Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Çok Değerli Belediye Başkanlarımız, Aziz Dava Arkadaşlarım, Ekranları Başında Bizleri İzleyen Muhterem Vatandaşlarım, Saygıdeğer Basın Mensupları, Öncelikle hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Türkiye’nin çok hassas bir döneminde, bölge ve dünya dengelerinin temelinden sarsıldığı bir süreçte Antalya Belek Sueno Otel’de bir araya gelmiş bulunuyoruz. Şu hissiyatımı safiyetle paylaşmak isterim ki, sizlerle birlikte olmaktan; il, ilçe ve beldelerinin şehremini unvanını taşıyan değerli dava arkadaşlarımla buluşmaktan son derece bahtiyarım. Bu vesileyle hepinize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Muhterem Arkadaşlarım, Modern çağın en belirgin arayışı, “sonraki adımın ne olması gerektiği” sorusuna verilecek cevapta gizlidir. Bir işin, bir politikanın, bir eylemin, bir kararın sonrasını düşünmek, sonrasında ortaya çıkacak yeni durumlara intibak için planlamalar yapmak stratejik düşünebilme kabiliyetine işarettir. Ezbere dayalı anlayış, biteviye bakış; aklın durması, zekânın körelmesidir. Oysaki durgunluğu aşacak güçlü bir irade kuvveti varsa, durulukla birlikte sağlam duruşu temin ve teşvik edecek fikri bir ifade kudreti hâkimse gelişme, büyüme, yükselme arayışı hiç bitmeyecektir. Çalışmanın sonu yoktur. Başarmanın sınırı yoktur. Daha güzeline, daha fazlasına, daha çoğuna ulaşmanın bahanesi de yoktur. Statik bir bünye, stratejik bir düğümdür; çözülmesi lazımdır. İhmalkârlık emanete düşürülmüş kara bir lekedir; temizlenmesi şarttır. Zamanın gerisinde kalmak, esasen zamanın dışına savrulmak, insandan kopmak, sosyal gerçeklerden uzaklaşmak demektir. Ne var ki, Türk milliyetçiliği zamanlar üstü bakabilme misyonudur. Atalarımızın dediği üzere, reviyette, yani basiret ve ileriyi görme hasletinde, rivayet olmaz. Milliyetçiliğimizin özünde; ufuklar ötesini görebilme, ufkun ardına odaklanabilme, uzakları yakına getirebilme vizyonu vardır. Bu nedenle davamız büyük, davamız kutlu, davamız doğrudur. Dedik ya; Hakk’ın yolundayız, milletin yanındayız. Her zaman insanımızın huzur, refah ve mutluluğunu amaçladık, amaçlamaya inanç ve iddiayla devam ediyoruz. Türkiye’nin, “aç hürler, tok esirler” ülkesi olmaması için mücadele veriyoruz. Tam 48 yıldır; “dik baş, tok karın, mutlu yarın” için çalışıyor, çabalıyor, adımlarımızı buna göre atıyor, parlak atimizi buna göre planlıyoruz. Tesadüflerin lütfuna sığınarak ülkülerimize ulaşılamayacağını biliyoruz. Yerinde sayan, olduğuyla yetinen, fazlasını talep etmeyen, hatta kısır bir döngüye kapılan fert veya toplumların ilerlemesini, bir adım ileriye gitmesini zor görüyoruz. Talihimize inanıyor, tarihimize güveniyor, sabır ve sadakatle Türk milletinin hizmetkârlığına talip olduğumuzu söylüyoruz. İnsanımızla kucaklaşıp, umutları kanatlandıracağız. Milletimizle buluşup, hıyanet, hamakat ve hamaseti buruşturup atacağız. Merhum Başbuğumuz Türkeş Bey, buluşma yerimizi Büyük Türkiye; buluşma noktamızı imanlı Türk ferdinin kafası, kalbi ve cevher-i aslisi olarak belirlemişti. İşte biz bu hedefe bağlıyız, bu hedefin gerçekleşmesi için insanüstü bir gayretle mücadele ediyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi’nin yönetimindeki tüm belediyeler bu gayeye uygun, bununla uyumlu çalışmalarını çok şükür yapıyor, yapmayı da sürdürüyorlar. Belediye demek umut demektir. Belediye demek çare demektir. Belediye demek günün 24 saati açık kapı demektir. Siyasetimizin öznesi insandır. O halde insanımıza mazeretsiz hizmet boynumuzun borcudur. Bu aynı zamanda manevi ödevimiz, siyasi görevimizdir. Merhum Peyami Safa diyordu ki; siyaset hayatın ta kendisidir. Hayatın huzurlu, güvenli, düzenli ve dengeli olması her vicdan sahibi insanın arzusudur. Şüphesiz aksini düşünmek akla ziyandır. Belediyeler hayatın bizatihi içindedir, öyle de olmak durumundadır. Bu itibarla toplumun en ücra hücrelerine kadar sirayet eden, etmesi gereken siyasetin ana damarı belediyedir. Hayatın normal akışı içinde, insanla doğrudan temas kuran, insanın sorunlarına kafa yorup bıkmadan, usanmadan, yüksünmeden samimi çözüm yolları arayan kim olursa olsun başımızın üstünde yeri vardır. Az önce de ifade ettiğim gibi, çalışmanın sonu yoktur. Bununla birlikte, gevşek, sorumsuz, sorunlara sırtını dönmüş belediyelerde hayır yoktur. İnsana tepeden bakan, insani haslet ve haysiyete tersten yaklaşan belediyelerde gelecek yoktur. Bunların varlık ve devamı halinde ise huzur olmayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, üretken belediyecilik anlayışıyla, belediye yönetimlerinde göstermiş olduğu mümeyyiz farkıyla Türk siyasetinde müstesna, Türk milletinin gönlünde muteber bir yeri vardır. Azı çok yapmak istedik, sizler başardınız. Gariplere, düşkünlere, muhtaçlara, darda kalmışlara ulaşmak istedik, sizler başardınız. Siyasete ahlak, adalet ve kalite kattınız. Yol, asfalt, alt yapı, çevre düzenlemesi, park, bahçe, devasa yatırım ve hizmetler yapmakla kalmadınız, hamd olsun gönüllere girdiniz, Üç Hilali gururla temsil ettiniz. Memnun ve müftehir bir ruhla ifade etmek isterim ki, MHP’li belediyeler beldeden ilçeye, ilden büyükşehir belediyelerine kadar sorumluluğunu üstlendiği her vatan köşesinde emanetin hakkını vermiştir. Kaldı ki, bizim nezdimizde devlet işleri emanetullahtır. Ancak bununla yetinemeyiz, hep bir adım önde olmalıyız. Yapılanlarla avunamayız, hep öne çıkmalı, fani ömürlerin övgüsünü kazanmalıyız. Hep daha fazlasını yapmakla mükellef olduğunuzu özellikle bilmenizi isterim. Hayat devam ediyor, dünya dönüyor, Türkiye hasretle istikrar ve huzuru bekliyor. Meseleler birbirini kovalıyor, her yeni gün farklı ihtiyaç ve beklentileri adeta deşifre ediyor. Yerelden tutuşacak bir kıvılcımın hızla yaygınlaşarak genele kadar sıçrayacağını unutmayınız. Milletimiz, Milliyetçi Hareket Partisi’nin belediye hizmetlerini yakından tanıyor, yakından görüyor, birebir şahit oluyor. Eğer yerelde aşı tutmuşsa, eğer yerelde milli memnuniyet oluşmuşsa, eğer yerelde partimize geçer not verilmişse, emin olun, önümüze kimse çıkamayacak, iktidarımıza hiçbir güç engel olamayacaktır. Çünkü Türkiye’nin yönetimde ilk durak yeri, ilk imtihan sahası yerel yönetimlerdir. Aziz milletimiz MHP’li belediyelere bakarak siyasetimizle ilgili değerlendirmelerde bulunacak, iradesini buna göre şekillendirip somutlaştıracaktır. Bu kapsamda göreviniz ve sırtladığınız yük ağırdır. İnancım odur ki, bugüne kadar taşıdığınız sorumluluğu nasıl bugünlere kazasız belasız getirmişseniz, bundan sonra da aynı heyecanla götüreceğinizden kuşku duymuyorum. Önümüzde ilk hedef Mart 2019’da yapılacak Mahalli İdareler Seçimleridir. Bu seçimlere çok sıkı, çok yoğun, çok etkili bir şekilde hazırlık yapacağız. Sempatiyle birlikte empati kuracağız. Ve Allah’ın izniyle mutlaka başaracağız, seçimlerden alnımızın akıyla çıkacağız. Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimleri, aynı zamanda 2019’un Kasım ayında yapılacak Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri için de bir işaret fişeği, bir deneyim olacak; milli iradenin istikamet ve tercihi hakkında bizlere bir fikir verecektir. Mahalli İdareler Seçimlerinde gücümüzü gösterir, milletimizin takdir ve teveccühüne layık olursak, inanıyorum ki, diğer iki seçime güçlü bir şekilde mührümüzü vurmak kaçınılmaz bir siyaset ve demokrasi gerçeği olacaktır. Şimdiden hazırlıklarımızı buna göre yapmalıyız. Şimdiden çalışmalarımızı derinleştirmek, vatandaşlarımızın elinden tutmak, kapısını çalmak, gönüllerine girmek durumundayız. Boşa geçecek zaman kalmamıştır. Zira 2019 hem zorlu, hem de çetin geçecektir. Buna dikkat etmek, sanki yarın seçim varmış gibi, sanki yarın kader seçimine giriliyormuş gibi dakik, atik ve hazırlıklı olmak ertelenemez bir ihtiyaçtır. 2019 Mart’ında kapıdan bakmak, kazma kürek yakmak istemiyoruz. Yolu yok, başaracağız. Çaresi yok, kazanacağız. Seçeneği yok, Üç Hilali mahalli idarelerin burcuna dikeceğiz. Buna varım, buna hazırım, bu hedefe yürekten bağlıyım diyen kim varsa, hangi arkadaşımız bulunuyorsa yürüyüşümüz beraberdir, birlikteliğimiz bakidir.
Değerli Arkadaşlarım, 1 Kasım Milletvekili Seçiminden sonra partimiz boyunduruk altına alınmak istendi. Teslimiyetimiz, tökezlememiz, hatta paradigma değişimi adı altında siyasi tasfiye ve tahliyemiz hedeflendi. Otel salonlarından tarla kongrelerine kadar yaşanmadık rezalet bırakılmadı. Kaynağı belli, kumanda yeri bilinen, figüranları malum karanlık bir operasyonun, kirli bir oyunun tüm sonuçları üç aşağı beş yukarı yaşandı, yaşatıldı. Bu sürede, aklı çelinmiş kardeşlerimiz oldu. Yorulup ayrılanların, yılıp kaçanların, kara propagandalara, hain kampanyalara aldananların varlığı da hepinizin bildiği hususlar arasında yerini aldı. Tertemiz duyguları istismar edilenlere diyeceğim bir şey yoktur. Hatasını görüp nedamet duyanlara, hıyaneti fark edip zamanında tepki gösterenlere de söyleyeceğim herhangi bir şey doğaldır ki olmayacaktır. Biz kim olursa olsun, temel ilke ve ülkülerimizle çelişmeyen, ahlaki, vicdani ve insani vasıflarını kaybetmemiş her kardeşimizi kaybetmek şöyle dursun; kazanmaktan, birlikte başarmaktan başka bir kaygımız olmadı. İtmek, itham etmek, ihmal ve inkâra bel bağlamak bizim harcımız değildir. Tıpkı Yunus gibi, kavgaya değil, gönüller yapmaya, gönüller almaya, gönüllere girmeye geldik, her zaman bu amaca bağlandık. Ancak kendisini davadan büyük görenlere, üstte gösterenlere elbette tahammülümüz hiç olmadı, hiç de olmayacaktır. Vefa bunlar için sadece bir semtin adıdır. Her sallantıda veda ise meslekleridir. Diğer yandan gidene niye gidiyorsun, gelene de neden geliyorsun demek, bizim vakar ve vicdani çizgimizde olmayan bir şeydir. Bugüne kadar, partimizden seçilip de değişik nedenlerle nefislerine yenilmiş, sözlerini yutmuş, emanetleri çiğnemiş belediye başkanları olmuştur. Bunlarla yolumuz ve yönümüz elbette ayrılmıştır. Nefesleri yetmemiş olabilir, nefisleri yükselmiş olabilir, yürekleri yememiş olabilir, yiğitlikleri de yavan ve sanal olabilir. Kısaca sebep ne olursa olsun, kalanlar, yani burayı şereflendiren siz değerli arkadaşlarım; davamızın onurunu, gidenler ise ömür boyu yaşanacak pişmanlığın onmaz yarasını ta derinlere kadar hissedeceklerdir. Biz bir insanın kaftanına değil, kafasının içine, kalbinin nasıl attığına bakarız. Biz rütbeye, unvana, şöhrete değil; adam mı değil mi ona dikkat ederiz. Bakınız ne diyordu vatan ve istiklal şairimiz Mehmet Akif: “Aslını gizleyemez insan, giydiği kaftanlarla. Bilmez ama kendini kandırır, söylediği yalanlarla.” Her kim ne yapar, kendine yapar, kendi kendine iflasını sağlar. Yel kayadan bir şey koparamaz. Damla denizle savaşamaz. Biliyoruz ki, kaplana sinekle saldırmak, deveye hendekle ilgili nasihat vermek akıl karı değildir. En küçük seziş kabiliyetinden mahrum, sabit bir fikrin peşinde, soğuk bir mizacın elinde, suçlu bir vicdanın esaretinde sürüklenenler sonunda kaybetmeye, sonunda mahcup olmaya mahkûmdur. 17.Yüzyıl Osmanlı düşünür, yazar ve devlet adamı Koçi Bey diyor ki, “her yanlış karar bir zulümdür.” Nitekim yanlış kararlarıyla ilk türbülansta aramızdan kayıp gidenler, korkudan ilk istasyonda inenler, unutmayınız ki, aynı şekilde zulme de ortak olanlardır. Tarih bunları bir gün mutlaka yazacaktır. Şayet bir millet, şayet büyük bir fikrin ateşlediği dava; ilk zorlukta, ilk zorba saldırıda haklarından vazgeçmiş olsaydı, tarih diye bir şey asla olmaz, olamazdı. Biz arkamıza değil, önümüze bakıyoruz. Çünkü arkamıza baktığımız takdirde ayağımızın ilk tümsekte takılacağını biliyoruz. Yanlış ve yalan davaları parlatmaya çalışanlar beyhude yere çırpınmaktadır. Asıl parlayan, asıl pirüpak olan, gerçekte pırıl pırıl bir bayrak gibi Türk-İslam’ın ufkunu şereflendiren Hak davasıdır, hakkın davasıdır, millet davasıdır, ülkü davasıdır. Ve davamız asla karanlıkta kalmayacak; aldatanları, satanları, kaçakları, korkanları, kalpsizleri de ezip geçecektir. Biliniz ki, Müslüman aynı delikten iki defa sokulmaz, sokulamaz. Merhum Cenap Şehabettin’in ifadesiyle, rütbe aldıkça kibirlenenler, yangın kulesine çıkınca dürbün oldum zannedenlerdir. Bunlarla işimiz yoktur, yakamızdan da düşmüşlerdir. Derinlere işlemiş köklerin; gövdenin, ömrü sona erip suları çekilince, kuruyan, güdükleşen gölgesiz dalcıkları vardır. Bu dalcıkların üzerine kuşlar bile yuva yapmayacaklardır. Kurumuş, kopmaya yüz tutmuş dalın kaderini kök veya gövde değil, rüzgâr tayin edecektir. Bizim kökümüz sağlam, gövdemiz canlıdır. Kuruyup savrulan dallara ise diyecek bir şeyimiz yoktur, kendi düşen ağlamayacaktır. Tevazu bize has bir insani meziyettir. Aksi davranış şeytana el sallamaktır. Hem ülkenin hem de davanın bekasını titizlikle korumak bize özgü bir marifettir. Türkiye ve Türk milletine hizmet bizim meselemizdir. 2019 yılında milletimizin vicdan ve iradesinde vasat bulmuş dayanışma ruhuyla, diri bir ittihat ve ittifak şuuruyla demokratik engelleri aşmak, bekamıza diş bileyen oyunları birer birer bozmak da milli mukavemetin gerek ve zaruretleri arasındadır. Konuşmamın bu aşamasında, hatırlatmak isterim ki, Merhum Türkeş Bey Gönül Seferberliği eserinde bizlere şöyle seslenmişti: “Türk milletini iktidarları için bir basamak, demokrasiyi de sadece bir rey düzeni olarak kabul eden görüş bizim görüşümüz değildir. Saflarımız Türk milletinin ve devletinin ebedi hayatını düşünen milliyetçilerin, vatanseverlerin meydana getirdiği saftır. Anadolu’nun dağlarında, ovalarında bir Eyüp Peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahırkeş, çilekeş çiftçi, işçi topyekûn yurt çocuklarını bu manevi davamıza davet ediyoruz.” Milliyetçi Hareket Partisi, 80 milyon Türk vatandaşını aynı ve eşit gören bir kardeşlik bilincine, Bu bayrak benim, bu vatan benim, bu millete mensubiyetten şeref duyarım haykırışını yapan her vatan evladına emsalsiz değer yükleyen bir birikime, Yoksula umut, yolsuzluğa set, yozlaşmaya çengel, yıkıma engel olan anıtlaşmış bir beraberlik hissiyatına dün de sahipti, bugün de sahiptir, yarın da sahip olacaktır. MHP’li belediyeler göz doldururken, parmak ısırtırken, muadillerine taş çıkartırken, bizlerin göğsünü kabartmaktadır, buna da devam edeceklerdir. 2019’da, partimizin kuruluşunun 50’nci yılında, her biri bir hilalin zaferi olacak üç seçimin nihayetinde, Üç Hilal yarım asır sonra, hak ettiği zirveye, layık olduğu demokratik mevkie inşallah çıkacaktır. Bunu birlikte başaracağız, Allah’ın izniyle düşmemizi, yenilgimizi, eriyip gitmemizi bekleyen iç ve dış mihrakları birlikte şaşkına çevirip hayal kırıklığına uğratacağız. CHP, HDP, İP, PKK, TKP, EMEP, FETÖ ve diğer ihanet taşeronları ne yaparsa yapsınlar, milli coşkuyu, milli uyanışı, milliyetçi şahlanışı durdurmayacaklardır. Sizlere talimat ve tavsiyem odur ki, mümtaz ve fazıl bir şehremini olarak her insanımızın ayağına gidiniz, her insanımızı anlayınız. Anlamak, aynı zamanda anlaşılmak, aynı zamanda tanımak ve tanınmaktır. Yegane ümidimiz milletimizin destek ve duasıdır. Bunu aldıktan, bunu bildikten sonra ne bir korkuluk, ne bir korkak, ne de eğreti bir kahramanlık karşımıza çıkma cesareti bulamayacaktır. Moralinizi yüksek tutun; çünkü moral, olaylara, güçlüklere karşı koymamızı sağlayan ruhsal bir durumdur. Şunu da bilin ki, Milliyetçi Hareket Partisi azar azar değil, dalga dalga geliyor. Anketler şunu söylemiş, medya bunu yazmış; bunların alayını boş verin, vatandaşlarımıza koşun, onlarla kavuşun, sabırla ikna edin, sebatla ihtiram gösterin, samimiyetle iradelerini paylaşın.
Değerli Belediye Başkanlarımız, Türkiye Cumhuriyeti, ecdadımızın asırlarca süren uzun hâkimiyet mücadelesinin, emek emek oluşturduğu görkemli medeniyet zenginliğinin varisidir. Dönem dönem, hükümet ve hükümdarlar mütereddit, güvenliğimiz münhezim olsa da, toparlanma çabuk olmuş, yüreklerin toplu vurmasıyla zillet ve meskenet tarihin çöplüğüne atılmıştır. Geçmişte tarihi varlığımızı kemirmek, bu yolla açılan feci çukura gömmek için fırsat kollayanlar, beslenen ve büyüyen milli ümitlerin tahakkukuna mani olmamışlardır. Türk milleti barbar akınlara, berbat saldırılara maruz kalsa da, birlik ve beraberlik duygusundan mahrum kalmamış, muktedirliğinden bir şey kaybetmemiştir. Asırlardır hep bildik senaryolarla üzerimize gelinmiştir. Fakat her seferinde zalim niyetler çuvallamış, her defasında Türklüğün kale kapılarına kafalarını vurarak tel tel dağılmışlardır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve milletiyle yüksek risk ve tehditlere muhataptır. Terör örgütleri kimi zaman nöbetleşe, kimi zaman da kolektif nefretle saldırıya geçmektedir. Çünkü aldıkları emir budur. Gün geçmiyor ki, bir cani örgütün boşalttığı alanı diğeri doldurmasın, birisinin bıraktığı yerden diğeri başlamasın. Amaç Türk milletini kendi kutsal topraklarında boğmak, Türklüğü yurdundan kovmaktır. Amaç Türk devletini takatsiz düşürmek, içten çökertmek, dıştan çürütmektir. 15 Temmuz FETÖ işgal teşebbüsü bu çerçevede kurgulanmış, alçakça sahaya indirilmiştir. 250 şehidimizin canıyla, 2 bin 194 gazimizin olağanüstü mücadelesiyle, Türk milletinin muhteşem direnciyle ipleri okyanus ötesinden tutulan teröristler hak ettikleri cezayı bulmuşlar, bulmaya da devam edeceklerdir. Bu uğurda taviz ve tavsama düşünülemeyecektir. Türk milletinin tarihi hak ve mirasının pazarlık konusu yapılması, güç ve çıkar lobilerine peşkeş çekilmesi hem imkânsız, hem de ihanet olacaktır. İstiklalimize gölge düşürenlere karşı safımız elbette bellidir. İstikbalimizi perdelemeye, irademizi engellemeye kakışanlara yerimiz de bellidir ve Türk milletinin yanıdır. Türkiye’yi siyasi, diplomatik, hukuki ve ekonomik ayak oyunlarıyla köşeye sıkıştırmaya, kapana kıstırmaya azmeden çevrelerin emellerini çok iyi biliyoruz. İranlı bir şarlatan üzerinden günlerdir Türkiye’ye parmak sallayan, ayar vermeye çalışan, adeta sanık yerine koyan ABD utanmazlığını ibretle, esefle, nefretle takip ediyoruz. Bu rüşvetçi casusun itiraflarıyla Türkiye’ye hüküm vermek, Türkiye’nin kaybedeceğini sanmak mümkün olmadığı gibi gayri meşru, gayri ahlaki, gayri hukuki bir alçalma halidir. Ortada bir rüşvet çarkı varsa, ortada bir suç varsa, ortada milletin ve devletin kaynakları ona buna ticaret kılıfıyla dağıtılmışsa, bunun hesabının sorulacağı, yargılamasının yapılacağı yer ABD değil Türkiye Cumhuriyeti’dir. Altını çizerek ifade ediyorum ki, İran’la ticaret yapmanın ayıp veya sakıncalı bir yanı yoktur. Bu ülkeye koyulan ambargonun delinip delinmeyeceğini hiçbir ülke ve muhasım odağa sormaya, onlardan izin ve icazet almaya gerek de yoktur. Türkiye bağımsız bir ülke değil midir? Kimden ne alacağımızı, kime ne satacağımızı, kimlerle hangi iş ve ticaret ilişkisine gireceğimizi egemen bir devlet olarak kendimiz belirler, kendimiz tayin ederiz. ABD’nin keyfine bakarak, siyasi ve ekonomik çıkarlarımızdan vazgeçemeyiz, vazgeçmemeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti dış güçlerin müsamahasıyla kurulmadı. Yabancı çevrelerin müsaadesiyle vücut bulmadı. Bundan sonra da, hiç kimsenin onay, taltif ve iznine değer verecek, dikkate alacak hali kesinlikle olmayacaktır. ABD, terör örgütleriyle koyun koyuna girerken Türkiye’ye mi sordu? FETÖ elebaşını Pensilvanya’da korumaya alırken, hainlere kollarını açarken Türkiye’ye mi danıştı? Türkiye’yle mi anlaştı? Şarlatan şeytanın Türkiye’ye iadesi halinde mahkeme önüne çıkarılarak, üzerine atılı suçlardan dolayı verilecek cezaya, kesilecek hükme razı gelmesi başlıca istek ve temennimizdir. İşlenmiş suçların yargı sahası Türkiye’dir. Rüşvet trafiği Türkiye’de gerçekleşmiştir. O halde, ABD’de kurulan mahkeme neyin nesidir? Nereye varılmak, hangi sonuca ulaşılmak istenmektedir? ABD’de kurulan mahkemenin hukukiliğinden, meşruluğundan kim, nasıl ve hangi hakla bahsedebilecektir? Türkiye müstemleke bir devlet değildir. Türkiye iradesiz hiç değildir. Bir hâkimin ağzından çıkacak kararla, şerefsiz bir ajanın kokmuş ifadeleriyle 80 milyon zan ve töhmet altında bırakılamayacak, bırakmaya tevessül edenlere de fırsat verilmeyecektir. ABD, terör örgütlerini kışkırtmış, kanımızın dökülmesini seyretmiştir. ABD, teröristleri himaye etmiş, vatanımızın bölünmesini, milletimizin parçalanmasını projelendirmiştir. Hangi taşı kaldırsak altından ABD çıkmış, hangi kumpası dürtsek, hangi komplonun maskesini indirsek ABD belirmiştir. Artık bu kadarı da fazladır. Türkiye kendi hayat ve varlık haklarına sahip çıkacak güçtedir. Türkiye vahşi batı hukukuna göre sorgusu yapılamayacak 94 yıllık Cumhuriyet mazisi, binlerce yıllık devlet geleneği olan cüssesiyle, cüretiyle, cesaretiyle bir devdir. Necabet ve asalet Türk milletinin ziynetidir. Pespaye bir rezilin, şerefini kaybetmiş bir mahlûkun, rutubetli bir mahkeme salonunda yapmış olduğu önceden planlı itiraflarının bizim nazarımızda hükmü yoktur, bağlayıcılığı yoktur, neyi var neyi yoksa ayaklarımızın altında çiğnenmesi de hakkımız, haysiyetimizin icabıdır.
Değerli Arkadaşlarım, 1972 yılında bir gazeteci, bazı siyasetçi ve işadamlarıyla birlikte İsrail’e gider. Mescid-i Aksa’ya vardıklarında, doksan yaşlarında dimdik duran bir adam dikkatini çeker. Bu yaşlı adamın üzerinde her yanı yamalı eskimiş bir asker üniforması vardır. Bu gazeteci selam verip bu şahsın hatırını ve kim olduğunu sorar. Bu yaşlı, ama gönlü, görev ve vatan aşkı ilk günkü gibi heyecan dolu olan bu zat sorulan soruya şöyle cevap verir: “Ben Osmanlı ordusu, 20.Kolordu, 36.Tabur, 8.Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan.” Bu kahraman büyüğümüz şöyle devam eder: “Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan’ım. Bizim bölük Cihan Harbi’nde Kanal Cephesi’nde İngiliz’e saldırdı. Canım ordu Kanal’da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigarı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs’e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs’te artçı bölük olarak bırakıldık.” Mütarekenin hitamında bölük komutanları İstanbul’a çağrılır. Mondrosla birlikte ordu terhis edilmiştir. Yüzbaşı geride kalan askerlerine, memleketlerine dönebileceklerini, ancak kendisini dinleyecek olurlarsa tek bir isteğinin olduğunu belirterek şunları söyler: “Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretlerinin yadigarıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur demesin. Fahri kainat Efendimizin ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gavura bayramdır.” Nitekim bölük Kudüs’e konuşlanır. Kahramanlar yıllar içinde bir bir ebediyete irtihal ederler. Geride yalnızca Onbaşı Hasan kalır. Bu Hasan Onbaşı ki, söz konusu gazeteciye bir emanet tevdi eder ve şunları söyler: Anadolu’ya vardığında, yolun Tokat sancağına düşerse, Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden Kolağam Mustafa Kumandanıma git. Ellerinden benim için öp ve de ki: “Kudüs’ü bekleyen 11.Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır, hayır dualarınızı beklemektedir.” Rahmet ve hayranlıkla andığımız bu kahraman Mehmed, Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı, 1982’de hayata gözlerini yummuştur. Nöbet ise manen ve gıyaben bizlerdedir. İşte Kudüs bizim için budur, işte Mescid-i Aksa’ya bakışımız aynısıyla böyledir. 400 yılı aşan bir süre hâkimiyetimiz altında adalet, hoşgörü ve huzurla yönetilen, Harem-i Şerifimizin kalpgahı Kudüs, tam 100 yıl önce, yani 9 Aralık 1917’de İngilizler tarafından işgal edilmişti. O gün bugündür Kudüs ağlıyor. O günden beri mabetlerimizin kanı çekiliyor, ahı yükseliyor. Mescid-i Aksa bu yüzden hüzünlü, Kubbetü’s Sahra bu nedenle mahzun, Filistinli kardeşlerimiz bu sebeple mazlumdur. Kudüs İslam’dır ve aynı zamanda Türklüğün derin izlerini taşımaktadır. Kudüs mukaddesatımızın namusudur. Gitti demekle gitmez, düştü demekle düşmez, İsrail’in demekle bu tartı bu sıkleti çekmez. ABD’nin marazi ve maceracı yönetimi Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımıştır. Trump sorumsuz ve skandal bir karara imza atmıştır. ABD Başkanı bu hakkı nereden almaktadır? ABD Başkanı Ortadoğu ve hatta dünyanın dengeleriyle oynamaya nasıl kalkışabilmektedir? Tüm dünya, ABD’nin Kudüs kararına odaklanmıştır. Bölge barut fıçısıdır. Ortadoğu’daki istikrarsızlık daha da kemikleşip, daha da şiddetlenecektir. ABD Başkanı, barış diyor, Filistin’in haklarından bahsediyor. Yalan, dolan, riya ABD yönetimine egemen olmuştur. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasından sonra, bölgede barış ve işbirliğinden akıl sağlığı yerinde olan hiç kimse bahsedemeyecektir. Siyonizm’in lobi çalışması, Trump’a nüfuz faaliyetleri zehirli meyvesini vermiştir. Kudüs bizzat kriz havarisi, kaos imalatçısı Trump tarafından dinamitlenmiştir. Kıyamet günü senaryolarına derinlik katılmıştır. Evanjelist ve Kabala tezgahı Trump’ın iradesine zincir vurmuştur. ABD Senato ve Temsilciler Meclisi’nde 1995 yılında kabul edilen Kudüs’ün başkent olarak tanınmasıyla ilgili yasa bugüne kadar altı aylık periyotlarla ertelenmiş, buna gerekçe olarak güvenlik mülahazaları gösterilmişti. İç siyasette sıkışan, devamlı mevzi kaybeden, hakkındaki şayia ve şaibelerden dolayı zor günler geçiren Trump, 22 yıllık ertelemeyi bitirmiş, kampanya döneminde bedeli karşılığı verdiği çirkin sözü tutmuş, Kudüs’e adeta füze fırlatmıştır. Hakkındaki Rusya temalı iddiaların ensesinden tuttuğu da ortadadır. Bu iddiadan yakayı kurtarmak için Trump’un her çılgınlığı yapacağı, her şuursuzluğa hizmet edeceği muhtemeldir. Rusya’nın Orta ve Kısa Menzilli Füzeler Anlaşmasını ihlal ettiğini öne süren ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Moskova’nın buna son vermemesi halinde askeri ve ekonomik önlemler alacağını dün itibariyle duyurması yeni bir bunalımın ayak sesleridir. Yoğun istikrarsızlık kapıdadır. İslam âlemi infial halindedir. Üçüncü intifada çağrısı yapılmıştır. Dün medyaya yansıyan şiddet sahneleri, Cuma Namazı çıkışı protesto gösterileri, İsrail güvenlik güçlerinin acımasızca saldırıları önümüzdeki günlerin çok şeye gebe olduğunun habercisidir. Kudüs, ilk kıblemizdir; Miraç mucizesinin muazzez hatırasıdır. Üç dinin kesişme noktası olan Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması din savaşlarını tetikleyecek, husumet ve dehşet verici eylemler yer kürenin her yerine yayılabilecektir. Tehlike anormal boyuttadır. Felaket yanı başımızdadır. ABD, 1947 ve 1980 yıllarında alınanlar başta olmak üzere, Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe saymış, uluslararası anlaşmaları inkâr etmiştir. Barış ve istikrar için, 1967 sınırları dâhilinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız ve egemen bir Filistin devletinin kurulmasının önüne sürekli engeller çıkarılmaktadır. İsrail yangına körükle giderken, ABD bölgeyi ateşe vermek için harekete geçmiştir. Elbette, Kudüs’ün başkent olarak tanınması manen, vicdanen ve tarihen imkânsızdır. ABD’nin bu ısrar ve inadını çok kararlı bir şekilde kınadığımız herkesçe bilinmelidir. Türkiye’nin öncülüğünde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın zirve başkanı sıfatıyla 13 Aralık 2017’de İstanbul’da gerçekleşecek İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı tarihi önemdedir. Bu toplantı mutlaka desteklenmelidir. 57 İslam ülkesi arasındaki ilişkiler güçlenmeli, bunlar gereken tavrını ABD’ye ve İsrail’e karşı mutlaka göstermelidir. Önemle diyorum ki, Filistin, başkenti Doğu Kudüs, bağımsız ve egemen bir devlet yapısıyla kabullenilmeli, tanınmalı, ilanı yapılmalıdır. Ayrıca Türkiye, Kudüs kararı geri çekilesiye kadar, İsraille diplomatik temsilcilik seviyesini en düşük noktaya indirmeli, hatta geçici olarak kapatmalıdır. İslam ülkeleri, İsrail’le kurulmuş siyasi, ekonomik ve diplomatik ilişkileri gözden geçirmeli, zorunluluk halleri dışında irtibat ve diyaloglar askıya alınmalıdır. Birleşmiş Milletler toplanmakla kalmamalı, kalıcı, etkili karar ve yaptırımları süratle alacak iradeyi sergilemelidir. Kudüs kutsalımız, kıvancımız, inancımızın emanetidir. Kudüs Müslümandır, mihverdir, müşrik ve batıl heveslere rehin ve teslim edilemeyecektir.
Muhterem Arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı düzeyinde, 65 yıllık bir aradan sonra, Yunanistan’a ziyaret düzenlenmesi bize göre oldukça anlamlıdır. Sayın Erdoğan’ın, muhataplarıyla yaptığı yüzyüze görüşmeler, gündeme düşen değerlendirme ve karşılıklı sözler siyasetin akış ve seyrini etkilemiştir. Bilhassa Lozan tartışmaları Yunanistan ziyaretine mühür vurmuştur. Sayın Cumhurbaşkanı; “Lozan, sadece Ege'yi mi kapsıyor? Ege'nin dışında Lozan'la ilgili hiçbir şey yok mu? Batı Trakya'daki azınlıkların hukuku yok mu? Şimdi buradaki azınlıkların hukukunu bu anlaşmayla nasıl teminat altına alacağız?" sorusunu sormuştur. 150 bin nüfuslu Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının on yıllardır kanayan yaraları, verilmeyen hakları vardır. Müslüman Türk’üm diyenlere her zorluk reva görülmektedir. Sosyal ve ekonomik hak ve imkânlar çok görülmektedir. Nihayetinde Türklüğe karşı hazımsızlık Yunanistan’da kökleşmiştir. Ayrıca ve hakikaten Batı Trakya’da, soydaşlarımızın Başmüftülerini seçememesi, bu göreve atamayla gelinmesi bir başka talihsiz ve temelsiz açmazdır. Lozan Antlaşmasına bakışımız bellidir. Ve bu değişmemiştir. Ancak Sayın Erdoğan’ın çıkışı da dikkatle incelenmeli, özen ve özgüvenle yorumlanmalıdır. Bir defa, Lozan Antlaşması’nın yeni baştan okunması, uygulanmayan, özellikle Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlığı bağlamında görmezden gelinen maddelerin işlerlik ve işlevsellik kazanması samimi arzu ve teklifimizdir. İmzasının üzerinden 94 yıl geçmiş olan Lozan’ın, şu günkü ihtiyaç ve beklentilere uygun değerlendirmesinin mutlaka yapılması lazımdır. Bu konuda üniversitelerimizin tarih kürsülerinde görev alan değerli tarihçi ve bilim insanlarından oluşacak bir komisyon marifetiyle çalışmalara derinlik kazandırabilecektir. Biz, sonuna kadar, Lozan Antlaşması’nı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve hukuki senedi olduğunu kabul eder, fes takan takmayan ucubelerin haksız, hayâsız ithamlarını reddederiz. Ancak Lozan’ı hak ettiği şekilde, muhtevasına sadık kalarak yeniden anlamlandırıp, kenara koyulan hükümlerinin uygulamaya geçilmesine de sıcak bakar, buna tamam deriz. Türkiye’deki gayri Müslüm azınlıklara gösterilen muamele ve müşfik tavrın aynısını Batı Trakya’daki soydaşlarımıza da gösterilmesini ısrarla talep ederiz. Lozan’ı kötülemek, örtülü ve kapalı ifadelerle Sevr’e methiyeler yağdıranları neşelendirecek, tekrardan umutlandıracaktır. Bunu da biliriz. Türkiye’nin varlığını tescil, yedi düvele de kabul ettiren 8 aylık Lozan mücadelesini bırakalım tarihçiler konuşsun, onlar değerlendirsin, fazlası eksiğiyle onlar ele alsın, bizlerin yolunu aydınlatsın. Geçen yüzyılın sosyal, ekonomik, siyasal sonuçlarıyla, şu zamandaki ihtiyaç ve arayışlarımızın zaman zaman farklılaştığı, kimi hallerde çeliştiği aşikârdır. Bunun dengeye kavuşması, Lozan üzerindeki sis perdesinin kaldırılması acilen sağlanmalıdır. Biz parti olarak, Lozan’a milli müktesebat ve şuurla bakıyor, haricimizdeki muhatap ülkelere karşı aynı görüşü seslendirmenin sorumlu ve yerli siyasetin gereği olduğunu düşünüyoruz. Lozan’ı sulandıranlara, Lozan’a sırt dönenlere, Lozan hükümlerine duyarsız ve bigâne kalanlara karşı Türk milletinin iradesi ve ifadesi birdir, değişmeyecektir. Bizim de kanaatimiz şimdilik bu şekildedir.
Değerli Arkadaşlarım, Konuşmama son verirken, iki gün sürecek belediye başkanları toplantımızın hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyor, sizlere üstün başarılar diliyorum. İhanetlere karşı dikkatin, Hilelere karşı uyanıklığın, Bozgunlara karşı tedbirin, Ayrılıklara karşı birleşmenin, Yalnızlığa karşı güç birliğinin, Çürümeye karşı öze dönüşün, Taklide karşı kendine yönelmenin temsilcileri ve timsalleri olan dava arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. Üretken, milli ve çalışkan belediyeciliği marka yapan sizlerle iftihar ediyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyor, yolunuz ve bahtınız açık olsun diyorum. Ne Mutlu Türküm Diyene.
|