Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Misafirler, Basınımızın Kıymetli Temsilcileri, Haftalık olağan Meclis parti grup toplantımıza başlarken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza sevgi ve şükranlarımı sunuyorum. Milletimin her güzel insanını hasretle, muhabbetle kucaklıyorum. Geçtiğimiz hafta sonu başkent Ankara görkemli ve göğüs kabartıcı bir toplantıya ev sahipliği yapmıştır. “Doğumunun 100.Yılında Başbuğ Alparslan Türkeş Türk Gençlik Kurultayı” muazzam bir katılımla, coşkulu bir atmosfer altında gerçekleşmiştir. Yüzbinler Ankara’ya akmıştır. Türk Gençliği adeta kükremiş; dosta güven, düşmana korku salmıştır. Oluşan heyecan dalgası ümitlerimizi kamçılamıştır. Dimdik duruş sergileyen Ülkücü Türk Gençliği şevkimizi kabartmıştır. Gururla hatırlatırım ki; Merhum Ord.Prof.Dr. Fuat Köprülü, Atatürk’e; 1924’de kurulan Türkiyat Enstitüsü’nün ambleminin nasıl olması gerektiğini sorduğunda şu cevabı almıştı: “Fuat Bey, karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale tutan bir Bozkurt olsun, bu meşale genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamızda kılavuz olan Bozkurt, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletinin kuruluşunu ifade etsin.” Merhum Başbuğumuz da; “Ergenekon seddinden geçerken önümüzde bir Bozkurt vardı. Türklük için en güzeli ne pahasına olursa olsun elde etmek mücadelesinde binlerce Bozkurt olarak yürümekteyiz. Yarın ise hür ve mesut ufuklara milyonlarca Bozkurt olarak koşacağız.” öngörüsüyle umut saçmıştı. Allah aratmasın, eksiklerini göstermesin, bugün milyonlar kutlu mücadelemizin destekçileri, canlı tanıklarıdır. İşte o Bozkurt ruh, işte o Bozkurt şuur Ankara’ya damga vurmuş, nitekim akan suları durdurmuş, tehditlere sur çekmiştir. Bozkurtların ölümüne umut bağlayanlar, Bozkurtların dirilişiyle şaşkına dönmüşler, küçük dillerini yutmuşlardır. Ülkücü Türk Gençliği kınından çıkmış kılıç gibi parlamıştır. Yayından fırlamış ok gibi göz kamaştırmıştır. Partimizin kurucu Genel Başkanı Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’in doğumunun 100.yılında Türk ve Türkiye sevdasıyla kavrulan yiğit yürekler güçlü bir iradenin ilan ve ifadesini haykırmışlardır. Türkeş Bey’in emanetleri çok şükür ehil ve emin ellerdedir. Hedefleri hedefimiz, fikirleri fikrimiz, hayatı ise fani ömrümüzün kıvanç kaynağıdır. Bizzat demişti ki: “Türk milliyetçiliği, Türk milletinin kendi varlığını, meşru savunma isteğinden, meşru savunma duygusundan doğmuş bir şuur ve duygudur.” Ardından da şunları dile getirmişti: “Türkçülük, milliyetçilik anlayışımız manevi şuurlanmaya dayanır. Bu temel üzerinde Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak ben Türküm diyen herkes Türk’tür.” Özellikle “mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuvar ırkçılığına inanmadığımızı” söyleyen O’ydu. “Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye sokan antropolojik ırkçılık Türk milliyetçiliğinin dışındadır” diyen O’ydu. “Milliyetçilik anlayışımızın maneviyatçı, akılcı, demokratik ve çağdaş” olduğuna vurgu yapan da O’ydu. “Yeni bir Türk mucizesi doğmalıdır. Doğacaktır. Belki yarın, belki yarından da yakın.” müjdesini veren de O’ndan başkası değildi. Merhum Türkeş Bey’in ifade ettiği üzere, Türklük bugün de eski dünyanın belkemiğini teşkil eden bölgede, milletlerarası hayat ve siyasetin en haraketli kuşağındadır. Son yüz yıl içinde uğranılan felaketler, geçirilen ciddi mücadeleler milletimizin büyük hayat ve hâkimiyet gücünü kıramamıştır. Milliyetçi Hareket’in insan sevgisine dayandığı, Demokrasiye inandığı, İnsanlığa düşman, insanlığı bölücü her sistem ve ideolojiye karşı olduğu da Merhum Türkeş Bey’in net görüşleri arasındadır. Milliyetçiliğimizin amacı, bütün vatandaşlarımızı hiçbir ayrım yapmaksızın; din, mezhep ve ırk farkı gözetmeksizin kucaklamak, sevmek ve insanca yaşama şartlarına kavuşturmaktır. Yine Başbuğumuzun tespitiyle söyleyecek olursak, “Milliyetçiliğin karşısına çıkmak, kale kapılarını düşmana açmak demektir.” Milliyetçiliği kim öcü gösteriyorsa, milliyetçiliği kim ötekileştirip öğütmek için uğraşıyorsa, biliniz ki; keçeden topuz, ipten üzengi, tahtadan kılıç yapmakla oyalanan ucuz ve ucube şahsiyetlerdir. Ankara’da yapılan muhteşem toplantımızı görmek istemeyen, görülmemesi için olan biten tüm imkanlarıyla direnen ne kadar yazar, çizer, medya kuruluşu varsa, kalemizi içten yıkmak için pusuya yatmış işbirlikçilerdir. Ne kadar görmeseler de, Milliyetçi Hareket Partisi akın akın geliyor. Ne kadar ihmal ve inkar etseler de Türk milleti sevdalılarına sahip çıkıyor. Bunlar için milliyetçilik korku, MHP ise hasımdır. Malumlarınız olacağı üzere, bittiğimizi söylüyorlardı. Eridiğimizi ileri sürüyorlardı. Baraj altı polemikleriyle vakit harcıyorlardı. Taban kaymasından, çatı çökmesinden, gövdenin yarılmasından bahsedenler de keçeyi suya atmış çıkan yerlerini taşlamakla zaman geçiriyorlardı. Birbirlerinin tavuğuna kış demeyen güruh, Bozkurt’un ürkeceğini ahmakça, aptalca, küstahça ima ve iddia ediyordu. Ne oldu, Allah bağışlasın, Ülkücü Türk Gençliği alayını zelzele gibi titretti, iftiralarını devirdi, hepsini çılgına çevirdi. Anca beraberiz, kanca beraberiz diyen Milliyetçi-Ülkücü irade, nemelazımcılığa kapılmadan, kara propagandaya aldırmadan; eyyamcıları, entrikacıları, erdemsiz niyetleri, ihanete yakasını kaptırmış tüm bereketsizleri hallaç pamuğu gibi savurdu. Türk Gençliği gidene ağam gelene paşam demeyecektir. Ve bizim gözümüz gibi sakınacağımız bir gençliğimiz vardır, onlar Türk istikbalinin güvencesidirler. Bazılarının öylesine çirkin ithamları vardı ki, arpaya katsanız at yemeyecek, kepeğe katsanız it yemeyecektir. Elbette bunlar ağızlarının payını da tam olarak almışlardır. İyisini kötüsünü bilmeyiz, orasını burasını anlamayız, şuna buna kafa yormayız; gerçekten de 26 Kasım Pazar günü Ankara’da mahşeri bir kalabalık davasını tıpkı bir bayrak gibi yüceltmiştir. Türk milliyetçilerinin haklı ve meşru mücadelesi göz doldurmuş, gönüllere girmiştir. Paslı kulaklar varsın duymasın. Sisli gözler varsın görmesin. Mühürlü kalpler varsın idrak etmesin. Milliyetçi-Ülkücü Hareket günden güne büyüyerek, devamlı gücüne güç katarak, dünüyle kucaklaşıp geleceğe yürümektedir. Kıskananlar varmış, bunlar boşuna heves etmesinler, kirli yüzlerini rüyada görsek hayra yormayız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk demişti ki: “Ben Erzurum’dan İzmir’e sağ elimde tabanca, sol elimde sehpa, öyle geldim.” Biz de bir elimizde al bayrak, diğer elimizde üç hilalli sancak, yüreğimizde vatan ve millet sevgisi, aklımızda büyük ve müreffeh bir Türkiye özlemiyle durmayacağız, durdurmaya kalkışanları da Allah’ın izniyle mağlup edeceğiz. Bazları da var ki, tıpkı karabatak gibi, bir görünüp bir kayboluyorlar. Tıpkı karaçalı gibi, ara bozmak, araya girmek, gıybet yapmak, onu bunu çekiştirmek, dedikodu çarkını çevirmek için zannederseniz özel görevli gibi çalışıyorlar. Bir kısım siyasi mevta ve marazi tipin MHP’nin milliyetçilik anlayışına itirazları varmış. Bunlar gelsinler de dertlerini külahıma anlatsınlar. Bunların ipiyle suya inilmez, sularına pirinç haşlanmaz. Her seferinde uyarıyor, her defasında akıllarını başlarını almalarını söylüyoruz; ne çare, bana mısın demiyorlar. Niye rahatsızlar, çünkü köksüzlüğün pençesindeler. Niye rahatsızlar, çünkü kimliksizliğin esiri olmuşlar. Niye rahatsızlar, çünkü Türk’e düşman kesilmişler. Allah yazdıysa bozsun, Türkiye işgal edilse ilk sevinecek bunlardır. Allah korusun, Türk milleti bölünüp parçalansa havalara uçacak, sevinç naraları atacak bu çukur şahsiyetlerdir. Birlik ve beraberlik yara almış olsa, emperyalizm hakimiyet kursa, milli ve yerli ne varsa tökezleyip yere düşse, önce bu kripto ve karanlık niyetler alkışlayacaktır. PKK’ya evet diyenler, İmralı canisine hürmet edenler, FETÖ’yle aynı çuvala girenler elbette bize itiraz edecekler, ilkesiz ve ikiyüzlü tavırlarıyla rezilliklerinin altında ezileceklerdir. Unutmayınız ki, ikiyüzlünün dilinde aldatıcı tat, kalbinde kahredici fesat gizlidir. MHP’nin milliyetçiliğini kabullenemeyenlere, yaşlı gözleriyle kum torbasına dönenlere tavsiyem, önce edep, önce ahlak, önce adamlık, önce insanlık öğrenin. Bizim milliyetçiliğimizin kaynağı millet sevgisi, tarihimizin mirası, kimliğimizin unvanı, düşmanların ezeli korkusudur. Bir gün Camide safa girip, diğer gün kilisede mum yakanlar bizi anlayamaz. Akıl dağıtılırken değirmene karpuz öğütmeye gidenler bizi algılayamaz. Takdir edersiniz ki, zihin fukara oldu mu, akıl ukala olurmuş. Dengesi kaybolanların, korkuyla ürperenlerin, kaygıyla yaşayanların dili laçkaya dönermiş. Bizim Pensilvanya yetiştirmelerinden, FETÖ’cü yurtsuzlardan duyacağımız bir şey yoktur. Bizim Türk düşmanlarına bekçilik yapanların, hıyanete yakasını kaptırmışların, haçlıların sözcülüğüne soyunanların oyunlarını Allah’ın izniyle bozacağımız günler de çok yakındır. Türk milliyetçiliğine itiraz edenler, hakaret ve hıyanetten geçinenler; unutmayınız ki, ya Kandil, ya Pensilvanya, ya da İmralı’ya köle olmuş yıkım, yabancı ve yozlaşma hayranlarıdır. Elbette hiçbir parti, hiçbir siyasi gelenek tıpatıp birbirine benzemek zorunda değildir. Kaldı ki bu doğru da değildir. Her partinin, her fikrin, her siyasi düşüncenin kendine özgü bir alanı, nevi-i şahsına münhasır bir çizgisi vardır ve olmalıdır. Ancak vatan savunmasında, millet mücadelesinde, milli olmak konusunda payda ortak, zemin aynı, şuur birdir. Ve şu anda bu durum hamd olsun Türkiye’de vasat bulmuştur. FETÖ’nün yörüngesinde kiriştek gibi dönen çürümüşlerin beyhude gayretleri çelik bir halat gibi sağlam olan 7 Ağustos Yeni Kapı ruhunu, 16 Nisan Halkoylaması şuurunu kıramayacaktır. Sözlerimin bu aşamasında; “Doğumunun 100.Yılında Başbuğ Alparslan Türkeş Türk Gençlik Kurultayı”na katılan tüm kardeşlerimi, emek veren dava arkadaşlarımı içtenlikle tebrik ediyor, hepsiyle övünüyorum. Merhum liderimize ve aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.
Değerli Milletvekilleri, Geçtiğimiz Cuma Günü, yani 24 Kasım’da, son yılların en dehşet verici katliamı Mısır’da yaşanmıştır. Mısır’ın El Ariş kentinin batısındaki El Ravda Camiinde, Cuma Namazı esnasında hunhar bir terör saldırısı düzenlenmiştir. 27’si çocuk olmak üzere tam 305 kişi hayatını kaybetmiş, 120’yi aşkın kişi de yaralanmıştır. Bu tablo korkunç bir terör eylemidir. Olan biten alçaklık şiddetli bir insanlık suçudur. Sayıları 25 ila 30 arasında değişen teröristler bombalarla, otomatik silahlarla insanların üstüne ölüm saçmışlardır. Mısır halkına bir kez daha başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Ve bahse konu insanlık dışı eylemi şiddetle lanetliyorum. Camiye saldırı, İslam’a savaştır. Camiye bomba, mazlumlara kurşun en ağır suç ve günahtır. Bu kanlı saldırıyı IŞİD’in yaptığı dile getirilmiştir. Hangi vicdan sahibi bu saldırıyı onaylayabilir? Hangi insaf sahibi bu vahşiliği görmezden gelebilir? IŞİD’li canilerin sakal bırakması boşunadır. Bu alçak teröristlerin İslam’la en ufak bir bağ ve bağlantısı dahi yoktur. Bunlar İblis’in Ortadoğu merkezli garnizonudur. Bunlar Müslüman görünümlü müşrik, insan görünümlü canavarlardır. IŞİD’in ve bu terör örgütünün Mısır kolu olan Ensar Beyt el-Makdis’in gözünü kan bürümüştür. Türkiye, dost ve kardeş Mısır halkının acılarını paylaşmak amacıyla 27 Kasım 2017’de, yani dün, tüm yurtta ve dış temsilciliklerde bir günlük yas ilan etmiştir. Bu siyasi tasarruf yerinde ve isabetlidir. Bu karar, terörizme karşı bölgesel nitelikli ortak bir cephenin, ortak bir refleksin tesisinde önemli bir adımdır. Mısırla tarihsel bağlarımız güçlüdür. Mısırla kültürel ilişkilerimiz çok eskilere dayanmaktadır. Bu itibarla, Mısır’daki vahşete haklı olarak en üst seviyeden tepki gösterilmesi makul ve makbul bir hamledir. İran Cumhurbaşkanı, “IŞİD sona erdi” dese de, bu açıklamanın henüz somut bir delilini Ortadoğu coğrafyasında görmek pek mümkün değildir. IŞİD, kiralık bir çetedir ve zamanı geldiğinde efendileri tarafından tasfiye edilecek, kenara alınacaktır. Katıksız bir İslam düşmanıdır, kaskatı kesilmiş insanlık katilidir. Zehirde şifa, zalimde vefa, zulümde sefa aranmayacak, aransa da bulunamayacaktır. IŞİD, diğer terör örgütleri gibi barbardır, gaddardır, canidir, vandaldır. FETÖ, IŞİD’in kılık-kıyafet değiştirmiş hali, farklı şekil ve kalıplara girmiş tali koludur. İki terör örgütü arasında azımsanmayacak benzerlikler vardır ve ortadadır. IŞİD’i kurup kudurtan çevrelerle, FETÖ’yü besleyip büyüten çevreler bir ve aynıdır. Her IŞİD’çi aynı zamanda FETÖ’cü, her FETÖ’cü aynı zamanda IŞİD’li, PKK’lı, YPG’li, kısaca özetlersek gedikli ve tek dişi kalmış Türk ve Türkiye düşmanlarıdır. Bunların hepsi aynı tornadan çıkmışlardır. Bunların hepsi terörizmin yeni nesil katil örgütü ve küresel cinayet yapılanması tarafından tasarlanmış yeni sürüm taşeronlarıdır. Ne acıklı bir manzaradır ki, İslam ülkeleri adeta ambar dibi deşiyorlar. Adeta asılmaya gidene can sipariş ediyorlar. Bugünkü şartlarda, IŞİD’in neden olduğu devasa yıkım üzerine konuşan, çare arayan, kaygı duyan kaç ülke vardır? IŞİD’in İslam’a verdiği hasarları, İslam’ın saygınlığında açtığı derin yaraları, Ortadoğu’da neden olduğu geniş yarıkları mesele eden, kafa yoran samimi ve sorumlu alimler, din ve devlet adamları ne yapıyor, neden geride duruyorlar? Nedir onları korkutan? Nedir onları atalete, acziyete, akamete iten sebepler? Ne şiş yansın ne kebap aymazlığıyla nereye kadar bitaraf kalacaklar? “Kazan kazana kara demiş, tavanın da aklı gülmekten gitmiş”, diyen birileri çıkar diye mi endişe duyuyorlar? Bu şuursuzluk, bu duyarsızlık, bu omurgasızlık olur şey değildir. Neresinden baksak hezimettir. Neresinden tutsak elimizde kalmaktadır. Tutarsızlık diz boyudur. Komşu coğrafyalarda tedirginlik had safhada, dağınıklık doruktadır. Koskoca İslam ülkelerinin istikrarsızlık ve iradesizlik selinin önünde kuru kütük gibi sürüklenmesi hayra alamet görülemeyecektir. Her insaf ve ihlas sahibi insan, kendi kendine ne günlere kaldık diyerek, ahlaki itirazını yüksek sesle dillendirmektedir. IŞİD’li teröristler, ABD’nin himaye ve gözetimi altında Rakka’dan kamyon kasalarında güvenle çıkabiliyor. Suriye Demokratik Güçleri isimli paravan terör karteli ise buna mihmandarlık yapıp çevre güvenliğini sağlıyor. Tam bir kepazelik karşımızdadır. Tahliyesi an be an kameralara yansıyan teröristlerin bir bölümünün Suriye’nin farklı noktalarına dağıldığı, bir bölümünün de Türkiye’ye geldiği iddia edilmektedir. Bu teröristlerin Türkiye’de ne yapacakları, hangi hain ve kanlı saldırıların hazırlığı içinde oldukları şu aşamada belirsizliğini korumaktadır. Küresel güçler, bir yandan PKK-PYD-YPG’yi silahlandırırken, diğer yandan IŞİD ve tek yumurta ikizi FETÖ’yü üzerimize kışkırtmaktadır. Nasıl bir oyun sahnededir? Nasıl bir karanlık senaryo devrededir? Ve bu oyun, bu senaryo İslam ülkeleri tarafından hangi bahaneyle, hangi gerekçeyle sineye çekilmekte, görmezden gelinmektedir? Varsayalım çekmediler, diyelim görmezden gelmediler, o zaman sonuç nedir, sorunların çözülmesi için alınmış mesafeler nerededir? IŞİD, FETÖ, PKK-PYD ile aynı karede, aynı kümede, aynı şer planın gündüz şapkalı, gece külahlı parçalarıdır. Hakikaten de, aşağı koysak pas, yukarı koysak is olacaktır. Karşımızda ölümü gösterip Türkiye’yi ve bölge ülkelerini sıtmaya razı etmeye çalışan iğrenç bir tertip vardır. ABD Başkanı, IŞİD’i Obama kurdu demişti. Hatta IŞİD’in Obama’yı onurlandırdığını söylemişti. Şu gerçeği bilmek lazımdır ki, hiçbir terör örgütü, dış desteksiz yaşayamayacak, takviye ve tahkimat görmeden var olamayacaktır. ABD’nin terör örgütlerinden elini derhal çekmesi tarihi ve insani kapsamda bir mecburiyettir. İhanet folluğunun kurutulması, batılı ülkelerin katil dublörlerini kullanmaktan vazgeçmeleri kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkar etmemiş, etmeyecektir. Türk milleti varlığının bedelini ödemiş, sırasını savmıştır. Helal ve tertemiz kanlarını döke döke bu toprakları yurt yapmıştır. Ve konu kapanmıştır. Hangi terör örgütü olursa olsun, bunlar kimlere sırtlarını dayarsa dayasın, haçlı hayalleri kimlerin aklını başından alıp gözünü karartırsa karartsın, vatan Türk’tür, millet Türk’tür, Türkiye Cumhuriyeti bir karış toprağından, tek bir insanından vazgeçmeyecek, ihaneti zilletiyle birlikte boğacaktır. Türk milleti yek vücuttur, milli ve manevi yadigarlarına son neferine kadar sahip çıkacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak hasım ve hıyanet odaklarını uyarıyor ve hepsine açıkça sesleniyoruz ki: “Türk’üz ve düşmanız size, kalsak da bir kişi.”
Değerli Arkadaşlarım, İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin, ülkemizi temsilen de Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan 22 Kasım 2017’de Rusya’nın Soçi şehrinde bir araya gelmişlerdir. Türkiye Cumhurbaşkanıyla Rusya Devlet Başkanı bu yıl içinde 8 defa görüşmüşlerdir. Soçi zirvesinde, üç ülke, Suriye’de istikrar ve barışın tesis edilmesi maksadıyla aktif işbirliğinin sürdürülmesiyle ilgili kararlılıklarını teyit etmişlerdir. Suriye’deki ateşkes rejiminin muhafaza ve tahkim edilmesi konusunda garantör ülkeler şu ana kadar kazasız belasız ve eşgüdüm halinde çalışmışlardır. Bu durum bölgesel huzurun temin faaliyeti adına ümit ve memnuniyet vericidir. Türkiye, İran ve Rusya’nın; IŞİD, Nusra Cephesi ve BM Güvenlik Konseyi tarafından tanımlanan diğer tüm terör örgütlerinin tam anlamıyla yenilgiye uğratılmasına yönelik işbirliğini sürdürecek olmaları önemli bir kazanımdır. Ülkemizin de içinde yer aldığı Astana Süreci, Suriye’de istikrar ve barışı sağlamada kayda değer bir imkândır. Üç ülke Suriye’de yerleşik ve köklü ihtilaflara siyasi çözüm bulma konusunda mutabık kalmışlardır. Bu anlamlı bir gelişmedir. Ayrıca, Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne hiçbir surette halel getirilmeyeceğinin vurgulanması bize göre çok yerinde, çok değerlidir. Üç ülke, yakın bir zamanda, yine Soçi’de, Suriye hükümet temsilcilerini, bu ülkenin bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne bağlı olan muhalefet unsurlarını Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne yapıcı şekilde katılım sağlamaya çağırmışlardır. Ve de kongre katılımcılarının üç ülkenin aralarında yapacakları istişarelerle belirleneceği anlaşılmaktadır. Şu kadar ki, PYD’nin sözü edilen Kongreye katılıp katılmayacağı belirsizliğini muhafaza etmektedir. Türkiye buna karşı, Rusya ise maalesef razıdır. Anlaşılan üstesinden henüz gelinememiş bu anlaşmazlık nedeniyle Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin Şubat ayına ertelendiği dün itibariyle belli olmuştur. Eğer PYD’nin, Soçi’de taraf veya muhatap olarak bahsi geçen kongreye katılımı halinde Suriye’nin toprak bütünlüğünden, bağımsızlığından ve egemenlik haklarından bahsetmek en nazik ifadeyle anlam ve muhtevasını kaybedecektir. PYD demek PKK demektir. PKK demek düşman demek, terör demek, bebeklere kurşun sıkan, masumlara bomba fırlatan, hainliği meslek edinmiş şerefsizlik demektir. Değerlendirmemiz odur ki, Türkiye Soçi ruhuna, zirve ortağı ülkelere saygılıdır. Soçi’den çıkacak sonuç sadece Suriye’yi bağlamayacak, Türkiye ve bölge ülkelerini de birinci dereceden etkileyecektir. Özellikle Rusya’nın PYD’yle arasına mesafe koyması, PKK’ya kategorik tepki göstermesi temennimiz, isteğimiz ve arzumuzdur.
Muhterem Arkadaşlarım, Soçi’de süreç bu şekilde işliyorken, Türkiye ile ABD arasında verimli geçtiği söylenen bir telefon diplomasisi yaşanmıştır. Geçtiğimiz Cuma günü, ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı telefonla aramıştır. ABD Başkanı telefon trafiğinden önce, Ortadoğu’da şahsına miras kalan karmaşık duruma barış getirmek için Cumhurbaşkanıyla konuşacağını duyurmuştu. Sanki nedamet getirir gibi değerlendirme yaparak, Ortadoğu’da kaybedilen hayatlardan ve 6 trilyon dolara mal olan bir hatanın varlığından memnuniyetsiz olduğunu sosyal medya vasıtasıyla ima ve adeta ilan etmişti. En azından bu sözleri gecikmiş bir vicdan muhasebesi şeklinde yorumladığımızı söylemek isterim. Açılan yaranın deşilmesi doğaldır ki, kimseye bir fayda sağlayamayacaktır. Biz her zaman dostlukla gelene hoş geldin, düşmanlıkla gelene ise hoşt demekten gocunmaz, vazgeçmeyiz. Sayın Erdoğan, Trump ile yaptığı telefon görüşmesinin verimli geçtiğini açıklamıştır. Ülkemiz Dışişleri Bakanı da, “ABD’nin artık YPG’ye silah vermeyeceğini” duyurmuştur. Bunun ne kadar inandırıcı, ne kadar gerçekçi bir karar ve irade olduğunu zaman gösterecektir. ABD’nin geçmiş uygulamalarına, geçmişteki sözlerine baktığımızda ister istemez kafalardaki soru işaretleri artmaktadır. Geride kalan yıllarda, PKK’nın Fırat’ın doğusuna çekileceğini söylemiş, fos çıkmıştı. YPG’ye verilen silahların seri numaralarının Türkiye’yle paylaşılacağını vaat etmiş, bu da asılsız çıkmıştı. ABD, Türkiye’yle teröre karşı anlık istihbarat paylaşımı yapacaktı, şu gafilliğe bakınız ki, terör örgütleriyle paydaş oldu, sürekli paslaştı. Beyaz Saray yönetimi bugüne kadar PYD-YPG’ye 3 binin üzerinde tırla silah gönderdi. Bunlar arasında zırhlı araçlar, tahrip gücü yüksek silahlar, tank ve helikopterlere karşı kullanılan füzelerin varlığı bilinen gerçeklerdendir. Hafif ve ağır makineli tüfekler, gece görüş dürbünleri, kızılötesi lazer aydınlatıcı dürbünler ABD’nin PKK’ya kirli ikramlarından bazıları olarak da milli hafızalardadır. Şunun gayet açık seçik farkındayız ki, ABD’nin hava, eğitim ve silah desteği olmadan PKK-PYD terör örgütlerinin sınırlarımızın hemen dibinde tutunmaları imkansızdır. Bu nedenle, YPG’ye silah yok sözünün sahadaki yansımalarının ne olacağı, ne kadar uygulanıp uygulanmayacağı kuşku verici bir belirsizliktir. Sadece ABD değil, IŞİD’le mücadeleye destek veren çok uluslu koalisyona üye 20’ye yakın ülkenin YPG’ye silah verdiği gizlenemeyecek boyuttadır. Ve bu yürek yaralayıcı gerçek medyaya yansımıştır. Yani, çoğu NATO üyesi olan ülkeler Türkiye’ye PKK-YPG üzerinden cephe açmışlardır. NATO’nun Norveç ve Kanada komplosu, anlayacağınız boşuna icra edilmemiş, rastgele uygulamaya konulmamıştır. Türkiye’nin cenderede olduğu su götürmez bir hakikattir. Milli bekamız çok yönlü tehdit altındadır. Terör örgütleri Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılmaktadır. ABD ise bu karanlığın göbeğindedir. Ve bu karanlıktan geri adım atma teşebbüs ve eğilimi ise ihtiyatla karşıladığımız, iyimser olmak için çabaladığımız, iyi niyetle bakmak istediğimiz bir halin özetidir. Türkiye’nin müttefikleriyle hukukunu düzeltme arayışı bir gelişmedir. Ama bu gelişme tabiatıyla tek taraflı olamayacaktır. Herkese düşen sorumluluklar vardır. NATO’nun gizli gündemi değişmeden, ABD’nin ve diğer müttefik görünümlü ülkelerin mevcut şüpheli pozisyonları düzelmeden Türkiye’nin tehdit algılamalarında azalma, kabul edeceğiniz üzere, beklenemeyecektir.
Değerli Milletvekilleri, Şu sıralarda ABD’de süren bir yargı süreci vardır. Aynı zamanda Türk vatandaşı olan İran kökenli karanlık bir şahıs üzerinden adeta Türkiye yargılanmak, sanık sandalyesine oturtulmak, sorguya çekilmek istenmektedir. Bilinmesini isterim ki, buna hiçbir ülkenin, hiçbir gücün hakkı yoktur. Amerika’daki dava, yargı yetkisi bakımından hukuki olmaktan çıkmış, siyasallaşmıştır. Sanığı, tanığı, itirafçısı, jürisi, bilirkişisi, savcısı ve yargıcıyla Türkiye’yi hedef alan bir komplo senaryosu sahneye konulmuştur. FETÖ’cü hainler, Türkiye’ye husumet duyan lobiler ve bütün melanet odaklar bu senaryoya dahil olmuşlardır. Şu hususları bütün açıklığıyla baştan ortaya koymak isterim ki; Zarrab denilen şarlatan, ABD’nin kendi kanunlarına göre bir suç işlediyse, yargılansın ve hakettiği cezaya çarptırılsın. Buna kim itiraz edebilir, bundan kim rahatsız olabilir? Türkiye’de, Türk topraklarında işlenen bir suç varsa, bunun hesabının sorulacağı yer de Amerika mahkemeleri değil, Türk yargısıdır. Bu kirli şahıs, bu suçlar için Türkiye’ye iade edilmeli, ABD bu konuda elindeki bilgi ve belgeleri Türkiye’ye vermelidir. Ve de Türkiye’de yargılanmalı, en ağır şekilde cezalandırılmalı, cezasını çektikten sonra da Türk vatandaşlığından çıkarılmalıdır. Evrensel kabul gören hukukun temel normları ve gerekleri bunlardır. ABD’deki yargılama sürecinde bunlar görmezden gelinmekte ve sözde hukuk kılıfı içinde; Türkiye’ye tezgâh kurulmakta, Türk ekonomisinin çökertilmesi hedef alınmakta, Dava Türkiye’de siyasi sonuçlar doğurmak amacıyla saptırılmakta ve yönlendirilmektedir. Türkiye’deki bazı çevrelerin; bu senaryoyu alkışlamaları, buna ümit bağlamaları, kendileri açısından bir züldür, bir zillettir. Sadece iktidara muhalif odakların değil, yandaş görünen bazı çevrelerin, her vesileyle gazete sütunlarında ve televizyon ekranlarında FETÖ konusunda günah çıkarmaya çalışanların da ellerini ovuşturduklarını ibretle görüyoruz. Zarrab davasından siyasi ikmal malzemesi çıkarmaya çalışmak, sinsi hesaplarla bu davaya bel bağlamak, vatanseverlikle de, dürüst ve namuslu siyaset anlayışıyla da bağdaşmayacaktır. Bizim şahıslarla ilgili bir meselemiz ve telaşımız yoktur. Hiç kimsenin de avukatı değiliz. Biz; Türkiye’nin onuru ve haysiyetinin, milli çıkarlarının ve milli bekasının peşindeyiz. Türkiye ahlaksızca yargılanırsa, milli onurumuz yara alırsa, Türk bankacılık sistemi ve ekonomi ağır bir hasara uğrarsa, siyaset kurumumuz Amerikalı bir yargıcın elinde oyuncak olursa, bundan kim yarar görecek, kim kazançlı çıkacaktır? Topyekûn bir millet olarak altında kalacağımız böyle bir depremden, kim siyasi rant devşirecek, kim siyasi zafer kazanacaktır? Siyaset mertçe yapılır, Türk ahlak ve töresine göre yapılır, adam gibi yapılır. Türkiye’nin haysiyeti üzerinden siyaset olmaz. Türk töresinde, Türklüğün geleneğinde pusu kültürüne yer yoktur. FETÖ hıyaneti yeni melanetler peşinde koşarken, Türkiye’yi nasıl vururum hesapları yaparken, bu alçakların değirmenine su taşımak neyle izah edilecektir? Siyasi hesaplar uğruna Türkiye’yi sırtından hançerlemek ihanetin daniskasıdır. Bizim bu konudaki hassasiyetimiz, tepkimiz ve öfkemiz bunadır. Rıza Zarrap’ın yargılanması ancak ve ancak tarafsız ve objektif Türk mahkemelerinde sağlanmalıdır. Bu kaçakçının, bu sicili kabarık şahsın işlediği hangi suç varsa hukuki çevre ve sınırlar bellidir, bu da Türkiye Cumhuriyeti’dir. ABD, Türkiye’nin itibarıyla, iradesiyle, saygınlığıyla, siyasi ve ekonomik haklarıyla oynamayı, bunları zedelemeyi nasıl ve hangi hakla planlamaktadır? Zarrap kimdir ki, Türkiye’ye aba altından sopa gösterilmektedir? Bizim ABD’nin yargı sisteminden alacağımız, duyacağımız, öğreneceğimiz hiçbir şey yoktur. Yabancı bir ülkenin ağzına bakarak, bize ne düşer diyerek siyaset yapmak da bizim şerefli mazimizde olmayan, görülmeyen, duyulmayan, bundan sonra da duyulmayacak bir ilkesizlik ve ahlaki düşkünlüktür. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD’de sorgulanmasına, gıyaben ve kasten mahkemeye çıkarılmasına şiddetle karşıdır, karşı çıkacaktır. Şunu herkes çok iyi bilsin ki; Eğer onurumuza ve haysiyetimize sahip çıkmazsak, Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi korumazsak, Siyaset kurumumuzu başkalarının tanzim etmesine ses çıkarmazsak, Türkiye’yi bekleyen mukadder akıbet, dış güçlerin fiilen mandası altına girmek olacaktır. Böyle bir zilleti, Türk milleti ve Türk milliyetçileri asla kabul etmez, buna heveslenenlerden de bunun hesabını mutlaka sorar. Bu bakımdan, Türkiye’yi hedef alan komplo, kumpas ve suikastlar karşısında milli bir duruş sergilemek, herkes için ahlaki ve vicdani bir zorunluluktur, vatanseverliğin asgari bir icabıdır. Hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir, kaydetmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsızdır, böyle de kalacaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk demişti ki; “Türkiye hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır. O sadece özleşecektir.” Biz de diyoruz ki, özümüz neyse, kökümüz neyi gerektiriyorsa, milli vicdanımız neyi emrediyorsa onu yapacağız, onunla bir ve bütün olacağız. CHP başkalarının dümeninden tutunup akıl tutulması yaşayabilir. İftira siyasetinden medet umabilir. Türkiye’yi yabancı ülkelere sürekli şikayet edebilir, etmiştir de. Bize düşen, bunların foyasını meydana çıkarmaktır. Bu müflis CHP kafasına soruyorum; Oğlan babadan görür at oynatmasını, kız anadan görür sofra donatmasını, peki siz kimden gördünüz böylesi çürük ve çorak siyaseti. Türkiye muhaliflerinin ekmeğine yağ sürüyor, emellerine hizmet ediyorsunuz. Hadi bizden utanmıyorsunuz; bari Atatürk’ten utanın, milletten utanın, ceddimizden utanın, bu da olmadı, hiç olmazsa Allah’tan utanın, Allah’tan korkun. Türk milleti, bir yese de bin şükreder. Sussa da unutmaz, sessiz kalsa da ehl-i salibin elinden tutanları, sözcülüğüne heves edenleri asla ama asla aklından çıkarmaz ve affetmez. Türk milleti yenilmez, teslim olmaz, tehditlere boyun bükmez. Diyordu ki Aziz Atatürk: “Türk yenildi derlerse inanmayınız, yenilen kumandandır”, ben de ekliyorum, bunu da asla unutmayın.
Değerli Arkadaşlarım, 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri tamamlanmıştır. Bu kapsamda Komisyon aşamasında canla başla çalışan, partimizin görüş ve yaklaşımlarını takdir edilecek seviyede temsil eden milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Şimdi sırayı Genel Kurul safhası almıştır. 11 Aralık’tan itibaren yine milletvekili arkadaşlarım görüşülecek 2018 Bütçe ve 2016 Kesin Hesap Kanun Tasarılarıyla ilgili düşünce, eleştiri, tespit ve temennilerimizi üstün bir mücadele azmiyle, hazırlıklı ve etkili bir üslup, temiz bir dille TBMM’de isabetle paylaşacaklardır. Siz değerli arkadaşlarıma tekraren üstün başarılar diliyorum. Sözlerime son verirken, hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun diyorum.
|