Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Saygıdeğer Hanımefendiler, Değerli Dava Arkadaşlarım, Basımızın Kıymetli Temsilcileri, Sözlerimin hemen başında hepinizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarıma esenlik ve selamet dileklerimi iletiyorum. Yurdumun her köşesinde yaşayan; evinde, köyünde, işyerinde, bağında, bahçesinde, tarlasında, tezgahında hayat ve varlık mücadelesi veren muhterem hanımefendilere saygılarımı sunuyorum. “Kadın medeniyettir” görüşümüzü mahfuz tutarak medeniyetimizi müdafaa etme irademizi sonuna kadar muhafaza etmekten kıvanç duyacağımızı özellikle belirtmek istiyorum. 21-23 Eylül tarihleri arasında partimizin Kadın Kolları Koordinatörlüğü tarafından “Kadınlar Güçlensin, Türkiye Büyüsün” temasıyla düzenlenen genişletilmiş istişare toplantısının partimize, Türk kadınına, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Türkiye’nin her yöresinden Ankara’ya gelen değerli hanımefendi kardeşlerime müteşekkir olduğumuzu altını çizerek dile getiriyorum. “Kadınlar Güçlensin, Türkiye Büyüsün” temasıyla gerçekleştirilen toplantıda emeği geçen başta Kadın Kolları Koordinatörümüz ve Ankara Milletvekilimiz Sayın Nevin Taşlıçay olmak üzere bütün kardeşlerimi içtenlikle kutluyorum. Hepinize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.
Değerli Hanımefendiler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “Yeryüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” veciz sözüyle hepimize ve herkese çok anlamlı mesaj iletmişti. Aynı şekilde kadına verilmesi gereken değeri bu şekilde özetlemişti. Çünkü kadın annedir, kadın eştir, kadın yuvadır, kadın insandır, ailenin temel direğidir. Kadın; toplumun aynası, geleceğimizin ümit ateşidir. Bunların yanında nezakettir, zarafettir, titizliktir, hoşgörünün bizzat kendisidir. Kadın elinin değdiği yerde, kadının olduğu her zeminde fedakarlık vardır, sağduyu ve sabır hâkimdir. Türk kadını kahramanlıklara imza atan, devlet-i ebed müddet, millet-i ebed müddet anlayışına emek ve güç veren iradedir. Kadınsız insanlık, kadınsız toplum, kadınsız gelecek olmaz, olamaz. Bu gerçekten hareketle kadınların hayatın her alanında aktif, eşit, etkin ve katılımcı olmaları vazgeçilmez değer ve önemdedir. Geçtiğimiz yüzyıl hem milletimiz hem de beşeriyet açısından yoğun, yıkıcı ve karmaşık bir döneme sahne olmuştu. 20.yüzyıl tarihin debisinin en yüksek olduğu dönemdi. Değişimlerin hızı oldukça fazla ve tesirliydi. Bu çerçevede temel hak ve hürriyetlerin kazanılması zaman almış, zorlu olmuştu. Özellikle kadınlarla ilgili gelişmelerin seyrini incelediğimizde bu gerçeğin somut bir şekilde karşımıza çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kadınların siyasi, sosyal ve ekonomik haklara kavuşması gecikmeyle de olsa sağlanmıştı. Türkiye bu konuda bir çok gelişmiş ülkeyi kıskandıracak karar ve reformlara imza atmıştı. Kadınların nüfus sayımlarında dikkate alınmadıkları dönem artık çok gerilerde kaldı. Orta Çağ kafası, ilkel dürtüler, cinsiyetçi körlükler çok şükür aşıldı, ekarte edildi. Kadını toplumun gerisine iten, ikinci plana atan, hatta dışlayan yaklaşım ve yanlışlar katılımcı demokrasinin ilkeleri, insani değer ve miraslarla etkisiz bırakıldı. Kadınlar hak ettiği mevki ve mertebelere tam gelemediyse de, bu konuda önemli kazanımların elde edildiğini inkâr edemeyiz, yok sayamayız. “Ne olacak bu memleketin hali” sorusu hemen hemen herkesin hayatının en rutin sohbet konusudur. Bu sorunun her kişiye göre farklı cevapları bulunabilecektir. Ancak bize göre memleketin hali insanımızın haline birebir ve doğrudan bağlıdır. İnsan hayatının dengeli, düzenli, verimli ve huzurlu olması memleketin hal ve gidişatını elbette istikrara kavuşturacaktır. Kuşku yok ki, geleceğe yönelik elimizde hazır bir reçete, isabetle çizilmiş bir harita yoktur. Buna rağmen yarınların nasıl olacağının, tehdit ve fırsatların nelerden oluşacağının, ne gibi değişim ve dönüşümlerin ortaya çıkacağının öngörülmesi, önceden doğru önlemler alınması mümkündür. Bunu yapabilmemiz için; Tarihin hangi aşamasında olduğumuzu, Zamanın neresinde bulunduğumuzu, Medeniyetler ve milletler mücadelesinin hangi noktasında yer aldığımızı ilkelerimiz, ülkülerimiz ve tarihi müktesebatımız kapsamında yorumlamamız şarttır. Karşı karşıya olduğumuz sorunlara yaklaşırken aceleci ve acemi değerlendirmeler, insanı hiçe sayan analiz ve araştırmalar her zaman hatalı yargılara, hasarlı yollara götürecektir. Bu durumda geleceği öngörmek, geleceğin mimarisini gerçekleştirmek, tehlikelere göğüs germek çok zor ve maliyetli olacaktır. Doğru tahminler, doğru tespit ve teşhislere ihtiyaç duyacaktır. İnsanı özne yapmadan, insanı siyasetin asıl ve asal gücü haline getirmeden ne yapılacak bir tahmin, ne de koyulacak bir tespit sağlıklı ve kavrayıcı olamayacaktır. Fikrimizin temeli millettir. Fiziki varlığımızın, fiili vakarımızın teminatı yine millettir. Ve millet dediğimiz cevher eşref-i mahlûkat olan insanla mündemiç, insandan mürekkeptir. İnsandan mahrum bir duruşun, insana mesafeli bir davranışın sonuç vermesi, buna da siyaset denmesi akla aykırı, inançlarımızla ayrıktır. Biz insanımıza bakınca kadın-erkek ayrımına gitmeden kutsal bir emaneti görürüz. Biz insanımıza bakınca Türk-İslam medeniyetinin ruh kökünü anlar ve tanırız. Biz insanımıza bakınca bir, eşit ve her şeyin en güzeline layık bir varlığı idrak ederiz. Dava ve siyaset mücadelemizde de buna müzahir hareket ederiz. Kadın hakları denildiğinde insan haklarını anlarız. İnsan onuru denildiğinde, aynı zamanda kadın onurunu algılarız. Kadınların öne çıkmasını, daha çok görünür olmasını, maruz kaldıkları kötü muamelelerden muhafaza edilmelerini tarihi ve insani bir görev addederiz. 31 Mart 2019 tarihinde yapılacak olan Mahalli İdareler Seçimlerinde daha fazla kadınımızın faal katılım ve yoğun adaylığı, inanıyorum ki, Türkiye’nin gücüne güç katacaktır. Arzu ve beklentimiz de budur. 1923 tarihinde 421 belediye yönetimi vardı. Bugün 1398 belediye yönetimi milletimize hizmet yarışındadır. 95 yılda yerel yönetimlerin derinlik ve genişliğinde parlak gelişmeler yaşanmıştır. Ancak yeterli olduğunu iddia etmek doğru değildir. Kadın belediye başkanlarımızın sayı ve oranındaki artışlar hem demokratik kültürümüzü zenginleştirecek, hem de millete hizmeti büyütecektir. İnancımız ve umudumuz bu şekildedir. Ayrıca; 20 bin 498 belediye meclis üyesi, 1251 il genel meclis üyesi, 18 bin 143 köy muhtarı, 31 bin 635 mahalle muhtarı, 80 bin 696 köy ihtiyar meclis üyesi, 137 bin 781 mahalle ihtiyar meclis üyesi arasında kadınlarımızın hak ettiği sayı ve temsile ulaşmaları konusunda üzerimize ne düşüyorsa yapacağımızın sözünü kararlı bir şekilde veriyoruz. Cumhur İttifakı’nın şuuruyla temellenmesini ve teminini hedeflediğimiz önümüzdeki Mahalli İdareler Seçimleri kadınlarımızın gücüyle Türkiye’nin önünü açacak, ilave olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kökleştirecektir. Kimin ne dediğinin önemi yoktur. Kimin hangi oyunları oynadığının, hangi karanlık senaryolardan medet umduğunun bir kıymet-i harbiyesi olmayacaktır. Kadınlarımız güçlendikçe milli uyanış yaygınlaşacak, milli diriliş ve dayanışma ruhu Türkiye’yi büyütecektir. Diyoruz ki, kadınlar güçlensin Türkiye büyüsün. Kadınlar güçlensin Türkiye yürüsün, Türkiye yükselsin. Kadın zayıf kalırsa medeniyetimiz sekteye uğrayacak, ülkemiz belirsizliklere sürüklenecektir. Kadın atıl ve hareketsiz kalırsa, dahası ilgi ve destekten mahrum bırakılırsa istikbalimiz riske girecektir. Buna da hiç kimsenin, hiçbirimizin hakkı yoktur. Kadın varsa insan vardır ve insan; hakkıyla, haklılığıyla, hak ettiği mevki ve imkânlarla süratle buluşmalıdır. Kadınlarımızın önündeki bariyerler kaldırılmalıdır. Nitekim onlarsız gelecek hem bir hayaldir. Onlarsız medeniyet kuru bir avuntudur.
Saygıdeğer Hanımefendiler, Değerli Dava Arkadaşlarım, Dünden bugüne, Türk kadının omuzlarında vatanın yükü, alınlarında fedakarlığın ışığı, boğazlarında cesaretin madalyaları vardır. Yılgınlığı elinin tersiyle iten, yıkılmışlığı reddeden kararlılık Türk kadınının hasletleri arasındadır. Türk kadını koruyandır, kollayandır, kol kanat gerendir. Toplumsal huzur ve refahın önşartı ayrımcılığın reddi, cinsiyetçi saplantının dışlanarak kenara itilmesidir. Bu sağlanmadan kadınları sadece belirli gün ve haftalarda hatırlamak yerinde ve yeterli olmayacağı gibi, doğru da sayılamayacaktır. Kadınlık onurunu, insanlığın onuru mertebesinde görmeden atılacak hiçbir adım amacına ulaşamayacaktır. Kadının yok sayıldığı, hor görüldüğü, dışlandığı, ötekileştirildiği toplumlar ilkeldir, geridir. Kadının el üstünde tutulduğu, erkek kadar sosyal hayatın bir parçası olduğu ve fırsat eşitliğinin sağlandığı toplumların ise geleceğe umutla bakabilmesi mukadderdir. Kadının aile ve toplumsal ilişkilerin direği, nirengi noktası olduğu gerçeğini unutmamalı, hafızalardan çıkarmamalıyız. Devlet ve milletler kadınlara verdiği değer kadar güçlü ve kudretlidirler. Bunu da çok iyi bilmeliyiz. Çünkü aileyi ayakta tutan ve sarıp sarmalayan kadındır. Aile ise milletin temel taşıdır. Kadın vatandır, kadın ülkedir, kadın gelecektir, kadın gelecek nesillerin güvencesidir. Kadın; mesela evde anne, okulda öğretmen, tarlada eli nasırlı berekettir. Önemle ifade etmek isterim ki; Bilimden sanata, spordan edebiyata, siyasetten ekonomiye kadar hayatın her alanında kadınların tam manasıyla izi görülüp sesi duyulacaksa önce şiddetle mücadele etmek asıl ve öncelikli olmalıdır. Kadın ve şiddet kelimelerinin yan yana gelmesi toplumumuz açısından endişe ve kaygı verici bir durumdur. Kadınlarının yüzü gülmeyen bir toplumun geleceği umutla karşılaması imkansızdır. Kahraman ve fedakar Türk kadının hak ettiği yerlerde olması, layık olduğu sosyal, siyasal ve ekonomik sıçramalar yaşaması bizim tehir edemeyeceğimiz bir gayedir. Ne hazindir ki, yılın sadece belirli gün ve haftalarında toplumsal eşitsizlik konuları gündeme gelmekte, kadın hakları üstün körü geçilmekte ve fırsat eşitliği laf olsun kabilinden dile getirilmektedir. Kadın sadece bir güne hapsedilecek bir varlık mıdır? Kadınlarımızın sorunları ve sosyal hayattaki yeri sadece belirli bir hafta veya günün mü konusudur? Bu kısır döngü elbette son bulmalı, kadın ile şiddet, cinayet, eşitsizlik ve istismar kelimeleri artık yan yana gelmeyecek şekilde rafa kaldırılmalıdır. Aziz milletimiz bunu aşabilecek, bunu başarabilecek yüksek bir kültür ve mirasla donanmıştır. Tarihimize baktığınızda da bunu görürsünüz. İl Bilge Hatun’a bakınız. Hayme Ana’ya bakınız. Nene Hatun’a bakınız. Tayyar Rahmiye’ye bakınız. Kahraman Türk kadınına bakınız. Ne derece saygın olduğunu görürsünüz. Bilinmelidir ki, Türk kadını milli şerefimizin abidesidir. Türk kadını milli bekamızın beşiğini sallayan ahlaktır. Nitekim Türk kadını yuvasının da, yurdunun da zarafet, zeka ve ziynetle taçlanmış fertleridir. İftiharla hepinizi böyle gördüğümü ifade etmek boynumuzun borcudur. Eğer bugün son yurdumuzda hür ve müstakil bir biçimde nefes alıp verebiliyorsak, bunda tarihe altın harflerle geçmiş ve elleri öpülesi kadınların büyük bir payı bulunmaktadır. Türkiye’nin geleceği kadınlarımızın üstleneceği yapıcı role, yapacakları değerli çalışmalara, eşsiz fedakârlıklara yakından bağlıdır. Aziz milletimizi içten çürütecek, geleceğini karartacak, kaos ve kriz aşılayacak her türlü sosyal, siyasal ve ekonomik tahribatın karşısında set olacağız, buna müsaade etmeyeceğiz. Bu konuda gazete ve televizyonların adeta özendirici nitelik taşıyan, suça tevessül kapısını aralayan üçüncü sayfa haberlerine de dikkat etmesini yararlı görüyoruz. Toplumda artan şiddet sarmalını yaymaktansa konunun uzmanlarının bir araya gelip çözüm önerileri sunmasının sosyolojik ve psikolojik açıdan daha faydalı olacağı kanaatindeyiz. Kadına şiddet, istismar, eşitsizlik gibi yüz kızartıcı gelişmeler ülkemiz için bir beka meselesi olduğunu dün söyledik bugün de tekrarlıyoruz. Bu sorunun ertelenmesi, geciktirilmesi, savsaklanması çok ciddi mahsurlara yol açacaktır. Bu sorumluluk hepimizin omuzlarındadır. Unutmayınız ki, kadınlar kadar güçlüyüz, kadınlar kadar insanınız, kadınlar kadar medeniyiz. Kadınlar hayatın içinde etkin ve fedakârca mücadele ederken, demokratik imkân ve fırsatlardan mahrum olmaları elbette akla ziyan bir çarpıklıktır. Hayatın her alanında eşit bir temsil ve katılım talebinde bulunan kadın gerçeğinden ürkmeden kabullenmek, gereğini yerine getirmek hepimiz adına bir insanlık görevidir. Erzurum’dan İzmir’e, Artvin’den Mersin’e, Şırnak’tan Balıkesir’e, Iğdır’dan Edirne’ye, Samsun’dan Ankara’ya, Trabzon’dan İstanbul’a kadar Türk milletinin nice kahraman kadını, nice fedakâr annesi Türkiye’nin gelişmesi için mücadele halindedir. Onlarsız bir millet varlığı elbette akla düşünülemeyecektir. Türk kadını; Maddenin karanlığı içinde ruhun aydınlığıdır. Umutsuzluğun karanlığı içinde huzurun aydınlığıdır. İhtirasların karanlığı içinde faziletin aydınlığıdır. Cehaletin karanlığı içinde şefkatin aydınlığıdır. Kavganın karanlığı içinde sevgi ve bağlılığın aydınlığıdır. Kadın her alanda olmalı, her seviyede temsil edilmelidir. Bu itibarla parti olarak her zaman kadınlarımızın yanındayız, her şart altında Türk kadının hak ve hukukunu savunmayı sürdüreceğiz. Milliyetçi Hareket Partisi, kökeni ve anasının dili ne olursa olsun Türk kadının her zaman destekçisi, sözcüsü ve yanında duran gücü olmaya devam edecektir.
Değerli Hanımefendiler, Muhterem Dava Arkadaşlarım; Suriye’de artan iç kaos ve bunalım ortamının son bulması, siyasi ve sosyal istikrarın sağlanması için Astana Görüşmelerinin devamı niteliğindeki toplantılar Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla 7 Eylül’de Tahran’da gerçekleştirilmişti. Bu toplantı da 12 maddelik bildiri yayınlanmış, bu bildiride Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapılmış, komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı ortak mücadele edileceği belirtilmişti. Suriye’de siyasi bir çözüme ulaşmak için Anayasa Komitesinin oluşması için çabaların süreceği ilan edilmişti. Ancak İdlib’de Rusya ve Suriye rejiminin sivil halkı tehdit eden saldırıları durdurması yönünde bir kararın alınmamış olması Tahran Zirvesinden istenilen sonucun tam anlamıyla çıkmadığını da göstermiştir. Televizyonların canlı yayınladığı Tahran Zirvesinde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın İdlib’de yaşayan sivil halkın zarar görmemesi ve Türkiye’ye yönelik muhtemel bir göçün başlamasının önüne geçilmesi için yaptığı ateşkes çağrısı önemlidir, değerlidir. Kaldı ki, 20 Eylül 2018 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlar da son derece yerindedir, doğrudur, desteğimiz tamdır. Gerek İdlib gerekse de Suriye’nin diğer bölgelerinde yapılan operasyonlarda sivil halkın can güvenliğinin korunması, Türkiye’nin hazmedemeyeceği göç dalgasının önüne geçilmesi acil bir ihtiyaçtır. Ülkemiz yeni bir göç akının üstesinden gelemeyecektir. Buna ne ekonomik imkanlarımız, ne de sosyal bünyemiz ve nüfus bütünlüğümüz cevap veremeyecektir. Ülke olarak arzumuz Suriye’de bulunan diğer ülke güçlerinin aynı hassasiyeti göstermesi ve Türkiye’yi anlamalarıdır. Bu kapsamda Sayın Cumhurbaşkanı 17 Eylül 2018 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Putin ile Soçi’de bir araya gelmiş ve İdlib konusunu görüşmüşlerdir. Bu görüşmeden çıkan mutabakat hem ülkemiz hem de bölgemiz açısından memnuniyet verici bir gelişme olmuştur. İdlib çatışmasızlık bölgesine düzenlenen saldırıların durdurulması hususunda Rusya Federasyonuyla varılan uzlaşma müspet bir sonuçtur. İdlib’de oluşturulan 20 km’lik güvenli bölge Suriye’den gelebilecek muhtemel göç dalgasını kaynağında engellemiş ve İdlib halkının huzuru için kapı aralamıştır. Sonunda ve şimdilik İdlib’de yaşayan sivil halk rahat bir nefes almıştır. Görünen budur. PKK/YPG terör örgütlerinin Akdeniz’e şirret ve zehirli koridor açma emeli daha da zorlaşmış, daha da engele takılmıştır. Suriye’deki barış ve huzur arayışlarına önemli katkılar sağlanmıştır. Soçi Mutabakatı’nda alınan kararlar Tahran Zirvesi’nin devamı niteliğinde bir rol üstlenmiş ve böylelikle dünya kamuoyuna net mesajlar verilmiştir. Tahran Zirvesi’nde görüş ayrılığı olduğu spekülasyonu son bulmuş, Cenevre’de yapılacak görüşmeler için Türkiye’nin elini güçlenmiştir. Rusya’nın askeri müdahale ile yapmaya çalıştığını, Türkiye diplomatik girişimler sonucunda sağlamıştır. Türkiye, Suriye’nin istikrarı için samimiyetle mücadele ettiğini bir kez daha ilan etmiştir. Soçi Mutabakatı’nın hemen ardından Suriye’de Rus uçağının vurulması ve 15 asker kaybının yaşanması ise dikkatlerden kaçmamıştır. Görünen odur ki, Suriye’deki vahim süreç devletlerarası bir kriz için kaynama noktasına ulaşmıştır. ABD ise her ne kadar İdlib için alınan bu kararı desteklediğini ifade etmiş olsa da ve YPG’nin Menbiç’in bir parçası olmayacağını söylemiş bulunsa da terör örgütlerine yaptığı silah desteğini hala kesmemiştir. ABD gerçekten bölgede kalıcı barış ve istikrar istiyorsa terör örgütlerinin hamiliğini yapmaktan vazgeçmelidir. Anlaşıldığı kadarıyla, ABD’nin Suriye’de siyasi istikrar diye bir derdi yoktur. ABD’nin amacı kaostur, krizdir, siyasi buhrandır. Üstelik bir terör örgütüne karşı başka bir terör örgütüyle işbirliği yaparak samimiyetsizliğini açıkça göstermiştir. Buna karşılık yapılacaklar bellidir. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden kanun ve insanlık dışı her örgütle kararlı mücadele şarttır ve kaçınılmazdır. Teröristler sınır ötesinin hangi bölgesinde bulunursa bulunsun imha edilmelidir. Hangi isim altında yer alırsa alsınlar kafaları koparılmalıdır. ABD’nin kurnazlığı hiçbir fayda etmeyecek ve kahraman Mehmetçik teröristlerin inlerini başlarına yıkmaya devam edecektir. Türkiye’nin sınır dışı operasyonlarla teröristleri etkisiz hale getirmesi, bu operasyonlar ile sözde elebaşlarının imha edilmesi memnuniyet vericidir. Son 45 gün de yurt içi ve sınır ötesinde 366 teröristin etkisiz hale getirildiği Milli Savunma Bakanı tarafından açıklanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı bu operasyonlar bölgemizde hiçbir terör örgütünü barındırmama kararlılığının bir göstergesidir. Buna karşın Irak’ın Türkiye sınırı boyunca asker konuşlandırması ise dikkat çekicidir. Irak, teröristlerin imha edilmesinden neden rahatsızdır? Irak’ın sınırlarımız boyunca asker konuşlandırmasında ABD’nin rolü var mıdır? Bu soruların cevapları aynı zamanda bölgesel istikrar açısından kimlerin samimiyetle mücadele edip etmediğinin de delili olacaktır. İdlib krizinin çözümü için katil Esad ile işbirliği ya da görüşülmesinin zorunlu olduğunu söyleyenler de akıllarını başlarına almalıdır. Terör örgütleri ile mücadele eden Türkiye’yi eline kan bulaşmış bir katille aynı masaya oturtma heves ve densizliği eğer ihanet ve işbirlikçilik değilse, kesinlikle gafilliktir. Suriye’nin huzur ve istikrarı için Türkiye tüm gayretiyle mücadele etmektedir. Milli bekamızın savunulması kararlı ve tavizsiz ölçüde sürdürülmektedir. İdlib’de oluşturulan gözlem noktaları da bu kapsamda görevini başarıyla icra etmektedir. Suriye’nin geleceğinde ise tek söz sahibinin Suriye halkı olduğu asla unutulmamalıdır. Ve de zalim Esad’la gidilecek hiçbir yer yoktur, olamayacaktır.
Muhterem Hanımefendiler, Değerli Dava Arkadaşlarım, Kadın Kolları Koordinatörlüğümüz tarafından düzenlenen “kadınlar güçlensin Türkiye büyüsün” temalı genişletilmiş istişare toplantımızın hayırlı olmasını, başarılı geçmesini içtenlikle diliyorum. Katılımcı hanımefendileri saygılarımla selamlıyor, şükranlarımı sunuyorum. Hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun diyorum.
|