01.04.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

1 Nisan 2008

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum.

İçine girdiğimiz siyasi kriz ortamının derinleştiği ve gerilimin ağırlaştığı sancılı bir haftayı daha geride bırakmış bulunuyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması için dava açılmasının üzerinden onyedi gün geçmiştir.

Anayasa Mahkemesi dün Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesini kabul etmeyi kararlaştırmış, böylece dava süreci başlamıştır.

Kapatma davasının siyasi sonuçlarının daha fazla hissedileceği ve AKP’nin hükümet ve Meclis düzeyindeki bütün tasarruflarının tartışmaya açılacağı ve sorgulanacağı çok nazik bir döneme girilmiştir.

Karşı karşıya olduğumuz tehlikeler, artık kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmekte ve maalesef sorunlar giderek ağırlaşmaktadır.

Oysa bu süreç,

- Stratejik ve jeopolitik açıdan istikrar ve huzura,

- Sosyal ve siyasal dengeler açısından güçlü iktidara ve

- Milli geleceğimiz açısından ise birlik ve beraberliğe acilen ve en çok ihtiyacımız olduğu bir dönemdir.

Türkiye’nin böyle bir noktaya gelmiş olması her bakımdan büyük bir talihsizliktir.

Bütün temennimiz bugünkü krizin bir Anayasa krizine ve rejim bunalımına dönüşmemesidir.

Ancak, karşımızdaki tablo bu konuda iyimser olmaya fazla yer bırakmamaktadır.

- Siyaset kurumu, istikrarı ve hukuku esas alan çözümler üreterek krizi aşma yönünde çaba gösterme dirayetini ve basiretini gösterememiştir.

- Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında çözüm yönünde demokratik süreçler ve mekanizmalar harekete geçirilememiş, bunun için gereken diyalog kanalları açılamamıştır.

- Tıkanan ve kilitlenen siyaset kurumu, gelişmelerin peşinde sürüklenmekte ve bunun sonucu başlı başına bir kriz unsuru haline gelmektedir.

- Kapatma davası sonrası çalkantı ve gerilim döneminde, karşıt tutumları giderek kemikleşmekte yeni bir gerginlik ve çatışma ortamının direniş mevzileri her geçen gün güçlenmektedir.

- Ortak aklın ve iyi niyetin yerini, siyasi miyopluk ve çıkar hesabı almış, gemlenemeyen siyasi ihtirasların çatıştığı bir cepheleşme sürecine girilmiştir.

- Parlamenter demokratik rejimin geleceğini tehdit eden bu hayati sınav karşısında siyaset kurumu etkisiz ve hareketsiz kalmış, varlık sebebi olan demokrasiyi koruma refleksini gösterememiştir.

- İçine girdiğimiz bu kriz sarmalının sağduyu rehberliğinde en az zararla aşılması noktasından giderek uzaklaşılmaktadır.

- Türkiye çok ağır tahribatı olacak siyasi bir depremin öncü sarsıntılarını yaşamaktadır.

Bugün bütün ağırlığı ile yaşadığımız siyasal gelişmeler partimiz için bir sürpriz olmamış, daha önceki uyarılarımız çerçevesinde yaptığımız tahminler ne üzücü ki bir bir gerçekleşmeye başlamıştır.

Uzunca süreden beri, muhtemel olayları öngörerek kamuoyunun ve siyasetin defalarca dikkatini çeken Milliyetçi Hareket Partisi’nin, bu hassasiyetlerinde ne kadar haklı olduğu son gelişmelerle bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bugün artık iyice belirginleşen yol haritasında tanık olduğumuz gibi, AKP ve CHP’nin tehlikeli yolları tercih edebileceğine dair kaygılarımıza geçmişte yer vermiş, bu yoldaki ısrarların çok ağır bir veballe sonuçlanabileceğini önceden önemle vurgulamıştık.

22 Temmuz seçimlerinden sonra 70 milletvekili ile TBMM’de temsil edilen Milliyetçi Hareket Partisi, sorumlu muhalefet anlayışı ile son beş yılda üzerimize çöken sisleri dağıtmaya çalışmış, yapıcı ve çözüm getiren yaklaşımı ile kutuplaşma ile gerilen Türkiye’nin tansiyonunu düşürmeyi hedeflemiştir.

Ancak, maalesef yaşanan gelişmeler, Milliyetçi Hareket Partisi’nin attığı adımların karşılık bulmadığı, basit ve günlük hesaplarla heba edildiği yeni bir siyasal münakaşa ortamını doğurmuştur.

Daha düne kadar, partimizin Meclis çatısı altında gerginlikleri azaltmak için yürüttüğü uzlaştırıcı siyasete karşı çıkanlar, eleştirenler ve destek vermeyenler, partimizi hafife alanlar, karalayanlar, nihayet bugün bizim çizgimize bir nebze olsun yaklaşabilmişlerdir.

Değerli Milletvekilleri,

Bu tehlikeli gidişatın önüne geçilmesi için demokrasi dayanışması ruhuyla ve ortak aklın rehberliğinde bir kriz yönetiminin bütün unsurlarıyla hayata geçirilmesi Türkiye’nin en önemli ve öncelikli sorunudur.

Gelişmeler kaygılarımızda ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha ortaya koymuş, yaşananlar uyarılarımızın dikkate alınmadığını bütün açıklığı ile göstermiştir.

Dileğimiz ve gayretimiz; kişisel zıtlaşma ve inat ile demokrasimizin küçük siyasi hesaplara ve ihtiraslara kurban edilmeden, siyaset bir kördüğüm haline getirilmeden, ülkemizin bu badireden kurtulmasıdır

Burada herkese derece derece görev ve sorumluluk düşmektedir. Ancak, âdet savma kabilinden sağduyu ve uzlaşma çağrılarıyla sorumluluğu herkese keyfi şekilde ve seyyanen paylaştırmak, meselenin özünü anlayamamanın dışında ucuz bir idarei maslahatçılık olacaktır.

Bu süreçte kimin nerede durduğu ve ne yapmak istediğinin çok iyi tespit edilmesi bu bakımdan büyük önem taşımaktadır.

Bu tespit doğru biçimde yapılmadan, adı ve adresi konulmamış anonim sağduyu ve uzlaşma çağrılarıyla bir sonuç alınamayacağı bir gerçektir.

Sağduyu, doğru ve yanlışı ayırma yeteneği ve doğru yargı yapma gücü olarak tanımlanmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında, özellikle TÜSİAD ve TOBB’un, AKP yönetiminde yıkım ve tahribat yılları olarak geçen son beş yılda, bu tanıma uygun olarak ne yaptıkları sorusunu kendilerine sormaları ahlaki bir yükümlülük olacaktır.

Ekonomik ve Sosyal Konsey üyesi olan kuruluşların, bu alanlarda yaşanan felaketler karşısında, sağduyuyu ne kadar hatırladıkları da, aynı şekilde sorgulanması gereken bir husustur.

  • Herkes şu hususlar üzerinde çok iyi düşünmeli, önyargıları ve suyasabuna dokunmadan ortalama konuşma alışkanlıklarını bırakarak bunlardan doğru sonuçları çıkarmaya çalışmalıdır.

- Bu konuda adım atması ve inisiyatif alması gereken sadece ve sadece siyaset kurumudur. Yargı bu sürecin dışındadır.

- Krizden çıkış arayışlarının yegâne adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.

Meclis’te sahip olduğu çoğunluk nedeniyle bu süreçte tek başına belirleyici konumda olan AKP’dir.

Bu bakımdan gerilimi azaltma yönünde somut adımlar atarak çözüm arayışları sürecini başlatmak ilk planda Sayın Başbakan’ın görevidir.

- Aleyhine kapatma davası açılan ve kendisini meşruiyet içinde hukuki yollarla savunmak durumunda olan da AKP’dir.

Bu nedenle, Sayın Başbakan somut çıkış yolu olarak neyi öngördüğünü, muhalefetin desteğini hangi konuda aradığını, geliştirdiği hangi yöntemi tartışmamızı istediğini ve bundan neyi amaçladığını bütün yönleriyle açık ve dürüst olarak ortaya koymak zorundadır.

  • Konunun siyasi ve hukuki çerçevesinin bunlar olduğunu aklı başında herkes görebilecektir.
  • Ancak Sayın Başbakan bütün bunlar yokmuş gibi fevri hareket etmekte; bir çözüm sürecinin önünü açmak için makul bir yaklaşımla ortaya çıkamamaktadır.

Sayın Erdoğan’ın kapatma davası sonrası sergilediği tavır bu bakımdan anlaşılabilir değildir.

  • Konunun özünden sürekli kaçan Sayın Başbakan mutlak haklılık psikolojisi içine girmiştir.

- Buna göre herkes haksız, herkes hatalı ve herkes kendisine tezgâh kurmaktadır.

- Kendisinin bu noktaya gelinmesinde hiçbir hatası ve sorumluluğu bulunmamaktadır.

- Böyle bir savunma mekanizması geliştiren Sayın Başbakan, etrafına ördüğü sorumsuzluk duvarı içinde özeleştiri yapamamakta, gerçekleri ve tehlikeleri görememektedir.

- Milletvekili dokunulmazlığını bugüne kadar arkasına saklanacağı bir koruma zırhı olarak gören Sayın Başbakan, şimdi de aynı amaçla milli irade kalkanına sığınmaya çalışmaktadır.

Arkamda halk desteği var, önümden çekilin diyen Başbakan, meşruiyet sınırlarını tanımama ve her istediğini yapma konusunda açık çek istemekte ve bunun hakkı olduğunu iddia edebilmektedir.

- Bunun doğal bir sonucu olarak, kendisi bir kenara çekilmekte ve bu krizden çıkış yollarını bulma sorumluluğunun, bunu yarattığını vehmettiği çevrelere ait olduğu düşüncesindedir.

- Son olarak Bulgaristan’da “Ben ne yanlış yaptım ki geri adım atayım” demesi bunun bir tezahürü olarak görülecektir.

- Sayın Başbakan’ın “eğer muktedir olsaydım kapatma davasını önlerdim” sözleri de, aynı psikolojinin bir yansıması olmuştur.

Bu sözün anlamı, Sayın Başbakan’ın bilinç altında yargıya müdahale etme niyetini taşıdığını, ancak gücü olmadığından bunu yapamadığıdır.

Bu söz bilinçli olarak söylendiyse, bu aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın siyasi meşruiyetini kaybettiğinin ve eğer imkan bulursa Anayasa suçu işlemeye hazır olduğunun açık bir ikrarı olacaktır.

  • Bu ruh hali sağlıklı bir durum değildir.

- Bu psikoloji, kendisi ve partisi için çıkmaz bir sokağın adresidir.

- Önümüzdeki siyasi krizden en az hasarla çıkılabilmesi eğer hala mümkün olabilecekse, bunun için ilk önce bu ruh hali ve kafa yapısının süratle değişmesi elzemdir.

- Sayın Başbakan’ın şimdi sükûnete, sağlıklı düşünmeye ve soğukkanlı bir vicdan muhasebesi yapmaya ihtiyacı bulunmaktadır.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

  • AKP’nin bu süreçte sergilediği tavır, kontrolsüz ve pusulasız bir tepki dalgası şeklinde tecelli etmiştir.

- AKP yöneticilerinin gazetelere yansıyan beyanları, yargı sürecinin “cihat ve kıyamet” anlayışıyla değerlendirildiğini göstermektedir.

- Bu süreci demokrasi taraftarları ve karşıtları arasında son savaş olarak gördüğü anlaşılan AKP’nin, her yolu meşru ve mübah sayan bir anlayışla bütün imkânlarını cepheye sürme hazırlığında olduğu anlaşılmaktadır.

- Bunun için milli irade ile yargı karşı karşıya getirilmekte, basın üzerinden yargıya adeta cihat ilan edilmektedir.

  • Yargı süreçlerini basın vasıtasıyla etki altında bırakmak için başlatılan kampanya son dönemde hız kazanarak sürdürülmektedir.

- Bu baskı kampanyası zaman zaman tehdit niteliğine dönüşmekte, yargı organları alenen hedef haline getirilmektedir.

- Bağımsız yargı ağır bir kuşatma altına alınmıştır.

  • Bu kapsamda;

AKP’nin, meşru olup olmadığına bakmaksızın, her yolla kendini savunma hakkının doğduğu,

Yargı darbesini boşa çıkarmak için gerekirse ülke dışından müdahalelerin meşru sayılabileceği ve,

AKP’nin, AB ve ABD’nin desteğini alarak yargıya karşı mücadele etmesi gerektiği gibi hezeyanlar gazete sütunlarında hayasızca dile getirilebilmektedir.

- AKP’nin kontrolü altındaki basın vasıtasıyla başlatılan bu kampanyada, basın üzerinden Yüce Mahkeme yargılanmak istenmektedir.

- Bunların hukuk devleti ve demokrasi anlayışıyla, basın ahlakı ve sorumluluğuyla bağdaşmadığı açıktır.

  • AKP’li Bakanların da ön planda rol aldığı yargıyı etkileme seferberliğinde Avrupa Birliği sopası da bir tehdit silahı olarak kullanılmakta ve kapatma davası sürdürülürse AB sürecinin askıya alınacağı şantajıyla yargıya gözdağı verilmektedir.

- Bu konuda da Avrupa Birliği’ne sığınan ve yardım isteyen AKP’nin imdat çağrısına beklenen cevap gecikmemiştir.

AB sözcüleri “Türkiye’de yargıya güvenilemeyeceği, yargı reformunun şart olduğu” ve “kapatma davasının Türkiye’nin Anayasal çerçevesinde değişiklik gerektirebilecek bir sistem hatası bulunduğunu gösterdiği” yolunda yakışıksız beyanlarda bulunmuşlardır.

- Avrupa Birliği, PKK’nın sözcülüğünü yapan etnik bölücü Partilerin de kapatılmamasını istemektedir. AKP aleyhine açılan dava konusundaki sözde hassasiyeti de, Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi aşkından ziyade, her istediklerini yaptırdıkları bir taşeronu kaybetme telaşından kaynaklanmaktadır.

- AKP bu tutumuyla, bu krizi TBMM çatısı altında aşmak yerine, çareyi Türkiye’yi her vesileyle aşağılayan Avrupa Birliği’nin koruyucu kanatları altına sığınmakta bulduğunu göstermiştir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

  • Ana muhalefet Partisi CHP’nin bu konudaki tutumu ve kendisi için belirlediği savunma çizgisi artık bütün yönleriyle bilinmektedir.

- Türkiye’nin ortak değeri ve devletin temel taşlarından birisi olan laiklik ilkesini bir cephe hattı olarak gören bu yaklaşım, siyasi gündemdeki sorunları ve bunların çözüm imkânlarını münhasıran bu pencereden değerlendirmektedir.

- Siyasi partilerin kapatılması konusundaki tutumu da buna göre şekillendirilmiştir.

- Böyle bir yaklaşım içinde olan ana muhalefet partisi, yaşadığımız siyasi krizden çıkış yolları arayışlarına peşinen kapalı ve karşı olduğunu beyanlarıyla ortaya koymuştur.

  • Terörü ve şiddeti meşru bir siyasi araç olarak gören ve etnik bölücülüğün siyasi merkezi olarak faaliyet gösteren PKK maşası siyasi partinin tutumu hakkında değerlendirme yapmak ise yersiz ve gereksizdir.

- Bunların yegâne amacı, hiçbir Anayasal ve yasal engel ve müeyyide olmaksızın serbestçe melanet icra etmek imkânına kavuşmaktır.

- Bu parti, amaçlarının bir kısmını, milletvekili dokunulmazlığı konusunda Sayın Başbakan’ın verdiği garanti ile gerçekleşmiştir.

- Terörü destekleyen partilerin kapatılmaması ve sorumluların cezalandırılmaması hedefine de AKP’nin dümen suyunda yakında ulaşacakları ümit ve beklentisi içine girmişlerdir.

- AKP kapatma davasını düşürmek amacıyla kendisi için özel Anayasal düzenleme yaparsa, bu parti de bundan yararlanacak ve terörün siyasi araç olarak kullanılması ve etnik bölücülük meşru siyasi faaliyet haline gelecektir.

Yaşadığımız süreçte bu partinin hesabı budur.

Bu yöndeki bir Anayasa değişikliği için Meclis’te AKP ile işbirliğine hazırdır.

  • Milliyetçi Hareket Partisi’ne gelince, bu konudaki tutumunu ilk günden ve çok açık bir biçimde ortaya koyan ve somut çıkış yolu öneren yegâne parti olduğunu herkes kabul edecektir.
  • Önerimiz çok açıktır: Bu da, siyasi partilerin kapatılarak cezalandırılması dışında, bundan sorumluluğu olduğu tespit edilen yöneticilere yaptırım uygulanmasıdır.

Bu yöntem, demokratik hukuk devleti ilkesine aykırı olmayacağı gibi, çağdaş ceza hukukunun evrensel normu olan cezaların şahsiliği ilkesine de uygun, makul bir çözüm olacaktır.

  • Bizim bu konudaki yegâne telaşımız demokrasiye sahip çıkmak ve demokratik rejimin yara almasını önlemek olmuştur.

Bunun dışında bizim şahıslarla bir meselemiz yoktur.

Bu bakımdan AKP yöneticilerinin bu önerimizi doğru anlamalarını ve değerlendirmelerini beklediğimizi samimiyetle ifade etmek isterim.

  • Konuya şahıslar penceresinden değil, ilkeler ve Türkiye açısından bakan Milliyetçi Hareket, hukuka ve Anayasa’ya gölge düşürmeyecek, adalet duygularını yaralamayacak ve kamu vicdanını rahatsız etmeyecek bir yaklaşımı ortaya koymuştur.

Bunu eksik ve yetersiz bulabilirsiniz. Kendi özel amaçlarınız bakımından uygun olmayacağını düşünebilirsiniz.

- Ancak, Milliyetçi Harekete bu konuda yön veren düşüncelerin samimiyetinden şüphe etmeye, önerimizin unsurlarını saptırarak yanlış biçimde kamuoyuna takdim etmeye kimsenin hakkı yoktur.

- Bu çerçevede, Milliyetçi Hareketin ömür boyu siyasi yasak cezasını düşündüğü yolunda basına maksatlı olarak yansıtılan asılsız haberlerin siyasi ahlakla bağdaştırılması mümkün değildir.

- Ömür boyu siyasi yasak hiçbir zaman gündemimizde olmamıştır.

  • AKP’li bazı Bakanların ve bu zihniyetin basındaki temsilcilerinin, MHP’nin önerisini çarpıtarak, bunun “verin Genel Başkanınızı, alın Partinizi” anlamına geldiğini söylemeleri de, önerinin amacını anlamadıklarını veya bilinçli olarak saptırmaya çalıştıklarını göstermektedir.

Önerimizin amacı, açılmış olan bir davada Parti kapatılması yerine ara yaptırımlar uygulanabilmesi için bireysel sorumluluğu belirlemede Mahkemeye yeni değerlendirme kriterleri vermek, yeni bir yorum alanı ve imkânı sağlamaktır.

Bize hâkim olan düşünceleri tahrif ederek ve konuyu kişiselleştirerek Milliyetçi Hareket’in bu samimi çabasına gölge düşürmeye çalışanlara şunları hatırlatmak isterim:

Bizim dürüst ve ilkeli siyaset anlayışımızda mağduriyetten siyasi kazanç sağlamaya yer yoktur. Biz Sayın Başbakan ve AKP ile sandık başında hesaplaşacağız.

Sayın Genel Başkanınız sizin olsun. Biz kendisini alıp da ne yapacağız!

Kapatma davası iddianamesinde suçlanan Genel Başkanınız ve Partiniz, bu süreçte savunmasını yapar ve aklanırsa, biz bundan demokrasi adına sadece memnuniyet duyarız.

Sizler de şarkı nakaratlarına uygun olarak yolunuza devam edersiniz.

Bizim sizin Genel Başkanınızla ve sizlerle beraber yürüdüğümüz ve bundan sonra da yürüyeceğimiz bir yol yoktur.

  • Milliyetçi Hareket iyi niyetli bir yaklaşımla yapıcı bir öneride bulunmuş ve bunun tartışılmasını istemiştir.

Bunu tenkit edenlerin, bunu yetersiz bulanların yapması gereken, bulanık suda balık avlamak ve gölge oyunu oynamak yerine, kendilerinin somut bir düşüncesi varsa bunu dürüst ve açıkça ortaya koymaktır.

  • Bu noktada, açıkladığımız, görüşler arasında farklılıklar bulunduğunu, iki hafta önce söylediklerimizle şimdi söylediklerimizin farklı şeyler olduğunu iddia eden Sayın Başbakan’a buradan seslenmek istiyorum:

- Sayın Başbakan bizim siyasi ve fikri çizgimizde hiçbir devirde kırılma ve sapma olmamıştır. İnandığımızı söylemiş, söylediğimize inanmış ve bunun arkasında da sonuna kadar durmuşuzdur.

- Siyasi Parti kapatılması konusunda söylediklerimiz, bunu duymak ve anlamak isteyenler için, çok açıktır, berraktır ve her yönüyle tutarlıdır.

- Bizim beyanlarımız ayaküstü söylenen sözler değildir. Tümü kamuoyu önünde dile getirilmiş ve yazılı metne bağlanmıştır.

15 Mart 2008 tarihli yazılı basın açıklamamız ile 18 ve 25 Mart 2008 tarihli Grup konuşmalarımızın metinleri herkesin istifadesine açıktır.

- Bu bakımdan, tutarsızlık gibi ithamlarda bulunmadan önce yapmanız gereken, bu metinleri iyi okumanız ve doğru anlamaya çalışmanızdır.

  • Bu kapsamda önemli bir konuya daha temas etmek ve Sayın Başbakan’a bununla ilgili son beyanlarına açıklık getirmesi çağrısında bulunmak istiyorum.

Sayın Başbakan, Bulgaristan’da basınla yaptığı sohbet toplantısında başörtüsü konusunda MHP’nin çağrısı üzerine kendilerinin de adım atmak zorunluluğunun doğduğunu söyleyerek, anlaşılması güç bir savunma telaşı içine girdiği görüntüsünü vermiştir.

Geçtiğimiz Pazar günü Partisinin Kadın Kolları toplantısında konuşan Sayın Başbakan, kapatma davası ile ilgili olarak, başörtüsü konusunda MHP’nin verdiği desteğin görmezden gelindiğini, bu ikircikli yaklaşımı tarihin affetmeyeceğini belirtmiştir.

Bir ibret vesikası olan bu sözlerinin ne anlama geldiğini ve neyi amaçladığını açıklığa kavuşturmasını beklediğimizi buradan Sayın Başbakan’a hatırlatmak isterim.

Sayın Başbakan bu beyanlarının akla getirdiği şu sorulara cevap vermek durumundadır:

- Bu sözler, başörtüsü konusunda istemeden ve isteksiz olarak bir adım atmak zorunda kaldığınızın ve bundan şimdi pişmanlık duyduğunuzun bir ifadesi olarak mı görülmelidir?

Sayın Başbakan, durum bu ise yapmanız gereken, dolaylı yollara sapmadan, sözü eğip bükmeden, dürüstçe ortaya çıkıp bunu açıkça söylemek ve geçmişe dönük olarak günah çıkarmaktır.

- MHP’nin desteğinin görmezden gelindiğini söylemenizin ve buna ikircikli bir yaklaşım olarak değerlendirmenizin amacı ve muhatabı da tam anlaşılamamıştır.

Kim neyi görmezden gelmiştir?

Bu sözleriniz, bu çevrelere bir davetiye, bir suç duyurusu olarak mı anlaşılmalıdır?

Bu çevrelerin bu ihbarın gereğini ne şekilde yerine getirmesini istiyorsunuz?

Sayın Başbakan, sizden beklenen bu davetin konusunu ve muhatabını açıklamanızdır. Bunun siyasi ahlakın asgari bir icabı olacağını dikkatinize getirmek isterim.

Biliniz ki, her kararımız siyasal tarihimizin, ilkelerimizin ve duruşumuzun kırılmayan çizgisine uygun olarak alınmaktadır. Milletimizi her türlü sorununu çözmeye yönelik olarak aldığımız kararların, vardığımız mutabakatların ve verdiğimiz sözlerin dün olduğu gibi bugün de arkasında olduğumuzu, buradan bir kez daha kararlılıkla ifade etmek istiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

  • Önümüzdeki zor süreçte kriz ortamından çıkış arayışlarında ana hatlarıyla dikkatinize getirdiğim bu siyasi ve hukuki gerçekler esas alınacak ve çözümler bunların çizdiği çerçeve içinde bulunacaktır.

- Bunun, hukuk devleti ve demokrasinin vazgeçilmez bir gereği olduğunu herkes kabul etmelidir.

- Bulunacak çözümlerin meşru, hukuki ve ahlaki olması, adalet duygusunu ve milli vicdanı zedelememesi ve Anayasa’ya gölge ve şaibe düşürmemesi temel bir ilkedir.

- Hukuk ve meşruiyet zemininde sürdürülecek çözüm arayışlarında yargı önünde başlamış olan hukuki süreçlerin dışardan müdahalelerle etkilenmeye çalışılmaması esastır.

- Bu çerçevenin dışında aranacak formüller demokratik sayılamayacak, hukukun üstünlüğü ilkesiyle ve siyasi ahlakla bağdaşmayacaktır.

- Sağduyu ve uzlaşma çağrıları ve krizi aşma arayışlarının meşruiyet temeli, bu parametreler içinde kalınmasına bağlıdır.

  • Bu ilkeler ışığında bakıldığında, basın ve yayın organlarında tartışılan bazı uzlaşma formülleri ve senaryoların meşru, hukuki ve ahlaki sayılmasının mümkün olmayacağı görülmektedir.

Bununla ilgili olarak şu hususları herkesin dikkatine önemle getirmek isterim.

- Anayasa mahkemesindeki kapatma davasının ve Yüce Mahkemenin önünde bulunan ve henüz karara bağlanmayan diğer konuların, siyasi bir pazarlık denkleminin parçası olması hiçbir şart altında düşünülemeyecektir.

- Her iki süreç kendi mecrasında seyredecek, Yüce Mahkeme bu konularda bir hüküm verecektir.

- Bunun aksini düşünmek, hukuk ve siyaseti bir takasın unsuru olarak görmek ve bunları ucuz bir meta olarak masaya sürmek çok çirkin, gayri ahlaki ve gayri meşru bir pazarlık olacaktır.

Böyle bir sakat anlayış; yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve demokratik hukuk devleti ilkelerinin açıkça katledilmesi anlamına gelecektir.

- Bu söylediklerimiz, bunun dışında kalan yargı süreçleri ve soruşturma aşamasındaki çete operasyonları için de bütünüyle geçerlidir.

Bunu herkes böyle bilmeli ve böyle bir zeminde uzlaşma arayışına girmenin demokrasiye ve hukuk devletine ihanet olacağını ve bunun da çok ağır bir bedeli ve mukabeleyi karşılarına çıkaracağını unutmamalıdır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Dile getirdiğim bu gerçekler ve yukarda özetlediğim hukuki ve siyasi çerçeve ve parametre içinde bulunacak çözümün odağı, Anayasa’nın 68. ve 69. maddeleri ile milletvekili dokunulmazlığına ilişkin düzenlemeler olmak durumundadır.

  • Bu çerçeve içinde yapılacaklar da bellidir. Bunun için önümüzde iki alternatif yol ve tercih bulunmaktadır.

- Bunlardan birincisi, partilerin cezalandırılması yerine, bireysel sorumluluk ve siyasi yaptırım odaklı yeni bir Anayasal ve yasal çerçevenin hayata geçirilmesidir.

- İkinci yol ise, devletin temel ilkelerine, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı fiil ve eylemlerin tümünü cezasız bırakmak ve terör ve bölücülük dahil bu esaslara aykırı faaliyetleri, siyasi partiler ve yöneticileri için meşru hale getirecek zorlamalarla Anayasal düzenin temellerine dinamit koymaktır.

  • Meclis çoğunluğuna sahip Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önündeki tercihler bunlardır.

Sayın Başbakan şimdi bunlardan birini seçecektir.

  • Bu gerilim yüklü ortamı rahatlatmak ve basiretli bir kriz yönetimi ile Türkiye’yi bu girdabın dışına çıkarmak görev ve sorumluluğu şimdi Sayın Başbakan’ın ve AKP’nin omzundadır.

Bu konulardaki düşüncelerini son iki hafta içinde bütün yönleriyle ortaya koymuş ve gereken telkin ve uyarılarda bulunmuş olan Milliyetçi Hareket siyasi bakımdan vicdan huzuru içindedir.

- Siyasi partilerin cezalandırılması yerine, bireysel sorumluluğu olanlara siyasi yaptırım uygulanmasının adil ve hakkaniyete uygun bir yaklaşım olacağı düşünülüyorsa, Milliyetçi Hareket Partisi bu süreci iyi niyetle tartışmaya açmıştır.

- Bu yaklaşım kabule şayan bulunmuyorsa, Sayın Başbakan bunun somut gerekçelerini dürüstçe Türk milletine anlatmalı ve kendisinin ne düşündüğünü ve bunun hangi hukuki ve ahlaki ilkelere dayandığını bütün açıklığıyla ortaya koymalıdır.

Milliyetçi Hareket, Sayın Başbakan’ın hukuk, meşruiyet ve hakkaniyet çerçevesindeki somut önerilerini değerlendirecek ve bu konudaki tutumunu gerekçeleriyle birlikte kamuoyuyla paylaşacaktır.

- Sayın Başbakan, bütün bu ilkelere aykırı olarak devleti yıkmak, ülkeyi bölmek ve Cumhuriyet’in temellerini tahrip etmek için açık çek anlamına gelecek ve bu eylem ve faaliyetlerin önünü açarak suç işleme ruhsatı ve cezasız kalma imtiyazı sonucunu doğuracak Anayasal zorlama yolunu seçerse, bunu Türk milletine izah etmek durumunda kalacaktır.

Bu düzenlemeleri hayata geçirmesi de, PKK temsilcisi DTP ile Meclis içinde yapacağı ittifaka ve referandum zorlamasını göze almasına bağlı olacaktır.

Türkiye’yi çok büyük sarsıntılara ve bölünmelere sürükleyecek referandumda bu güç birliği cephesinin alacağı sonuç ve bu sürecin Türkiye için ortaya çıkaracağı tehdit ve tehlikeler de tarihin ve milletin şahitliğinde yaşanarak görülecektir.

Bu konudaki son sözümüz şudur:

Sayın Başbakan iyi düşününüz ve artık bir karar veriniz.

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi partimizin kurucusu ve ilk Genel Başkanı, Türk milliyetçilerinin bilge lideri, büyük devlet ve siyaset adamı Alparslan Türkeş Bey’in aramızdan ayrılışının 11. yıldönümü, 4 Nisan 2008 Cuma günüdür.

Bu vesile ile kalplerimizdeki yeri, gönlümüzdeki sevgisi hiç değişmeyecek olan Başbuğ’umuz Alparslan Türkeş Bey’i bir kez daha saygı ve minnetle yâd ediyorum. Merhum liderimizin kabrinin nur, mekânının Cennet olmasını Cenâbı Allah’tan diliyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı