Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin 18 Mart 2008
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum. Bugünkü Meclis Grubu toplantımızda başdöndürücü bir hızla değişen Türkiye gündemini değerlendirerek yeni sorunlarla ağırlaşan siyasi ortam hakkındaki görüş ve endişelerimizi dile getireceğim. Ancak, bugünkü Grup Toplantımız aynı zamanda, tarih boyunca vatan için hayatlarını feda eden bütün evlatlarımızın aziz hatıralarını yâd ettiğimiz “Şehitler Günü”ne tesadüf etmiştir. Bu itibarla konuşmama, bu çok özel anlamı olan tarihin ve ona adını veren Çanakkale Savaşının stratejik önemini vurgulayarak sözlerime başlamak istiyorum. Çanakkale savunmasının manasını bilmenin, devlet ve millet hayatımızda bugün yeniden karşımıza çıkan tehditlerin ve devam eden şahadetlerin anlaşılması bakımından da önemli olduğuna inanıyorum. Takdir edersiniz ki, insanları bir varlık olarak yücelten, onu diğer canlılardan ayıran temel fark, bir inanca ve bir kutlu değere olan bağlılıkları ile onun uğrunda gösterdikleri sadakat duygularıdır. İnsanlık tarihini, mukaddesatı uğruna canını feda edebilen büyük insanların yazdığı, geleceği böylesi kahramanlara sahip toplumların şekillendirdiği de bilinen bir vakıadır. Ne mutlu ki, büyük Türk milleti, vatanı, devleti, inancı ve hürriyeti uğruna canını feda edebilecek müstesna evlatlarını bağrından yetiştirebilmiş, asırlardan beri süregelen varlığını ve kudretini bu fedakârlıklarla ayakta tutabilmiştir. Yüce dinimiz bu “canından vaz geçme”, “ varlığını kutlu değerler adına terk etme” halini “şehadet” olarak tanımlamış ve Cenab-ı Allah bu uğurda can verenlerin asla ölmeyeceğini müjdelemiştir. Aziz şehitlerimizi, bizlerden daha kıymetli yapan, onları kaybetmenin üzüntüsünü yüreklerimizden bir nebze olsun hafifleten ve bizleri teselli eden duygular da “şehit” olmanın bu çok özel anlamında saklıdır. Onları, gerek toplum nazarında, gerekse manevi dünyada bizlerden ayıran ve daha saygın yapan fark da burada aranmalıdır. Şehitlerimizi, içinden çıktıkları millete kendilerini adayarak, onları birer cesaret ve kahramanlık abidesi yapan da yine aynı manevi yükseliştir. Özellikle Anadolu’nun Türkler tarafından fethiyle başlayan süreç ile yaşanan tarihi gelişmeler, bu vatanı savunmanın, bu toprakları feth etmekten daha zor olduğunu bizlere öğretmiştir. Bu itibarla, asırlar süren ve hala da sürmekte olan vatan savunmasının ihtişamlı geçmişi, yüzbinlerce isimsiz kahramanın ve aziz şehitlerimizin mücadelesinde ve fedakârlığında yatmaktadır. Şu an itibariyle, bu tarihi savaşın meydana geldiği Çanakkale topraklarında yapılan anma töreninde, 9 milletvekilimizin yanı sıra çok sayıda dava arkadaşımızın da hazır bulunduğunu, milletimizin bu haklı gurunu paylaşmakta olduğumuzu buradan açıklamak istiyorum. Değerli Arkadaşlarım, Tarihe ibret ile bakarak, milletimizi ayakta tutan manevi dinamikleri öğrenmek, bundan sonraki zamanlarda karşımıza çıkacak tehlikeleri tanımamıza da ışık tutacaktır. Bugün bölücülük ve çok kültürlülük maskesi ile Türksüz bir Anadolu yaratma emellerinin arkasında yatan bin yıllık derinliği, şahadetlerle sonuçlanmış muazzam mücadelenin köklerini, bu kötü niyetlerin tarihini bilerek ancak anlam verebiliriz. Bu açıdan, onbinlerce Mehmetçiğin canı pahasına sonuçlanmış ve Şehitler Günü’ne haklı olarak adını vermiş Çanakkale Savaşının önemi, Cumhuriyet coğrafyamızı müjdelemesi ve bugün yaşadıklarımızın anlaşılması bakımından çok büyüktür. İslam’ın bayraktarlığını yapan Türk milletinin, Anadolu ve Ortadoğu havzasındaki varlığını hazmedemeyen Batı’nın, yüzyıllar süren karanlık teşebbüsleri ve içten içte hazırlığı, biraz milli tarih okuyan herkesin bildiği gerçeklerdir. Batı dünyasında oluşan bu korku, ceddimiz Avrupa’ya ilerlemeye başlayınca had safhaya ulaşmış, Türkleri Anadolu’dan atmak hayali, yüzyılları aşarak günümüze kadar ulaşan vazgeçilmez bir ideal haline gelmiştir. Bu emellerin yol haritasının ilk işareti, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmesi ile başlamıştır. Binli yılların başından, 1700’lü yılların başına kadar tarihe hükmünü veren, sözü dinlenen, saygı duyulan ve daha da önemlisi hükümranlığı gönüllü olarak arzu edilen en büyük güç, Türk milleti ve onun cihan devleti olmuştur. Dikkat edilirse, bu hâkimiyet dönemi boyunca, Osmanlının çıkış noktası, güç kaynağı ve dalga dalga yayılan fetihlerin sıklet merkezi, Anadolu toprakları ve üzerinde yaşayan Türk milletidir. Türk Cihan Devleti, enerjisini, dinamizmini ve kudretini, bugün üzerinde bin yıllık kardeşliğin tartışılmaya açıldığı Anadolu coğrafyasından ve beşeriyetinden beslenerek sağlamıştır. İmparatorluğun yönetim merkezlerinin sırasıyla Söğüt, Bursa, Edirne ve İstanbul olması da, üç kıtada çok geniş bir alana rağmen Anadolu ve havzası ile belirginleşmiş olan Türklüğün nihai sınırları ve kültürel membaı hakkında, bizlere bir kanaat vermektedir. Ancak bilinen ve gerçekleşmiş tarih, Türklerin giderek yaşama ve var olma alanını daraltan ve onları Anadolu’ya doğru sıkıştıran bir sürecin özellikle 20 yüzyılın başlarından itibaren yaşanmış olduğudur. Çanakkale Savaşları’nın yapıldığı 1915 yılına kadar süregelen toprak ve nüfus kayıpları ile çok ağır bir insanlık trajedisine yol açan muhaceret sonunda büyük Türk milleti, yaklaşık yedi asırda fethettiği toprakları iki asırda kaybederek geri çekilmek zorunda kalmıştır. İşte, Çanakkale’de zaferle sonuçlanan mücadele, Osmanlı Devletinin hakimiyet havzalarını birer birer kaybederek, Türklüğün yaşama alanını Anadolu’ya hapsettiği bu vahim ve ıstırapla dolu tablo içinde gerçekleşmiştir. Artık Türk milleti için dönülecek toprak parçası, gidilecek göç güzergâhı, verilecek vatan köşesi kalmamıştır. Ana yurda, baba toprağının sınırlarına, asli unsurun ocağına dönülmüştür. Ya bu topraklar tutulacaktır, ya da Türk milleti Anadolu’dan atılacak ve tarihten silinecektir. Bu itibarla Çanakkale Savaşları, herhangi bir harp değildir. Bu savaş, yüzyılların birikmiş hınç ve intikamı için yurdumuza saldıran haçlı zihniyetine karşı mukaddes bir milli doğruluş ve dik duruşun adıdır. Türk milletinin, yaklaşık ikiyüzyıldır cepheden cepheye yenilgilerle, toprak kayıplarıyla ve dönüşü olmayan göçlerle kırılan gururu, sarsılan onuru bu muhteşem zaferle onarılmıştır. Bu tazelenmiş kudret, birkaç yıl sonra Milli Mücadele döneminin ihtiyacı olan ruh ve heyecana da rehberlik etmiştir. Türklük, Dünyaya, vereceği toprağın ve tavizin bittiğini bu savaşla ilan etmiş, Çanakkale ruhu ile tüm dünyaya bu savaşla meydan okumuştur. Bu nedenle, bizim için Çanakkale, tarihi şan ve şerefle dolu asil millet evlatlarının ruh, inanç ve kandan vücuda getirdikleri aşılmaz son kaledir. Çanakkale, bizim için bir coğrafi bölgenin adından önce, her karış toprağına bir yiğidin uzandığı dünyanın en büyük şehitliğidir. Çanakkale, aklın ve izanın durduğu, bir ilahi duyuş ile kendinden geçmiş binlerce isimsiz kahramanın, can vermek için birbiri ile yarıştığı bir imtihan alanıdır. Çanakkale, barutun, inanç; çeliğin, itaat; donanmanın cesaret ve silahın millet karşısındaki çaresizliğinin ateşle ilanıdır. Çanakkale, Anadolu ve Rumeli Türklüğünün topyekun bir direnişi ve kanlı gömleğiyle kara toprağa giren on binlerce kınalı şehidin, siperden sipere taşınan muhteşem destanıdır. Bu ihtişamlı ve inanılmaz zafer, milliyetçi ülkücü gençlik tarafından asla unutulmayacaktır. Türk milletçilerinin asil vicdanında, mukaddes bir hatıra ve nişan olarak sonsuza kadar yaşatılacaktır. Bu itibarla, Çanakkale deyince;
