Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler, Medyamızın Kıymetli Temsilcileri, Bu haftaki Meclis parti grup toplantımıza başlarken saygın heyetinizi hürmetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum. Grup toplantımızı ekranları başında dikkatle takip eden muhterem vatandaşlarıma, değerli dava arkadaşlarıma saygı ve şükranlarımı sunuyorum. Türk milleti üzerinde yaşadığı vatan coğrafyasında asırlardır kıran kırana varoluş mücadelesi vermektedir. Bu mücadelenin gerilimi bugüne kadar hiç düşmemiş, sıcaklığı hiç azalmamıştır. Bağımsızlığımızın bedeli nice fedakârlıklarla ödenmiştir. Vahşi emeller nice kahramanlıklarla örselenmiş ve göğüslenmiştir. Vatanımızda gözü olanlar, milli birliğimiz üzerinde hesap yapanlar, geleceğimize pranga vurmaya kalkanlar içine düştükleri yanlışın ağır faturasına mutlaka katlanmışlardır. Özellikle vurgulamalıyım ki, tarihi istikbale taşıyan millet varlığıdır. Bir milleti kimliğinden, köklerinden, değerlerinden, kararlılığından ayırmadan vatanından koparmak imkânsız bir hayaldir. Türk milletini vatanından mahrum etmek isteyen dâhili ve harici mihraklar kimi zaman kimliğimizle oynamışlar, kimi zaman geçmişimizle uğraşmışlar, kimi zaman da bin yıllık kardeşliğimizle çatışmışlardır. Allah’a çok şükür bugüne kadar amaçlarına vasıl olamamışlardır. İnanıyorum ki, bundan sonra da olamayacaklardır. Terörizmi milletimizle hesaplaşma vasıtası görenler, kanlı saldırıları provoke ve tahrik edenler elbette Türkiye’nin ne gerçek dostu ne de gerçek müttefikidir. Bunlar olsa olsa açık seçik Türk ve Türkiye hasımlarıdır. Bir eliyle selam verip diğer eliyle teröristlere silah tutuşturanlar insanlık değerlerini çiğneyen zalimlerdir. Teröristleri besleyip büyütenler aynı zamanda büyük bir insanlık suçunun ortaklarıdır. Gerek siyasi yollarla gerekse de mali ve lojistik imkânlarla terörizmi hem himaye hem de terör faaliyetlerine aleni hizmet edenler ortaya çıkan vebalde payları bulunan karanlık odaklardır. Türkiye’yi terörle köşeye sıkıştıracaklarını, terörle susturacaklarını zannedenler kifayetsiz muhteris, kişiliksiz muhasımlardır. Bunların suret ve siretleri gayet net olarak bilinmektedir. Kim ne yaparsa yapsın, hangi tezgâhtan, hangi komplodan, hangi sefil senaryodan medet umarsa umsun; boştur, beyhudedir, başarısız kalmaya mahkûmdur. Türk milleti teröre boyun eğmez, eğmemiş, eğmeyecektir. Türk milleti iğrenç ve ilkel proje terör örgütlerine, bir adım gerilerinde durup sürekli itekleyen ve cinayetleri talimatlandırıp tembihleyen ülkelere teslim olamaz, olmayacaktır. Elbette vatan müdafaasında şehit verdiğimiz her evladımız yüreklerimizi kavuruyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Hanelerden yükselen feryat figanlar ciğerleri dağlıyor. Hepimiz müteessir bir vicdanla şehitlerimizin yasını tutuyoruz. 4 Ekim 2018 Perşembe günü, Batman’ın Gercüş ilçesinde teröristlerin el yapımı patlayıcılarla düzenlediği hain saldırıda 8 kahramanımız şehit düştü. Yurdumuzun her köşesi mateme büründü. Türkiye baştan ayağa al bayrakla donatıldı. Şehit naaşları gözyaşlarıyla kaldırılıp ebediyete uğurlandı. Şehide rahmet, teröriste lanet vatanımızın semalarına dalga dalga yükseldi. Aziz şehitlerimiz kara toprağın bağrına Fatihalarla koyuldu. Acımızı içimize gömdük, vakarımızı muhafaza ettik. Bilinmelidir ki, şehitlerimizin geride bıraktıkları her hatıra, her emanet milli namusa teslim ve tevdi edilmiştir. Özellikle kahramanca mücadele verip şehadet şerbetinden içen evlatlarımızın Uzman Çavuş olmaları hakikaten dikkat çekicidir. Bizim için Uzman Çavuşların kadroya alınmaları, özlük haklarının düzeltilmesi, Uzman Jandarmalarımızla birlikte 3600 ek göstergeden istifade etmeleri tarihi ve milli bir hedeftir. Sözümüz sözdür, 24 Haziran Seçim Beyannamemizde ne söylemişsek gerçekleşmesi için çalışacağız, gereğini de inşallah yapacağız. Kahramanlar mahzun olamaz. Kahramanlar mahcup kalamaz. Kahramanlar yüzüstü bırakılamaz. Bizim görüşümüze göre, şehadetin kadrolu yiğitlerine hala sözleşme çilesinin reva görülmesi doğru ve hakkaniyetli bir tutum değildir. Unutmayınız ki, toprağa düşen teröriste ceset, kahramana şehit denir. Şehit kalplerdedir, cani karanlık ve kör bir çukurdadır. Şehit gül kokusuyla müzeyyendir, terörist leş kokusundan beterdir. Şehitler ölmedi, mübarek bedenleri toprağın altında da olsa aziz ruhları en yüce makamlara yükseldikçe yükselmektedir. Ve de şehitler ölmeyecek, vatan asla bölünmeyecektir. Şehitler tepesi boş değildir, sabırla bekleyen, imanla, cesaretle nöbete giren neferler vardır. Kahraman şehitlerimiz, Türk milletinin mukaddes değerleri için canlarını Yüce Allah’a adayan mümtaz kişiler olmakla birlikte, inanan ve vatan sevgisiyle dolup taşan her insanımızın gönlündedir. Şehitler milletindir, millet ise ebediyete kadar Türk’tür. Muhterem şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Ailelerine, silah arkadaşlarına, milletimize ve hepimize başsağlığı dileklerimi iletiyorum. Halen tedavi gören kardeşlerimize şifalar niyaz ediyorum. Kahramanlarımızın şehadetleri mübarek olsun. Vatan sağolsun, millet sağolsun, bayrak ve ezan sonsuza kadar var olsun. Duam odur ki, şühedanın tertemiz kanlarıyla, eşsiz feragatleriyle bizlere intikal eden bu cennet vatanda birlik ve beraberliğimiz kıyamete kadar baki kalsın. Bu kapsamda lazım gelen azim ve ruha sahip olmamızı Rabbim hepimize, herkese de nasip ve müyesser etsin.
Değerli Arkadaşlarım, Türkiye terörle mücadelesini haklı ve meşru yollarla sürdürmektedir. Egemenlik haklarımız, insan ve toprak bütünlüğümüz can pahasına savunulmaktadır. Doğrusu budur, olması gereken de budur. Öyle ki milli bekamızın geleceği ve güvencede kalması buna bağlıdır. Teröristlere en ufak müsamaha, en ufak gevşeklik, en küçük taviz vahim sonuçlara davetiye çıkaracaktır. Hainler her nerede iseler, her nereye sığınıp saklanmışlarsa bulunmaları, yok edilmeleri milli gaye ve görevdir. Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki, dünya beşten büyüktür. Bu değerlendirme ahlaken ve esasen isabetli bir tespittir. İtirazımız da yoktur. Dünya beşten büyüktür, ama Türkiye de hainlerden, hain terör örgütlerinden, mütecaviz niyetlerden kat be kat büyük ve üstündür. Sınır ötesinde, mesela Kandil’de nefret kuluçkasına yatan, ihanet ve melanet üretimi yapan terör elebaşları niye yakalanamaz, niye derdest edilip Türk adaletinin önüne çıkarılamaz? Terörle mücadelede kayda değer gelişmeler yaşanmaktadır. Ama biz bu katillerin kökünün tümden kazınmasını istiyoruz. Savaş uçaklarımız vurdukça kaçıyorlar, mağara deliklerine saklanıyorlar, arazide izlerini kaybettiriyorlar, inlerinden başlarını çıkarmıyorlar. Madem dünya beşten büyükse, Türkiye de her rezil örgütten üstünse, PKK’nın beş tepe yöneticisinin bir gece ansızın karga tulumba ülkemize getirilmesinin önünde de herhangi bir mani hal bulunmayacaktır. Cemil Bayık, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Rıza Altun, Bahoz Erdal’dan müteşekkil beşli katil grubunun ve çete başlarının hakkından gelmek, döktükleri kanların hesabını sormak bugün değilse ne zaman olacaktır? Türkiye muktedir bir ülke değil midir? Bu beş hain ve örgütünden güçlü değil midir? Yılanın başı kopartılırsa bedeni çürüyecektir. Türk devleti nice gözü kara yiğitleri bağrında taşımaktadır. Bizde yiğitlik yapacak deli de çoktur, veli de çoktur. FETÖ’cüler yabancı ülkelerden teker teker getirilirken, terör örgütünün elebaşları enselerinden tutulup kafaları çuvala sokulduğu gibi Türkiye’ye niye getirilmesin, şerefsizlere hayat neden zindan edilmesin? Analar neler doğurmuştur. Türk milleti kahramanlar bakımından hamd olsun talihlidir, bereketlidir. Bu konuda sayısız misal vermek mümkündür. İzmir’e Türk bayrağını diken Yüzbaşı Şerafettin’in milli mirasına sahip çıkıp Kandil’in tepesine, hıyanetin alnı çatına, husumetin tam kalbine Türk bayrağını dikmek ve dalgalandırmak kahramanca mücadelenin marifet ve mefahiridir. Bunu yapmalıyız, bunu başarmalıyız. Şayet sınır ötesinde alan savunması yapamazsak, şayet terör örgütlerini kaynağında imha edemezsek Anadolu harap olacak, bitap düşecektir. Terörle mücadele süreci yalnızca Kandille sınırlı kalmamalıdır. Fırat’ın doğusunda hainler faaliyet halindedir. Geçmişte Fırat’ın doğusuna teröristlerin geçmesiyle ilgili görüşler seslendirildiğinde, hatta ABD’yle fikir birliği sağlandığında demiştik ki, terörist Fırat’ın batısında da teröristtir, doğusunda da teröristtir. Görüldüğü yerde yok edilmelidir. Çok şükür Türk devleti Fırat’ın doğusuna kilitlenmiştir. Bu önemli bir gelişmedir. Fırat’ın doğusundaki terörist yuvalanmaya, silah ve mühimmat yığılmasına sessiz kalınırsa Türkiye’nin maruz kaldığı kuşatma daha da pekişip güçlenecektir. Vatan çok ciddi badire ve belirsizliklerin ortasına düşecektir. ABD’yle Menbiç Yol Haritası üzerinde uzlaşma sağlanmıştı. 18 Haziran 2018’den itibaren, belirlenmiş güvenlik prensipleri doğrultusunda, Fırat Kalkanı Harekat alanı ile Menbiç bölgesi arasında kalan hat üzerinde TSK ile ABD Silahlı Kuvvetleri bağımsız devriye faaliyetlerine başlamışlardı. Yapılan açıklamalara göre, iki ülke tarafından 55 devriye faaliyeti icra edilmiştir. Bu devriye faaliyetlerinden hangi sonuçların alındığı da meçhuldür. Müteakiben Türkiye ile ABD Silahlı Kuvvetleri tarafından sürdürüldüğü söylenen yakın işbirliği ve ortak çalışmalar neticesinde Menbiç’teki terör örgütü mensuplarının bölgeyi terk etmesiyle güvenlik ve istikrarın sağlanmasına dönük çabaların süreceği ileri sürülmüştür. Devriye faaliyetleri Menbiç’in mücavir alanlarındadır. Bir tarafta devriye turları atılırken, diğer tarafta teröristler Menbiç’i, 2015-2016 yıllarında Doğu ve Güneydoğu il ve ilçelerinde görüldüğü üzere, çukurlarla çevrelemekte, hendeklerle adeta mevzi oluşturmaktadır. Bu ne yaman, ne hazin, ne kadar ibretlik bir çelişkidir? Hani teröristler Menbiç’i terk edeceklerdi? Hani Menbiç’e huzur gelecekti? Menbiç mutabakatına ne olmuştur? Sayıları beş bine ulaşan teröristlerin Menbiç’te hala ne iş vardır, açıktan kazılan çukurlar neyin nesi, neyin fesidir? ABD, PKK/YPG’li hainlerin emel ve eylem hazırlığı içinde olmalarına niye tepkisizdir, hatta neden meyyal ve muğlak bir duruş göstermektedir? Menbiç’in Türkiye’ye mesafesi 50 km’dir. Yani bu kadar yakındır. Fırat’ın doğusunda gerilim tırmanırken, çok sinsi ve tehlikeli bir strateji devrededir. ABD, terör örgütü PKK/YPG’ye silah yardım ve takviyesine devam etmektedir. Menbiç’in boşaltılmasıyla ilgili değerlendirme ve sözlerin henüz somut ve inandırıcı bir neticesi görülmemiştir. Fırat’ın doğusunu kapsamına alan, güney sınırlarımız boyunca sahnelenmesi planlanan, sözde kanton yönetimleri de içine katacak bir terör devleti planı tedavüldedir. ABD teröristlere kalkan olurken, PKK/YPG aldığı cesaretle sözde kantonları birleştirip “Kuzey ve Doğu Suriye Öz Yönetimi” isimli alçak bir yapılanmaya gitmiştir. Suriye’nin petrol zengini Deyrizor kenti teröristlerin tasallutu altındadır. Terör örgütü PKK/YPG’nin Tel Abyad merkez olmak üzere, sözde Kuzey Suriye Merkezi Hükümeti kurma hedefine sabitlendiğiyle ilgili iddialar medyaya kadar yansımıştır. Fırat’ın doğusu da batısı da kanlı istilaya maruzdur. Tehlike had safhadadır. Buna izin verilmemelidir. Buna müsaade edilmemelidir. Madem hainler Menbiç’e çukur kazmakla meşguller, o zaman Türk devletinin asalet ve şanına yakışan da, hazır çukur kazılmışken içine hainlerin alayını birden gömmektir. Milli vicdanın arzu ve hedefi de budur. Adaletin yerini bulmasını istiyorsak, son terörist, son kanlı silah teslim alınıp veya tenkil edilip bu iş bitirilmelidir. Ne diyor Hz.Mevlana: “Ağaçlara su vermek adalet, dikene su vermek zulümdür. Adalet bir nimeti yerine koymaktır.” Bırakınız suyu muyu, dikenleri kökünden sökmeliyiz, hepten koparmalıyız. ABD’nin güven vermeyen, sözünde durmayan, samimi olmayan duruş ve tutumuna bakarak terörle mücadelemizi sürdüremeyiz. ABD’nin başkanlık koltuğunda Trump gibi bir maceraperest oturduğu sürece kalıcı ve istikrarlı, müttefiklik hukukunun ahlak ve mirasına dayalı bir ilişki ağının kurulması oldukça zor ve netamelidir. Teröristlere silah veriyorlar, Türkiye’de attırıyorlar. Bomba ve el yapımı patlayıcı eğitimi veriyorlar, mesela Batman’da kan döktürüyorlar. Böyle bir ittifak hukuku, NATO şemsiyesi altında böylesi bir birliktelik kurgusu dürüst değildir, samimi değildir, gerçekçi değildir. ABD Başkanı, Türkiye’yi tek kullanımlık çay poşeti gibi gördüğü, eline vurup ekmeğini aldığı, beraberce kılıç dansı yaptığı ülkelerle karıştırmasın. Ona buna parmak sallayarak korkutmasına fazla güvenmesin. Altını kalın bir şekilde çizerek ifade etmek isterim ki; ABD Başkanı’nın geçtiğimiz günlerde, Suudi Arabistan Kralı Selman’a bir miting sırasında sarfettiği sözleri tüyler ürpertici, skandal niteliklidir. Trump diyor ki: “Bak Kral, biz olmasak iki hafta bile koltuğunda oturamazsın. ABD ordusu seni koruyor. Bu yüzden bize ödeme yapmalısın.” Şu dilin çirkinliğine, şu üslubun küstahlığına bakar mısınız? Hayırdır, okyanus ötesinde mafya devleti kurulup önüne geleni haraca bağladı da biz mi duymadık, bizim mi haberimiz olmadı? Bu nasıl bir rezalet, nasıl bir cürettir? Ecdadımızın çekirge yiyerek savunduğu kutsal toprakların bugün içine düştüğü ağır hasarlı ve hazin manzarası hakikaten kahredicidir, hakikaten de onur kırıcıdır. Nerededir Hz. Hamza cesareti? Nerededir Hz.Ömer adaleti? Nerededir zalimlere meydan okuyan kudretli asırlar? Koltuğu muhafaza için bırakınız haraç vermeyi, bunu aklından geçirmek; başkalarının insaf ve merhametine sığınmak ne İslam’la, ne iman kaideleriyle, ne de bağımsızlık haysiyetiyle bağdaşır. Her gün ölüp ölüp dirileceğine, bir gün ölürsün, fakat adam gibi, kahraman gibi, mükafatı yalnız Allah’tan bekleyen iman eri gibi ölürsün. Dünyanın gözü önünde egemen bir devletin kralından haraç isteyen, onu aşağılayan, adeta tacını ve tahtını başına geçiren bir devlet adamına, bir siyaset anlayışına herkes suskun kalsa da Milliyetçi Hareket susmaz, herkes minderden kaçsa da Milliyetçi Hareket kaçmaz, kaçmayacaktır. ABD Başkanı sorumsuz ve şuursuz tavrıyla, uluslararası toplumun geleceğini ipotek altına almak için durmadan nifak saçmaktadır. Trump geldiğimiz bu aşamada küresel güvenlik sorunu haline dönüşmüştür. Bu malum sorun giderek derinleşmekte, giderek genişlemektedir. Bu arada, 2 Ekim 2018 Salı günü, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna girdikten sonra bir daha çıkmayan ve kendisinden günlerdir haber alınamayan gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın akıbetini merak ettiğimizi de belirtmek istiyorum. Mezkur gazetecinin hakkında çıkan vahim haberlerin doğru olup olmadığının, Konsolosluktan çıkıp çıkmadığının acilen teyit ve ispata muhtaç olduğu açıktır. Türkiye mafyavari yöntemlerin, bölgesel komplo faillerinin, kanlı hesaplaşmaların, örtülü operasyonların geçiş güzergahı veya sahne alanı değildir. Eğer ortada suç varsa, suçlular da belirlenmişse gereği derhal yapılmalı, işlenmiş bir cinayetin tespiti halinde caniler mutlaka cezalandırılmalıdır.
Değerli Arkadaşlarım, Türkiye’nin ekonomi cephesi düşürülmek, ortaya çıkan mağduriyet ve kayıplar siyasi tepkiye dönüştürülmek isteniyor. Büyük bir oyun oynanıyor. Yaklaşık 3 aydır dövizdeki fiyat artışlarıyla Türkiye’nin kundaklanması amaçlanıyor. Meselenin can alıcı noktası şudur: Planlı ekonomik terör, sistematik ekonomik suikast doğrudan doğruya milletimizi, milli bünyemizi, ülkemizin itibar ve saygınlığını hedef almıştır. Evanjelist bir Papazı bahane ederek başlatılan barbar akın aslında gösterilmek istendiğinden, iddia edilenden çok daha fazla muhtevaya sahiptir. Konu sadece Papaz değildir. Olması da mümkün değildir. Kıvılcıma bakarken yangını ihmal etmeyelim. Zarfla uğraşırken mazrufu gözden kaçırmayalım. Maskeye değil malum yüz ve niyetlere bakalım. Türkiye ekonomisinde dipsiz kuyular açmak için kuyruktalar. Türkiye ekonomisini kusursuz bir fırtınayla çökertmeyi, çürütmeyi hedefliyorlar. Londra merkezli küresel fonların yularını bunun için gevşettiler. Sermaye çetelerine yıkım emri verdiler. 24 Haziran Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçiminin rövanşını kur, faiz, borç, enflasyonla almaya teşebbüs ettiler. Özellikle 12 Ağustos’u 13 Ağustos’a bağlayan o meşum gecede kudurmuş gibi üzerimize çullandılar. Kur aldı başını gitti, devamında faiz fırladı, enflasyon hortladı. Yaşanan ekonomik şok ve dengesizlik her insanımızı zorda bıraktı. Para oyunlarını seferber ettiler. Döviz operasyonlarını sahneye aldılar. Paslı kur silahını çektiler. Ekonomik sisteme saatli bomba döşediler. Amaç, ekonominin surlarını infilak ettirip sosyal çözülmeyi sağlamak, siyasal kaosu ateşlemek, ardından yeni hükümet sistemine karşı tetikte bekleyen ve sokağı adres gösteren işbirlikçileri harekete geçirmekti. Tehlike geçmiş değildir. Amaç, 15 Temmuz’da alamadıkları sonucu ekonomik alaborayla almaktı. Tehdit sönmüş de değildir. Ekonomik rahatsızlıklarla bilenmiş toplumsal muhalefetin siyasal içerik kazanması, denetim ve kontrolden çıkması hesaplandı. Çok şükür Trump’ın Twitter mesajlarıyla destek verdiği küresel baronların hesabı Ankara’da bozuldu. Milli birlik ve dayanışma ruhu sonuna kadar bütün hatlarıyla direndi. Hep söyledim, yine söylüyorum: Mesele çok yedim, az yedim meselesi değildir. Mesele sen kazandın, ben kaybettim meselesi de değildir. Mesele vatandır, nitekim milli ve ekonomik bekamızın müdafaasıdır. Parti olarak işin kolayına kaçar, zahmete girmez, sırf hükümet yıpransın diye her eleştiriyi yapardık. Başkaları gibi olsaydık, fırsat bu fırsat diyerek siyasal rantın, siyasi fayda devşirmenin basitliğine ve kofluğuna heves ederdik. Ülke yanarsa yansın der, ne kazanacağımıza bakardık. Milliyetçi Hareket Partisi önce ülkem seslenişiyle boşuna duruş göstermiyor. Önce millet iradesiyle hayale yelken açmıyor. Türkiye’nin saldırıya uğradığı, küresel ablukayla günden güne eriyip kan kaybettiği bir ortamda, ne yapsaydık, biz de sele kapılıp ekonomik operasyonlardan medet mi umsaydık? İnsanımız aç ve açıktayken, döviz kurşunu yağmur gibi üzerimize yağarken, söyleyiniz bana, neye hizmet etseydik, biz de işbirlikçi ve gayri milli odakların projelerine gözcü, propagandalarına sözcü mü olsaydık? Gemi su alırken, filikaya binip uzaklaşmak bizim kitabımızda yazmayan korkaklıktır. Yangın bacayı sarmışken yaygara koparmak, gürültü çıkarmak, su taşıyanların elini tutmak bizim reddettiğimiz utanmazlıktır. Bizim tercih ve tutumumuzu köşe yazarları beğenmeyebilir. CHP, HDP ve diğer yandaşların tetikçileri kabul etmeyebilir. FETÖ’cü alçaklar, PKK’lı soysuzlar, Türk ve Türkiye düşmanları hazmetmeyebilir, hazzetmeyebilir. Kendi bilecekleri iştir. Arzularımızla yaşamıyoruz, ülkülerimizle varız. Kökünü inkar etmiş mahluklardan değiliz, geçmişimiz ve geleceğimizle bir bütünüz. Bedbaht değiliz, bedhah hiç değiliz. Siyasetimiz millidir, duruşumuz merttir, duyuşumuz nettir, sözümüz diktir, özümüz adamdır, övüncümüz Türk-İslam ahlakıdır, vicdanımız adaletten yanadır. Biz Ötüken mirasçısı, Türk asırlarının medarı iftiharı Milliyetçi Hareket Partisiyiz. Ağaca çıksalar bile pabuçları yerde kalmayanlar bize ne söylüyorlar? Bastıkları yerde ot bitmeyenler bize neyi dayatmaya çalışıyorlar? Türkiye ekonomisinde sorun yok demedik. Yapısal açmazlardan devamlı surette bahsettik. Makroekonomik çarpıklıkları, yanlış ekonomi politikalarını yeri ve zamanı geldiğinde ifade ettik, bunlara karşılık olgunlaştırdığımız teklif ve temennilerimizi muhataplarımızla paylaştık. Yüzde 25’e varan politika faizinden, üretim tesislerinde çıkan normal olmayan yangın haberlerinden, artan konkordato ilanlarından, tüketici enflasyonundaki yüzde 24,52’lik tırmanıştan, yeni ekonomi programının kısa sürede tartışmaya açılmasından, kabaran dış borçlardan, azgınlaşan hayat pahalılığından biz de rahatsız, biz de şikayetçiyiz. Ancak bu ülke hepimizin, bu millet biziz, bu devlet bizim. Turpun büyüğü heybede diyerek felaket tellallığı yapan gafiller soruyorum sizlere, turpa bu kadar merakınız nereden kaynaklanıyor? Olur da başımıza çığ düşerse kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz? Çatı çökerse yakayı kurtaracağınıza mı inanıyorsunuz? Biz bu yaklaşım ve kavrayışla, hükümetin daha önce anlaştığını söylediği ABD’li denetim ve danışmanlık şirketi McKinsey ile çalışmasını kendi içinde tutarlı bulduk. Mevzi bakmadık, yüzeysel davranmadık. Ayrıca McKinsey müdafaasının bize düşmeyeceğini önemle ifade ettik. Ancak, McKinsey’in yeni bir IMF, kayyum, kozmik oda vakası, kapitülasyon veya Duyun-u Umumiye olmadığını da söyledik. Hemen eleştirmeye, açığa düştüğümüzü söylemeye koro halinde başladılar. Nasıl olsa Cumhurbaşkanı “biz bize yeteriz” demişti. Tek kaldığımızı söylediler, baltayı taşa vurduğumuz ileri sürdüler. Be hey zır cahiller, pek çok ülkede faaliyeti olan, ülkemizde de yıllardır faal halde bulunan McKinsey bir denetim ve danışmanlık şirketidir. Akıl ve irade milli olduktan sonra istişari nitelikli sunduğu teklif ve görüşlerine ister uyar ve uygularsınız, isterse de teşekkür edip gerisin geriye iade edersiniz. McKinsey’e Duyun-u Umumiye demek, IMF demek, kozmik oda vakası demek, kayyum demek, kapitülasyon demek, cehalet değil, gaflet değil, su katılmamış ümmiliktir. Ve çok tehlikelidir, bizim de itirazımız buna yöneliktir. Duyun-u Umumiye emperyalizmin acentesi ve ileri karakoludur. Duyun-u Umumiye 1875’de moratoryum ilan eden Osmanlı’nın, borçlularına gelin borçlarınızı tahsil edin dediği zalim bir tahsilat kuruluşudur. 1881 yılında ilanı yapılan Muharrem Kararnamesiyle İmparatorluğun iflası belgelenmiş, karanlık bir sayfa açılmıştı. Tam altı başlıkta toplanan gelirlerimizden borçlular lehine vazgeçilmişti. Türk devlet telakkisinde iflas utanç verici bir durumdur. Bizim anlayışımıza göre devlet demek kutlu ve itibar sahibi siyasi ve hukuki teşkilatlanma demektir. Ne diyordu Kanuni Sultan Süleyman: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.” Duyun-u Umumiye derseniz iflas ettiğinizi, hastalandığınızı, tarih sahnesinden çekilmeye başladığınızı, artık hükmünüzün kalmadığını kabullenmiş, teyit etmiş sayılırsınız. Türkiye Cumhuriyeti buna hizmet eden, bunu temine çalışan kötürüm siyasi dile mahkum ve müstahak değildir. Duyun-u Umumiye propagandistleri aynısıyla Şark Meselesi’nin içimizdeki çıyanlarıdır, her sözü saptırmak, her yapılanı çarpıtmak hususunda efendilerinden emir almışlardır. 14 Ocak 1868’de, Londra’da yayımlanan Times Gazetesi’nde çıkan bir makalede aynen şunlar söylenmişti: “Şark Meselesi denilen şey bir görünümüyle Osmanlı Devleti’nin zaafa uğramasından başka bir şey değildir.” Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ni zaafa uğratmaya çalışmıyorlar mı? 19.yüzyıl yabancı sefirlerinin izini takip edenler aramızda dolaşmıyor mu? Bizim McKinsey diye bir derdimiz yoktur, işimiz de yoktur, olamayacaktır. Bizim bakışımız Türk, durduğumuz yer Türkiye, dua ve mücadelemiz Türk milletinin lehinedir. İpsizi sapsızı, CHP’si HDP’si, gitsinler dertlerini Cibali Karakoluna anlatsınlar, buldukları taktirde Marko Paşa’ya içlerini döksünler. Bizi alakadar etmez, bize sökmez. Hükümet McKinsey yollarını ayırsa da bizim düşüncelerimiz, değerlendirmelerimiz asla değişmeyecek, tutarlı ve gerçekçi tespitlerimiz hükmünü muhafaza edecektir. Unutmayınız ki, doğru bilinç, doğru birikim, doğru bakış açısı, doğru proje, doğru insan, doğru uygulama, doğru strateji, yerli ve milli irade her güçlüğün üstesinden muhakkak gelecektir.
Değerli Milletvekilleri, Tevriye sanatı; meramını gizlemek, güzel anlatımlarla asıl amacı gözden uzak tutmaktır. Bu sanatın siyasette kullanımında; sabır, sebat, akıl, ölçü, irade ve nefse hâkimiyet esastır. Kelimelerin mana zenginliğine kasti ve keyfi anlamlar yüklenmesi amaç yozlaşmasına, hitabet ucuzluğuna, gülünç durumlara yol açacaktır. Bu vesileyle tevriyeden velveleye geçiş kısa sürede gerçekleşecek, muhatabının eğer yüzü varsa kızarmasına, eğer kalbi varsa burukluk yaşamasına neden olacaktır. Bir siyaset insanı, dikkat buyurunuz insan diyorum, velveleye teslim olmuşsa, gevezeliğe tamam demişse, sanal diklenmelerle günü kurtarmaya heves ediyorsa, iradesi insiyakla örülmüş, ifadesi izansızlıkla örtülmüş sayılacaktır. Donkişot; yel değirmenlerini, koyun sürülerini dev düşman kümeleri gibi görür, mızrağı çektiği gibi saldırırdı. Siyasi Donkişotların varlığı da oldukça düşündürücüdür. Sahte benlikleri etrafında marazi bir ortam oluşturanlar için her şeyin, her gelişmenin, hatta bütün hadiselerin merkezi kendi nefisleridir. Bunlar çıkarları kimi işaret ediyorsa düğme iliklerler. Asla ilkeleri yoktur, asla ülküleri yoktur, asla çizgileri yoktur. Bunların gözyaşları timsaha, gülümsemeleri sırtlana benzer. Hülasa sahici ve inandırıcı değildir. Geçen hafta İP’in Genel Başkanı partisinin grup toplantısında Milliyetçi-Ülkücü Hareket’e yönelik hakaretamiz, hırçın ve hasis sözleri zincirleme tepki ve olaylara neden olmuştur. Bundan rahatsız olduğumuz çok açıktır. Siyasi patolojik vaka olan bu şahıs Milliyetçi Hareket Partisi’ne adeta imal ettiği zehri kusmuş, en iyi bildiği nifak oklarını fırlatmıştır. Burada dile getireceğim söz ve tenkitlerden İP’deki eski arkadaşlarımız, bir sebeple aramızdan ayrılıp giden kardeşlerimiz muaftır. Kastım onlar değildir, olmayacaktır. İP Genel Başkanı’nın kulağına kim fısıldamışsa, kimler tembihlemişse, partisinin ilk grup toplantısında son derece kırıcı, son derece incitici, son derece ilkel ve itici bir şekilde partimize ve dava arkadaşlarımıza saldırmıştır. Lütfen hatırlayınız; Sarayla aramızda köle-sahip ilişkisi kurulduğunu söyledi. Saray yancısı dedi, saray paspası dedi, lastik adamlar dedi, küçük ortak dedi. Saray yancısından milliyetçi olmaz dedi. Beka için en büyük tehlike olduğumuzu iddia etti. Türklüğe hakareti af kapsamına aldığımızı utanmadan sıkılmadan dillendirdi. Mafya bozuntularını affedecekler diye yalanına yalan ekledi. Bu iftira ve kötü sözlerin hepsini ayağımızın altında çiğniyor, muhatabına aynen iade ediyoruz. Bu ağır sözlere birkaç gün tahammül edip sosyal medyadan karşılığını verince Türkiye’nin günlerdir konuştuğu hadiseler ne talihsizliktir ki vuku bulmuştur. Biz cevap verince İP Genel Başkanı sosyal medyadan şahsımı etiketleyip adres verecek kadar çıldırmış, gözü dönmüştür. Bu davet pis bir davetti, tehlikeli bir meydan okumaydı. Türk’ün töresidir, davet varsa, icabet eden de çıkacaktı, gerçekten çıkmıştır. Üsküdar ilçe başkanımız ve beraberindeki bir grup ülküdaşımız Küplüce’ye gidip bu kişinin evinin önünde demokratik ve her zaman olabilecek protestolarını yaptılar. Fakat Üsküdar ilçe başkanımızı ve yönetimini il teşkilatımıza ve Genel Merkezimize haber vermeden bu eylemi yaptığından dolayı bekletmeden görevden aldık. Ne olursa olsun, tahriklere kapılmayacağız, soğukkanlı ve temkinli tavrımızı koruyup oyunu bir kez daha bozacağız. İşin tuhaf ve mide bulandırıcı yanı, İP Genel Başkanı’nın evinde çoktan sahnenin kurulup figüranların yerini alması, tuzağın da tesis edilmesidir. Ankara’da adres verip Üsküdar’a konuşlanması, evde iki kişiyiz demesine rağmen karanlıkta kalan üçüncü şahsın arka plandan olan biteni kamerayla kayda alması dikkatli hiçbir gözden kaçmamıştır. Kamera tutan el kimindir, evde kimler hangi gayeyle toplanmışlardır? Aynı günlerde Pensilvanya’daki bir silahlı eylemle Türkiye töhmet altında bırakılırken, diğer yandan Üsküdar vakası tanımıyla MHP ahlaksızca yargılanmak istenmiştir. Hem Pensilvanya vakası hem de Üsküdar vakası ne ilginçtir ki aynı kapıya açılmış, aynı tarihlere denk gelmiştir. Üsküdar’da tuzak kurulmuştur. Küplüce’de gizli ve gizemli eller tezgâhlarını açmışlardır. CHP, HDP, yurt dışına kaçan casuslar hemen Küplüce savunmasına geçmişlerdir. Üsküdar’da hiçbir Türk kadının heveslenmeyeceği tahrik edici ve terbiye sınırlarını ihlal eden meydan okumalara şahitlik edilmiştir. Toplumun gözü önünde siyaset yapan bir siyasetçi muhataplarına pencereyi açıp da ‘erkekseniz gelin ulan’ diyebilir mi? Bu nasıl bir şuursuzluktur? Varsa bir rahatsızlığın, varsa bir şikayetin polisi çağırırsın, hukuka müracaat edersin. Şahsım tedavi edilirken topladığı imzaları partiye gönderip ortalığı ayağa kaldıracak kadar pervasız ve kontrolsüz olanlar yeni ve vahim bir provokasyon düğmesine basmışlardır. Çünkü siyasi erime yaşıyorlar, tükenmenin sınır hattındalar. Elle gelen düğün bayram diyoruz, gelecekleri varsa görecekleri olduğunu haykırıyor, hatırlatıyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi şehit ocağıdır, yancı ve paspas değildir. Milliyetçi Hareket Partisi Türklüğün kıvancı, Türkiye’nin son kalesidir, lastik adamlarla işi olmayacak, kendini adadığı bekaya zarar vermeyi asla aklından bile geçiremeyecektir. Aksini söyleyenler arsızdır, edepsizdir, terbiyesizdir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin hükmü şahsiyetine kim dil uzatırsa, kimler el kaldırırsa ya o dili kopartırız, ya da eli kırarız. İsteyene, canı çekene ağzının payını bol bol veririz. Gerekirse bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğneriz. Bizim hisarlarımız tutulan tellere benzemez. MHP toplaşılan tarla değildir, Türk milletinin şeref sembolüdür. Ernest Renan milliyetçisi olanlar bilsinler ki; biz son nefesimize, son neferimize kadar kaynağını Türk-İslam Ülküsünde bulan Türk milliyetçileri olarak kalacağız. NATO’cu oldunuz, PKK’lı Demirtaş’ın özgürlüğünü savundunuz, FETÖ’ye sığındığınız, eşit vatandaşlık üzerinden Kürdistan’a göz kırptınız, Diyarbakırlı oldunuz, döndünüz Rumeli türküsü çağırdınız, olmadı Ahlat dediniz, dümen kırıp HDP Kürt siyasi hareketinin temsilcisidir diyerek düğümlendiğiniz. Gelin görün ki dikiş tutmadınız, adam olamadınız, milli duramadınız, kesinlikle milliyetçiliği hak etmediniz. El öptü diye dava arkadaşlarımızı dışladınız, yola çıktıklarınızı yolda bulduklarınızla değiştiniz. Ağır konuştuğumu düşünen varsa bugüne kadar sustuklarıma saysın. Milliyetçi Hareket Partisi’ne ha bire saldıranların akıllarını başlarını almalarını hassaten tavsiye ediyorum. Biz kum torbası değiliz, önüne gelenin şamar oğlanı değiliz, her kabalığı, her saldırganlığı sineye çekecek acziyete sahip hiç değiliz. Ayağımıza basan olursa, uyarıyorum aklını başından alırız. Merak buyurulmasın, fincancı katırlarını ürkütmeye devam edeceğiz. Foyaları meydana çıkarmayı inançla sürdüreceğiz. Bize düşmanca bakanlara diyorum ki, MHP’yle aranıza öyle bir buzdağı diktiniz ki, küresel ısınmanın feriştahı gelse eritemez, eritemeyecektir. Alacak nefesimiz olduğu sürece, soracak hesabımız da vardır ve namusumuza zimmetlidir. İP’den dışlanan ve horlanan, izlenen politikalardan dolayı rahatsızlık duyan, geçmişte bizlere kırgın ve kızgın olsa da pişmanlık duyan her arkadaşımı kucaklıyor, yürekten selamlıyorum. İşte kapı ağzına kadar açık. Kardeş kardeşle kavga etse de, uçurumun kenarına gelince mutlaka kucaklar, kucaklayacaktır. Sözlerime son verirken siz değerli milletvekillerimizi, muhterem misafirlerimizi hürmetle, muhabbetle selamlıyor, sağlık, sıhhat, afiyetler diliyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|