Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 17 Nisan 2018
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
17 Nisan 2018

 





Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımıza başlarken saygın heyetinizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.

Ekranları başında bizleri izleyen her vatandaşıma en derin şükranlarımla birlikte canı gönülden selamlarımı iletiyorum.

Son günlerde peş peşe aldığımız şehadet haberleri bizleri acı ve üzüntüye sevk etmiştir.

Dün Şırnak Bestler Dereler bölgesinde, teröristlerin açtıkları ateş sonucunda üç Mehmedimiz şehit olmuş, bir Mehmedimiz de yaralanmıştır.

Terörle mücadele esnasında şehit düşen kahramanlarımızı minnetle anıyor, hepsine Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Ailelerine, silah arkadaşlarına, milletimize sabır ve başsağlığı niyaz ediyorum.

Türkiye terörizm belasının üstesinden milli birlik ve dayanışma ruhuyla gelecek, zillet ve zulmeti kazıyıp atacaktır.

Son terörist yok edilinceye kadar haklı mücadelemiz Allah’ın izniyle durmayacak, duraklamayacak, durgunluğa kapılmayacaktır.

Teröristler döktükleri tertemiz şehit kanlarının hesabını kesinlikle vereceklerdir.

İnanç ve ifademiz odur ki, “şehit toprağa girer şan bırakır, hain toprağa düşer leş bırakır.”

Nitekim şehitler ölmez, vatan bölünmez, bölmeye de hiç kimsenin gücü yetmez.

Caniler öldükleriyle kalmayacak, yaptıklarının bedelini Mahkeme-i Kübra’da verecekler, Yüce Allah’ın adaletiyle Cehennem ateşinde cayır cayır yanacaklardır.

Türkiye silah ve bombayla teslim alınamaz.

Türk milleti kuru tehditlere kulak asmaz, boyun eğmez.

Zalimler, mazlumlara üstünlük kuramaz.

Terörle mücadeleyi gevşemeden, ihmal etmeden, iddia ve güçlü bir iradeyle sürdürmek milli bekamızın sırtımıza yüklediği ağır bir sorumluluktur.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kurşun sıkanlar, tuzak kuranlar buna pişman edilmelidir.

Hamd olsun, Türkiye Cumhuriyeti cesaret, dirayet ve hamiyetle terörle mücadeleyi devam ettirmektedir.

Fırat Kalkanı’ndan bir müddet sonra devreye alınan Zeytin Dalı Harekâtı; teröristleri saklandıkları deliklerde, girdikleri tünellerde, tünedikleri inlerde imhayla birlikte, ülkemizin azmini, tarihsel derinliği olan egemenlik haklarını müdafaa etmiştir.

Hainler ve arkalarındaki şer güçler emellerine ulaşamayacaklardır.

Şerefli Türk milleti, şerefsiz mihrakların hakkından da, üstesinden de inşallah gelecektir, daha doğrusu gelmek zorundadır.

Terör; yasa dışıdır, insanlık dışıdır, maşeri vicdanın hiçbir mirasıyla, hiçbir değeriyle bağdaşmayan iğrenç bir eylem türüdür.

Terörizm fail ve figüranları pek fazla olan, boyut ve bileşenleri karmakarışık bir hıyanettir, cinayettir, alçaklıktır.

Türkiye bedeli ne olursa olsun teröristleri her düzeyde yok edecek, terörizmi her zeminde göğüsleyecek güce, kudrete çok şükür haizdir.

Ok yaydan çıkalı çok olmuştur.

Bir kere yükselen bayrak bir daha inmeyecektir.

İndirmeye cüret eden kim çıkarsa paldır küldür yere serilecek, peyderpey gömülecektir.

Taviz yoktur. Geri adım yoktur. Mücadeleden dönüş yoktur.

Müzakere ve mütareke arayışları kapalıdır, uçurumun dibindedir.

Ant olsun, milletçe kazanacağız.

Ant olsun, kan tutkunlarına hayat hakkı tanımayacağız.

Yarının güçlü Türkiye’sini inşa etmek hepimizin sorumluluğu, hepimizin asli vazifesidir.

Milli bekayı korumak, milli devletimizi yüceltmek de boynumuzun borcudur.

Bunu engellemek isteyenler, buna set çekmek için hazırlık yapanlar sonlarını hazırlayan, insanlığın kayıtlarından düşmüş katillerdir.

Katillere ne yapılacağı da bellidir ve bunun gereği de kahramanca yapılmakta, yapılmaya da devam etmektedir.

Değerli Arkadaşlarım,

7 Nisan 2018 tarihinde Suriye’nin Duma bölgesinde rejim güçlerinin muhaliflere yönelik düzenlediği kimyasal saldırı bölgesel havayı ısındırmış, küresel sistemi germiştir.

Kabulü mümkün olmayan söz konusu barbarlık sonrasında insanlık vicdanı haklı olarak tepki göstermiştir.

Başta ABD ve İngiltere olmak üzere, çok sayıda ülke bu saldırının Esad rejimi tarafından yapıldığını öne sürmüşken, Rusya beklendiği üzere aksini iddia ederek çalıyı dolanmayı tercih etmiştir.

Fransa’nın talebiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanmış, ancak bu toplantıdan herhangi bir karar çıkmamıştır.

Suriye’de masumlar hayatlarını kaybederken, Duma’daki elim hadise bir anda küresel güçler arasındaki güç ve nüfuz mücadelelerine bahane edilmiştir.

Esad rejimine yönelik askeri müdahale seçeneklerinin konuşulmaya başlandığı günlerde Rusya, rejimi hedef alacak saldırılara karşı misillemede bulunacaklarını duyurmuştu.

Bu kapsamda şayet füzeler atılırsa, Suriye’de konuşlu hava savunma sistemleriyle rejimi savunacaklarını ilan etmişti.

Bunun ardından ABD Başkanı sosyal medya hesabından yeni yetme ergen edasıyla Rusya’ya meydan okumuş, akıllı ve yeni olduğunu iddia ettiği füzeleri kullanacaklarını müjdeler gibi beyan etmişti.

Yoğunlaşan gerilim bununla da sınırlı kalmamış; ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler savaş gemilerini ardı arkasına Doğu Akdeniz’e göndermişlerdi.

Rusya ise Doğu Akdeniz’de tatbikat yapacağını, Suriye kıyılarına 50 kilometreden daha az yaklaşan hedefleri vuracağını söylemişti.

Gelişmeler savaş senaryolarını gündeme getirirken ekonomik tetikçiler boş durmamış, yangından mal kaçırmanın hesabını yapmışlardır.

Dünya borsalarında kaygılandırıcı dalgalanmalar oluyorken, döviz fiyatları da fren tutmayarak artış göstermiştir.

Komşu coğrafyalarda, karşılıklı meydan okumaların arttığı bir dönemde Suriye, emperyalizmin daha da şiddetli hesaplaşmasına sahne olmuştur.

Netice itibariyle, ABD yönetimi birbiriyle çelişkili açıklamalar yaptığı günlerin sonunda Fransa ve İngiltere ile beraber 14 Nisan sabahı saat 4’te Suriye rejimine yönelik askeri harekâta başlamış, yüzü aşkın füze belirlenen noktalara fırlatılmıştır.

Askeri harekâta bakıldığında dar çerçeveli, muhataplarına mesaj odaklı olduğu anlaşılmıştır.

Almanya’nın katılmayı reddettiği harekât kapsamında ABD, İngiltere ve Fransa; Esad’ın kimyasal silah üretme ve yönetme kabiliyetinin olduğu bazı üs ve merkezleri vurmuştur.

İran bu harekata öfkeyle tepki göstermiştir.

Rusya’nın askeri bir karşılık vermeyerek diplomatik dille füze saldırısını kınadığını belirtmesi dikkat çekicidir, ABD ile gizli kapaklı temasların varlığına delildir.

Muhtemeldir ki Beyaz Saray yönetimi, saldırı öncesinde Rusya’yı bilgilendirmiştir.

Sürecin başından beri Türkiye’nin iki taraf arasında gerginliğin azaltılmasına yönelik tutumu ise tartışmasız şekilde yerindedir, olumludur.

Neredeyse bir hafta boyunca çalınan savaş tamtamları şimdilik yerini asli gündemine bırakmıştır.

Kimyasal silah kullanıldığı bahanesiyle düzenlenen askeri harekâtın bundan sonraki etapları giderek gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Suriye’de yaşanan iç savaş 7 yılı aşkın süredir devam etmektedir.

Bu zaman zarfında, ABD başta olmak üzere çok sayıdaki ülke, Şam rejimin kimyasal silah kullanmasını askeri müdahale açısından kırmızıçizgi olarak değerlendirmişti.

Ne var ki aradan geçen süre içinde sivil ve günahsız insanlara yönelik kimyasal silah kullanılmasına karşı caydırıcı ve sorunu tümden ortadan kaldırıcı bir adım atılmamış, önleyici bir müdahalede bulunulmamıştır.

Zalim Esad hala koltuğundadır.

Üstelik kimyasal veya konvansiyonel silahlara hala sahiptir.

Emperyalizm, Suriye trajedisini hazırlayan, buna ortam açan, iç savaşın şartlarını oluşturan provokasyonlarını yıllardır yapagelmiştir.

Sınırlarımızın hemen dibinde kan akıyorsa, masumların canı üzerinden pazarlıklar yapılıyorsa müsebbip sadece despot Esad veya kiralık terör örgütleri değildir.

Bölgede bir asırdır vahşet yatırımı yapan emperyalist çevreler asıl suçlu, asıl sorumludurlar.

Üç ülkenin füzeyle saldırısı bize göre insanlık vicdanına tercüman olamaz, olmamış, olması da beklenemeyecektir.

Zira insanlık vicdanını kanatan, insani değer ve haklara kıyan ülke ya da ülkeler bütün sinsilikleriyle açıktadır.

Esad cezalandırılmalıdır, buna diyecek yoktur, ama bu uluslararası toplumun tam bir ittifak ve iradesiyle sağlanmalıdır.

Suriye’nin geleceğine siyasi ve toprak bütünlüğü içinde sadece ve sadece Suriyeliler karar vermelidir.

Bir geçiş dönemi planlanıp seçimler yoluyla Esad tasfiye edilmeli, cinayet ve cehaletinin bedeli diğer terör örgütleriyle birlikte ödettirilmelidir.

Suriye’de yaşanan iç savaş yüzünden yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiştir.

Üstelik bunlar arasında çocuklar, kadınlar ve yaşlılar da vardır.

Tarihin en ibretlik yıkımlarından birisi bu ülkeye hakim olmuştur.

Diğer yandan milyonlarca Suriyeli yerinden, yurdundan edilmiş, başka ülkelere göç etmek zorunda kalarak sığınmacı pozisyonuna düşmüşlerdir.

Bütün bunlar oluyorken Esad rejimine karşı sesini çıkarmayıp, varını yoğunu IŞİD’le mücadele kılıfı altında PKK/PYD terör örgütüne harcayanlar bugün hangi vicdanı temsil eder noktaya gelmişlerdir?

Bunlar için değişen nedir, neler olmuştur?

Geçmişte olan bitenler insanlık krizi değildi de, şimdi mi insanlığın mağduriyet ve çığlığı duyulur, hissedilir hale gelmiştir?

İnsanlık suçu işleyen, masumların canına, malına, güvenliğine vahim bir şekilde kast eden hain terör örgütleriyle Irak’ta, Suriye’de kol kola yürüyenler ne olmuştur da vicdana gelmişlerdir?

Gelseler bile bu vicdan mıdır, yoksa petrol kuyularının, enerji kaynaklarının silahla, bombayla açılmış vanalarının cazibesi midir?

Kimyasal silah kullanmak elbette aşağılık bir suçtur.

Dünya üzerinde kitle imha silahlarına dayalı vahşetin silinmesi kaçınılmaz bir zarurettir.

Ancak kimyasal silahlardan daha çok ölüme sebep olan gelişmeler yaşanırken ABD, Fransa ve İngiltere’nin acaba akılları neredeydi?

Birleşmiş Milletler Teşkilatı ne yapıyordu?

Tutarsızlık ve samimiyetsizlik esasen diz boyudur.

Soruna genel bir çerçeveden bakıldığında asıl niyetlerin başka olduğuna dair kuvvetli şüpheler vardır ve ortadadır.

Doğu Guta’nın Duma bölgesinde kimyasal silah kullanımı; gerek Suriye, gerekse Ortadoğu açısından önümüzdeki dönemde yaşanacak şiddetli rekabet için bazı ülkeler tarafından fırsat olarak değerlendirilmiştir.

Buna da rejimi cezalandırma görüntüsü altında insani bir gerekçe bulunmuştur.

Emeller aslında başkadır, hedefler de her zaman olduğu gibi karanlıktır, kirlidir, kanlıdır.

Asıl gaye küresel emperyalist hesapların gerçekleşmesidir.

Türkiye, Rusya ve İran’ın hayata geçirdiği üçlü mekanizma Suriye’de gerginliğin azaltılmasına büyük ölçüde katkı vermiştir. Bunu görüyor ve değerli buluyoruz.

Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye-Rusya ilişkileri ekseninde dile getirdiği maksatlı sözleri ise ganimet avcılığıdır ve hükümsüzdür.

Suriye’de kimyasal saldırı sonrasında askeri seçeneklerin konuşulduğu esnada ABD Savunma Bakanı’nın, krizi Cenevre süreci ile bitirmek istediklerini söylemesi ayrıca dikkatlerden kaçmamıştır.

Bu ifade ABD’nin kendi kontrolü dışındaki gelişmelerden rahatsızlık duyduğunun açık bir işaretidir.

Bu durum Astana süreci ile şekillenen gelişmelerden memnuniyetsizliğin göstergesidir.

Menbiç konusunda hala ayak direten, Türkiye’ye karşı verdiği sözleri tutmayan ABD yeni şartlar oluşturmanın merak ve arayışındadır.

ABD, Fransa ve İngiltere’nin Suriye ile ilgili planlarında PKK/PYD terör örgütünü merkezine alan bir bölünme amacını mahfuz tuttuklarını inkar etmek artık anlamsız, faydasızdır.

Aynı ülkeler Duma’daki kimyasal saldırının yaşanmasından önce başta Menbiç olmak üzere Suriye’nin kuzeydoğusundaki PKK/PYD işgalindeki bölgelere asker göndermeye başlamıştı.

ABD Başkanı tıpkı rejime saldırı düzenlenmesi aşamasında bir varım, bir yokum derken, benzer tutumunu Suriye’den ayrılıp ayrılmama konusunda da sürdürmüştü.

Fransa ise Cumhurbaşkanlığı sarayında ağırladığı PKK/YPG’li teröristlere destek sözünü yinelemişti.

Kısaca Suriye’de yaşanan gelişmeleri birbirinden ayırmak, ayrı yorumlamak hem mümkün değildir, hem de doğru olmayacaktır.

Emperyalizm yeni oyunlar, yeni kumpaslar peşindedir.

Diğer yandan ABD Dışişleri Bakanı’nın Zeytin Dalı Harekâtı ile ilgili olarak “Türkiye’nin Afrin’e girişi tekere çomak sokmaktır” ifadeleri oldukça marazi ve manidardır.

Türkiye elbette kendi milli güvenliğini tehdit eden konuları ortadan kaldırma hususunda üzerine düşeni eksiksiz yapmakla mükelleftir.

Muhasım odaklar bölgede oyun kurarken, Türkiye’nin buna sessiz ve seyirci kalması beka düzeyindeki tehlikelere gözünü kapatmak anlamına gelecektir ki, böylesi bir atalet kuşku yok ki, masum ve meşru bir tavır sayılamayacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan tarihi Halkoylaması ile aziz milletimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne tamam demişti.

Demokrasinin gereği olarak da her siyasi partinin 16 Nisan Halkoylaması’na saygı göstermesi haktır, hakikatin gereğidir.

Türk milleti iradesini göstermiş, kararını vermiş, bizlere ise layıkıyla uygulama görevi düşmüştür.

Dün, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin milletimizin teveccüh ve takdiri ile kabulünün birinci yılını geride bıraktık.

Güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar gayeleri yeni sistemin ana omurgasıdır.

Yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi içinde daha güçlü, daha bağımsız, denge ve denetleme mekanizmalarının daha etkin şekilde çalıştığı bir yapıya kavuşması mezkur sistemin taşıyıcı kolonlarıdır.

Geride bıraktığımız bir yıl içerisinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ruhuna uygun olarak siyasi partilerin seçim ittifakı yapmasının yasal zemini de hazırlanmıştır.

Geniş tabanlı mutabakata cevap ve cevaz veren bir yasal alt yapı tesis edilmiştir.

Hem hükümet sistemi değişikliği hem de buna bağlı olarak gerçekleşen ittifakla ilgili yasal düzenleme Türk milletinin geleceğini teminat altına alan stratejik bir kazanım ve gelişmedir.

Aynı zamanda milli duruşun bir tezahürüdür.

Bu duruşu sulandırmak, yok saymak, tanımamak gibi gafil niyetleri ısrar ve inatla diri tutma çabalarına da zaman zaman şahit olduğumuz bir gerçektir.

CHP’nin başını çektiği ilkesizler koalisyonu çürük çatısını örmektedir.

Parlamenter sisteme dönüş söylemlerini, bloklaşma siyasetini, demokrasiyi istismar gayretlerini, bekamıza yönelik tehditlere can suyu olabilecek ifadeleri tasvip etmiyor, karşı çıkıyor, elimizin tersiyle itiyoruz.

CHP ve yardakçılarını âdeme mahkûm ediyoruz.

2023’ün güçlü Türkiye’sine ulaşmak için her türlü fitne odaklarına, karanlık mahfillere karşı hareket ve hedef birlikteliği yapıyoruz.

Çünkü bizim yeminimiz vardır, bu yemin de devletin ve milletin bekasını her şart altında korumak, kollamaktır.

Biz, 7 Ağustos Yenikapı ruhuna sadığız; 16 Nisan Halkoylaması’nın muazzez sonucuna bağılıyız.

Milli birlik ve beraberlik şuuruna ise sonuna kadar sevdalıyız.

Türk milletinin bekasını, geleceğin güçlü Türkiye’sini amaçlayan herkes de bu ruha sadık kalmalı, aziz milletimizin yanında duracak feraset ve fikriyatı gösterebilmelidir.

Bu itibarla CHP, HDP, İP havanda su dövmekten vazgeçmelidir.

Bozgunculuk kimseye bir şey kazandırmadı, bundan sonra da kazandırmayacaktır.

16 Nisan Halkoylaması’nın birinci yıldönümünde oturma eylemi yaparak toplumsal huzura ve milli iradeye virüs aşılamaya önayak olanlar yanlışa düşmüşler, yıkımın tarafına geçmişler, yozlaşmanın pençesine takılmışlardır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türk milletinin iradesiyle tecelli etmiştir; bu nedenle tamamıyla meşrudur, geçerlidir, saygıyı hak etmektedir.

CHP saygı görmek istiyorsa millete saygı duymalı öğrenmelidir.

Sevgi görmek istiyorsa, bunu hak etmeli, nifak elebaşılığından pişmanlıkla geri dönmelidir.

CHP’li güdümlü yöneticiler, kirli ağızlarını yıkamalı, zehirli dillerini tedavi ettirmeli, milli ve manevi değerlerimiz ile çelişen ifadelerden akılları varsa caymalıdır.

Milletin iradesini tanımayanı millet tanımaz.

Aziz milletimizin tanımadığını biz hiç tanımayız, hiç de takmayız.

Bu itibarla, CHP’nin OHAL bahanesiyle 81 ilde düzenlediği oturma eylemi fikren sakat, ahlaken sakıncalı, ruhen hastalıklıdır.

Yürüdüler, olmadı; şimdi de oturmaya başladılar.

Bunlar oturdukları zaman kalkmayı bilmezler, kalktıkları zaman yürümeyi beceremezler.

CHP bırakın oturmayı, ister amuda kalksın, ister parende atsın, ister akrobatik hareketlerin her çeşidine teşebbüs etsin, yine yararsız, yine beyhudedir.

Durmasın asılı İP’e çıkıp cambazlık yapsın, sonuçsuzdur.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden dönüş yoktur, olmayacaktır.

CHP’nin küçük aklı, iç ve dış tehditler ortadan bütünüyle kalkana kadar da OHAL’in devamına engel olamayacaktır.

CHP’nin kıvranıp bulanması, kızarıp bozarması, kararıp bunaması nafiledir.

Cumhurun kararı açık ve nettir.

O da güçlü ve tam bağımsız Türkiye’dir.

CHP şikâyetini eğer dinleyen bulursa gitsin Cibali Karakolu’na anlatsın.

Ne yaparsa yapsın, bin yıllık kardeşliğimize leke süremeyecektir.

Büyük Türkiye’ye giden yol bizzat Cumhur İttifakı’ndan geçmektedir.

Milletimizin talep ettiği milli birlik ve beraberlik ruhunu siyasi ve sosyal seviyede muhafaza etmek, iç ve dış tehditlere karşı daha dirençli olmak amacıyla Adalet ve Kalkınma Partisi ile ittifak yapıyoruz.

Çünkü biz, birlikten kuvvet doğar diyoruz.

Çünkü biz, birlikte rahmet vardır inancıyla yürüyoruz.

Oluşturduğumuz milli birliğimizi ve inancımızı kıracak gücü de Allah’ın izniyle görmüyor, göremiyoruz.

Bizde pireye kızıp yorganı yakacak anlayış yoktur.

Bizde detaylara takılıp, asıl gündem ve gerçeği gözden kaçıracak basiretsizlik yoktur.

Bizde inanç vardır, iman vardır, adanmışlık vardır, adamlık vardır, son nefesimize, son neferimize kadar yaşatacağımız, gelecek nesillere emanet edeceğimiz kutlu ülkülerimiz vardır.

Çizgimiz bellidir, yönümüz açık, duruşumuz nettir.

Mevzu bahis vatan olduğunda sınır tanımayacağımızı dost da bilir, düşman da bilir. CHP bilmiyorsa, bu kendi sorunu, kendi ayıbıdır.

Biz siyaseti, ancak milletimizin yüksek çıkarları, büyük hedefleri için yaparız.

Yeri gelirse elbette saklı tuttuğumuz eleştirilerimizi muhataplarının yüzüne söyleriz.

Kimseden korkmayız, kimseden de çekinmeyiz.

Hak bildiğimiz yoldan ayrılmayız, halkın çizgisinden, milletin rotasından sapma göstermeyiz.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Ne isek oyuz, neyi söylüyorsak onu yaparız.

CHP gibi olamayız, çürük İP’ten tutamayız, terörün siyasi şubesine hoşgörülü bakamayız.

CHP’ye ve yancılarına dil dökmek vakit kaybı, ziyan olmuş emektir.

Bizde böyle bir vakit, böyle bir emek yoktur.

Çünkü biz biliyoruz ki katranı kaynatmakla olmaz şeker.

İnsanın cinsi neyse döner dolaşır yine ona çeker.

Bizim kalbimiz Türklük için çarpar.

Bizim kalbimiz vatan için atar.

Bu kapsamda Cumhur ittifakına kalben inanıyor, bedenen yer alıyor, fikren de bağlı kalıyoruz.

Varsın CHP’li yöneticiler, Edirne Cezaevi’nin etrafında dolaşsın.

Varsın Pensilvanya’dan Kandil’e kadar el sallasınlar.

Görünen köy kılavuz istemez.

Bunlar ki;

Fırat Kalkanı Harekâtı’na karşı ittifak yapmışlardır.

OHAL’e karşı omuz omuza vermişlerdir.

Zeytin Dalı Harekâtı’na karşı güç birliği yapmışlardır.

Afrin’e girilmemesini hep bir ağızdan dile getirmişlerdir.

PKK-PYD-YPG taşeronluğuna heveslenmişlerdir.

FETÖ’ye umut bağlamışlardır.

CHP-HDP-İP ittifakı kağıt üzerinde olmasa da fiilen tescillidir, kaos mimarisi tamamlanmıştır.

Birbirlerine yaptıkları ziyaretler ise cümbüşün ruhuna uygun, curcuna havasına yatkın, cunta hevesine taş çıkarır niteliktedir. Nitekim tencere yuvarlana yuvarlana, döne döne, patırtı gürültüyle kapağını bulmuştur.

 

Değerli Milletvekilleri,

Millet olma hali; medeniyetin, medeni olma vasfının en üst noktasıdır.

Türk milleti asırlar içinde bu medenilik seviyesine hak ederek, hazmederek, haysiyetiyle ve hatıralarıyla sivrilerek yükselmiştir.

Biliyor ve inanıyoruz ki, egemenliğin yegâne sahibi millettir.

Karar ve iradenin ağırlık merkezi de bizatihi milletin ta kendisidir.

Demokrasi ile millet karşılıklı olarak birbirini besleyen, birbirini destekleyen, birbirini tamamlayan, hatta birbirine içerik ve derinlik kazandıran iki değerdir.

Demokrasi dışı arayışların, millet iradesine kast eden muhtıra veya askeri müdahalelerin normal görülmesi hayaldir, imkânsızdır.

Hiçbir gayri meşru girişim cezasız kalmamalı, yapanın yanına da bırakılmamalıdır.

28 Şubat 1997’de yaşanan ve adına post modern müdahale denilen demokrasi karşıtı tutumun, aradan geçen 21 yıllık süreye rağmen yargılanıp mahkûm edilmesi elbette demokratik kültür bakımından önemli bir gelişmedir.

5 yıldır süren, 103 sanığın yargılandığı 28 Şubat davasıyla ilgili karar 13 Nisan 2018 tarihinde açıklanmıştır.

68 kişi beraat ederken, 21 kişi temyiz yolu açık olmak üzere müebbet cezaya çarptırılmışlardır.

Mahkeme müebbet hapis cezası verdiği şahıslar hakkında yaş ve sağlık durumlarını göz önünde bulundurarak tutuklama kararı verme gereği duymamıştır.

  • Sincan’da tank yürütenler,
  • Gerekirse silah kullanırız diyenler,
  • 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini söyleyenler adaletin karşısında hesap vermişlerdir.

Bu sonuç demokrasi ve millet adına memnuniyet vericidir.

Demokrasi elbette milletle anlamlıdır.

Milletsiz demokrasi boştur, koftur, fostur, temelsizdir, sadece zaman israfıdır.

Türk milleti kendi geleceğine, kendi kaderine yine kendisi yön ve istikamet verecek mümeyyiz hakka haizdir.

Bu meşru ve tarihsel hakkın gaspı veya kaybı ise felakete davetiyedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Cumhuriyet tarihimizdeki en önemli yönetim reformu, şartlara ve gelişmelere cevap veren en dinamik demokratik tercihtir.

Bahse konu reformun mimarı, söz konusu tercihin muhatabı büyük Türk milletidir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; artan tehditlere karşı milletin sinesinden doğan milli bir mukavemet, bekamız üzerinde oynanan oyunlara karşı yine milletin varlığından doğrulan müteyakkız ve mümtaz bir muvaffakiyettir.

16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen Halkoylamasıyla Türk milleti tarihin akış ve ilerleyişini kutlu bir seçimle değiştirmiştir.

İç ve dış odakların art niyetli karşı çıkışlarına, garez dolu itirazlarına, mesnetsiz ve maksatlı tepkilerine rağmen, milletimiz yüzde 51,4’lük destekle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tertemiz iradesiyle kabul ve teyit etmiştir.

15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden 641 gün sonra sistemsel ihtiyaç karşılanmış, konu kapanmıştır.

Hiçbir dış telkin, hiçbir iç dayatma, hiçbir baskı ve gözdağı işe yaramamış, milletin iradesine ipotek koyamamıştır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi artık cumhurun namusuna emanettir.

Cumhur İttifakı ise bu namusu muhafazaya tarih huzurunda karar ve söz vermiş beka temelli ahlaki ve siyasi uzlaşmanın mutlak bir mahsulüdür.

Bildiğiniz üzere, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne tam olarak; normal şartlarda 3 Kasım 2019 seçimlerinden sonra geçilecektir.

16 Nisan Halkoylaması’nı müteakiben, yeni sistemin oylanan anayasa gereği yürürlüğe giren üç ayağı olmuştur.

Bunlardan birincisi, Cumhurbaşkanı’nın partili olmasıdır.

Sayın Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’ne üye olup, arkasından yapılan büyük kongrede genel başkanlığa seçilmesiyle bu aşama tamamlanmıştır.

İkinci olarak, Hâkimler Savcılar Kurulu’nun yeniden tanzim ve seçimidir.

Bu da geçtiğimiz yıl bir takvim çerçevesinde temin edilmiştir.

Üçüncü olarak Halkoylaması’na konu olan kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren; Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Askeri Mahkemelerin kaldırılmasıdır.

Bu üçüncü safha da icra edilerek geride bırakılmıştır.

Şimdi sırayı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bütünüyle hayata geçirilmesi, kurum ve kurallarıyla yerleşmesi almıştır.

Bugün itibariyle 3 Kasım 2019’a 566 gün, yani 18 ay 17 gün kalmıştır.

Anlaşılacağı üzere önümüzde uzun bir süre, yorucu ve yıpratıcı bir süreç vardır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi üzerinde fitne üreten, dedikodu imal eden, kriz ve kaosa gel gel yapan yerli ve yabancı mihrakların son dönemlerde faaliyetlerine hız verdikleri bellidir, belgelidir.

Bölgesel risk ve tehlikeler öngörülmesi, önüne geçilmesi, ön alınması gittikçe zorlaşan kaotik ve karmaşık bir yapıya bürünmüştür.

Özellikle Suriye odaklı 3’üncü dünya savaşı bile konuşulmuş, emperyalizm yeni numaralarıyla sınırlarımızın hemen dibine postu sermiştir.

Terör saldırıları kesintisiz, ara ve mola vermeksizin sürmektedir.

Milli güvenliğimize yönelik karanlık senaryolar, yeni saldırı planları emin olunuz ki devrededir, zayıf anımız, rehavete düşmemiz kollanmaktadır.

Ülkemiz aleyhine kurgulanan, bununla da kalmayıp tedavüle sürülen siyasi ve ekonomik operasyonlar gün be gün derinlik, etkinlik, ivme kazanmaktadır.

Döviz, faiz, sıcak para üzerinden Türk milleti ambargoya alınmaktadır.

Türkiye yüksek risk ve tehditlerin yörüngesinde, çekim alanındadır.

Ana muhalefet partisi CHP, yanına yöresine aldığı ipsiziyle sapsızıyla, PKK’sıyla FETÖ’süyle, HDP ve diğer rejim ve millet muhalifleriyle komplo peşindedir.

Devleti kurduğunu söyleyen CHP, siyasi köklerinden savrulup devlete kafa tutmak, daha vahimi devleti sokakta eritmek için kolları sıvamıştır.

Karşımızda sokaklarda oturan bir ana muhalefet vardır.

CHP’li yöneticilerin PKK’lılara methiyeler düzmesi de siyasi kopuş ve dağılıştır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi resmen hayata geçmeden, malum ve melun odaklar tarafından; devamlı yargılanmakta, karalanmakta, hasar alması için eşzamanlı, eşanlı faaliyetler yürütülmektedir.

Türkiye’nin bu ağırlığın altında daha fazla kalması, 3 Kasım 2019’a kadar sabırla dayanması, geldiğimiz bu aşamada mümkün, makul ve münasip değildir. 

Türkiye’nin sistem tartışmalarıyla boğulmak istendiği bugünkü şartlar altında, 3 Kasım 2019’a kadar istikrar ve denge halinde ulaşması her geçen gün zorlaşmaktadır.

İktidar partisi ile varılan uzlaşma neticesinde partimiz, Mahalli İdareler Seçimi hariç olmak üzere, Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimlerinde geçerli olacak Cumhur İttifakı’nın iki paydaşından biridir.

Seçim sürecine giden yolda toplumsal, ekonomik ve siyasi dinamikleri etkileyen çok sayıda menfi faktör yeşermekte, nüksetmektedir.

Türkiye’nin bekası açısından Cumhur İttifakı’yla hâsıl olan millî mutabakatın titizlikle korunması, hedeflerine varması elzemdir.

Ancak ittifakın selameti ve seçimlerden başarıyla çıkması için de toplumsal ve siyasi dinamikleri tayin eden unsurların dikkatle takip ve analiz edilmesi, bunların muhtemel sonuçlarının iyi hesaplanması, atılacak adımların elde edilecek verilere göre belirlenmesi gizlenemeyecek bir ihtiyaçtır.

Önümüzde kontrol edilemeyen, beklenmedik birtakım olumsuz gelişmelerin ortaya çıkma ihtimali ise asla göz ardı edilmemelidir.

Kaldı ki, bunun pek çok emaresi de şimdiden belirginleşmiştir.

Seçim sürecine tesir eden faktörlerin başında; Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası ilişkileriyle bunların sosyal, siyasal ve askerî yansımaları gelmektedir.

Bir diğer tayin edici ögeyse ekonomik göstergeler ve hükümetin bu kapsamda alacağı tedbirlerdir.

Siyasi dengeler ve bunlarla doğrudan ilişkili toplumsal dinamikler de bahse konu unsurlar arasında yerini almaktadır.

Bir başka önemli ve müessir unsur ise uluslararası aktörler tarafından yönlendirilen denetimsiz göç trafiği, sosyal bünyeyi zora sokacak riskli nüfus hareketleridir.

Türkiye’nin komşuları ve batı dünyasıyla ilişkilerinde son yıllarda belirgin bir dönüşüm gerçekleşmiş; bilhassa ABD, Fransa ve Almanya gibi ülkelerle kurulan ilişkilerin kapsam ve niteliği köklü değişimlere uğramıştır.

Batılı ülkelerle artık eşitler arası münasebet kurulmasından yana olan Türkiye, bunu sağlamak üzere tesir düzeyi yüksek adımlar atmıştır.

Artık ülkemizin 16 Nisan Halkoylamasıyla onaylanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne herhangi bir tavsama, gecikme olmaksızın geçmesi milli beka ve tarihi emanetler açısından acil hal almıştır.

31 Mart 2019’da Mahalli İdareler Seçimi yapılacaktır.

Bu seçime 11 ay 14 gün kalmıştır.

Mahalli İdareler Seçimi’ne her partinin adayı olarak, 20 bin 538 belediye meclis üyesi, bin 258 il genel meclis üyesi, bin 398 de belediye başkan adayı katılacaktır.

10 partinin seçimlere girdiği dikkate alındığında toplamda 231 bin 940 kişi sandıkta oylanacaktır.

Toplamda da 50 bin 317 muhtar adayı vatandaşlarımızın huzuruna çıkacaklardır.

Mahalli İdareler Seçimi 31 Mart 2019’da yapıldıktan 7 ay 3 gün sonra Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimi gerçekleştirilecektir.

Siyasi takvim bu şekildedir.

Ancak, 31 Mart 2019’daki Mahalli İdareler Seçimi’nden sonra Türkiye’nin hangi badirelere maruz kalacağını, neyle muhatap kalacağını tahmin etmek zor değildir.

Çünkü 3 Kasım üzerinde oynama ve kaos üretme çabaları şimdiden ortaya çıkmıştır.

Mahalli İdareler Seçimi’nde yaşanması muhtemel kutuplaşma ve anlaşmazlıkların 3 Kasım’a nasıl yansıyacağı, ne gibi olumsuzluklara kapı aralayacağı, Türkiye’yi nerelere sürükleyeceği az çok malumumuzdur.

Bu riski kaynağında kesmek, demokrasinin erdem ve ilkeleriyle ülkemizin ufkunu aydınlatmak başlıca amacımızdır.

Önümüzde iki seçenek vardır:

Ya Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Seçiminin normal tarihi olan 3 Kasım 2019 beklenecek;

Ya da milli mecburiyet ve ortaya çıkan meşru gerekçelerden dolayı seçimler erkene çekilecektir.

Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimi’nin zamanında yapılmasıyla ilgili talepler doğal bir haktır.

Partimizin bugüne kadar kanaati hep bu yönde olmuştur.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın da düşünce, ifade ve temennisi de farklı değildir.

Ancak önümüzde ülkemiz ve milletimiz aleyhine olabilecek bir siyasi gündem ve seçim süreçleri vardır.

Bunu telafi etmek, lazım gelen önlemleri sorumluluk ve şuurla almak siyaset kurumunun ana görevi olmalıdır.

Bilinmelidir ki, gerekli uyum yasalarının süratle çıkarılmasının akabinde, Milliyetçi Hareket Partisi takdir ve tercih hakkını seçimlerin erkene alınmasından yana kullanacaktır.

Bu işi daha fazla uzatmaya gerek yoktur.

Kaosa oynayanların oyunlarını bozmak şarttır.

Seçim var mı yok mu, erken mi olacak, zamanında mı yapılacak anlaşmazlık ve çekişmelerine son verilmesinin vakti gelmiştir.

Siyasi muhataplarımıza ve aziz milletimize samimi ve tartışılmasını ümit ettiğimiz teklifimiz şudur:

26 Ağustos 2018 Pazar günü, yani Malazgirt Zaferi’yle Büyük Taarruzun yıldönümlerinde, Türk milleti yeni bir zafer ruhuyla sandığa gidip hem Cumhurbaşkanı, hem de Milletvekili Genel Seçiminde Türk ve Türkiye düşmanlarına hak ettikleri dersi vermesi en makul, en mantıklı, en akılcı, en demokratik yoldur.

İrade milletindir, istikbal milletindir, istiklal milletindir, ihanet ise millet karşısında asla tutunamayacaktır.

İç ve dış tehditlerin ağırlaştığı zaman diliminde, Türkiye yeni hükümet sistemine çok seri şekilde geçmeli, taşlar yerine oturmalı, sığ tartışmalar bıçak gibi kesilmelidir.

Bize göre başka çare kalmamıştır.

Seçim güvenliği bahanesine sığınıp siyasi kundakçılıktan medet uman, lekeli ortaklarıyla Türkiye’nin belini bükmeye çalışan CHP’ye ve diğer yancılarına hodri meydan diyoruz.

Seçimse istediğiniz buyurun gereğini yapalım.

Bırakalım hükmü Türk milleti versin.

Demokrasi sandıktır, sandık ise er meydanıdır, mertliğin kaynağıdır.

Biz bu meydandan kaçmadık, bu kaynağa riayet ve hürmetten kaçınmadık.

Türkiye’nin başına çorap örmek için pusuya yatanları, pusularında boğalım.

Milletin iradesine şaşı ve soğuk bakanları sandığın aleviyle yakalım.

Söz milletindir, karar milletindir, gelecek milletindir, tercih büyük Türk milletine aittir.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, değerli milletvekili arkadaşlarımı, saygıdeğer misafirleri bir kez daha hürmetle selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.

Ne istiyorsak Türk milleti içindir.

Neyi amaçlıyorsak Türk milletinin lehinedir.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.