29.04.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

29 Nisan 2008

Değerli Milletvekilleri,

Basınımızın Mümtaz Temsilcileri,

Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yürütülmekte olan terörle mücadele bütün şiddetiyle sürmekte ve elde edilen başarılı sonuçların yanı sıra maalesef milletimiz şehit vermeye devam etmektedir.

Son bir hafta içerisindeki operasyonlar esnasında, Hakkari Şemdinli’de üç, Şırnak Uludere ve Silopi’de dört, Bingöl’ün Genç ilçesinde ise iki olmak üzere toplam dokuz vatan evladımız şehitlik mertebesine ulaşmıştır.

Aziz milletimiz, büyük bir olgunluk ve metanetle şehitlerine sahip çıkmış, son yolculuklarına bu evlatlarımızı kucaklayarak uğurlamıştır.

Şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı ve yaralılara acil şifalar diliyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi, Perşembe gününe denk gelen 1 Mayıs tarihi, ‘Emek ve Dayanışma Günü’ olarak kutlanmaya başlanacaktır.

Ancak, milyonlarca çalışanımızın bu günü kutlama talebinin polemik konusu yapıldığı ve günün gerçek anlamının görmezden gelindiği anlaşılmaktadır.

AKP Hükümetinin dayatmacı siyasi anlayışı burada da karşımıza çıkmış, yükselen toplumsal gerilim, beraberinde 1 Mayıs kutlamaları ile ilgili olumsuz beklentileri de artırmıştır.

Hükümet yalnızca Avrupa’dan gelen tekliflere açık olduğu için olsa gerek, işçilerin Taksim Meydanında toplanma taleplerine şiddetle karşı çıkmış tartışmalar, “Taksim’e gireriz ve giremezsiniz” ekseninde yoğunlaşmıştır.

Karşılıklı sert açıklamalar tahriklere uygun bir ortamın doğmasına yol açmıştır.

Beklentimiz bir çatışmaya neden olmadan, Taksim meydanında toplantı ısrarının, günümüzün hassasiyeti de dikkate alınarak önümüzdeki yıllara ertelemesidir.

Dileğimiz kutlamaların barış ve huzur içinde gerçekleşmesi, gerilime neden olacak inat ve dayatmaların son bulmasıdır.

Hükümeti muhtemel kışkırtmalara karşı tedbir almaya, milyonlarca işçimizin bu günün anlamına uygun olarak bir bayram ortamında kutlamalarını sağlamaya davet ediyorum.

Bu vesile ile “1 Mayıs Emek ve Dayanışma” gününü kutluyor, zor ekonomik koşullar altında alın terleriyle, göz nurlarıyla ekmeklerini kazanmaya çalışan vatandaşlarımıza huzur, refah ve esenlikler diliyorum.

Değerli Milletvekilleri,

AKP zihniyetinin, dayatmacı tavrı hayatın her alanında kendisini hissettirmekte, hükümetin uzlaşmaz tutumu beraberinde toplumsal huzursuzluğun nedeni de olmaktadır.

Son olarak, işçi temsilcileri ile yaşanan gerilimin de nedeni, çatışmadan beslenmeyi bir alışkanlık haline getirmiş olan AKP zihniyetinin doğal sonucu olarak görülmelidir.

Bir toplumun her bireyinin saygıdeğer ve her mesleğinin saygın olduğu gerçeğinden habersiz bir başbakan’ın, işçilerimize yönelik “ayak” tanımlaması bizler için kabul edilebilir bir durum asla değildir.

Geçmişte de çiftçisine hakaret eden, işsizini aşağılayan bu siyasi yaklaşımın, milletten aldığı vekâleti “baş” olmak zannetmesi, onun yönetim ve ahlak anlayışını göstermesi bakımından anlamlıdır.

Buradan Sayın Başbakan’a, “ayak” diye tanımladığı kahramanların bu ülkemizin kalkınması için gösterdikleri fedakârlıkları, emeklerinin karşılığına bakmaksızın, nasırlı elleriyle milli ekonomiye verdikleri destekleri ve her hafta bir işçinin kaybıyla sonuçlanan ağır iş koşullarını hatırlatmak istiyorum.

İşçiyi küçümseyen, çiftçiyi haşlayan, memuru dışlayan, esnafı kendi kaderine terk eden bir Başbakan’ın hangi sınıfa hizmeti gaye edindiği, kimin refahını düşündüğü ayrıca sorgulanmalı ve hesabı tutulmalıdır.

Yaşanan ekonomik sıkıntıların toplumumuzu derin bunalımlara düşürdüğü bu dönemde, artık vatandaşımızın yalanlara inanacak aklı ve yoksulluğa dayanacak vicdanı kalmamıştır.

En son Denizli’de olduğu gibi, mazot fiyatının artışından duyduğu rahatsızlığı söyleyen bir çiftçinin ağzının kapatılıp, karga tulumba polis marifetiyle uzaklaştırılması bile Başbakan’ı ve partisini kurtaramayacaktır.

Türklük hasımlarının 301. madde düzenlemesini özgürlükle eşdeğer görerek her şeyi söylemelerine imkân tanıyan Başbakan’ın çiftçinin, köylünün, işçinin, memurun, emeklinin ağzını zorla kapatma çabaları nereye kadar sürecektir?

İhaneti, özgürlük ve Avrupalı olma adına hoş gören AKP zihniyetinin, açlığını dile getiren milletimizin fertlerini susturmaya çalışan anlayışı, demokrasinin ve ifade özgürlüğünün neresine oturtulacaktır?

Gelişmeler, AKP için artık yolun sonuna gelindiğini göstermektedir. Vatandaşımız sonunda uyanmış ve düştüğü açmazın sorumlusunun AKP olduğunu görmeye başlamıştır.

Bu itibarla, emeklerinden başka sermayeleri olmadan çalışan ve “ayak” olmakla aşağılanan milyonlarca vatan evladı,  zamanı geldiğinde gereken cevabı sandık başında mutlaka verecektir. İnancımız bu yöndedir.

Değerli Milletvekilleri,

Son bir yıl içerisinde dünyada çok sayıdaki temel gıda maddelerinde yüzde yüze varan bir fiyat artışı gerçekleşmiştir.

Bu artışların arkasında genel olarak;

  • Küresel ısınmaya bağlı arz daralması,
  • Tarımsal ürünlerin yeni kullanım alanlarının yaygınlaşması,
  • Gelişmekte olan ülkelerin son yıllardaki büyümelerine bağlı tüketim alışkanlıklarındaki değişmeler bulunmaktadır.

Ancak, bu fiyat artışları aniden ortaya çıkmış değildir. Aylardan beri görülen işaretler, sektör temsilcilerinin feryatları, uluslararası camianın uyarıları beklenen tehlikeyi açıkça haber vermiş, alarm zillerini çalmıştır.

Yaklaşan tehlikeyi umursamayan, hiçbir tedbir almayan, artan fiyatların bahanesini stokçularda arayan AKP hükümeti bugünkü gıda darboğazının birinci sorumlusudur.

İçinde bulunduğumuz olumsuzluğun temelinde, geçtiğimiz hasat döneminde yanlış ürün planlaması, düzenleyici kurum olan Toprak Mahsulleri Ofisi’nin piyasaya zamanında müdahale edememesi yatmaktadır.

AKP Hükümetinin ekonomideki politikasızlığı sonucunda kavrulmaya başlayan Türkiye’de görülen serabın sonuna gelinmiştir.

Vatandaşlarımız, hükümetin ekonomideki politika tercihlerine karşı güvenini kaybetmiş ve gelecekten endişe etmeye başlamışlardır.

Gelir artışını sağlayacak yatırımlar gerilemiştir. Reel sektörde siparişler zayıflamıştır. Sarfiyat olmadığından stoklar artmıştır.

Çarşılar, pazarlar siftah yapmadan kapanan, bir süre sonra iflas eden işyerleriyle doludur.

Borçlarını ödeyemeyen, haciz kıskacına yakalanan esnafımızın hali perişandır.

Borç batağına saplanan vatandaşlarımız en temel ihtiyacını bile karşılamaktan uzaktır.

Okuyan çocuğuna para gönderemeyen, ev kirasını ödeyemeyen,  pazarda filesini dolduramayanların sayısı her geçen gün çığ gibi artmaktadır.

Enflasyonu düşürdüğü iddiasını sürdüren Başbakan Erdoğan, bakliyattaki fiyat artışlarının faturasını başkalarına kesmeye çalışmaktadır.

Pirinçteki artış sürerken bu kez de vatandaşımızın temel gıda maddesi olan peynirin fiyatları %90 atmıştır.

Bu kapsamda, 2008 yılının ilk 3 ayında beyaz peynirde kâr marjı yüzde 67'nin üzerine, tereyağında da ise yüzde 50 seviyesine ulaşmıştır.

Düşük bir maliyetle üretilen çiğ sütün fiyatı yüzde 15 oranında azalmışken, peynir ve tereyağındaki artışın izahı siyasi iktidardan beklenmektedir.

Vatandaşlarımız, en temel gıda ürünlerini bile alamaz durumdadır. Gelirleriyle ailelerinin karınlarını doyurmaz hale gelmişlerdir.

Fiyatı artınca pirinç yemeyin diyen başbakan, bulgur fiyatları da artığına göre bundan sonra neyi yemeyi vatandaşımıza önermektedir.

Değerli Arkadaşlarım,

Son günlerde bir medya grubunun 1,1 milyar dolarlık finansman ihtiyacının nasıl karşılandığıyla ilgili çarpıcı ve düşündürücü tartışmalar gündemi meşgul etmektedir.

Likidite sıkıntısının alabildiğine yaşandığı ekonomik konjonktürde; sağlanan kredinin 750 milyon dolarlık bölümünün iki kamu bankasından, 125 milyon dolarının da, Katar menşeli bir şirketin, bu medya kuruluşuna ortak olmasından elde edildiği medyadan anlaşılmaktadır.

Bir kamu bankasından bu kadar yüksek krediyi alan bir şirketin; bu büyüklükte bir krediyi alabilecek mali gücü var ise, bu şirkete verilecek kredinin geriye dönüşü ile birlikte kârlılığı da istenilen düzeyde ise elbette bir sorun teşkil etmeyecektir.

Ancak açıklamalardan, şirkete ortak arayışında AKP hükümetinin müdahil olduğu, sıkıntıya düşülen kredi temininde ise hükümetin kontrolündeki kamu bankalarına telkinlerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Söz konusu şirketin, kredi bulmak amacıyla dünyadaki finans kuruluşlarından destek bulamadığı ve ülkemizdeki özel bankalardan kredi alamadığı düşünülürse, kredi sağlayan kamu bankalarının hangi sağlam ekonomik gerekçeye ve teminata dayandığı ayrıca sorgulanmalıdır.

Şayet düşündüğümüz tehlike gerçekleşirse, kredilerin geri ödenememesi halinde, ortaya çıkacak zarar, kamu bankaları aracılığıyla maalesef vatandaşımızın sırtına yüklenecektir.

AKP İktidarıyla birlikte ortaya çıkan kara tablo şudur:

  • Rakamların efsunuyla Türkiye sözde zenginleşirken, milletimiz fakirleşmiş, bir dilim ekmek kaygısına düşmüştür.
  • Yolsuzluklar hortlamış, türedi zenginlikler çoğalmış, vurguncu ve bozgunculara gün doğmuştur.
  • Mağduriyetler artmış, bir evde en az bir işsiz, toplumun kahir ekseriyeti geleceğinden umutsuz bir hale gelmiştir.
  • Yerli-yabancı holdingler, beş yılı aşkındır büyük karlar elde etmiş; buna karşılık üreticimiz, esnafımız, çiftçimiz günlük geçimini dahi sağlayamaz bir hale gelmiştir.

Buradan siyasi sorumluluk sahibi iktidar partisine ve emrindeki bürokrasiye tarihi bir uyarıda bulunmak istiyorum:

Hayatın gelip geçiciliği ne kadar tartışılmaz bir gerçekse, iktidarların da gelip geçiciliği bir o kadar gerçektir.

Hiç kimse yanlış bir hesapla bu garabet hükümet etme döneminin bitmeyeceği aymazlığına kendini kaptırmamalıdır.

AKP iktidarının bitişi yakındır. Bu dönemin tüm sorumluları, devleti zarara uğratan uygulamalarından dolayı mutlaka yargı önünde hesap verecektir.

Bu itibarla kamu bankalarının yöneticileri başta olmak üzere, tüm devlet bürokrasisi dikkatli ve özenli olmak durumundadır.

Milliyetçi Hareket devletimizin her türlü iş ve işlemini yakından takip etmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin iktidarında, yetim hakkını gasp edenlerden, devlet imkânlarını yandaşlarına peşkeş çekenlerden hesap sorulacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sözde Ermeni soykırımı olarak tanımlanan dayatmaların giderek arttığı bir dönemin, son altı yıllık AKP yönetimine rast gelmiş olması bir tesadüf olarak değerlendirilmemelidir.

Avrupa Birliğine girmek adına her türlü tavize hazır bir görüntü vermesi, AKP hükümeti nezdinde Avrupa Başkentlerinin ardı ardına sözde Ermeni Soykırım iddialarını kabul etmelerine neden olmuştur.

Hükümetin geliştirdik, saygınlığımız arttı iddialarının aksine bugün tüm dünyada toplam 47 ülke Parlamentosunda sözde Ermeni soykırım iddiaları kabul görmüş ve Türk tarihini yargılayan bir anlayış benimsenmiştir.

Elbette ki sorun AKP’den önceki yıllarda başlayan ve süre gelen bir sorundur. Ancak, bu konuda ülkeleri aleyhimize karar çıkartmaları için cesaretlendiren, yanlış yürüttüğü diploması ile AKP hükümeti olmuştur.

Özellikle sözde Ermeni soykırımının olduğunu iddia ettikleri 24 Nisan tarihi yaklaştıkça, bu meseleyi Türkiye’ye yönelik politik sıkıştırma aracı olarak gören ülkeler, baskılarını uygulamayı sürdürmektedir.

Söz konusu tarihte dünyaya yayılmış Ermeni lobilerinin yaygarası ile harekete geçen yabancı kamuoyu, Türkiye ve Türk tarihi karşıtı gösteriler düzenlemekte, şerefli tarihimiz yalan ve iftiralarla aşağılanmaya çalışılmaktadır.

Bilindiği gibi, 1914–1915 yıllarında Ermeni komitacıların, Rusların desteğiyle Türklere uyguladığı katliam, bu çerçevede Türklerin Ermenilere karşılık vermeleri tarihi bir gerçektir.

Ancak imparatorluğun bu durumda Ermenilere karşı aldığı cebri önlemler, asla bir soykırım değildir.

Böyle bir savunma refleksini soykırım olarak nitelendirmek olsa olsa tarihi çarpıtmak anlamına gelecektir.

Türk milleti, içinde barındırdığı unsurlara her zaman sevgi ve şefkatle yaklaşmış olmasına rağmen, o unsurlardan bazıları Türk milletine kinlerini her fırsatta göstermişlerdir.

Bu bitmeyen nefret ve kin maalesef 1973 yılında tekrarlamış, bu tarihten itibaren özellikle yurt dışındaki diplomatlarımıza yönelik Ermeni terör örgütü olan Asala’nın saldırıları ile toplam 34 diplomatımız şehit düşmüştür.

Yine yakın tarihte Ermeniler acımasız yüzlerini göstermişler, 1992 yılında Azerbaycan topraklarını işgal ederek yüzlerce Azerbaycan Türkü’nü katletmişler ve bu hadise ile bir milyona yakın Azerbaycan’lı soydaşımızı kendi topraklarında göçmen durumuna düşürmüşlerdir.

Son olarak bu yıl 24 Nisan günü Ermenistan’ın başkenti Erivan’da yapılan Türkiye ve Türk milleti aleyhtarı gösterilerde, tahrikler alabildiğine artmış ve gözü dönmüş göstericiler, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bayraklarını çiğneyerek yakma küstahlığını göstermişlerdir.

Gelişmeleri sadece seyreden Dışişleri Bakanı’nın, ikili ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’nin Ermenistan ile diyaloga hazır olduğunu belirttiği bu dönemde, ilişkilerin bu şekilde normalleşeceğini beklemek fazlaca saflık olacaktır.

Bilinmelidir ki, şanlı bayrağımız aziz milletimizin geçmişten bugüne varlığının somutlaştığı; kutsal bir milli değerdir.

Al Bayrağımız milletimizin doğuşunun ve büyük felaketlerden milletçe silkinip ayağa kalkışımızın ifade edildiği, rengini şehit kanlarından alarak milli ruhu nesillerden nesillere aktaran bağımsızlık sembolümüzdür.

Kendi bayrağımız için duyduğumuz hayranlık ve saygıyı başka milletlerin de kendi bayraklarına duyduğunu kabul eden bir anlayışın temsilcisiyiz.

Bu itibarla, hiçbir milletin bayrağının ayaklar altında çiğnenmesini hoş görmek bir Türk evladı için söz konusu olamaz.

Şanlı Bayrağımızın bu şekilde sıradan bir bez parçasıymış gibi saygısızca çiğnenmesine de sessiz ve tepkisiz kalmamız mümkün değildir.

Yeni Ermenistan yönetiminin barış ve komşuluktan anladığı şey; kutsal kabul ettiğimiz değerlerimize saldırmak ise, Türk milleti bu alçakça girişime dün olduğu gibi bugün de cevap verecek ve def edecek kudrete fazlasıyla sahiptir.

Buradan hükümeti, bayrağımızı yakmaya kadar vardıran tahrik ve saygısızlığa karşı daha kararlı durmaya, konuyu basit diplomatik mesajlarla geçiştirmemeye davet ediyorum.

Türk milletiyle tarihsel husumeti bulunan mihrakların saldırılarına her platformda mutlaka engel olunmalı, Türk milletine mensubiyet onuru duyanlarla birlikte bu alçakça saldırılara müştereken karşı durulmalıdır.

Milliyetçi Hareket bu konuda üstüne düşen her görevi yapmaya hazır ve kararlıdır.

Değerli Milletvekilleri,

Bilindiği gibi, Türk Ceza Kanununun 301. maddesinde yapılması öngörülen değişiklik teklifleri, partimizin muhalefetine rağmen, sayısal çoğunluğa sahip Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından bu hafta Meclis Genel Kurulunda görüşmeye açılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki düşüncesi ve duruşu bellidir.

Meclisten çıkacak olumsuz neticenin vebali ve sorumlusu, elbette ki bu tarihi yanlışa imza atanlar ve destek verenler olacaktır.

Ve bu mihraklar, eminim ki o talihsiz günden sonra, telafi için yapacakları nafile hamlelerle bile Türk milletinin vicdanında asla aklanamayacaklardır.

Bu kapsamda olmak üzere, aylardır dile getirdiğimiz görüşlerimizi, henüz çok geç olmadan iktidar partisi milletvekillerinde bir uyanışa ve kıpırdanmaya vesile olacağı umuduyla kez daha tekrarlamak istiyorum.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Elbette ki, Türklüğün ve Türk devletinin şeref ve haysiyetini koruyacak ve kollayacak olanlar,  o ülkenin yasalarından önce bu değerlere derinden mensubiyet ve sorumluluk duyan millet fertleri ve onların temsilcisi olan milletvekilleridir.

Tavır, tutum ve duruşlarıyla Türklüğe zarar verecek olan bütün gelişmeleri önlemek, caydırmak,  bu büyük millete aidiyet duyan herkesin hem görevi, hem de ödevidir.

Bunun yanı sıra, Türklüğün mukaddesatına ve Cumhuriyetimizin değerlerine ve kurumlarına yönelecek hakaretlerin, cürümlerin ve saldırıların önünü açacak, bunu bir fırsat olarak görecek mihrakları cesaretlendirecek adımların atılmasına engel olmak da her Türkün vazgeçilmez namus borcudur.

Varlığını dayandırdığı milletin haysiyetini korumaktan imtina gösteren bir Meclisin ise, milletin adına vereceği kararlarının şaibeli olması ve meşruiyetinin tartışılması kaçınılmaz hale gelecektir.

Bugün ne yazık ki, bu olumsuz netice gerçekleşmiş, millet adına vekâlet alan Adalet ve Kalkınma Partisi, dayandığı aziz millet varlığını savunacak milli anlayış ve refleksten tamamen uzaklaşmıştır.

Özellikle Avrupa Birliği dayatmaları çerçevesinde Türklüğe hakareti cezai müeyyideye bağlayan yasa maddesinin değişmesine yönelik talepler, hükümet ve Türkiye üzerinde demokratik görünmenin bir ön şartı haline gelmiştir.

Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye’nin önüne konan raporlarda da TCK’nın 301. maddesinin uygulanması ağır biçimde eleştirilmiş, bu konu yıllar içinde, hükümetin tam teslimiyeti için bir kırılma ve başlangıç noktası olarak görülmüştür.

Türklükten alerji duyan, Türk milleti, Türk devleti ve Türk vatanı kavramlarından rahatsız olan, Türkiyelilik gibi sakat bir kavramı gündemde tutan bir yönetimin altı yıldır işbaşında olduğu bütün milletimizin bildiği ve yaşadığı gerçeklerdir.

Sayın Başbakan’ın coğrafi birliği yeterli gören Türkiyelilik zihniyeti de bu dayatmalara sıcak bakmasını sağlayan ve düşüncelerine yurt dışından meşruiyet kazandıran en önemli etken ve dayanak olmuştur.

Bu açıdan, Türk milletini tarihin inşa ettiği bir sosyol-kütürel değer olarak değil, kabile kalıntısı olduğunu zanneden bir zihniyetin, alt kimlik tartışmalarını alenen başlatması 301. madde değişikliğine giden yoldaki önemli talihsizliğimizin ilk aşamasıdır.

Değiştirilmeye çalışılan 301. maddenin koruduğu kavramların da AKP’nin değerler sistemi içinde bir önem ve ağırlık taşımadığı yaşanan gelişmelerden anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, bugün, 301.madde değişikliği olarak karşımıza çıkan sorunun öncelikli kaynağı olarak yabancı dayatmaların yanı sıra, Başbakan Erdoğan’ın sakat ve çürük millet algısı ve bu zihniyetin düştüğü kimlik kargaşası yer almaktadır.

Başbakan Erdoğan ve AKP yönetimi Türk milletine yönelik bu özürlü yaklaşımlarıyla; Türkiye üzerinde emelleri olan bütün çevrelerin, en büyük cesaret kaynağı ve dayatma paketlerini sunacakları vazgeçilmez odak haline gelmiştir.

Değerli Milletvekilleri,

Bugün AKP zihniyetinin yanlış kurguladığı uluslararası ilişkilerin her faturası, demokratikleşme maskesi ile taviz listeleri halinde Türkiye’nin önüne birer birer konulmaya başlanmıştır.

Özellikle hakkında kapatılma davası açılan AKP’nin, yurtdışından kurtarıcı aradığı bir sırada, bu taleplerin gündeme gelmesi ile hükümetin çaresizliği arasında bir bağ ve paralellik bulmak kaçınılmazdır.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin altı yıldır sürdürdüğü kimliksiz siyaset anlayışı ile Türkiye’nin şerefli tarihinin karalanması, Türk milletini ve Türklük değerlerinin aşağılanması bir alışkanlık haline gelmiştir.

Teslimiyetçi uygulamaları ve sessiz duruşu ile Türklük değerlerine karşı başlatılan inkâr ve aşağılama kampanyalarına geçtiğimiz yıllardan beri öncülük eden Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimidir.

Tarihle yüzleşmek adı altında Ermeni iddialarının sözcülüğünü yapanları himaye eden, bu yöndeki faaliyetlerin önünü açan da AKP hükümeti olmuştur.

Bu maksatla, önceki yıllarda, 301.maddedeki değişiklikler için AKP’nin Avrupa destekli sivil toplum örgütleri ile toplumsal bir taban oluşturma ve “bakınız zaten talep var” diyerek konuyu gündemde tutma çabaları dikkatlerden kaçmamıştır.

Türk Ceza Kanunu’nun Türklüğü, Cumhuriyeti ve kurumlarımızı koruyan 301. maddesi; AKP’nin başı çektiği bu mihraklara göre;

  • Ödül alan ünlü yazarların, haksızca suçlanma gerekçesi,
  • Öldürülen gazetecilerin suça azmettiricisi,
  • Avrupalı olmamızın önündeki tek engel,
  • Milletimizi demokrasiden uzaklaştıran her kötülüğün kaynağı,
  • Düşünce özgürlüğünün önündeki en büyük tehdit,
  • Türklerin tarihle yüzleşmesini önleyen bahane, olarak ilan edilmiştir.

Anlaşılan odur ki, Başbakan Erdoğan için Türk Ceza kanunun 301. maddesinde “ayar” yapmak için kolladığı uygun zaman bugün gelmiştir.

Bu konuda kimlerin yasağın kalkmasını istedikleri, Türklüğe takibat görmeden serbestçe hakaret etmek için gün saydıkları anlaşılmaktadır.

Gelişmelerden bu yasadan kimlerin rahatsız da olduğu ortaya çıkmış, taraflar belirginleşmiştir.

Bir tarafta aziz milletimizin mukaddesatına saygı duyulmasını isteyen milliyetçiler vardır.

Diğer tarafta ise, bu yasadan ve Türklük değerlerinden rahatsızlık duyanlar bulunmaktadır.

Kimler mi rahatsızdır?

  • Türkleri soykırımcı ilan etmek isteyen lobiler rahatsızdır.
  • Bin yıllık kardeşliğimizi bozmaya çalışan işbirlikçiler rahatsızdır.
  • Türklüğe hakarete görevli sözde aydınlar rahatsızdır.
  • İlkesiz ve teslimiyetçi iktidar zihniyeti rahatsızdır.

Dikkatimizi çeken husus, Türkiye’nin tarihini yargılamaya, Türklüğe hakarete hazırlanan çevrelerle, Türk Milliyetçiliğini suçlayarak mahkûm etmeye yeltenen çevrelerin aynı oluşlarıdır.

Bu yasanın değişmesini müteakiben, AKP milletvekillerinin önüne Avrupa’dan yeni değişiklik listeleri konulacak ve destek vermeleri istenecektir. Bunun ilk işaretleri geçtiğimiz günlerde İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Londra’dan hükümete yaptığı açıklama ile görülmüştür.

Bu talebe göre, 301’in değişmesi ile başlanacak olan bu inişte, AKP’nin “Durmak Yok sloganı eşliğinde; Terörle Mücadele Yasası ile Türk Ceza Kanunu’nun;

  • Atatürk’e hakareti düzenleyen,
  • Halkı askerlikten soğutma suçunu tanımlayan,
  • Adil yargılamayı etkilemeye yönelik olan,
  • Ve halkı sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, dil ve bölgesel farklılıklara dayanarak kin ve düşmanlığa tahrik etme suçunu tanımlayan maddeleri sıradadır.

Bu kanunun yasalaşması halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki AKP çoğunluğu AB’nin dayatmalarını karşılamak için sipariş kanun hazırlayan bir mekanizma haline gelecektir.

Bilinmelidir ki, Türklük değerlerine hakareti suç olmaktan çıkartmak için Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesini değiştirmeye hazırlananların bundan sonra, vatan sevgisinden ve milli değerlere saygıdan bahsetmeye hakları olmayacak ve buna inanan da kalmayacaktır.

Buradan Sayın Başbakan’a seslenmek ve bir öneride bulunmak istiyorum:

Sayın Başbakan, eğer cesaret sahibi iseniz ve milletin iradesine gerçek anlamda inanıyorsanız,

  • Halk oylamasına ilişkin bir yasal düzenlemeyi Meclis olarak yapalım,
  • Türklük değerlerine ve şerefli Türk tarihine hakaret edilmesini isteyip istemediğini ve 301. maddede yapmaya çalıştığınız değişikliği içine sindirip sindirmediğini büyük Türk milletine soralım.

Eğer buna yanaşmayacaksanız, son bir kere daha çağrıda bulunuyorum ki yaptığınız yanlıştan dönünüz.

  • Türklüğün değerlerine hakaretin önünü açmayınız.
  • Değişiklikte fazla bir anlam farkı yok, diyenlere aldırmayınız.
  • Soyunu sopunu bu madde görüşülürken hatırlayanlara kanmayınız.
  • Atacağınız yanlış adımın büyük bir kırılma noktası olduğunu anlayınız.
  • Şayet bu çağrımıza kulak vermeyip milletimize ihaneti tercih ederseniz, biliniz ki,  Adalet ve Kalkınma Partisi bir gün siyasetten silinip gidecektir.

Ancak aziz milletimize reva gördüğünüz bu zillet, alnınıza çalınmış bir kara leke olarak nesillerinizden bile çıkmayacaktır.

Ve Türk milliyetçileri yapılanları asla unutmayacaktır.

Her zaman ve her yerde bu alçaklık, yapanların yüzlerine çarpılacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı