Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 27 Mart 2018
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
27 Mart 2018

 

 

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Bu haftaki, Türkiye Büyük Millet Meclisi Parti Grup Toplantımıza başlarken sizleri hürmetle selamlıyorum.

Ülkemin her köşesinde ekranları başına geçerek pür dikkat bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

6 Mart 2018 tarihinde yapmış olduğumuz Meclis Grup Toplantımızdan sonra, 12’inci Olağan Büyük Kurultayımızın sırasıyla önce hazırlık, ardından icra safhalarına geçtiğimizden dolayı siyasi mesaimiz haliyle yoğunlaşmıştı.

Bu nedenle Grup Toplantılarımıza bir süre ara vermiştik.

Allah’a şükürler olsun ki, 18 Mart 2018 tarihinde 12’inci Olağan Büyük Kurultayı’mızı muazzam bir katılım, eşsiz bir heyecan atmosferi içinde gerçekleştirdik.

Ne kadar sevinsek azdır, ne kadar gururlansak eksik kalacaktır.

18 Mart’ta, tarihi ruhuna muvafık olacak şekilde, Çanakkale aşılmaz iradesi Milliyetçi-Ülkücü Harekette tecelli etmiş, aynısıyla temsil edilmiştir.

Çünkü Milliyetçi Hareket, Çanakkale’de devleşen gücün bu zamandaki varisidir.

103 yıl önce, Çanakkale kıyılarına bedenleriyle adeta duvar ören kahramanların hayranlık uyandıran fedakârlıkları Milliyetçi-Ülkücü Hareket’te vücut bulmuştur.

Aynı gün beka mücadelemizin kritik yerlerinden birisi olan Afrin’in denetim ve kontrol altına alınması, sonuçta ay yıldızlı al bayrağın hükümet konağına asılması Kurultayımıza anlam katan, heyecan kazandıran bir başka gelişme olarak dikkat çekmiştir.

Büyük Kurultayımız milli gönüllere ümit aşılamış, millet düşmanlarının, milliyet yoksunlarının uykularını kaçırmıştır.

Büyük Kurultayımız milliyetçiliğin şöleni ve gövde gösterisi olduğu kadar demokrasi ve kardeşlik kültürünün mümtaz bir numunesi olmuştur.

Malumlarınız olacağı üzere, 18 Mart 2018 tarihine gelesiye kadar, nice engelleri aştık.

Nice oyunları bozduk.

Nice tezviratları, nice fitne fesadı bozguna uğrattık.

Büyük Kurultayımız öncesi neler söylemediler ki;

Yapamazlar dediler, imanla yaptık.

Başaramazlar dediler, irfanla başardık.

Dağıldılar, parçalandılar, bu iş bitti dediler; alayını birden besmele duymuş şeytana çevirdik, kaçtıkları yere kadar kovaladık.

Bizi kolay lokma sandılar, yutmaya kalktılar; boğazlarına durduk, milli duruşumuzla şahlandık, ayaklandık, tüm hesapları alt üst ettik.

Bilmeyen varsa söyleyeyim.

Hafife alan varsa uyarayım.

Biz muazzam bir fikre dayanan, varlığını Türk varlığına adayan, gücünü ve ülkülerini Türk milletinden alan Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Üç Hilal’dir sancağımız, Kızılelma’dır kararımız, Ötüken’dir kaynağımız, Türk-İslam Ülküsü’dür kaderimiz.

Herkesin bilmesini özellikle tavsiye ederim ki; “sayılmayız parmak ile, tükenmeyiz kırmak ile.”

Çünkü biz millet mukadderatının bekçisi, milli ülkülerin takipçisi, Türk asırlarının sadık emanetçisi Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz.

Milliyetçi Hareket Partisi;

Milli duruşuyla gönüllere girmiş,

Şühedaya vefasıyla manevi görevini yerine getirmiş,

Millete beka hissiyat ve hedefiyle Türklüğün ana çatısı olmuştur.

Bu nedenle Büyük Kurultayımızın teması olan “Milli Duruş, Şühedaya Vefa, Millete Beka” ifadesi mana ve muhtevasını hamd olsun isabetle bulmuştur.

Milli beka; namustur, varoluştur.

Nitekim değişmez, değiştirilmesi dahi imkansız kabulümüz budur.

Millet ve devlet olarak varlığımızın kesintiye uğramadan sürmesi ana gayemizdir.

Milli beka bizim için hafife alınamayacak ölüm kalım meselesidir.

Türkiye’miz bugün milli bekanın tehdit altında olduğu çok hassas ve tehlikeli bir süreçten geçerken, Milliyetçi Hareket Partisi duruşunu şuurla göstermiş, tavrını ve tercihini bir kez daha çok net ilan etmiştir.

Biliyor ve görüyoruz ki, muhatap olduğumuz beka sorunları çok ciddidir, üstelik hızla tarihi dönüm noktasına, hayati bir yol ayrımına gitmektedir.

İhanet ve husumet giderek tesir alanını genişletmektedir.

Artık hayati nitelikli iki seçenekle karşı karşıya olduğumuz çok iyi bilinmelidir:

Ya ülkemize biçilmek istenen kefeni onursuzca kabulleneceğiz,

Ya da bu kefeni parçalayarak hainlerin başına geçireceğiz.

Ya hain saldırı ve kuşatmalar karşısında boyun eğip, istiklal ve istikbal mücadelesinde yenik düşeceğiz,

Ya da; milli birlik ruhuyla, kutlu bir diriliş ufkuyla derlenip toparlanıp, mutlu millet, güçlü devlet hedefimize sahip çıkacağız.

Milletin zilletle mücadelesinde tarafımız kati, kesin ve keskindir.

Zillet millete üstünlük kuramayacaktır.

Zira Milliyetçi Hareket Partisi buna asla izin vermeyecektir.

Milli bekayla melun emeller arasında kararsızlık yaşayanlara, hatta tarafsız kalanlara aldırmadan, en küçük ihtimam göstermeden Türkiye’nin tarihi, kültürel ve milli çıkarlarını korkusuzca savunacağız.

Teslimiyet diyenlere, milliyetçilikle karşılık vereceğiz.

Taviz diyenleri tersleyip, güçleri ne olursa olsun karşı geleceğiz.

Elbette ülkemize ve milletimize inancımız sonsuzdur.

Türkiye önüne çıkarılan her türlü badireyi aşmaya muktedirdir.

Milliyetçi Hareket Partisi hıyanetin belini kırmak için lazım gelen cesur ve inanmış yüreğe şükürler olsun ki haizdir.

Şu hususu unutmayalım ki, tarihi varlığımıza kast etmek isteyen karanlık saldırıları def etmenin yolu, milli birliğimizi korumaktan, iç ve dış tehditlere karşı yekvücut olup milli bir duruş sergilemekten geçmektedir.

Bu itibarla Milli Duruş aynı zamanda Türkiye’nin duruşudur, böyle de olmalıdır.

Büyük Kurultayımız bir bakıma Türkiye’nin durduğu yere, Türk milletinin vicdanında duyup iddia ve ideallerinde bayraklaştırdığı ruha sahne olmuştur.

Türk milleti eşittir Milliyetçi Hareket Partisi’dir.

Türkiye Cumhuriyeti doğudan batıya, kuzeyden güneye büyük bir aile olan Türk milletinindir.

Türklüğün bekası milletin ebedi bekasıyla özdeştir.

Milletin bekası ise bizim için şeref konusudur, çiğnetilmeyecek, asla öğütülemeyecektir.

Türkiye’nin bekasının, milli birlik ve bölünmez bütünlüğünün korunması, Cumhuriyetimizin temel değerlerinin ebediyen yaşatılması bizim için yemindir.

Milli beka tehlikeye düşerse, sözün bittiği yere gelinmiş demektir.

Bu durumda, siyaset susacak, vatan ve millet sevdası konuşacaktır.

Bunun adı da Milli Duruş, Şühedaya Vefa, Millete Beka’dır.

Altını kalın bir şekilde çizmek isterim ki, Milli Duruş;

Türkiye’nin ortak değerlerinin, milli güvenliğinin arkasında durmaktır.

Siyasi hesapları bir kenara bırakıp, ülkenin geleceğine sahip çıkmaktır.

Milli onura uzanan elleri kırmak için ayağa kalkmaktır.

Teröre, etnik fitne ve tahriklere karşı açık ve kararlı bir tavır almak ve bunlarla sonuna kadar mücadele etmektir.

Ve millet için, vatan için, bayrak için, istiklal için her fedakarlığı yapmaktır.

Milli beka söz konusu olduğunda siyasi plan yapılmaz, yapılmamalıdır.

Aksine davranış, namus üzerinden ticaret yapmaktan farksızdır.

Milli beka tehdit altındayken siyasi hesap ve ayak oyunlarına sessiz ve hareketsiz kalmak vatana ihanettir.

Tarihin ve milletin asla affetmeyeceği bir züldür, zulüm halidir.

Büyük Türk milletinin bekası tehlikeye düştüğünde, Milliyetçi Hareket Partisi sinmez, menfaat peşinde koşmaz, bugüne kadar da koşmamıştır.

Yapacağımız bellidir: Milli bir duruş sergileriz, milletin ve devletin yanında yer alırız, milli beka için tüm varlığımızla, son nefesimize kadar mücadele ederiz.

“Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” ahlakıyla yola çıkanların, Türk ve Türkiye sevdasını bedeninin her zerresinde taşıyanların, bunun hilafına hareketi varlık nedenlerini inkâr anlamına gelecektir.

Milliyetçi Hareket’in geleneğinde, millet bekası tehlikeye girdiğinde tepkisiz kalmak yoktur, olmamıştır, olmayacaktır.

Biz susmayız, ayağa kalkarız ve Bozkurt töresinin gereği neyse onu yaparız.

Türk milletinin bekası bizim namusumuzdur.

Bu namusu ne pahasına olursa olsun muhafaza ederiz.

Bu uğurda gerekirse, yeri gelirse koşa koşa, seve seve ölüme yürürüz.

Çünkü biz Milliyetçi Hareketiz.

103 yıl önce Çanakkale’de verdiğimiz beka savaşı feyzimiz, fikrimizin harcı, milli haysiyetimizin iftiharı, var oluşumuzun iffetidir.

Halen güney sınırlarımız boyunca devam eden terörle mücadele sonuna kadar desteklediğimiz duruş, oluş ve milli yükseliş halidir.

Bundan da çark etmek, u dönüşü yapmak, geri adım atmak yoktur.

Ağır sorunlar altında bunalan Türk milleti Büyük Kurultayımızı umut olarak görmüş, teveccüh ve takdiriyle önümüzü aydınlatmış, bizlere şevk vermiştir.

Milliyetçi Ülkücü Hareket sabrını, olgunluğunu, ahlakını ve iradesini tekraren gözler önüne sermiş, demokrasinin en güzel örneklerinden birisini sergilemiştir.

Kurultayımızda tecelli eden sonuç bildiğiniz gibi, önümüzdeki üç yıllık dönemde görev alacak Merkez Yönetim Kurulu ve Merkez Disiplin Kurulu üyesi arkadaşlarımızı da belirlemiştir.

Merkez Yönetim Kurulumuzun 24 Mart 2018 Cumartesi günü gerçekleşen ilk toplantısında on beş arkadaşımız Başkanlık Divanı üyesi olarak seçilerek tarihi görevlerine başlamışlardır.

Amacımız ülkemizin bütün sorunlarını çözebilecek, önümüzdeki siyasi olayları göğüsleyebilecek kucaklayıcı ve mücadeleci bir anlayışı tezahür ettirmek, Merkez Yönetim Kurulu, Başkanlık Divanı, Meclis Grubu, il ve ilçe teşkilatları arasında tam bir uyum ve dayanışmayı tesis etmektir.

Huzurlarınızda bunu da başaracağımıza, nesilden nesile kutlu bir emanet gibi taşınan ülkü mücadelemizi layık olduğu zirvelerle buluşturacağımıza yürekten inanıyorum.

Gerek Merkez Yönetim Kurulu, gerek Merkez Disiplin Kurulu, gerekse de Meclis Grubuyla birlikle Başkanlık Divanımızda görev alan arkadaşlarımıza içtenlikle güvendiğimi özellikle belirtmek istiyorum.

Partimizi önümüzdeki zorlu siyasi süreçlere götürecek akla ve şuura sahip olduklarına inandığım bütün arkadaşlarıma üstün başarılar diliyorum.

Büyük Kurultayımıza onur ve omuz veren, varlıklarıyla ve dualarıyla katkılarını esirgemeyen her dava arkadaşımdan, milletimin her güzel insanından Allah razı olsun diyorum.

Bir insan kalbinin nadiren duyabileceği memnuniyet içinde yüksek sesle haykırıyorum ki: Milli Duruş, Şühedaya Vefa, Millete Beka.

 

Değerli Milletvekilleri,

Milletlerin belirli bir zaman kesitindeki durumları tarihlerinin bir sonucudur.

Nasıl ki, milletlerin belirli bir andaki durumlarını tarihleri belirliyorsa, aynı milletlerin geleceklerinin izlerini de tarihlerinde aramak ve bulmak en makul yoldur.

Bütün dünler geleceğin kuytu köşelerini, karanlıkta kalan noktalarını ışıtan fenerlerdir.

Kudretli bir tarihi olan ve yaşanmış onca hadiseden basiretle dersler çıkaran bir milletin geleceğe emin ve güvenli adımlarla yürümesi kaçınılmaz bir hayat gerçeğidir.

Bu gerçeği karalamak, çarpıtmak mümkün değildir.

Türk milletinin bir tarihi, bir kimliği, bir ahlakı, bir vicdanı vardır.

Bunlar bizi biz yapan, milli ruha derinlik ve güç katan temel değerlerin bileşkesi, somutlaşmış nitelikleridir.

Türk milletinin hem tarihi hem de egemenlik hakları birileri tarafından ikram edilmiş, sus payı olarak verilmiş, pazarlık yoluyla kazanılmış değildir.

Milli ve manevi kazanımlarımız dünden bugüne fert fert bütün millet evlatlarının alın teri, göz nuru, el emeği, çektikleri ıstırapların, gösterdikleri fedakârlıkların muhterem ve müstesna neticeleridir.

Biz bununla iftihar eder, devamı için durmadan çalışır, durgunluğa kapılmadan çabalarız.

Milletin kabul etmediği, milli iradenin benimsemediği hiçbir ilişki ağının, hiçbir irtibat ve ortaklığın elbette meşru olmadığını bilir, buna inanırız.

Mustafa Kemal, Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmak üzere olduğu bir an olan 1 Eylül 1922’de, Türk milletine hitaben yayınladığı meşhur bildirisinin bir yerinde aynen şunları ifade etmişti:

“Milletin rey ve iradesine istinad eden her işin neticesi millet için hayır ve saadet olduğu sabittir.”

Üstelik aynı bildiride, ordunun milletin şuur ve vicdanından, ezeli ve ebedi olan imanından doğduğunu açıkça tarif, zımnen tamim etmişti.

Türk milleti ne pahasına olursa olsun, kimden, hangi uluslararası kurum veya kuruluştan gelirse gelsin zorba dayatmalara tamam demez, alttan almaz, alamaz.

Tarih boyunca kahramanlık destanları yazarak, fırın gibi siperlerde can ve kan takviyesi yaparak elde ettiği tarihi haklarından, milli kimlik ve geleceğinden vazgeçmez, vazgeçmeyecektir.

Bunun adı ister AB olsun, ister NATO olsun, isterse de IMF ve Dünya Bankası olsun, ezcümle sonuç değişmeyecektir.

Avrupa Birliği üyelik süreci yılan hikâyesine dönmekle kalmayan, taviz koparmaya, temellerimizi dinamitlemeye, tarihi emanetlerimizle oynamaya dayanan bir kapana, bir tuzağa, bir girdaba bürünmüştür.

Geldiğimiz bu aşamada, bırakınız üyeliği, müzakere sürecinin bile sürüp sürmeyeceği belirsizliğini muhafaza etmektedir.

Kaldı ki, Avrupa Parlamentosu, 6 Temmuz 2017 tarihinde, üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını, adeta meydan okur gibi, adeta bu işten vazgeçin der gibi ilan etmiş, lekeli bir karara imza atmıştı.

Avrupa Birliği her seferinde karşımıza bariyerler dikmiştir.

Her defasında ülkemizin önüne sanal engeller çıkarmış, baskı ve zorlamaları reva görmüştür.

Türkiye Cumhuriyet onurlu ve omurgalı bir devlettir.

Milli onurun ayaklar altına alınmasına müsaade etmeyecektir.

Olmayacak bir duaya amin de demeyecektir.

Dün Bulgaristan’ın Varna şehrinde başlayan Türkiye-AB zirve toplantısı pek çok sorun ve sıkıntının gölgesinde gerçekleşmiştir.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, AB Konseyi Başkanı ve AB Komisyon Başkanı’nın davetlerine icabet ederek dün Bulgaristan’a gitmiştir.

Varna zirvesi, doğal olarak geçen hafta Brüksel’de alınan son derece rahatsız edici, incitici, Türkiye’yi hor ve hakir gören bir dizi kararın ardından yapılmıştır.

AB Konseyi’nin, ülkemizin Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki faaliyetlerini kınayan açıklaması bir defa skandaldır, iflah olmaz bir Haçlı kafasıdır.

Ege’yi Yunan gölü haline sokmak isteyen, Akdeniz’i de Rum, İsrail ve küresel enerji şirketlerine tescil etmek için kırk dereden su getiren çürük AB zihniyeti, Lozan’dan kaynaklanan haklarımızı gasp etmenin peşindedir.

Ayrıca milli güvenliğimizin tehdit kuşağında tutulmasına ortam açmaktadır.

Buna hiç kimsenin, hele hele AB’nin hiçbir hakkı yoktur.

Doğu Akdeniz’de keşfedilen petrol ve doğal gaz rezervleri bölgenin stratejik önemini daha da artırmıştır.

Buna diyecek bir şey yoktur.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de var olan potansiyelden azami derecede istifade amacıyla münhasır ekonomik bölge oluşturmak üzere harekete geçmişken buna ses çıkarmayanlar, hatta alkış tutanlar, konu Türkiye olunca kınama mesajları yayımlamaktan en küçük utanma hali göstermemişlerdir.

Şu iddiaya bakar mısınız, Türkiye yasa dışı faaliyet içindeymiş.

AB konseyi bunu güçlü bir şekilde kınıyor, Rum yönetimi ve Yunanistan’la dayanışma içinde olduğunu ifade ediyormuş.

AB’nin kınama mesajı bizim için yok hükmündedir.

Buradan diyorum ki, kınasanız ne yazar, kınamasanız ne çıkar!

AB, hem Akdeniz’de hem de Ege’de kategorik tarafgirliğini, Yunan çıkarlarına hizmet ettiğini bütün açıklığıyla, bütün ahlaki eksikliğiyle göstermiştir.

Fırsatçılık yapan Yunanistan Başbakanı Çipras kaleyi boş zannetmiş olacak ki, açmış ağzını yummuş gözünü, ne alırsam kar mantığına düşe kalka gömülmüştür.

Bu zat Brüksel’deki AB zirvesi sonrası, Türkiye’nin Ege’de sıcak temas yaratmak istediğini yüzü kızarmadan dile getirmiş, sabrımızı test etmeye kalkışmıştır.

Üstelik böyle bir sıcak temas yaratacak olanın kendi ayağına kurşun sıkmış olacağını söyleyerek, Türkiye’ye aba altından sopa göstermeye cüret etmiştir.

Ayağına kim kurşun sıkar bilemeyiz, ama geçmişte nereye ve kimlerin göğsüne milli onurun, kurtuluş şuurunun kurşun sıktığını dünya alem bilmekte, denizin dibi bugünkü boş konuşanların dedeleriyle dolup taşmaktadır.

Biti kanlanan, gaza gelen Yunanistan’ın Ege’de saldırgan bir tutum içine girerek Kardak ihtilafını yeniden kaşımaya başlaması beyhude bir çırpınıştır.

Herkes aklını başına almalıdır.

Türkiye’nin sinir uçlarına dokunan, hassasiyetleriyle oynayan, kuşatmaya heves eden kim olursa olsun sonuçlarına katlanmıştır, bundan sonra da katlanmaya mahkûmdur.

Bu işin şakası yoktur.

Türkiye, Akdeniz ve Ege’deki kanunsuz ve korsan faaliyetleri sineye çekecek, olağan kabul edecek yeni yetme bir devlet değildir.

Hamd olsun, Barbaros Hayrettin Paşa ruhu henüz kaybolmamış, Akdeniz’i Türk gölü haline getiren tarihi ve güçlü irade henüz sönmemiştir.

Bu şartlar altında Varna’da toplanan AB zirvesinin tutumu aslında bellidir.

AB Komisyonu Başkanı, bir yanda Türkiye ile ihtilafların arttığını, diğer yanda normalleşme arayışında olduklarını söyleyegelmiştir.

Ne var ki, yaşananlar her nedense devamlı surette ihtilafları körüklemekte, görüş ve fikir ayrılıklarını derinleştirmektedir.

AB-Türkiye zirvesinde;

Gümrük Birliği’nin güncellenip güncellenmeyeceği,

Vize serbestliğinin sağlanıp sağlanmayacağı,

Suriyeli mülteciler için vaat edilen 6 milyar Euro’luk yardımın yapılıp yapılmayacağı,

Katılım müzakerelerin önünü tıkayan siyasi ve yapay engellerin kaldırılıp kaldırılmayacağı,

Dahası, terörle mücadelede etkin işbirliği mekanizmasının kurulup kurulmayacağı açıklığa kavuşacaktır.

Şunu kabul etmeliyiz ki, Avrupa Birliği, Türkiye ile ilişkilerinde adeta “Soğuk savaş” psikolojisi içinde hareket etmektedir.

Türkiye’ye karşı “Berlin Duvarı” gibi husumet duvarları örülmüştür.

Yüce dinimiz İslam’a karşı oluşan önyargılar Türk düşmanlığıyla özdeşleşmiş, giderek yaygınlaşmıştır.

Türkiye dışlanmakta, aşağılanmakta, küçük görülmektedir.

Maskeler düşmüş, Avrupa zihniyetinin çirkin yüzü gün ışığına çıkmıştır.

Avrupa ülkeleri PKK’yı güya terör örgütleri listesine almıştır, ama PKK Avrupa’da serbestçe at oynatmaktadır.

Brüksel ve bazı Avrupa başkentleri PKK’nın bölücü propaganda merkezi haline gelmiştir.

Avrupa değerleri hiçe sayılmış, eli kanlı teröristlere kucak açılmıştır.

Türkiye’nin teröre karşı haklı ve meşru mücadelesi; ne tuhaftır ki, insan hakları ve demokrasi adına kötülenmiştir.

Avrupa ülkeleri, bunu yaparken hiçbir rahatsızlık duymamışlardır.

FETÖ’cü hainler PKK’lılardan sonra Avrupa’nın ikinci gözdesi haline gelmişlerdir.

15 Temmuz hain FETÖ darbe girişimine şaibeli ve bulanık yaklaşan Avrupa ülkeleri, FETÖ’cü hainler için bir nevi sığınak haline gelmiştir.

Avrupa’da Türkiye’ye muhasım Ermeni muhibi cephesi de genişlemektedir.

Irkçılık ve soykırım geleneğinden gelen bazı Avrupa ülkeleri Ermeni soykırım yalanlarının peşinden koşmaktadır.

Bu kervana son olarak ırkçılığı tescilli Hollanda parlamentosu katılmış, sahte Ermeni iddialarını sahiplenmiştir.

Türkiye’nin AB hayal yolculuğunda, muhataplarının riyakarlığı, iki yüzlülüğü ve samimiyetsizliği bütün çıplaklığıyla görülmüştür.

Göstermelik katılım müzakereleri tıkanmıştır.

Gerçekte Avrupa Birliği üyelik kapısı Türkiye’ye ardına kadar kapatılmıştır.

Bu hakikatlerin artık görülmesi, Avrupa’ya karşı milli bir duruş sergilenerek gereken cevabın verilmesi zaruri olmuştur.

Buradan açıkça ifade etmek isterim ki;

Avrupa Birliği üyeliği Türkiye için bir kimlik sorunu, varoluş sorunu değildir.

Türkiye, Avrupa Birliği’nin yörüngesinde kalacak, egemenliğini devredecek uydu ve uyduruk bir devlet değildir.

Türkiye; Avrupa Birliğine mecbur değildir, muhtaç değildir, mahkum değildir.

Ya onurlu, eşit ve saygın bir üyeliğin yolu açılır, ya da evli evine, köylü köyüne gider, Ankara tam bağımsızlığın pusulasıyla geleceğini kurar ve kurgular.

AB’nin nazını, kaprisini, sinir bozucu kararlarını çekecek, buna katlanacak ne sabrımız, ne de tahammülümüz kalmıştır.

Türkiye’ye hasta adam muamelesi yapanlar rezilliklerinde boğulacaklardır.

Bitecekse biter, bu da dünyanın sonu değildir, olmayacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Irak ve Suriye’den sonra, Türkiye üzerinde de melanet hesaplar yapıldığı gün gibi ortadadır.

Türkiye’yi bölüp parçalamak için seferber olan terör çeteleri, bunun için dört koldan ülkemize saldırmaktadır.

Türkiye’nin yükselen gücünden gözleri korkan Bizans ve Haçlı kalıntıları, Sevr’i ihya etme hayali peşinde koşan kirli uzantıları bunun için hareket halindedir.

İçimizdeki hainler, bölücü mihraklar, terör maşaları bu amaçla sahneye çıkmışlardır.

Türkiye bugün Cumhuriyet tarihimizin en zor, en nazik döneminden geçmektedir.

Milli bekamız, milli güvenliğimiz, milli haklarımız, milli birliğimiz çok ciddi tehdit ve tehlikelerle karşı karşıyadır.

Karşımızdaki hain terör ve hıyanet cephesi, milli varlığımızı ve geleceğimizi karartma ve perdeleme hedefindedir.

Terör kuşatmasının kanlı aktörleri; bölücü terör örgütü PKK, Suriye’deki uzantıları PYD/YPG, İŞİD çeteleri ve FETÖ alçaklarıdır.

Türkiye, bu terör cephesine karşı içerde ve dışarda amansız bir mücadele içindedir.

Güneydoğu’da şehir ayaklanmaları başlatan PKK’lı hainler, kazdıkları çukur ve tünellere gömülmüş, kurdukları barikat ve hendeklerin altında kalmışlardır.

Kahraman güvenlik güçlerimiz bunların peşini kuzey Irak’ta da bırakmamış, burada konuşlanan hainlerin üzerlerine ölüm yağdırmışlardır.

Türkiye içinde beli kırılan, kuzey Irak’ta ağır darbeler alan PKK, Suriye’deki iç savaştan yararlanarak bu sefer de Suriye’deki uzantılarıyla birleşerek sınırlarımızın güneyinde yeni bir saldırı cephesi açmışlardı.

Türk Silahlı Kuvvetleri, PYD/YPG’li teröristlere karşı temizlik harekatını Afrin’den başlatmış ve Allah’a çok şükür Zeytin Dalı Harekatı’ndan alnının akıyla çıkmıştır.

Afrin’in kontrolü, harekâtın 58’inci gününde sağlanmıştır.

18 Mart’ta Çanakkale ruhu Afrin’e mührünü vurmuştur.

Şu anda Afrin’in tuzaklanmış el yapımı patlayıcılardan temizliği kararlılıkla sürdürülmektedir.

20 Ocak 2018’de başlayan “Zeytin Dalı” harekatıyla, sınır bölgelerimizde teröristlere hayat hakkı tanınmayacağı, bunların köklerinin kazınacağı tavizsiz şekilde ortaya konulmuş, bu da ispatlanmıştır.

Bundan önce “Fırat Kalkanı” askeri harekatıyla, IŞİD teröristleri Cerablus, El Bab ve Azez’den sökülüp atılmış, buralar ve mücavir alanlar güvenli hale getirilmiştir.

Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk defa iki komşu ülkede eş zamanlı askeri harekât icra etmiş, teröre karşı üç cephe açmış, büyük başarılar kazanmıştır.

Güney sınırlarımız boyunca hainlerin barınmasına, yuvalanmasına, Türkiye’yi tehdit etmelerine kesinlikle izin verilmemelidir.

Tel Rıfat’tan Sincar’a, Ayn El Arap’tan Kandil’e kadar adım adım, aşama aşama, köşe bucak teröristler bulunup yok edilmelidir.

Suriye’yle olan 911 km’lik sınırımız, Irak’la olan 350 km’lik sınır hattımız mutlaka emniyete alınmalı, güvenlik mutlaka temin edilmelidir.

Terörle yaşamaya alışmayacağız.

Tehlikeleri sineye çekmeyeceğiz.

Tehditleri olağan görmeyeceğiz.

Milli bekamıza yönelen saldırı ve tahrikleri alttan almayacağız.

Devlet milletiyle ele ele vermiş, barbarlara, vandallara, insanlık düşmanlarına hayatı zehir ve zindan etmek için seferber olmuştur.

Bu seferberlikte Milliyetçi Hareket Partisi milli sorumluluğunun idrakiyle gereken her desteği, gereken her katkıyı verecek, sonu sefa da olsa, cefa da olsa Türk milletinin yanında sapasağlam duruş gösterecektir.

Bu bizim Milli Duruşumuzun gereğidir.

Bu bizim Şühedaya Vefamızın gereğidir.

Bu bizim Millete Beka irademizin sonuç ve gereğidir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Amerika Birleşik Devletleri Suriye’de PKK/PYD terörü ile stratejik ortak olmanın yanında, FETÖ’nün Pensilvanya iblisini koruması altına almıştır.

Bu iki terör cephesinin amaçları ve hedefleri;

Türkiye’yi zayıflatmak, iç ve dış sorunlarla boğuşarak güç kaybetmesini sağlamak,

İstikrarını bozmak, milli birliğini sarsmak,

İçerden çökerterek teslim almak ve bölmektir.

Türkiye’nin varlığına kastetmeyi amaçlayan terör tehditlerinin ve bunlara karşı verilen beka mücadelesinin her yönüyle çok iyi bilinmesi ve anlaşılması hayati önem taşımaktadır.

FETÖ, İŞİD, PKK ve PYD/YPG tarihin en kanlı, en sinsi, en alçak terör örgütleridir.

Bunlarla mücadele büyük bir kararlılıkla sürdürülmelidir.

Cumhur İttifakı, inanıyorum ki bunu başaracaktır.

PKK/PYD/YPG terör cephesinin sınırlarımız boyunca terör koridoru oluşturmak, bu koridoru Afrin üzerinden Akdeniz’e bağlama stratejisinin önü “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” askeri harekâtlarımızla kesilmiştir.

Afrin harekatıyla bu bölgedeki sınırlarımızın emniyeti sağlanmış olmakla birlikte Suriye sınır bölgemizin 600 kilometrelik bölümü halen teröristlerin kontrolündedir.

Afrin’den sonra sıra diğer terör yuvalarına gelmelidir, inşallah da gelecektir.

Türkiye’nin terörle mücadelesinde meşru hedefleri Fırat’ın doğusuna taşınarak; Suriye, ardından Irak sınır bölgemiz terörden tamamıyla arındırılmalıdır.

Bunun başka bir çare ve çıkış yolu kalmamıştır.

PKK/PYD’nin nihai amacı Suriye’nin kuzeyinde bir terör devleti kurmaktır.

Terör koridoru, Suriye iç savaşı sonrası yeni siyasi yapıda, Barzani modeli örnek alınarak özerk bölgeye dönüştürülecek, ileride de terör devleti kurmanın şartları doğacaktır.

Amaç budur, hesap budur, plan budur.

Türkiye bu hain hesapları boş çıkarmaya azimlidir, kararlıdır, buna da gücü yetecektir.

Ancak, bu konuda PKK/PYD’nin en büyük destekçisi, ne yazıktır ki dost ve müttefik bildiğimiz Amerika Birleşik Devletleri’dir.

Amerika;

PKK/PYD teröristleriyle stratejik ortaklık yapmakta,

Bu hainleri silahlandırmakta,

Bu bölgelerde terör ordusu kurmaya çalışmakta,

PKK/PYD’nin emellerine hizmet etmektedir.

Kontrollü istikrarsızlık ABD’nin bölgedeki stratejik tercihidir.

Belirli aralıklarla ABD’li asker veya sivil yöneticilerden yapılan gergin ve tramvatik açıklamalar buna işaret etmektedir.

Türkiye ve Türklükle kapanmamış hesabı ve kuyruk acısı olanlar,

Sevr özlemiyle yanıp tutuşanlar,

Türkiye düşmanlığından iç politikada rant elde etme hesabı yapanlar,

Türk tarihini karalamak ve mahkum etmek için seferber olanlar, Türkiye’nin itibarını sarsmak, istikrarını bozmak, tecrit ederek yalnızlığa itmek için ihanet cephesi açanlar, inançla söylüyorum ki, hesapları kursaklarında kalarak yine kaybedeceklerdir.

Türk milleti hıyanete teslim olmayacaktır.

Türkiye, terörizmi kullanan dost görünümlü hasımların oyuncağı olmayacak, egemenlik ve güvenlik haklarını zedeletmeyecektir.

CHP, HDP, İP, FETÖ, PKK, PYD ve diğer yedekleri cumhurun ittifak andını bozamayacaklardır.

Unutmayın ki, yaşayacaksak adam gibi yaşayalım.

Öleceksek de adam gibi ölelim.

Var olacaksak tam bağımsız kalalım.

Ve hep birlikte, Ne Mutlu Türküm Diyene seslenişiyle zalimleri tir tir titretelim.

Bu vesileyle;

Tarih boyunca toprağa düşen aziz şehitlerimizi,

Terörle mücadelede ve vatan savunmasında şehadet mertebesine erişen ölümsüz kahramanlarımızı

Sonsuz minnet ve şükran duygularıyla anıyorum.

Aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Ruhları şad olsun, cennet mekanlarına nurlar yağsın diyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha hürmetle selamlıyor, verimli ve başarılı bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.