Ve sizleri uyarıyorum. Onlara dikkat ediniz. Onlar asla ve asla bizden değildir. Değerli Arkadaşlarım, Yüksek vatan sevgisi, millet aşkı ve bağımsızlık heyecanının zirveye ulaşarak, şehitlikle taçlandığı Çanakkale savaşları, Türk Milletinin vatan için neleri göze alabileceğini dünyaya göstermesi bakımından da önemli olmuştur. Çanakkale dirilişi, Türk milletinin muazzam gücünü imtihan etmeye kalkışan bugünkü ihanet odaklarını da, kendilerini nasıl bir sonucun beklediğini anlamaları açısından tarihi bir ibret ve ihtar belgesidir. Bugün de başka coğrafyaları özleyen ve başkaları ile kucaklaşmak isteyenler, bundan yaklaşık bir asır önce bu niyet sahiplerinin akıbetinden artık ders çıkarmalıdır. Türkiye’nin bütünlüğünün ve birliğinin tartışılmaya çalışıldığı bugünlerde şu gerçeklerin bir kez daha hatırlanmasında yarar vardır. - Gerek Çanakkale savunması, gerek Cumhuriyetin ilanı ile imza altına alınan Lozan anlaşması, bin yıllık vatan toprağımız olan Anadolu’nun nihai senedi olmuş, Türk milleti sınırları ve milli kimliği ile ilgili son sözünü o tarihlerde söylemiştir. - Bu son sözün karşılığı, 1915 Çanakkale’sinden, 1922 İzmir’ine kadar adım adım, karış karış savunulan vatan toprakları ve dökülen şehit kanları ile tescil edilmiş ve bedeli ödenmiştir. - Yüzyıl önceki en karamsar ortamda bile Türke gücü yetmeyenlerin, bugün yeni maceralarla ve yeni ihanetlerle şanslarını denemeye çalışmaları beyhude bir gayrettir. - Bilinmelidir ki, tercihini milliyetçilikten ve bağımsızlıktan yana kullanan, alnı açık, bahtı açık, Çanakkale Ruhunun temsilcisi Türk milliyetçileri için bu konu, bir daha açılmamak üzere kapanmıştır. Bu vesile ile yüzyıllarca hüküm sürdüğümüz coğrafyalarda varlığını feda ederek huzur içinde yatan meçhul kahramanların aziz hatıralarını hürmet ve hayranlıkla yâd ediyorum. Vatanı ve bayrağı için gözünü kırpmadan şehit olarak, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nde hayat ve vücut bulmamızı sağlayan kahraman evlatlarımızı bir kez daha minnetle, şükranla anıyorum. Tarih boyunca vatan ve millet sevdası ile şehit düşmüş ecdadımıza; gerek vatan sınırları içinde gerekse sınır ötesinde milletimizin birliği ve kardeşliğinin devamı için bugün de can veren Mehmetçiklerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Değerli Milletvekilleri, Siyasi gündeme ilişkin değerlendirmemde ele alacağım ilk konu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması istemiyle başlatılan hukuki süreç olacaktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinde açtığı dava, siyasi gündemi temelden sarsmış ve değiştirmiştir.
- Bu alanda Anayasa’nın vaz ettiği ilkeler bütün siyasi partiler için bağlayıcı ve emredici temel normlardır. - Bunlara uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımlar Anayasa’da belirlenmiş, siyasi partilerin hangi hallerde temelli kapatılacağı ve bunun şartları ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
- Dava süreci şimdi kendi mecrasında yürüyecektir. - Bu aşamadan sonra Yüce Mahkemenin vereceği karar beklenecektir.
- Bu bakımdan açılan davanın içeriği ve iddianamede yer alan tespit ve suçlamalar hakkında yorum ve değerlendirme yapmak, bu noktadan sonra siyaset kurumunun değil, Yüce Mahkeme yargıçlarının görev ve yetkisine giren bir husustur. Yargıya intikal eden bu konu hakkında dışardan hukuki fetvalar vermek, bu yolla Anayasa Mahkemesini yönlendirme ve etkileme çabaları içine girmek, hukuka saygısızlığın açık bir göstergesi olacaktır. Değerli Milletvekilleri, İktidar Partisinin kapatılması için açılan davanın sonuçları ve yansımalarının, hukuki alanla sınırlı kalmayacağı, bu sürecin çok derin siyasi etkileri olacağı bir gerçektir. Kapatma davası hukuki bir süreç olmakla birlikte, bunun çok ciddi siyasi sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Milliyetçi Hareket Partisi, konuyu bütün yönleri ve boyutlarıyla geniş bir perspektiften değerlendirmiş, ilke ve tutumunu bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Davanın açılmasının hemen ertesinde 15 Mart 2008 tarihinde yaptığım yazılı açıklamada, bu konudaki değerlendirmemize yön veren temel mülahazalar ayrıntılı olarak ifade edilmiş ve somut önerilerde bulunulmuştur. Siyasi gündemi etkileyen konularda soyut değerlendirmelerin ötesine geçilerek, kriz ve gerginliklerin ortak akıl ve çabalarla aşılması süreçlerinin önünü açmak ve bunun için yol göstermek, Milliyetçi Hareket Partisi’nin sorumlu siyaset ve muhalefet anlayışının dayandığı temel ilkedir. 22 Temmuz 2007 seçimlerinden bu yana geçen süre içinde, bunun rehberliğinde hareket eden Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin çıkarına olduğuna inandığı bu anlayışı, bundan sonra da sürdürmeye kararlıdır. İktidar partisinin kapatılması konusundaki tavrımız da, bu anlayışa uygun olarak çok açık bir biçimde ortaya konulmuştur.
- Türkiye’nin geleceğini her düşüncenin üstünde tutan milliyetçilik ülkümüzün, - Demokrasi ve milli irade anlayışımızın ve - Siyasi kaosun önüne geçilmesi hassasiyetimizin doğal bir icabı ve sonucudur. Değerli Milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması için başlatılan hukuki süreç siyasi gündemi altüst etmekle kalmamış, bu konuya kilitlenen Türkiye çalkantılı bir döneme girmiştir. Bu yüksek gerilim ve tedirginlik, ne kadar zaman alacağı kestirilemeyen mahkeme süreci boyunca, devlet ve toplum hayatımızı derinden etkileyecektir. Hukuki süreçle eş zamanlı gelişecek ve ağır tahribatı olacak bir siyasi kriz dönemi yaşanabilecektir. Türkiye’nin siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlik alanlarında esasen çok ağır sorunlarla yüklü gündeminin böylesine bir ilave siyasi kriz tehlikesine açık hale gelmesi, sonuçları kontrol edilemeyecek bir kaos ortamını karşımıza çıkarabilecektir.
- Kanlı terör ve etnik bölücülük çok vahim boyutlara taşınmış, - Ayrılıkçı emeller ve etnik tahrikler cüret ve zemin kazanmış ve - Milli birliğimizi ateşe atacak siyasi çözüm dayatmaları had safhaya ulaşmıştır.
AKP’nin kapatılması davasının kısa ve orta vadedeki siyasi sonuçlarının, bu karanlık Türkiye tablosundan soyutlanarak değerlendirilemeyeceği bir gerçektir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki endişeleri, bu açıdan ele alınmalı ve çok iyi anlaşılmalıdır. Böyle bir ortamda iktidar partisinin kapatılması istemiyle hukuki bir süreç başlatılmasının doğuracağı başlıca siyasi sonuçlar şu noktalarda toplanmaktadır.
Referandumla Anayasa değişikliği yapacak bir sayısal güce sahip olan bu siyasi parti, dava süreci boyunca Anayasal sınırlar içinde bütün hükümet yetkilerini kullanacak, TBMM’de yasama tasarrufunda bulunacak ve Türkiye’nin kaderini ilgilendiren konularda kararlar alacak ve bunları uygulayacaktır. - Bir ateş çemberinden geçen ve yakın tarihinin en ağır sorunları ve tehditleriyle karşı karşıya bulunan Türkiye’yi bu güç ve tehlikeli dönemde, laikliğe aykırı fiillerin odağı olmak ve Cumhuriyeti yıkmakla suçlanan siyasi kadrolar yönetecektir. - Bunun normal ve olağan bir durum olmadığı gün gibi açıktır. - Böyle bir ortamda, bu siyasi partinin hükümet ve Meclis tasarruflarının tümü tartışmalı hale gelecek ve şaibeyle gölgelenecektir.
- Sayın Erdoğan, bugüne kadar Türk milletine hesap vermekten kaçmış, hayali başarı senaryolarıyla bu sorumluluktan kurtulmaya çalışmış ve herkesi suçlayarak kendisini temize çıkarmak amacıyla beyhude bir çırpınış içine girmiştir. - 14 Mart 2008 tarihi, bu anlamda da Sayın Başbakan için bir dönüm noktası olmuş ve önüne hiç beklemediği geniş bir istismar ve manevra alanı çıkarmıştır. - Siyasi gündemin bu şekilde sapması, siyasi hesabın ertelenmesi konusunda AKP’ye ümit vermiştir. - Hukuki bakımdan Anayasa’ya uygun olsa da, açılan kapatma davası, siyasi bakımdan Sayın Başbakan’a demokrasi mücahidi olduğunu söyleyerek mağduriyet edebiyatı yapmak için yeni bir istismar malzemesi vermiştir. - Başbakan olmasında yargı süreçlerinin ve siyaset dışı müdahalelerin önemli payı olan Sayın Erdoğan, şimdi de bu yolla “demokrasi kahramanı” olma hevesi peşindedir. - Sayın Erdoğan, Yargıtay Başsavcısının iddianamesini Türk milleti nezdinde bir “ibranameye” dönüştürmek ve mağdur ve mazlum edebiyatıyla Türk milletinin merhamet duygularına sığınarak siyasi sorumluluğunu unutturmak hesabı yapmaktadır. - Açılan kapatma davasının AKP’ye bu yönde siyasi doping etkisi yapması, hazin bir tecelli olarak kabul edilmelidir. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Son gelişmelerin Türkiye’nin önüne çıkardığı bu siyasi çıkmazın ağır bir kaosa dönüşmesi ihtimali karşısında, bunun aşılması için iyi niyetle ortak çaba harcanması, siyaset kurumunun kayıtsız kalamayacağı demokratik bir görev ve sorumluluk olarak görülmelidir.
- Siyasi partileri, siyaseten tasfiye edecek olan yegâne güç Türk milletidir. - Bu hesabın görüleceği yer de seçim sandığıdır. - AKP Türk milletinin vicdanında mahkûm olacak ve er ya da geç milli irade yoluyla siyaset sahnesinden silinecektir. Bu anlayışla hareket eden Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda somut bir düşünce geliştirmiş ve bunu kamuoyunda tartışılmaya açılması amacıyla başta AKP ve CHP olmak üzere siyasi partilerin değerlendirmesine sunmuştur.
- Siyasi Partilerin Anayasa ve kanunlar çerçevesinde faaliyet göstermeleri ve tüzük veya programları ile eylemlerinin devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine ve Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan değer esaslara aykırı olmayacağı temel bir normdur. - Tüzük ve programları Anayasamıza aykırı olan partilerin kapatılması da tartışılmayacak bir husustur. - MHP’nin yaklaşımı, münhasıran siyasi partilerin 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerden ötürü kapatılmasıyla ilgili düzenlemenin gözden geçirilmesini öngörmektedir. - Mevcut hükme göre bir siyasi partinin bu nedenle kapatılması için, bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekmektedir. - Odak haline gelmenin şartları ve kriterleri de 69. maddede ayrıntılı olarak tanımlanmış ve düzenlenmiştir. - Bu çerçevede, bu nitelikteki fiilin parti üyelerince yoğun biçimde işlenmesi ve bu durumun parti yönetimi ve organları tarafından benimsenmesi veya bu fiillerin doğrudan bu organlarca işlenmesi şartı getirilmiştir. - Milliyetçi Hareket Partisi, bu hükmün gözden geçirilerek, bu filleri işleyen parti üyeleri, yöneticileri ve milletvekillerinin bireysel olarak doğrudan sorumlu tutulacağı bir düzenlemenin mümkün ve yerinde olup olmayacağının ortaya konulmasını amaçlamaktadır. - Bu yaklaşımın uygun ve uygulanabilir görülmesi halinde, bu gibi durumlarda partinin hükmi şahsiyet olarak kapatılması yerine, bu fiillerin sorumluları hakkında cezai soruşturma ve yaptırım uygulanmasını, milletvekili dokunulmazlığının da buna göre yeniden düzenlenmesini öngören yeni bir Anayasal çerçeve oluşturulabilecektir. - Terörü destekleyen ve bunu bölücü amaçları için bir araç olarak gören siyasi partilerin özel durumu, bu kapsamda ayrı bir değerlendirme konusu olabilecektir.
- MHP’nin tartışmaya açılmasında yarar olduğunu düşündüğü kavramsal yaklaşımın özü ve esası budur, çerçevesi de bunlarla sınırlıdır. - Bugün gelinen noktada, Anayasa’nın ilgili hükümlerinin gözden geçirilerek yeni bir düzenleme yapılması imkânının değerlendirilmesinde en doğru hareket noktası, bireysel sorumluluk odaklı bu yaklaşım olmalıdır.
Bu zorlamalara başvurulması, ateşin üzerine benzinle gitmek olacak ve çok daha ağır bir siyasi ve Anayasal krize yol açacaktır. Herkes bunun bilinci içinde olmalı ve rejimi tehlikeye atabilecek çok vahim bunalımlara davetiye çıkarma gafletine düşmemelidir. Değerli Milletvekilleri, Açılan davanın kamuoyuna duyurulmasının ardından son birkaç gün içinde AKP yetkililerinin yaptıkları açıklamalar, muhatap oldukları konunun ciddiyetini anlamamış olduklarını işaret etmektedir. Açılan dava ve mahkemenin vereceği karar ile milletimizden almış oldukları oy desteği arasında yanlış bir illiyet bağı kuran AKP yetkilileri bir yanılgı içine girmişler ve anlaşıldığı kadarıyla sağduyularını kaybetmişlerdir. Ben “milleti temsil ediyorum” gibi gerekçelere ya da “benim önümde yargı duramaz” anlamına gelecek beyanlara sığınmak, bu parti hakkındaki kuşkuları artırmaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Bugüne kadarki icraatları AKP’nin kuvvetler ayrılığı prensibini önemsemediğini ortaya koymuştur. İki dönemdir iktidarda olan bu partinin bir muhalefet partisi gibi devlet erki ve yargı ile çatışarak bugünlere geldiği herkesin bildiği gerçeklerdir. Bu açıdan bugünkü noktada, Adalet ve Kalkınma Partisi kendi geçmişindeki çatışma ve gerilimlerle dolu yol haritasına da bakmalı ve nerelerde hata yaptığının özeleştirisini de derinliğine tahlil etmelidir. Bilindiği gibi beş yılı aşan iktidarı ile Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olarak hükümet etme görevi ile devleti yönetme arasındaki ince farkı ortadan kaldırmaya yönelik anlayış kusurunu defalarca sergilemiştir. Özellikle seçimden önce “finale yaklaşıyoruz” diyen Başbakan’ın merkezinde bulunduğu planlı bir gerilim ve baskı politikasıyla, o dönemde ülkemizde her şeyin çivisinin çıkmış olduğu ve bütün ölçü ve ayarların kaçtığı malumunuzdur. Türk devletinin dinamiklerinin ve kurumsal ilişkilerinin yıprandığı, toplumsal dokumuza, kardeşliğimize ziyadesiyle zarar verildiği, devletin bütün kurumlarıyla ve toplumun bütün kesimleriyle çekişildiği, Türkiye’nin milli ve manevi değerleri üzerinden siyaset yapıldığı ortadadır. İktidar mensuplarının, o dönemlerde sıkça tekrarladığı vuruşarak çekilme, mahpushane edebiyatı ve beraber yürüme nakaratları da henüz hafızalardadır. Bu ortamda gidilen genel seçim ile oluşan yeni meclis aritmetiğinin hükümet etmekte olan AKP’ye bir ders ve sonuç çıkarması için vesile olması beklenirken, durum tam tersi olmuş başta Sayın Başbakan olmak üzere AKP, hassas konularda siyasal tartışmaları alevlendirmeyi tercih etmiştir. İktidar zihniyetinin ilkel bir yönetim anlayışının “bizden olsun” inadı ve “ele geçirme” saplantısı, maalesef ülkemizi gerilimlerle dolu hassas bir noktaya, kendisini de siyaseten tasfiye etme aşamasına getirmiş bulunmaktadır. Yaşanan son gelişmeler karşısında, rasyonel düşünceden uzaklaşan AKP’nin kendinde güç vehmederek oynadığı tehlikeli oyundan vaz geçmesi ve yargı sürecini saygıyla beklemesi yerinde olacaktır. Üstelik küresel ekonomik kriz karşısında almadıkları tedbirlerin acı faturasını, yaşanan bu hadiselere bağlamak da hükümet açısından artık inandırıcı olmayacaktır. Siyasi partiler, demokratik rejimin vazgeçilmez, hatta olmazsa olmaz kurumları ve büyük millet iradesinin demokratik yansımalarıdır. Bu nedenle bir siyasi partinin siyasal hayatına kendi iradesi dışında son verilmesi arzu edilen bir netice değildir. Bu açıdan Sayın Başbakan’ın muhalefeti zil takıp oynayacaklar anlamına gelen suçlamaları talihsiz beyanatlardır. Milliyetçi Hareket Partisi, başka partilerin siyasetten men edilmesi için sandık dışındaki bir yöntemi asla benimsemeyen, rekabet ve yarışı demokrasinin kuralları içinde yapmayı kabullenmiş bir siyasal harekettir. Temennimiz, yaşanan gelişmelerden herkesin kendisine düşen dersi çıkarması, demokrasimiz daha fazla tahrip olmadan atlatılmasıdır. Bu konuda yüce yargının vereceği kararı saygı ile beklemek en doğru yol olacaktır. Değerli Milletvekilleri, Konuşmamın bu bölümünde terör ile kol kola ilerletilen bölücülük gündemi ve siyasi çözüm dayatmalarında gelinen son nokta ile yaklaşan Nevruz vesilesiyle gemi azıya alması beklenen bölücü tahriklere temas etmek istiyorum.
- Sayın Başbakan ne kadar sessiz kalırsa kalsın, ne kadar inkâr ederse etsin, terör ve etnik bölücülük sorununa siyasi çözüm bulunması Türkiye’nin gündemine zorla sokulmuştur. - Sayın Başbakan ve hükümeti, bu konuyu ABD ile görüşmüş ve siyasi çözümü adım adım hayata geçirme sözü vermiştir. - Bu konuda aşamalı olarak somut adımlar atılması sadece bir zaman ve müsait ortam yakalama meselesidir. - Siyasi çözüm konusunu susarak geçiştirmeye çalışan Başbakan yerine bu konuda ABD yetkilileri konuşmaktadır. Bu konudaki son açıklamayı ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Irak Özel Temsilcisi 14 Mart 2008 günü yapmıştır. Amerikalı bir yetkili tarafından, “Türkiye’nin PKK sorunu için siyasi alanı da içeren kapsamlı bir çözüm bulması noktasında hazır olduğunu” söylemiş ve “PKK’nın silahlı güçlerinin bir bölümü için af çıkarmanın gündemde olduğunu” belirtmiştir.
Bu amaçla kendisine manevra alanı yaratma arayışında olan Sayın Başbakan’ın terörle mücadele sürecinde “siyasi önlemlerden” ne anladığını hala açıklamaması ve PKK talepleri pervasızca seslendirilirken, bunlar karşısında suskun ve tepkisiz kalması, bunun açık delilidir. Son olarak “siyasi açılıma açığız” diyerek niyetlerini ifşa eden Başbakan, kime neyi açmaya çalıştığı ve nereye açılmayı düşündüğü konularında bilinçli ve hesaplı bir sessizlik içine girmiştir. Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletlerinde yayınlanan bir gazeteye açıkladığı ekonomik ve sosyal tedbirler manzumesi, Sayın Başbakan’ın kafasındaki siyasi boyutu da olan çözüm projesinin tam bir fotoğrafını yansıtmamaktadır. Bunlar, siyasi adımlar öncesi hayata geçirmeyi düşündüğü bazı tasavvurlardan ibarettir. Bugüne kadar sürüncemede bıraktığı GAP projesinin 5 yıl içinde bitirilmesi, bölgeye 12 milyar dolar tutarında yatırım yapılması, baraj, sulama kanalları ve yol projelerinden oluşan bu mini paket, aynı zamanda, yaklaşan yerel seçimlerde kullanılmak için tasarlandığı izlenimini de vermektedir. Ancak, siyasi çözüme angaje olan Sayın Başbakan ve AKP hükümeti, zamanı gelince ve ortam olgunlaşınca pazara sürülmek üzere “büyük turpları” şimdilik heybede saklamaktadır. Değerli Milletvekilleri, Bu süreçte söz sahibi olmak için yeni arayışlara yönelen PKK güdümündeki siyasi parti, bu amaçla Sayın Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı ile görüşmüştür. Bir nevi arabuluculuk girişimi sayılabilecek bu temaslarda bu siyasi parti; - PKK’nın bölünme projelerini savunmuş, - Teröristler için aşamalı bir af planı hazırlanmasını istemiş, - Tek dil ve tek millet anlayışını reddetmiş ve - Çok milletli yeni bir Anayasa ile özerk bölge esasına dayalı bir siyasi yapının yegane çözüm olacağını ortaya koymuştur.
- Bu parti PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmedikçe bunlarla görüşmeyeceğini söyleyen Başbakan, bir taraftan kamuoyunu aldatmayı amaçlayan ucuz kahramanlık yaparken, öte yandan bu mihraklarla özel temas kanalları kurmuştur. - Başbakan Yardımcısını ve AKP Grup Başkan Vekilini PKK talepleri konusunda bunlarla görüşmek üzere görevlendiren Başbakan, bu tutarsızlıktan hiçbir rahatsızlık duymamıştır. - Kendisinin bu parti ile görüşmemesini bu konuda hassasiyeti olmasıyla izah eden Sayın Başbakan, aracı olarak kullandığı en yakın çalışma arkadaşlarını aynı hassasiyeti taşımayan insanlar konumuna sokmuştur. Bu hassasiyet terazisinin iki kefesinde bulunanlar, bundan da hicap duymamışlardır. Değerli Milletvekilleri, Bölücü tahrik ve taleplerin yoğunlaştığı ve hız kazandığı böyle bir ortamda yaklaşan Nevruz, herkesin azami dikkat içinde bulunmasını gerektiren nazik bir dönem olacaktır. Nevruzu bir direniş günü olarak gören PKK terör örgütü ve sivil uzantıları, sözde bayram kutlamalarını, yoğunluk merkezi 21-23 Mart olmak üzere, bir haftaya yayma kararı almıştır.
- Devlete meydan okuma ve PKK ile İmralı canisine sahiplenme gösterilerine dönüşecek bu eylemlerin büyük şehirlere de yayılması beklenmektedir. - Bölge halkı bu amaçla tahrik edilecek ve izinsiz sokak gösterileri ve şiddet eylemleriyle gerginlik ve çatışma ortamına zemin hazırlanmasına çalışılacaktır. - Bu ihanet gösterilerinde PKK’nın maşası olan malum siyasi parti ile terör merkezi olarak faaliyet gösteren Belediyeler yine baş rolde olacaktır.
- Geçmişte güvenlik güçlerinin bu şiddet eylemlerine karşı yasal yetkilerini kullanmalarına kısıtlamalar getiren AKP hükümetinin, terör örgütünün güç gösterileri ve ayaklanma provaları karşısında bu kez kararlı bir tutum sergilemesini beklediğimizi buradan ifade etmek isterim.
Bu vesileyle özellikle Türk milliyetçiliği ülküsüne gönül verenlere ve ülkücü gençliğe seslenmek istiyorum. - Türkiye’yi bir gerginlik ve çatışma ortamına sürüklemek için bir kez daha sahneye konulacak bir ihanet oyunu ile karşı karşıya bulunduğumuzu hiçbir zaman unutmayacaksınız. - Bu oyuna gelmemek ve etnik tuzakları boşa çıkarmak için azami derecede uyanık bulunacaksınız. - Devletin otoritesini korumak ve gücünü göstermek güvenlik güçlerimizin görevidir. - Hiçbir şart altında sokak çatışmalarının tarafı olmayacaksınız. - Tahrikler ne kadar ağır olursa olsun sükunetinizi ve vakur duruşunuzu koruyacaksınız. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Bölücü mihraklar ne kadar istismar etmiş olurlarsa olsunlar Nevruz, Balkanlardan Orta Asya Bozkırlarına kadar bütün Avrasya coğrafyasındaki soydaşlarımız için büyük anlam taşıyan bir bayram günüdür. İsminde de anlamını bulduğu gibi, Nevruz gününün, yalnızca yeni bir mevsimin müjdecisi olarak değil, aynı zamanda geleceği yeniden değerlendirmenin önemli bir fırsatı olarak sayılması en başta gelen dileğimdir. Nevruz, gerek toplumsal hayatımızda, gerekse kişisel yaşantımızda karşımıza çıkan atalet, yılgınlık, korku ve umutsuzluğun geride bırakıldığı, maddi ve manevi bir diriliş ve atılımın da bir başlangıcı olmalıdır. Nitekim, işte bu yönüyle Nevruz, büyük Türk milletinin sahip olduğu hürriyet ruhunun kabararak taştığı, sığ ve dar bir coğrafyadan kıt’aları yönetmeye talip olduğu bir meş’ale olarak ne mutlu ki hiç sönmeden günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu vesile ile hepinizin yaklaşan Nevruz bayramını kutluyor, Türk Dünyası için sağlık, mutluk ve bereketin başlangıcı olmasını Cenab-ı Allah’tan diliyorum.
Dr. Devlet Bahçeli Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı |