Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin 3 Mart 2007 Değerli dava arkadaşlarım Basınımızın değerli temsilcileri Bugün Ankara’nın ev sahipliğinde Kırıkkale, Çorum, Çankırı, Kastamonu, Karabük, Bartın, Zonguldak, Düzce ve Bolu illerini kapsayan ikinci Bölge İstişare toplantımızı gerçekleştirmenin heyecan ve gururunu yaşıyorum. Toplantıya katılan birbirinden değerli Milliyetçi Hareket Partisi mensuplarına ve davamıza gönül veren kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum. Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum. Hoş geldiniz, şeref verdiniz. Değerli Dava Arkadaşlarım, Refah, huzur, adalet ve kalkınma vaatleri ile aziz milletimizi aldatarak tek başına iktidara ulaşan AKP zihniyetinin işbaşına gelmesinin üzerinden dört yıl üç ay onüç gün geçmiştir. Bu uzun süre, meselelerine acil çözümler bekleyen milletimiz ile huzur, istikrar ve güvenlik arayan ülkemiz için hayati fırsatların kaçtığı, geleceğimizin ipotek edildiği, Türkiye’nin derin açmazlara sürüklendiği bir dönem olmuştur. Heba olmuş bu dönem boyunca, ülkeyi yönetme konusunda hiçbir hazırlığı ve vizyonu bulunmadığı anlaşılan AKP, umudunu ve meşruiyetini yurtdışı unsurlarla işbirliğinde, yerli yandaşlarının desteğinde, yabancıların dayatmalarına teslimiyette ve sanal başarı yalanlarında aramıştır. 18 Kasım 2002 tarihinden 3 Mart 2007 tarihine kadar geçen toplam 1566 gündür iktidarda olan 58 ve 59. AKP hükümetlerinin bu kara dönemi, siyasi tarihimizde bir fetret devri olarak anılacaktır. Bin yıllık vatanımız olan bu toprakların parçalanmasını hedefleyen tarihi emellerin uygulanmasına çok müsait sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve psikolojik bir zemin AKP zihniyeti tarafından tam bir teslimiyet anlayışı ile adım adım olgunlaştırılmıştır. Bugün Türkiye, AKP iktidarında dozu ayarlanmış bir destek, talan ve sömürü döngüsü ile küresel güçlerin diledikleri tavizleri diledikleri zamanda alabilecekleri bir siyasal kıvamda tutulmaktadır. Maalesef, AKP zihniyetinin sanal iktidarının payandası da dış güçlerin bu şantaj ve ipotek tuzağıdır. Geride kalan yıllar içindeki yanlış, teslimiyetçi ve ilkesiz tavrının doğal sonucu olarak, siyasi geleceğini artık dış güçlerin karar ve insafına terk etmiş olan AKP’nin, istese bile milli karar verebilme ve uygulayabilme şartları tamamen ortadan kalkmıştır. Düştüğü stratejik girdapta çırpınan AKP, siyasi hayatını sürdürebilmek için mutlaka küresel çıkarlara servis yapmak mecburiyetindedir. Bu vahim gelişme Sevr’e boyun eğen, Mondros’u imzalayan son Osmanlı hükümetlerinin girdiği sarmalın bir benzeridir. Değerli Dava arkadaşlarım, Türkiye bugün AKP zihniyetinin müsamahası ve özendirmesi ile çok yönlü ve çok boyutlu ihanet ortaklığının saldırılarıyla karşı karşıyadır. Ülkemiz etnik tuzaklarla döşeli bir yola itilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’ye karşı güç ve eylem birliği içinde olan bu cephenin nihai amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet niteliğini ve üniter yapısını tartışmaya açmak ve yeniden tanzim etmektir. Bunun sonunda, yapay milletlerden oluşan ve yeni tanımı “federal” olan farklı bir devlet kurulmak istenmektedir. Demokratikleşme maskesi arkasındaki bu kampanyanın hedefinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kimliği ve kuruluş ilkelerinin olduğu artık ortaya çıkmıştır. Bu ihanet fikrinin gerçek sahipleri olan İmralı Canisi ve siyasi uzantılarına verilen destek her geçen gün artmakta ihanet ve şer cephesi genişlemektedir. Siyasi amaçları, siyasi geçmişleri ve sicilleri aziz milletimiz tarafından iyi bilinen odaklar Türk milleti ve devleti ile hesaplaşmak maksadıyla emel ve eylem birliği içinde yer almaya başlamışlardır. Ne hazindir ki bu cepheye takılanlar arasına eski istihbaratçılar ve kamu görevlilerinin yanısıra, sanayiciler, sözde sanatçılar ve aydınlar ile son olarak fikri pusulasını tamamen kaybettiği anlaşılan, Atatürk’ün Çankaya’sını da bir dönem meşgul etmiş eski bir ihtilal komutanı da yer almıştır. Hangi mihrakların sözcülüğüne soyunduğu anlaşılamayan bu zat, milli ve üniter Türkiye Cumhuriyetine federalizm önermekle kalmamış, sözde eyalet sisteminin sayısını ve merkezlerini bile tespit edecek kadar ileri gitmiştir. Üstelik, milli psikolojik mukavemet dinamiklerini kırmaya yönelik bu sözlerini ise bir zafer müjdesi gibi “öncü” olmak maksadıyla ve “cesaret” adına beyan ettiğini gururla açıklamıştır. Şahsın hezeyanlarının ikinci perdesi muhtemelen daha sonra açılacak, bu zat veya açtığı kapıdan doluşan bölücüler, sözde eyaletlerde konuşulacak diller, uygulanacak yasalar ve yönetecek kişilerin neler ve kimler olacağını yakında tartışmaya başlayacaklardır Bunun adı yıkıcılıktır ve suçtur. Bu zırvalarla, yıllardır terör destekli milleti parçalama projesi olan bölücülüğe, devleti de parçalanmaya götürmesi mukadder olan yıkıcılık refakat etmeye başlayacaktır. Nitekim, bu sözler, derhal adresini bulmuş, İstiklal Marşımıza karşı olan ve al bayrağımıza saygı bile duymayan sözde siyasi mihraklar tarafından hararetle desteklenmiştir. Böylece, Türk milletinin birliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası uğruna tek başlarına mücadele eden milliyetçiler için; Irak’lı aşiret reisleri, bölücüler, teröristler ve AKP zihniyetinin yanı sıra, teröre teslim olarak sütre gerisine sinmiş aymazlar ve zihinleri esir alınmışlardan oluşan dördüncü bir mevzi daha açılmış bulunmaktadır. Anlaşılacağı üzere, önümüzdeki dönemde Türkiye’yi çok ciddi bir terör ve siyasi bölücülük gündemi beklemektedir. Çok vahim sonuçlar doğuracak olan yeni ve farklı bir kriz kapıya dayanmıştır. Bu nedenle, bu konuda beyanlarda bulunan herkesi PKK’nın siyasi amaçlarına hizmet edecek ve bölücülüğün cesaret kazanmasına yol açacak sözlerden sakınmaya, anlamsız beyanatlardan uzak durmaya davet ediyorum. Aksi davranışlarla, bölünme, özerklik, ayrışma ve af beklentilerinin çağrıştırılması, bölücü taleplerin dillendirilmesi, terörün ve ihanetin ödüllendirilmesi anlamına gelecek ve ihanete suç ortaklığı sayılacaktır. Karşımızdaki bu tablo, PKK ile Barzani tehditlerinin örtüştüğü, Türkiye’nin milli birliğini hedef alan bölücüler ile mücadele iradelerini kaybetmiş çaresiz zihniyetlerin aynı karede yer almaya başladığı bir rezalet tablosudur. Hiçbir vatanseverin hareketsiz ve tepkisiz kalamayacağı bu tablo karşısında, devletin, adli ve kolluk gücünün kullanımı da dahil olarak acilen tedbirler alması ve stratejik kararını yüksek sesle kamuoyu ile paylaşması bir beka meselesi haline gelmiştir. Gelişmelerden ve geçmiş tecrübelerden çıkarılacağı üzere, yaklaşan Nevruz ve sonrasında Türkiye’yi çok zor günler beklemektedir. Kış mevsimi şartlarında inlerine çekilen hainler ile kentlerdeki uzantılarının son hazırlıklarını yaptıkları ve start bekledikleri anlaşılmaktadır. Önümüzdeki bahar ayları ile birlikte mutad eylemlerin yeni formatlar ile uygulanacağı bölücülük ve ihanet sezonu açılmak üzeredir. Yine AKP rehberliğinde ve müsamahasında, bölücüler sokaklara çıkacak, terör örgütü kanlı eylemlerine başlayacak ve nihayetinde sonbaharda sözde barış ve ateşkes çağrıları ile bölücüler inlerine çekilecektir. Yıllardır, oynanan oyunun ve adım adım tırmanan bölücü senaryoların galası olarak bir Türk bayramı olan Nevruz günü seçilmiştir. Bu yıl da, geçen yıl elde etkileri kazanımlar ve yığınağın desteği ile yeni isyan provalarının programı belli olmuştur. Hükümetin kucaklaşmak için can attığı Iraklı aşiret reisleri, hükümete vekaleten servis yapan Türkiye’deki yandaşları tarafından Nevruz’daki bölücü rezalete onur konuğu olarak davet edilmişlerdir. Bu bölücü jestin karşılığında bir siyasi parti yöneticisi ise Kerkük’e müdahaleyi Diyarbakır’a sayarız diyerek adeta bir federal temsilci gibi diplomatik mukabelede bulanabilmiştir. Dahası, bölücü mihraklar, bağımsız aday olarak seçime girerek, “düz ovada siyaset” yapmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ulaşmayı hedeflediklerini yandaşlarına müjdelemişlerdir. Göründüğü kadarıyla, Türkiye’de açıkça mülki ve adli makamların gözü önünde, ceza görmeden ve takibata uğramadan suç işleme ve bölücülük yapma özgürlüğü olan imtiyazlı bir zümre yaratılmıştır. Yeni dönem boyunca, bölücülük adına sözde siyasi ve sivil yöntemlerin kullanılması, güvenlik güçlerinin görevlerini sekteye uğratacak, onları eylemlere ve eylemcilere müdahaleden uzak tutacak farklı taktiklerin uygulanması beklenmelidir. Geçen yılki isyan provalarında devletin güvenlik güçlerini karakollarına çekilmeye davet edecek kadar ileri giden ihanet odaklarının, bu yıl daha da cüret kazanarak kolluk güçlerini karakollarında beklemeye çağırmaları şaşırtıcı olmayacaktır. Konunun bir de Irak boyutu vardır. AKP baştan beri Kandil’e müdahale için uluslararası hukuktan doğan meşru hakkını kullanmaktan kaçınmış, bu çekingenlik, konuyu siyasi pazarlık haline getirmek isteyen ABD’ye ve Peşmerge reislerinin eline güç ve koz vermiştir. ABD himayesinde cesaret kazanan Kuzey Irak’taki Peşmergelerin PKK’yı Türkiye’ye karşı bir şantaj vasıtası olarak kullanmak ve Kuzey Irak’taki federe devlet modelini Türkiye’de de uygulatmak istedikleri bilinmektedir. “Kürt devleti fikrine alışmalılar” diyerek hükümete telkinde bulunan Barzani her gün bir başka zırvası ile Türkiye’ye karşı düşmanlığını ilan etmekte ve Türkiye’nin güvenliğine yönelik açık tehditte bulunabilmektedir. Geçtiğimiz dört yıl içinde, sıklet ve yönetim merkezi Kuzey Irak’a kayan terör ve bölücülük karşısında somut adım atmakta isteksiz davranan ABD, koordinatör tayini ile süreci oyalama yolunu seçmiştir. Oysa ki PKK terör örgütü, lider kadroları, terör kampları, silah ve mühimmat depoları ile ABD’nin askeri kontrolü altındaki bölgede konuşlanmıştır. Teröristler basında da yer aldığı gibi Amerikan menşeili silahlarla donatılmıştır. Mahmur Kampına yapılan turistik ziyaret ile, bazı Avrupa ülkelerindeki göstermelik operasyonlar, Türkiye’yi meşgul etmeye ve askeri bir müdahaleyi önlemek için zaman kazanmaya yönelik manevralar olarak değerlendirilmelidir. ABD’nin ısrarı ile oluşturulan koordinatör mekanizmasının kısa bir zaman sonra Türkiye, PKK ve Peşmerge arasında arabulucu mekanizma haline dönüşmesi, PKK’nın siyasallaşmasında ve Peşmergelerin meşrulaşmasında rol oynaması şaşırtıcı olmayacaktır. Koordinatörlerin, konu yeterli kıvama ulaştığında PKK’nın Türkiye’ye dönüşü ve AKP’nin çıkaracağı “eve dönüş” yasası için kılavuz olmaları beklenmelidir. Değerli Dava arkadaşlarım, İktidara geldiği günden bu yana uluslararası ilişkilerimizi amatörle teslim eden AKP zihniyetinin ülkemizi düşürdüğü açmaz ve yaşanan rezaletler hepimizin malumudur. Başbakanın ve hükümetinin, yüzlerce yıllık köklü geleneğini ve milli güvenlik birikiminin bulunduğu devlet kurumlarını ve uzman kadroları dikkate almadığı, dış tesir ve telkinlere açık bir pusulasız ve vizyonsuz bir siyaseti benimsediği artık ortaya çıkmıştır. Özellikle milletimizin bekasını ve kardeşliğini çok yakından ilgilendiren, ülkemizi bölünme tehdidi ile karşı karşıya bırakan bölücü terörle mücadele ve Kuzey Irak politikasındaki devlet siyasetinde tereddüt olduğu bilinmekteydi. Geçmişteki bazı uygulamalar ve beyanatlardan, karar mekanizmaları ile milli güvenlik kurumları arasında fikir ve eylem birliğinin olmadığı, karşılıklı güvenin bulunmadığı anlaşılmaktaydı. Son olarak, Başbakan ile Genelkurmay Başkanı arasında aşiret reisleri ile diyalog yapma hususunda medyada dile getirilen görüşlerin ”kurumsal mı kişisel mi” olduğu yönündeki tartışmalar, bu meseleye yeni ve farklı bir boyut kazandırmıştır. Bu son gelişme ile, Türkiye’nin bekasını çok yakından ilgilendiren bölücülük ve sınır ötesi uzantılarının imhası konusunda, devletin strateji üreten mekanizmaları ile siyaset kurumu arasında usulden ve esastan bir uyuşmazlığın olduğu ortaya çıkmıştır. Ülkemizde güvenlik stratejileri ve güvenlik istihbaratı üreten düşünce merkezlerinin hemen hiç olmadığı hepimizin malumdur. Bu olay ile Başbakan’ın, devletin en önemli ve güvenilir güvenlik kurumunun fikirlerini bu çok kritik süreçte dikkate almadığı izlenimi doğmuştur. Soruyorum sizlere;
Bu soruların cevabı, AKP zihniyetinin tutarsızlık, taviz ve pazarlıklarla geçen kayıp yılları içerisinde aranmalıdır. Hariciye geleneğini bir kenara iterek elindeki parti yöneticilerinin işportaya düşmüş girişimleri; Türk Silahlı Kuvvetlerini göz ardı ederek Başbakanlığı kuşatmış olan sözde danışmanların kılavuzluğu, ülkemizi uçurumların kenarına getirmiş bulunmaktadır. Yaklaşan genel seçimlerde tasfiye olma korkusu ve hesap verme telaşı, AKP’yi üzerinde stratejik şantajlar yapmaya, hayati tavizler vermeye açık hale getirmiş bulunmaktadır. Yabancı finans çevrelerinin sıcak para payandası ile ayakta durabilen kırılgan ekonomik ve mali yapı, AKP hükümeti’nin gayri milli anlayışı üzerinde her türlü oyunun oynanmasına ve varlıklarımız üzerinde en ağır ipoteklerin konmasına fırsat vermektedir. Uluslararası her görüşmeye hesap verme psikolojisi ile ezik ve mahcup oturan, müzakerelerde tutsak olmaktan ancak şartlı tahliye ile kurtulan AKP yöneticilerinin siyasi sicilleri, uluslar arası meşruiyet arayışları ve en önemlisi müstemleke memuru zihniyetleri, dayatmalar ve tehditler için en önemli iklimi ve zemini hazırlamaktadır. Bu gelişmeler sonucu AKP, tıpkı küreselleşme bahanesi ile tam bir teslimiyet içine girdiği ekonomide olduğu gibi, ülkemizin güvenlik ve esenliği konusunda da küresel dayatmaların sevk ettiği istikamette devletimizi yüksek risk ve tehditlerle karşı karşıya bırakmıştır. Değerli dava arkadaşlarım, ABD destekli siyasi yapılanma sonucu Kuzey Irak, devletleşme yolunda son aşamaya gelmiştir. Türkiye tarafından gerçekleştirilecek görüşme, diyalog, temas gibi ilişkilerin bölgedeki aşiret reislerinin tek eksiği olan resmi meşruiyetin sağlanmasına neden olacağı ortadadır. Başbakan ve Dışişleri Bakanı görüşme ve müzakere için heves gösterdikçe, muhatap aldıkları Peşmerge reislerinin küstahlıkları artmakta, Türkiye’ye ve Türk milletine yönelik bilinen hasmane hakaretlerini tırmandırmaktadırlar. Nitekim son olarak kendisine başkan sıfatı veren Barzani, sözde Kürt sorununun çözümünün askeri değil barışçı yöntemlerle olması gerektiği yönünde AKP hükümetine tavsiyelerde bulunmuştur. Söz konusu şahıs Kürt sorunu diye adlandırdığı konuda siyasi bir çözüm yolunun üretilmesini önererek konunun ayrıntılarını ise AKP hükümetinin icraatına bıraktığını söyleyebilmiştir. Barzani’nin sözlerini “irrasyonel, maksimalist hayalperest” gibi tanımlarla sulandıran AKP’nin, bundan önceki örneklerinde görüldüğü gibi bu tavsiyelere de uyacağı, milletimize yapılan her hakareti pişkinlikle sineye çekeceği artık bilinmektedir. Bu gelişme ile milli kurumlarımızın “resmi” değerlendirmelerini “kişisel” diyerek dikkate bile almayan Başbakan’ın milli konularda kimin telkinleri ile hareket ettiği, hangi fikri kaynaklardan beslediği de ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü hedef alarak bugün karşımıza çıkan bölücü heveslerin cesaret kaynağı olan AKP, Türkiye’deki bölücü akımların siyasi maskeyle sahneye çıkmasının da birinci derece sorumlusudur. Türkiye’yi bu noktaya, Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetinin bu gelişmeler karşısında sergilediği acz, teslimiyet ve gaflet getirmiştir. AKP hükümetinin siyasi hesapları maalesef kanlı terörü yeniden hortlatmış ve bölücü hevesleri artırmıştır. Bu kimliksiz zihniyet kin, nefret ve düşmanlık tohumlarının ekilmesine, milli birliğimiz ve kardeşliğimizin sarsılmasına, söndürülmüş bölücülüğün yeniden doğmasına neden olmuştur. Bu vizyonsuz, pusulasız ve teslimiyetçi siyaset anlayışının Türkiye’nin güvenliğini ve sonraki aşamada bekasını tehlikeye düşüreceği ve milli çıkarlarını çok ciddi biçimde zedeleyeceği ortadadır. Milli bekamız ve güvenliğimiz, huzur ve esenliğimiz, dirlik ve düzenimiz için başka coğrafyalarda tehdit ve düşman aramaya gerek yoktur. AKP zihniyetinin iktidarı, Türk milleti ve Türk devletinin bekası için başlı başına ve öncelikli bir tehlike ve tehdittir. Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini ve yapısını tartışmaya açmak, etnik köken farklılıklarına dayanarak bunları yıkmaya çalışmak ve bunlara göz yummak devletin varlığına kastetmekle eş değerdir. Bunun adı ihanettir. Bilinmelidir ki, Türk milleti AKP zihniyetinden ibaret ve yalnızca AKP’ye emanet değildir. Türk milliyetçileri bu hain emelleri besleyenlere hiçbir şart altında asla geçit vermeyecektir. Bu bakımdan kimse hayal peşinde koşmamalı ve Türk milletinin gücü üzerinde yanlış hesap yapmamalıdır. Bu aziz vatan sokakta bulunmamıştır. Sahipsiz değildir. Emanetin bekçisi Türk milleti ve Türk milliyetçileridir. Bugün yaşadığımız nazik dönemde herkesin sağduyunun rehberliğinde hareket etmesi, ihanet girişimlerine karşı milli bir duruş sergilemesi ve milli huzurun korunması tarihi bir görev ve sorumluluktur. Türkiye, vatanına, milletine ve devletine kastetmek isteyen bu hain hesapları boşa çıkartacak ve hak ettikleri mukabelede bulunacak güce, kudrete ve milli desteğe sahiptir. Buradan, Milliyetçi Hareket camiasının mensuplarına ve ülkücü kardeşlerime sağduyu ve soğukkanlılıklarını korumaları ve etnik tuzaklara düşmemek için çok dikkatli olmaları çağrımı tekrarlıyorum. Milliyetçi Hareket sokaklarda değil Ankara’da olacak ve yaklaşan iktidar dönemimizde PKK terörünün kökünün kazınması ve Türk milletinin kardeşliğinin korunmasının şerefi bizlere nasip olacaktır. Buradan, Milli Mücadele yıllarının merkezi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’dan, Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Türk milliyetçilerinin kararlılığını ve fikriyatını bir kez daha vurgulamak istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti adıyla ve üniter devlet çatısı altında, Türk milleti kimliği ile beraberce yaşayabilmemizin asgari kuralları 1923 yılında Atatürk ve kurucu Kahramanlar tarafından konulmuştur. Büyük Türk milleti, tüm dünyaya son sözünü 29 Ekim 1923 tarihinde söylemiştir ve bu konu bizim için ilelebet kapanmıştır. Başkentimizin Ankara, dilimizin Türkçe, bayrağımızın ay yıldızlı al bayrak, milli marşımızın İstiklal Marşı olduğu belirlenmiş ve Anayasamız tarafından da güvence altına alınmıştır. Kimler ve hangi mihraklar, hangi oyunları tertip ederlerse etsinler, hangi ihanetlerin içine girerlerse girsinler, milliyetçi-ülkücü hareketin bir mensubu olarak buradan bir kez daha ilan ediyorum ki;
Türkiye Cumhuriyeti, ebedi vatanında milli varlığını ve birliğini koruyacaktır. Milletinden aldığı asil ismini, kuruluş ilkelerini ve çağları aşıp gelen milli kimliğini değişmeden sonsuza kadar yaşayacaktır. Türk milliyetçileri, bu kutlu değerleri ve kutsal emanetleri, gösterecekleri yüksek fedakârlık, kararlılık, milli şuur ve millet sevgisi ile korumaya yeminlidir. Türkiye bir yol ayrımına doğru yaklaşmaktadır ve artık herkes tarafını belli zorundadır. Tereddütle, özürle ve pişmanlıklarla oyalanacak zaman çok geride kalmıştır. Bunun arası ve orta noktası artık yoktur. Ya onurlu ve huzurlu bağımsız bir millet olarak yaşayacağız, Ya da küresel oyunlara boyun eğerek her türlü zillete katlanacağız. Karar anı yaklaşmıştır. Tercihinizi yapınız. Kararınızı veriniz Ya teslimiyetçilik, ya milliyetçilik, Değerli Dava arkadaşlarım, Bedeli ne olursa olsun, Türk milletini karşılıksız severek, yalnızca aziz milletimizin kaygısı ile milliyetçi- ülkücü iradenin bir sedalısı olarak yola çıkmış bulunuyoruz. Bu toplantı ile seçime giden süreçteki en önemli eşiklerden birini aşmış, inancımızı ve karalılığımızı tazelemiş oluyoruz. Buradan yükselen milli heyecanın dalga dalga Türkiye’ye yayılacağına ve nihayetinde Türk milliyetçilerini tek başına iktidara taşıyacağına yürekten inanıyorum. Bu aziz vatanı ve büyük Türk milletini temiz ve samimi duygularla seven herkesin yeri Milliyetçi Hareketin saflarıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, “Lider Ülke Türkiye” hedefine yöneldiği “Tek Başına İktidar” sürecinde, içten veya dıştan hiçbir dayatma, telkin veya tesirin etkisinde kalmaksızın yalnızca büyük Türk milletinin doğruluşu ve yükselişi yolunda yürümeye kararlıdır. Partimizin ulaşacağı tek başına iktidar, Türkiye’nin kurtuluşuna vesile olurken, teslimiyetçi AKP zihniyeti için ise hesap verme gününün başlangıcı anlamına gelecektir. Türk milletinin, Milliyetçi Hareketin çatısı altında toplanarak buhrandan kurtulacağı önümüzdeki süreçte hepimize düşen önemli görevler vardır: Bugünden itibaren her vatandaşımıza ulaşabilmek için bir seferberlik başlatmalısınız. Bu maksatla;
Durmayınız, talimat, uyarı ve bir işaret gelmesini beklemeyiniz. Hükümetin ve küresel aktörlerin bilgi kirliliği ve yoğun önleme gayretlerini aşmak için her vatandaşımızla görüşünüz. Şimdiden yakın çevrenizden, komşularınızdan işyerinizden başlıyarak harekete geçiniz ve milletimizi de harekete geçiriniz. Bu duygularla, milletimizle yarından itibaren kucaklaşmaya başlayacak olan Türkiye Sevdalılarına iktidara giden yolda başarılar diliyorum. Ulaşacağınız her kapıya en içten selam ve sevgilerimi götürünüz. Yüce Allah’ın, Türkiye’yi ve Büyük Türk Milletini karşılıksız seven Türk milliyetçilerini muzaffer kılacağına yürekten inanıyorum. Hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Tek başına iktidar için tek yürekle ve hep beraber bir kez daha haykırıyorum. Altmışıncı Hükümet, Milliyetçi Hareket. Ne mutlu Türküm diyene. Dr. Devlet Bahçeli
|