında yapması gereken, buna hak ettiği cevabı vermektir.

Ancak, Türkiye’nin milli değerlerinin aşağılanmasını demokratlığın bir gereği sayan Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin milli onuru ve haysiyetiyle oynanması karşısında da sessiz kalmıştır.

Peşmergelerin Türkiye’nin milli birliğini ve güvenliğini doğrudan hedef alan bu hezeyanları karşısında yine alttan almış ve asgari bir tepki göstermekten bile kaçınmıştır.

AKP hükümeti yetkilileri de bu tehditler karşısında “polemiğe girmek istemiyoruz” gibi kaçamak beyanlarla sessizliklerini korumuşlardır.

Kendisini Cumhurbaşkanlığına uygun bir aday olarak gördüğünü açıklayan bir AKP Genel Başkan Yardımcısı ise, “bağımsız bir Kürdistan’a alışan olur, alışmayan olur, bunu bilmek mümkün değil” diyecek kadar küçülebilmiş ve şeceresinin icabını yerine getirmiştir.

Bu son gelişmeler, Başbakan Erdoğan’ın diyalog kurmaya hazırlandığı tahrik ve fesat kaynağı Barzani’nin gerçek niyetlerini ve bununla kurulacak diyalogun hangi süreçleri harekete geçireceğini bir kere daha göstermiştir.

ABD Dışişleri Bakanı’nın sonradan tevil etmeye çalışsa da, Kuzey Irak’tan “Kürdistan” olarak söz ettiği de düşünülürse, Türkiye’yi bekleyen büyük bir kriz kapıya dayanmıştır. Yaklaşan Nevruz, PKK’nın eylem takviminde önemli bir tarihtir.

Geçtiğimiz yıl Nevruz vesilesiyle yapılan tahrik ve gövde gösterileri karşısında AKP hükümetinin meydanları PKK’ya bırakmasının ve Türk kanunlarını uygulama cesaretini bile gösterememesinin, terör maşalarına bu yıl için daha fazla cüret kazandırdığı kabul edilmelidir.

Bunun sonucu, PKK’nın siyasi cephe örgütü gibi hareket eden etnik tahrik merkezlerinin öncülüğünde Nevruz’un;

-      Devlete karşı direniş günü olarak kutlanması, kitlesel ayaklanma provalarına sahne olması ve İmralı canisi lehine gövde gösterilerine dönüşmesi beklenmelidir.

Nitekim Nevruz kutlamaları sözde tertip komitesinin PKK yayın organlarında geniş şekilde duyurulan basın açıklaması bunun işaretlerini vermiştir.

Buna göre;

-      Nevruz “demokratik birlik için demokratik özerklik” sloganıyla, 17-25 Mart tarihleri arasında başta Diyarbakır, Batman, Van, Mersin, Urfa ve İstanbul olmak üzere 76 merkezde kutlanacaktır.

-      Nevruz ateşi Mersin’de yakılacaktır.

-      Kutlamalara Barzani ve Talabani’nin yanı sıra Ermeni sanatçılar da davet edilecektir.

Görüleceği üzere, PKK’nın kitlesel eylem ve gösterileri dokuz güne yayılarak Nevruz’un etnik tahrik kampanyasına dönüştürülmesi planlanmaktadır.

Bu konuda yapılan açıklamada yer alan şu ifadeler, bölücü hainlerin bu yılki amaçlarına ve stratejilerine ışık tutmaktadır.

Tertip komitesinin duyurusunda bu yılki kutlamaların “kafatasçı milliyetçiliğe ve PKK’nın ilan ettiği ateşkese rağmen devam eden operasyonlara en iyi cevap olacağı” belirtilmiştir.

İmralı canisinin Kürtlerin siyasi iradesi olduğu söylenen duyuruda “Öcalan’ın Kürt sorununa demokratik çözüm önerisinin meydanlarda haykırılacağı” ve “tekçi ulus devlet anlayışına karşı çıkılacağı” ifade edilmiştir.

Kutlamaların Mersin’de başlatılması ve “kafatasçı milliyetçiliğe” karşı bir gövde gösterisine dönüştürüleceğinin açıklanması, bu yılki Nevruz tahriklerinin çok üst düzeyde tırmandıracağını göstermektedir.

Bunun yanı sıra, bir nokta özellikle dikkat çekicidir. PKK ve maşalarının Türk milliyetçiliğini “kafatasçı” olarak nitelendirmeleri ile Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki suçlamaları bire bir örtüşmektedir.

Bundan çıkarılacak sonuç şudur: PKK tahrikçileri Başbakan’ın ağzıyla konuşmakta, ya da Başbakan Erdoğan bunların ağzını benimsemektedir.

Türk milliyetçiliğine yöneltilen bu hayasız suçlama ve saldırının patentinin kime ait olduğu önemli değildir. Ortada olan gerçek, Başbakan ve PKK’nın Türk milliyetçiliği düşmanlığında aynı noktada buluşmuş olmalarıdır. Aziz milletimiz bunu elbette değerlendirecektir.

Türkiye’nin içine düşürüldüğü bu hazin durumun en büyük sorumlusu, Türkiye’nin yumuşak karnı olan Başbakan Erdoğan ve hükümetidir.

Türkiye’yi her yönden kıskacına alan ihanet ve husumet cephesinin cüret kaynağı olan Başbakan ve AKP zihniyeti, Türkiye için etnik bölücülük kadar büyük bir güvenlik tehdidi ve riski haline gelmiştir.

Bölücü terörün siyasi kimlik ve meşruiyet kazanmasının şartlarını ve zeminini hazırlayan Başbakan, ihanet projelerine sahip çıkarak etnik bölücülere hain emellerini gerçekleştirme ümit ve beklentisi aşılamıştır.

Türk milletinin milli kimliğinden alerji duyan, Türklük kompleksi, etnik takıntısı ve Türk milliyetçiliği düşmanlığı tedavi kabul etmeyen bir kangren haline dönüşen Başbakan, bölücü hainlerin bu anlamda koruyucu şemsiyesi olmuştur.

Başbakan Erdoğan, Türkiye’ye yaptığı bu büyük ve emsalsiz kötülüğün hesabını mutlaka, ama mutlaka verecektir. Cumhurbaşkanı seçilse bile Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla Türk adaleti önüne çıkarılacaktır.

“Yassıada” edebiyatıyla kendisini acındırmaya ve mağdur rolünü oynamaya çalışması bu akıbetten kurtulmasına yeterli olmayacaktır.

Türk milliyetçileri ise şartlar ne kadar ağır olursa olsun, tahriklere kapılmayacak, Türkiye’yi bir iç çatışma ortamına, bir kardeş kavgasına sürüklemek isteyen hain tezgâhlara asla alet olmayacaklardır.

Türk milliyetçilerinin ve ülkücü gençliğin sükûnetini ve vakur duruşunu koruması, Türkiye’nin yoluna döşenen etnik tuzakların aşılabilmesinin en büyük güvencesidir.

Türkiye’ye musallat olan bu belalardan kurtuluş, Milliyetçi Hareket’in iktidarında gerçekleşecektir.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı