22.04.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

22 Nisan 2008

Değerli Milletvekilleri,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, yarın Türkiye Büyük Millet Meclisimizin açılışının 88. yıldönümünü, “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak gururla kutlayacağız.

Bu itibarla, bu hafta yapacağım Grup konuşmamda, her gün ayrı bir yoğunluk kazanan güncel gelişmelerden daha önemli olduğuna inandığım, içinde bulunduğumuz haftanın anlamına da uygun biçimde, 1920 yılında Yüce Meclisimizi ortaya çıkaran stratejik şartlar ile bugün karşı karşıya olduğumuz bunalım tehlikesinin analizini yapmaya çalışacağım.

Milletimize yönelik olarak öngördüğüm riskler ile devletimize karşı giderek tırmandığını hissettiğim tehditleri, bu kutlu çatı altından sizlerle ve milletimizle paylaşmak düşüncesindeyim.

Bu maksatla Türk milletinin bekası, huzuru ve refahının geleceği için Milliyetçi Hareket Partisi’nin duyduğu kaygılar ile muhtemel gelişmeler hakkındaki görüş ve düşüncelerimi, vekillerinin huzurunda emanetin sahibi olan aziz milletimize açıklamak istiyorum.

Büyük Türk Milleti,

Milletimizin Muhterem Vekilleri,

2008 yılı, milliyetçiler için içerdiği başka anlamlara ilave olarak, milletimizin iradesinin tecelli ettiği Meclisimizin açılışının üzerinden 88 yılın geçmiş olduğunu ve iftihar ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ise 85. yıldönümünü yaşamaya başladığımızı ifade eder.

Meclisimizin kuruluşu ve Cumhuriyetimizin ilanı gibi Türk tarihinin birbirini tamamlayan bu iki muhteşem eseri, özellikle 1900’lü yılların başından itibaren milletimizin yaşadığı kan, gözyaşı ve göçlerle dolu acı ve ıstıraplı bir dönemin artık sona erdiğinin vatanseverlerce ilanı ve tarihi bir tescilidir.

Bundan tam seksen sekiz yıl önce, 23 Nisan 1920 tarihinde bir Cuma günü, Ankara'ya ulaşabilmiş vekillerin katılımıyla Ulus’taki eski taş binada başlayan ilk toplantı, milletimizin makûs talihinin mutlaka döneceğini müjdeleyen bir iradenin eseridir.

En yaşlı üye olması sıfatı ile Başkanlık Kürsüsü’ne çıkan Sinop Milletvekili Şerif Bey’in yaptığı açılış konuşması, yabancı kuvvetler tarafından işgal olunan İstanbul’un, devletin bağımsızlığını ve milletin hürriyetini korumaktan düştüğü aczi ve teslimiyeti vurgulaması açısından önemli ve tarihidir.

25 Nisan 1920 tarihine geldiğimizde ise yalnızca yasama değil, aynı zamanda yürütme gücüne de sahip Büyük Millet Meclisimiz, başkan seçilen Atatürk’ün imzası ile bir bildiri yayınlayarak, Türk milletinin birlik ve beraberliğini öne çıkarmış, dönemin işgalcilerine karşı mücadeleye çağırmıştır.

Ne mutlu ki, bu çağrı, yılların tahribatı ile atıl ve hareketsiz duran aziz millet vicdanında cevap bulmuştur. Başta Atatürk olmak üzere kurucu kahramanların, Büyük Millet Meclisi çatısı altındaki sevk ve idaresi ile ülkemiz, Cumhuriyetle sonuçlanacak ihtişamlı başarıyı yakalamıştır.

Büyük Millet Meclisimizin açılışı ile başlayan sürecin son noktası olan aziz Cumhuriyetimiz,

  • Özellikle Çanakkale’den itibaren kararlılıkla savunulan ve misak-ı milli ile anlam bulan milli coğrafyanın tescili,
  • Türk milleti kimliği etrafında oluşan toplumsal kucaklaşma ve kaynaşmanın zirveye ulaşması,
  • Millet egemenliğine dayalı demokratik bir yönetim tarzının vazgeçilmez hale gelmesi,
  • Din ve vicdan hürriyetinin, laikliğin koruyuculuğu altında zemin, değer ve serbestlik bulması,
  • Ve nihayet, dayatma ve tehditleri reddeden bir milli devletin, onurlu, bağımsız ve kararlı duruşunun tüm dünyaya duyurulmasıdır.

Ancak, ne üzücüdür ki, Türkiye’mizde geride kalan inişli çıkışlı bir asra yakın zamandan sonra, ihmal ve gafletle geçen senelerin birikmiş sorunları yeniden baş göstermiştir.

Milletimiz bugün, beka düzeyindeki tehditlerle dolu bir süreci ve devletimiz ise kurucu hassasiyetlerin sarsıntısını bütün şiddetiyle yaşamaktadır.

Türkiye’miz bu çalkantılar neticesinde, kudretli, kaynaşmış, huzurlu, gelişmiş ve geleceğinden emin bir lider ülke olma hedefinden giderek uzaklaşmaktadır.

Küresel güçlerce yazılan senaryoların acımasızca sahnelendiği yakın coğrafyamızda yıkıcı etkiler altına giren ülkemiz ağır sorunlarla karşı karşıyadır.

Dışa bağımlılığın giderek arttığı, halkının çaresizlik içinde yoksullukla, yolsuzlukla boğuştuğu, milli kardeşlik duygularının sarsıldığı bir dönemin bütün tahribatı, hayatın her alanında hissedilmektedir.

Gecikilmesi halinde, kapanması mümkün olmayan derin yaraların açılacağı, milli birlik ve bütünlüğümüzün onarılamayacak kadar zedeleneceği bu çok tehlikeli süreç, Türkiye’nin önüne adım adım ve sinsice konulmuştur.

Karşımızdaki gerçek, basit, kısır ve günlük siyasi çekişmelerle geçiştirilemeyecek kadar ciddi, devlet ve millet hayatımızın devamını etkileyecek kadar önemli boyutlara ulaşmıştır.

Türkiye’nin bölünmesi, Türk milletinin kardeş kavgalarına sürüklenmesi gibi çok ağır bir yıkımla sonuçlanabilecek gelişmeler, maalesef Milli Mücadele dönemimizin kaygı ve tehditleri ile stratejik benzerlikler göstermeye başlamıştır.

  • Türkiye’miz dört bir yandan yabancı sermaye çevreleri ve onların yerli acente ve işbirlikçileri ile kuşatılmak istenmektedir.
  • Türk milletini ayakta tutan yapı taşı olan birlik ve beraberliğimiz tahrip edilmekte, kardeşlik duygularımız zedelenmektedir.
  • Tarihi şerefle dolu milletimiz, kanlı önyargılardan beslenen “soykırım” yalanları ile mahkûm edilmek istenmektedir.
  • Milletimizi binlerce yıldır ayakta tutan temel manevi yapı, gelenek, aile, ahlak ve inanç gibi değerlerimiz, eğitimsizlik ve istismarın yanı sıra ağır yoksulluğun vicdanlardaki tahribatı ile giderek yozlaşmaktadır.
  • Can ve mal güvenliğimizi yakından etkileyen, emniyet ve asayiş sorunları milli varlığımızı tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır.
  • Milli kültürümüz ve güzel Türkçemiz, küresel ilişki ve etkileşimin neden olduğu tahribata ilave olarak, bu kavramlara gösterilmeyen özen ile milli bağlarımız kopma noktasına gelmiştir.
  • Annelerimizin gözleri yaşlı, gençlerimiz umutsuz, yetişkinlerimiz işsiz, çocuklarımız eğitimsiz, toplum karamsar ve pusulasızdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ne dayatılan dönüşümün sosyal, ekonomik, psikolojik ve siyasal şartları, bu talepleri bir talimat gibi algılayan sadık hizmetkârları ve ilkesiz siyaset tüccarları tarafından kayıp yıllar içerisinde adım adım olgunlaşmıştır.

Milletçe yaşamaya başladığımız buhranın kaçınılmaz sonucu;

  • Mali yapımızda ve milli sermayemizde güçsüzlük ve yabancılaşma;
  • Ekonomik yapımızda taviz ve teslimiyet,
  • Sosyal yapımızda güvensizlik ve kargaşa,
  • Siyasi yapımızda ilkesizlik ve istismar,
  • Milli kimlikte çözülme ve ayrışma,
  • Ahlâki bünyemizde çürüme ve yozlaşma,
  • Uluslararası ilişkilerde ise şantaj ve dayatma olarak bütün şiddetiyle karşımızdadır.

Bu gelişme Sevr’e boyun eğen, Mondros’u imzalayan son Osmanlı hükümetlerinin girdiği sarmalla benzerlikler göstermektedir.

Türkiye yaklaşık bir asır sonra, yine uluslararası iktisadi mahkûmiyetin neden olduğu bir stratejik denklemin içine hapsolmuştur.

Gelinen nokta, Cumhuriyetin kuruluşu ile elde edilen kazanımlarla, devlet ve millet hayatımızın temelini oluşturan kurucu ilkelerin bir yol ayrımına sürüklendiğini ortaya koymaktadır.

Bu karanlık gidişe dur denilemez ve bir son verilemez ise, ülkemiz önce iki dilli ve iki ortaklı, gelişmelere göre çok dilli ve çok ortaklı bir federal devlet yapılanmasına doğru hızla sürüklenmektedir.

Türkiye Cumhuriyetinin yıkımı anlamına gelecek bu sözde formüller, maalesef artık bazı çevrelerce makul bulunmaya, girilen çıkmaz sokaktan bir kurtuluşun reçetesi olarak dillendirilmeye başlanmıştır.

İşin üzücü ve hayret uyandırıcı yanı, bir türlü durdurulamayan terörün vesayetinde bulunan yıkıcı ve bölücü taleplerin, kendilerini aydın ilan eden çevrelerce, çağdaşlaşmanın ve Avrupalı olmanın bir gereği olarak algılanması ve bu dayatmaların bilimsel ve akademik gelişme şeklinde sunulmaya çalışılmasıdır.

Bu mihraklar, çağımızın, vazgeçilmez bir gerçeği olan “demokrasi, özgürlükler, insan hakları” gibi sihirli sözcükleri basamak yaparak, sözde gelişmiş toplum projelerinin kılıfını hazırlamakta mahir hale gelmişlerdir.

Yerli ve yabancı mekanizmaların yardım ve kontrolünde, topluma ustaca dayatılan “demokratikleşme, çok kültürlülük, alt kimliklerin siyasallaşması, ana dilde eğitim, bölücülüğe ve teröre af ve yerel yönetimlere özerklik” gibi yıkım projelerinin ilerleme kaydetmesi durumunda, bu badireden ne cumhuriyetimizin ve ne de milletimizin bütünlük içinde ve salimen çıkması mümkün görülmemektedir.

Süreci okuyamayan veya okumak istemeyen odakların, hadiselerin akışına olumsuz etkileri ve tahribatları bütün hızıyla ve artarak devam etmektedir.

Türkiye’yi Osmanlı Devletinin yıkılış şartlarına ve şablonuna kadar götürmesi kaçınılmaz olan bu sürecin, herkes tarafından mutlaka iyi analiz edilmesi, devletimizin ve milletimizin geleceği açısından hayati derecede önemli olacaktır.

“Türk milleti” tanımını kapsayıcı ve yeterli bulmayıp iç ve dış etki ve baskılarla, başka kimlik arayışlarının artış göstermesi ve bunun da önümüzdeki dönemde özellikle anayasa hazırlığındaki siyasal iktidar tarafından hukuki ve siyasi bir karşılığa oturtulması, Türkiye’nin yıkım sürecinin başlaması demektir.

Bilinmelidir ki, “Türk Milleti”nin alt kimliklere doğru dönüş göstereceği bu vahim süreçte, Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği ulus-devleti ve üniter yapıyı korumak ve yönetmek, bu şartlar altında tamamen imkânsız hale gelecektir.

Buradan, önce bir Türk milliyetçisi, sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir mensubu ve nihayet Genel Başkanı olarak aziz milletimizi aydınlatmayı bir milli sorumluluk ve vatan görevi telakki ediyorum.

Biliniz ki, göz ardı edilemeyecek, basit tedbirlerle geçiştirilemeyecek, masum talepler olarak küçümsenmeyecek derecede önemli olan, karşımızdaki bu ağır tehdit;

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, geleceğini ve sınırlarını hayati derecede yakından etkileyecek düzeyde bir beka sorunudur.
  • Aziz milletimizin bin yıllık kardeşliğini ve milli kimliğini aşındırarak, milletleşmeyi alt kimliklere; ulus-devleti ise çok kimlikli ve çok dilli bir yapıya dönüştürecek olan sosyolojik parçalanma sorunudur.
  • Türkiye’nin kendi coğrafyası ve insanlarını kendi başkentinden yönetemez hale geleceği ve hükümranlık gücünü kaybedeceği, devlet yapısına yönelik bir tehdit olarak stratejik çözülme ve siyasal dağılma sorunudur.
  • Türkiye’nin ayrışma dinamiklerinin etkisini tırmandırması ve etnik bölücülüğün siyasallaşması halinde yaşanabilecek çatışma ortamı nedeniyle, birliğimize de tehdit teşkil eden bir milli güvenlik ve asayiş sorunudur.

Türkiye’nin karşısındaki tehlikenin ana hatları özetle budur.

Bu itibarla, Türkiye, 1910’lu yıllara eşdeğer bir ateş çemberinden geçerken, yüreğinde vatan sevgisi, millete mensubiyet ve Cumhuriyet kaygısı olan hiç kimsenin bu gelişmelere kayıtsız kalması düşünülemez ve asla kabul edilemez.

Aziz vatandaşlarım,

Muhterem Milletvekilleri,

Teslimiyetçi bir yönetimin elinde adım adım ülkemizi içine çekmeye başlayan bu anaforun tesir alanında, maalesef bir yanda idareci elitler, bir yanda aklı ve tercihi karıştırılmaya çalışılan muhterem millet varlığı, diğer taraftan ise bu çekime kapılmaktan kurtulamamış kurum ve kuruluşlar vardır.

Özelikle milletin varlığı ve devamında vazgeçilemez güç unsurları olan sanayi, ticaret ve finans aktörleri, yanlış kurgulanan bağımlı ekonomik sürecin yörüngesine yerleşmişler ve milli konuları göz ardı edecek kadar menfaat bağı ile kilitlenmişlerdir.

Gündelik hayat kavgasının ve yaşanan yokluğun sonucu oluşan bu çaresizlik ortamı, geçim derdindeki vatandaşımızın ne üzücüdür ki seçeneksiz ve sessiz kalmasına neden olmaktadır.

Ülkemizi bekleyen bu tehlikeleri, gündelik hayatını kazanmaya çabalayan aziz milletimizin gözünden ve gönlünden kaçırmak için ise sinsice kurgulanan örtme, gizleme ve yönlendirme mekanizmaları devreye girmektedir.

Her eve kadar giren etkili medya gücünün kullanıldığı bu oyalama kampanyası, bütün yönleri ile ortaya konmakta, kamuoyunun dikkati yapay gündemlerin neden olduğu sanal tartışmalarla alabildiğine meşgul edilmektedir.

Karşımızdaki oyun belli olmuştur. Küresel güçler, kurguladıkları gelecek projelerinin önündeki milli devlet engellerini zayıflatmak, kontrol altında tutmak veya ortadan kaldırmak peşindedirler.

Buna ulaşmanın sözde çağdaş yorumu ise milli devletlerin;

  • Ya alt kimliklere ve kültürlere ayrılarak sosyal ve siyasal yapısının çözülmesidir;
  • Ya da milli direncin kırılması için küresel üst birliklerle yakınlaşarak egemenliğin paylaşılmasıdır.

Bugün Türkiye, iki sürecin de aynı anda karşımıza çıkardığı sorunlarla uğraşmaktadır.

Bir yandan, teslim psikolojisi içinde sürüklendiği AB müzakere süreciyle bu tür bir üst bağlılığa gönüllü olarak zaten talip olmuştur.

Diğer yandan yine aynı sürecin dayatmaları ile etnik ayrışma ve milli kimliğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır.

Bu durum ülkemizi, iki ağır tehlikeyle ve aynı anda mücadele etmek mecburiyeti ile yüz yüze bırakmıştır.

Bu itibarla, düşe kalka gelinen bu aşamadan sonra, Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkilerini daha fazla tahribata neden olmadan, sonu karanlık bir maceraya dönüşmeden derhal yeniden sorgulamalıdır.

Bugünkü şartlar ve müzakere zihniyetinin ortaya koyduğu gerçek, mevcut millet ve devlet yapımızla Avrupa ile birlikte müşterek bir geleceği paylaşamayacağımızı işaret etmektedir.

Ancak, Avrupalı olma adına göz yumulan kimlik tahriklerine, iç ve dış etki ve baskılarla tavizlere devam edilmesi ve bu taleplere önümüzdeki dönemde anayasal kılıf ve zemin hazırlanması, beklediğimiz vahim gelişmelerdir.

Bunun gerçekleşmesi halinde, “Türk Milleti’ne olan mensubiyet bağlarını kopartmadan korumak ve ortak bir geleceği, ortak bir coğrafyada, ortak devlet çatısı altında paylaşma arzusunu canlı ve diri tutmak imkânsız hale gelecektir.

Son zamanlarda dikkatleri bölücülüğün silahlı boyutu olan terör örgütünün imhasına yoğunlaştırarak, silahsız bölücülüğe toplumu razı edecek ve isteklerini masum hale getirecek ince bir siyasetin izlendiği dikkatleri çekmektedir.

Bugün, terörden beslenerek masumane istekler olarak meşrulaşma eğilimi gösteren bölücü talepler olan “federasyon, ayrı bayrak, ayrı eğitim dili, ortak kurucu halk, çokluklar devleti ve hatta ayrılma tehditleri” gibi ihanet kavramları, karşımızdaki tehlikenin boyutlarını algılamak açısından yeterlidir.

Türkiye’nin ve büyük Türk milletinin kaderi üzerinde kumar oynayanların maksadının, Türkiye’yi ayrışma, ayrıştırma ve çatışma ortamına yönlendirmek olduğu artık bütün gerçeği ile ortadadır.

Asıl üzücü olan ise, Türkiye’nin karşısına çıkartılan bu zorlu süreci yönetebilecek ve bu çok yönlü tehditleri bertaraf edecek vizyona, inanca, stratejiye, yönetime ve bağımsız karar mekanizmaları ve iktidar gücüne ülkemizin sahip bulunmuyor olmasıdır.

Bu olumsuzluklara ilave olarak, üzerinde bulunduğumuz bölge coğrafyasında yaşanan küresel gelişmeler de, Türkiye’nin içine sürüklendiği süreci hızlandırmakta, çözüm adı altındaki önerilerin bölgesel senaryolarla ortak payda oluşturmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.

Bölgemizde etkisi hissedilen küresel güç, işbaşındaki ilkesiz iktidarı, tehdit, telkin, şantaj, dayatma, işbirliği veya sözde iyi ilişkiler gibi elastiki ve değişken mekanizmaları ardı ardına deneyerek kontrolüne alabilmiştir.

Bu süre içinde ülkemizi denetim altında tutacak ekonomik ve siyasi tuzaklar döşenmiş, Türkiye komşusu Irak’taki gelişmelere müdahale sürecinden tamamen dışlanarak, başka Türkmen nüfusun hakları olmak üzere sözde kırmızı çizgileri defalarca ihlal edilmiştir.

Büyük Türk Milleti,

Aziz Milletvekili Arkadaşlarım,

Türkiye’nin başka devletlerin izni ve müsamahası ile kurulmuş bir lütuf cumhuriyeti ve sömürge artığı olmadığı tarihi bir gerçektir.

Tıpkı 88 yıl önce Meclisimizin açılışında anlam bulduğu gibi, vatanın her köşesinden mücadeleye katılan evlatlarının teriyle, kanıyla ve emeği ile doğmuş; aklın, cesaretin ve kahramanlığın milliyetçilikle yoğrulduğu milli, üniter ve laik bir devlettir.

Bin yıla yakın bir süredir beraber yaşayan ve ortak bir kaderi paylaşan bütün Türk vatandaşları, bu yapı içinde Türk Milletinin eşit ve onurlu evlatlarıdır.

Bu sarsılmaz milli bağ, Türk milli kimliğinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcıdır.

Türk milletinin en büyük zenginliği ve güç kaynağı ise bu temel harca ruh ve anlam katarak tarihin her döneminde koruduğu ve yücelttiği milli birliği ve kardeşliğidir.

Biz herkesi, büyük Türk milletinin saygıdeğer bir evladı olarak görmeye sonuna kadar devam edeceğiz.

Bize göre, bu topraklara vatanım, bu insanlara milletim, bu bayrak ve bu ülke benim diyen herkesle kucaklaşmak, üç kıt’ayı asırlarca yönetmiş aziz ceddimizin manevi mirası ve kutlu bir emanetidir.

Milliyetçi Hareket Partisi büyük Türk milletini;

  • Ortak bir tarihîn sunduğu zemin üzerinde,
  • Birlikte yaşama arzu ve iradesini ortaya koyan,
  • Tarihî süreçte ortak bir kaderi paylaşma duygusunu ve gelecek ülküsünü taşıyan,
  • Milletler camiasında kendine has vasıf ve kimliğe sahip olduğuna inanan sosyal bir bütün olarak mütalâa etmektedir.

Bu itibarla, büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünde anlamını bulan millet gerçeği, Türkiye’mizin bağımsız, güçlü ve demokratik bir ülke olarak ilelebet var olmasının da sosyal ve kültürel temeli ve olmazsa olmaz ön şartıdır.

Önümüzdeki dönem, önemli siyasi ve sosyal gelişmelere açık gerilimlerle dolu bir yeni çatışma alanının yaklaştığını işaret etmektedir. Geren ve gerilen arasındaki ince çizgi kopma noktasına gelmeden gösterilecek hassasiyete büyük ihtiyaç vardır.

Toplumun her kesimini derinden etkilemesi kaçınılmaz olan bu dönemde her kurum ve kuruluş, her vatan evladı bilinçle ve sağduyu ile davranmalı, ayrışmayı derinleştirecek muhtemel tuzaklara dikkat etmelidir.

Türk milliyetçileri, alçakça tezgâhlanan oyunların içine çekilmemek ve Türkiye üzerinde yapılan ihanet hesaplarının amaçlarına hizmet etmemek için sükûnetlerini korumaya sonuna kadar devam edeceklerdir.

Ancak, Türkiye’nin geleceği hakkında kumar oynamak ve bölücü emelleri için Türkiye’yi karanlık bir tünele zorla sürüklemek isteyenlerin hesaplarını boşa çıkarmak da hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır.

İnanıyorum ki, Türk milleti böylesi bir ülkü birliğiyle, sağduyu, irfan ve basireti gösterecek ve ne derece vahim olursa olsun her felaketi aşacak güce sahip olduğunu, dosta ve düşmana bir kez daha mutlaka ispat edecektir.

Yakın milli tarihimiz, çok daha umutsuz ve karanlık günlerde büyük Türk milletinin dirilişinin ve yükselişinin muhteşem örnekleri ile doludur. Türk milleti, karşısına çıkan bütün güçlükleri, tek vücut olarak ve ortak çabalarla aşma kudretini göstermiştir.

Bütün ümidim ve temennim, bugün de vatan ve millet sevdalılarının devletimize ve milletimize ruh veren ortak paydalarda bir araya gelerek Türkiye’yi hak ettiği mutlu yarınlara taşıyacak buluşmayı göstermesidir.

Elbette, her yaşayan millet gibi, her varlığını sürdüren devlet gibi demokratikleşme, insan hakları, bireysel hak ve özgürlükler, sosyal adalet ve hakkaniyet konularında alacağımız daha çok mesafe vardır.

Ancak, bizim kavramları putlaştırarak “milletsiz demokrasi” peşinde koşmak gibi bir lüksümüzün olmadığı da açıktır.

Parçalanmış, birliği bozulmuş, çözülmeye yüz tutmuş bir millet varlığının, yalnızca demokrasi ile yaşatılmaya çalışılması, yoğun bakım şartlarında solunum cihazına bağlı bir hayatı bilinçsizce sürdürmek gibi anlamsız ve yetersiz bir çaba olacaktır.

Aziz Vatandaşlarım,

Değerli Milletvekilleri,

Her şeye rağmen, yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik sorun ve sıkıntılar bir vesile ile aşılacak ve zaman içinde mutlaka geride kalacaktır. Bu kayıpların telafisi her zaman mümkündür. İnancımız da, mücadelemiz de bu yöndedir.

Ancak, yaralanmış milli birliğimizin ve tahrip edilmiş kardeşliğimizin bin yılda oluştuğu düşünülürse, bu kaybın telafisi mümkün değildir, kısa sürede geri getirilmesinin de imkânı yoktur.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin milli bütünlüğümüzün bozulmasına yönelik tehlikelere karşı gösterdiği bu yüksek hassasiyet ve ısrarlı ikazların da öncelikli nedeni budur.

Bu samimi endişelerimiz, aşırı bir korkunun ve gereksiz vehmin ürünü değildir.

Bütün dikkati ve duyarlılığı Türklüğün yaşaması üzerine şekillenmiş olan köklü bir siyasal hareketin, mutlaka dikkate alınması gereken uyarıları ve öngörüleridir.

Bu hayati konunun hafife alınmaya, kısır tartışmalarla oyalanmaya asla tahammülü yoktur.

Toplumsal çatışma fitilini ateşleme riski bulunan önümüzdeki gelişmeler hepimiz için hayati önem taşımaktadır.

Bu bakımdan kimse tahrik ve tertip peşinde koşmamalı ve Türk milletinin gücü ve kararlılığı üzerinde yanlış hesap yapmamalıdır.

Yarın açılışını kutlayacağımız Türkiye Büyük Millet Meclisimizin şanlı mücadelesi, bundan 88 yıl önce de yanlış hesap peşinde koşanların acı akıbetlerini göstermesi bakımından, ibret alınması gereken bir tarihi vakıadır.

Ve bu gerçekten yola çıkarak, tarihin hiçbir döneminde, Türk milletine yapılan ihanetlerin karşılıksız ve başkaldırıların cezasız kalmamış olduğu hatırlardan çıkarılmamalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi ve ona gönül vermiş Türk milliyetçilerinin asırlık fikriyatını ve sarsılmaz karalılığını buradan bir kez daha, bu vesile ile aziz milletimizle paylaşmak istiyorum:

  • Devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti, dayandığımız milletin adı Türk milletidir.
  • Büyük Türk milleti asla ayrılık kabul etmeyen ve etmeyecek olan bölünmez bir bütündür.
  • Türkiye Cumhuriyeti Devleti, büyük Türk milletinin kalpgâhı, hayat ve varlık alanıdır.
  • Başkentimiz Ankara, Cumhuriyetimizin yönetim merkezi ve Milli Mücadele kahramanlarının Türklüğe bir emanetidir.
  • Bayrağımız, hiçbir renk ve işaretle değişmesi ve ortak koşulması mümkün olmayan, rengini ecdat kanından almış ay yıldızlı albayraktır.
  • Yüksek kahramanlığı abideleştiren, milli mücadeleyi destanlaştıran manzum şaheserimiz, alsa yenisi yazılmayacak olan İstiklal Marşı’dır.
  • Türk milletine binlerce yıldır ihtişamlı eserler kazandıran, varlığımıza mana katan kültür ve gönül pınarımız ise lisanımız Türkçemizdir.

Her milliyetçinin bütün benliği ile savunduğu bu mukaddesat, gerek bizimle uzlaşma arayanlar için asgari düzeyde kabul edebileceğimiz yegâne ortak zemin, hem de yanlış hesaplar içinde olanlar açısından dikkat edilmesi gereken hususlardır.

Bu zemin ve ilkeler 1919’da Amasya’dan başlayarak, Erzurum ve Sivas’ta vücut bulmuş kırılmaz bir çizginin, günümüzdeki bir devamı ve ders almasını bilenler için ise ilk Meclis’te ruh ve anlam bulan milli kararlılığın güncellenmiş bir ifadesidir.

Bu itibarla, aziz vatanın kahraman evlatlarının devam eden şahadetleriyle birlikte, kritik bir yol ayrımına yaklaştığımız önümüzdeki dönemde, hiçbir mezhep, köken veya düşünce ayrımı yapmadan, herkesle kucaklaşıp harekete geçmek zamanı çoktan gelmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, iş işten geçmeden, ayrılma ve kırılma yaşanmadan, herkesi, vatan ve millet sevgisi etrafında, siyasi kaygıların üstünde, bir gönül birliğine ve kucaklaşmaya davet etmektedir.

Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde; 1920 yılının yoklukları ile isli gaz lambalarının aydınlattığı, teneke sobaların ısıttığı, mekteplerden sıraların getirildiği ilk meclisin Ulus semtindeki aziz hatıraları, işte o anda gerçek değerini ve yerini bulacaktır.

Ve ne zaman ki milletimizin kardeşliği üzerinden kara bulutlar kalkar ise, işte o zaman da Meclisimizin ilk dönem temsilcilerinin fedakârlıkları, gayretleri ve mücadeleleri daha da anlam kazanacak ve ruhları şad olacaktır.

Hepinizi en iyi dileklerim ve saygılarımla selamlıyorum.

Ne Mutlu Türküm Diyene!

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı