Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 8 Ocak 2019
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
8 Ocak 2019

 





Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,

Değerli Basın Mensupları,

Bütçe görüşmeleri ve yeni yıl münasebetiyle verilen aradan sonra sizlerle bir araya gelmenin bahtiyarlığını yaşıyorum.

Partimizin 2019 yılının bu ilk Grup Toplantısına başlarken sizleri hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.

Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan tüm kardeşlerimize en iyi dileklerimi sunuyor, hepsinin ve hepinizin yeni yılını bir kez daha tebrik ediyorum.

Ayrıca mesleklerini bin bir güçlükle yürüten kıymetli gazetecilerimizin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü şimdiden kutluyor, esenlikler diliyorum.

Son yıllarda ülkemizde basın özgürlüğüyle ilgili tartışmalar en üst düzeyde ve yoğun bir şekilde yaşanmaktadır.

Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası boyutta pek çok rapor yayımlanmakta, değerlendirme ve yorumlar yapılmaktadır.

Elbette tarafsız ve objektif basın demokrasinin nefes borusu, sosyal ve siyasal bünyenin dinamosu, haber alma özgürlüğünün çimentosudur.

Basın demek malumat, maşeri vicdanın gözü-kulağı demektir.

Bu gerçeklerin örtbas edilip yok sayılması hem doğru değil hem de mümkün değildir.

Bazı uluslararası kuruluşlar Türkiye’yi karalamak ve olumsuz bir tablo çizmek maksadıyla devamlı surette raporlar hazırlayıp servis etmektedir.

Sivil ve siyasi özgürlüklerin yanında medya alanında da ısmarlanmış sorunların varlığı ısrar ve inatla gündemde tutulmaktadır.

Basın ve internet özgürlüğü kategorisinde ülkemizin kötü bir sicile sahip olduğu sıklıkla iddia edilip ileri sürülmektedir.

2017 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye’nin bir önceki yıla göre dört basamak gerileyerek 180 ülke arasında 155’nci sıraya düştüğü söylenmektedir.

Özellikle Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Türkiye’de muhalif basının sindirildiğini, farklı seslere saygı ve hoşgörünün kalmadığını belirterek eleştiri dozunu gittikçe artırmaktadır.

Basın özgürlüğü konusunda Türkiye’nin kara listeye girmesi için adeta bir yarış, adeta ince bir işçilik söz konusudur.

Ne garabet bir durumdur ki, FETÖ’yle mücadele sürecinin basın özgürlüğüne yönelik bir tehdit olduğu bile değerlendirilmiştir.

Ülkemiz niyeti oldukça kuşkulu, maksadı son derece mahsurlu bazı uluslararası kuruluşların 2018 yılı raporlarında özgür olmayan bir yapıda gösterilmiştir.

Karalama kampanyaları 2018’de de hız kesmemiştir.

Bilhassa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bu kuruluşların hedef tahtasına oturtulmuştur.

Neymiş, yeni hükümet sistemine geçişle birlikte Türkiye otoriterliğe kaymış.

Muhalif kişi ya da kurumlar baskıya maruz kalmışlar.

OHAL süreciyle beraber sosyal ve siyasi haklarda tahribatlar yaşanmış.

Hukuki karar alma süreçleri ise tehdit altındaymış.

Bilinmelidir ki, bu iddiaların tamamı zırva, tamamı hayal mahsulüdür.

İhanetin özgürlüğü olmaz, suçun özgürlüğü olmaz, cinayetin özgürlüğü olmaz, işgal heveslerinin özgürlüğü olmaz, darbeye teşebbüsün özgürlüğü hiç olmaz.

Milli iradenin demokratik kararı ve seçimiyle hilesiz-hurdasız, nizasız-kavgasız inşa edilen bir hükümet sistemine geçişin otoriterlik olarak tevil ve tasviri eğer cehalet değilse kesinlikle akli ve fikri caniliktir.

Milletin değerlerine hakaret etmek, devletin egemenlik haklarına cephe almak, terörizmle yan yana gelmek nasıl bir özgürlük anlayışıdır?

Güvenlik duvarı yıkılıp bekamız ve vatanımız harap olduktan sonra neyin özgürlüğünden, ne için, kim için bahsedeceğiz?

Kalemini kaleşnikof gibi kullananların, gazete köşelerini saatli bombaya çevirenlerin, yalan üzerine ikbal ve istikbal tasarımı yapanların özgürlük tantanasına inanan varsa buyursun inansın, ama biz bunlara inanmayacağız, Türk milleti de bunlara kanmayacak.

Sövene dilsiz, vurana elsiz kalmayacağız.

Özgürlük bir başkasının güvenliğine ve dokunulmaz haklarına tecavüz ettiği andan itibaren ölümcül bir virüse dönecektir.

Özgürlük demek hıyanete cevaz, husumete onay vermek anlamına gelmeyecektir.

Özgürlük demek eşref-i mahlukat olan insanın kazanımlarını hiçe saymak, keyfi muamelelerle ihlal ve inkar yollarına savrulmak değildir.

Bugünkü insanlık sürecinde tutsak alınan özgürlük kavramını asıl ve acilen özgürlüğüyle buluşturmak, zincirlerinden kurtarmak hepimizin ana görevi olmalıdır.

Aynı şey demokrasi kavramı için de geçerlidir.

Şahsen tarafsız ve objektif basın ahlakının ülkemiz için olmazsa olmaz bir nitelik taşıdığı kanaatindeyim.

Ancak basın özgürlüğünü milli batışın ve bitişin şifresi olarak görüp önüne gelene kara çalanları, kumpas kuranları, sövüp sayanları, kırıp dökenleri hoş görmemiz, normal karşılamamız eşyanın bizatihi tabiatına mugayirdir.

Özgürlük insan hakkıdır. Buna diyecek bir şey yoktur.

Özgürlük insan içindir. Buna itiraz edecek halimiz de yoktur.

Fakat milli haklara, milli varlığa, manevi mahreme saldırmak da bir nevi eşkıyalıktır, bunun da özgürlükle değil, ceza hukukuyla ilgisi vardır.

Çifte standartçı yaklaşımlar, keskinleşen önyargılar, taassupçu eğilimler, rövanşist dürtüler, ikircikli bakışlar, çelişkiye bulanmış anlayışlar kavramların gerçek manalarını hep gölgelemiş, kutuplaşmaları sürekli kamçılamıştır.

On yıllardır ne çektiysek bu ağır sorun yumağından çektik.

Özgürlük tıpkı demokrasi gibi birilerinin tekeline girdi, derin manasından koptu.

İnsan hakları ne insanlığı ne de hakkı tanıyan dar, güdük ve küçük bir şaibeli grubun ambargosu altına alındı.

Konu teröristler olunca hak ve özgürlük yaygarası koparıp, sırayı vatan ve millet kahramanları alınca katliam çığlığı atanlar bize göre özgürlüğü değil millete ölümü vaat eden soysuzlardır.

Bunları tanıyoruz, emellerini biliyoruz.

Bunların iç ve dış işbirlikçilerini dişlerimizi sıkarak izliyoruz.

Nereye varmak istediklerini görüyoruz.

Neleri amaçladıklarını idrak ediyoruz.

Yıllarca üniversitelerde sadece eğitimlerini tamamlama gayesi taşıyan tertemiz milliyetçi-ülkücü gençleri eli satırlı faşistler diye gösterip asıl canileri ve terörist bakiyelerini uslu ve terbiyeli öğrenciler diye yutturmaya çalışan özgürlük bezirgânlarını da, insan hakları şarlatanlarını da ne unuttuk ne de affettik.

Bize onursuz özgürlük dersi verenlerin, mütekebbir bir edayla, tehditvari bir sedayla durum ve konum hatırlatması yapanların yaşarmayan gözleriyle, kızarmayan yüzleriyle kuyumuzu kazmalarına asla izin vermeyeceğiz.

Bunların maskesini indirmeye ant olsun devam edeceğiz.

Bunların oyunlarını şart olsun azimle bozmayı sürdüreceğiz.

Değerli Milletvekilleri,

Günümüzün karmaşıklaşan hayat şartlarında, vatandaşlarımızın maddi ve manevi sorunlarının yanı sıra ruhsal olarak da zorluk çektiğini görüyor ve değerlendiriyoruz.

Kaldı ki, ruh sağlığı hizmetleri alanında hizmet alan, hizmet veren insanlarımızın ağırlaşan problemlerinin farkındayız.

Tüm bu sorunlarla şuurlu, programlı ve etkili şekilde başa çıkabilmek için; hakların, sınırların, yetkilerin açık ve net olarak belirlendiği bir toplumsal sözleşmeye, diğer bir ifadeyle Ruh Sağlığı Yasasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.

Nitekim gelişmiş ülkelerin tamamında, gelişmekte olan ülkelerin birçoğunda söz konusu yasa vardır ve yürürlüktedir.

Türkiye’de ise bu alanda bir boşluk hâkimdir.

Bu kapsamda sosyal ve toplumsal pek çok yararı olacağına inandığım Ruh Sağlığı Yasasının bu yıl içinde TBMM’den çıkarılmasını içtenlikle bekliyor ve temenni ediyorum.

Konuyla ilgili bir kanun teklifi hazırlayan Aile, Kadın ve Engellilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Sayın Deniz Depboylu Hanımefendiyi tebrik ediyor, bu teklifin yasalaşması halinde mühim bir eksikliğin telafi edileceğine inanıyorum.

Çünkü yaşanan ağır sorunlar ruh sağlığına olumsuz yönde tesir etmektedir.

Bunu inkar etmek anlamsızdır, faydasızdır.

Türkiye Ruh Sağlığı Profili çalışmasında, ruhsal sorunu olanların yalnızca yüzde 14’ünün herhangi bir uzmana müracaat ettiği belirlenmiştir.

Çoğalan intiharlar, yaygın bir hal alan antidepresan ilaç kullanımı tehlikeli düzeydedir.

Şiddet vakaları, kadın cinayetleri, eften püften meselelerdeki derin anlaşmazlıklar tehdit edici bir seviyededir.

Şu işe bakar mısınız, geçtiğimiz hafta, Gaziantep’te bir boşanma vakasıyla aralarında husumet bulunan iki akraba aile arasında çatışma çıkmış, 18 kişi yaralanmıştır.

Bu olacak şey değildir.

Söylerken bile içimin titrediği bir kadın cinayeti geçen hafta bir üniversitede gerçekleşmiştir.

Genç bir akademisyen olan Ceren Damar evladımız gözü dönmüş bir katil tarafından hunharca katledilmiştir.

Bu vahşi cinayetin üstelik bir üniversitede yaşanması tüyler ürperticidir.

Yalnızca merhume evladımız değil, akademik hayat da saldırıya uğramıştır.

5 Nisan 2018’de yine bir cani tarafından Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde 4 kardeşimizin canına kıyılmıştı.

Başta Ceren Damar evladımız olmak üzere, görevlerini icra ederken maruz kaldıkları kanlı saldırılarda hayatlarını kaybeden bütün masumlara Allah’tan rahmet niyaz ediyor, ailelerine başsağlığı dileklerimi tekraren iletiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Son dönemlerde artan sosyal şiddet, yoğunlaşan toplumsal gerginlik bizi fazlasıyla kaygılandırmaktadır.

Özellikle 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Seçimlerine yaklaştıkça ihtilaf ve anlaşmazlıklar alarm verici boyutta serpilmektedir.

Bize öyle geliyor ki gizli ve gizemli eller devrededir.

Kavga, kargaşa ve kutuplaşma sanki özel olarak kurgulanıp toplumsal bünyeye zerk edilmektedir.

Hatırlarsanız 2018’de de suç ve şiddetin envaı türüne şahitlik edilmişti.

2019’a girdiğimiz andan itibaren bu cephede değişen pek bir şeyin olmadığı görülmektedir.

Sosyal dokumuzu bozmak, siyasi dengemizi baltalamak, toplumsal huzurumuzu boğazlamak için biteviye tezgâh ve tertipler imal edilmektedir.

Mesela 31 Aralık gecesi, İstanbul Taksim’deki yılbaşı kutlamaları esnasında Suriyeli sığınmacı olduğu iddia edilen bir grubun Suriye bayrağı açması çok ciddi infiale yol açmıştır.

Açık bir provokasyon olduğu neredeyse kesin olan bu olayın kimler tarafından planlandığı, hangi amaçlarla tedavüle sokulduğu enine boyuna araştırılmalı, arkasındaki melun ve melanet hevesler mutlaka deşifre edilmelidir.

Konu önemlidir, ihmali halinde ağır sonuçlar doğacaktır.

Benzeri tahrik ve tacizler ülkemizin farklı il ve ilçelerinde zaman zaman vuku bulmaktadır.

Milletimizin sinir uçlarıyla oynanmakta, sabrı test edilmektedir.

Cepheleşmeler kasti olarak bilenmekte, hassasiyetler kaşınmaktadır.

Casusların kindar kışkırtmalarına, işbirlikçilerin karanlık faaliyetlerine azami dikkat ve uyanıklık göstermek lazımdır.

31 Mart öncesi ülkemizin huzurunu kaçırmak istiyorlar.

Sokakları karıştırmayı projelendiriyorlar.

1 Nisan sabahı için hazırlık yapıyorlar.

Toplumsal uyum ve düzenin mukavemetini kırmayı amaçlıyorlar.

En küçük bir kıvılcımın nelere yol açacağını, nasıl bir yıkım ve enkaza kapı aralayacağını engin bir kavrayışla yorumlayıp buna müzahir tedbir geliştirmek bize göre zarurettir.

16 Aralık 2018’de, Sakarya’nın Hendek ilçesinde birçok suçtan sabıkası bulunan bir şahsın işlemiş olduğu cinayet birden bire Türk-Kürt karşıtlığına alçakça büründürülmüştür.

Bu konuda vahşi bir tuzak kurulmuştur.

Kandil’deki terör elebaşları sosyal medya aracılığıyla sahte hesaplar açtırarak Kürt kökenli vatandaşlarımıza kötü muamele yapıldığını, açıktan ve acımasızca saldırıldığını iddia ederek fitneyi alevlendirmişlerdir.

Oldukça riskli, oldukça tehlikeli, oldukça kışkırtmalara müsait ortam ve zemin maalesef bütün çıplaklığıyla karşımızdadır.

Bu düşmanlıkların hepsi üst bir akıl tarafından planlanıp toplumsal hayata indirilmektedir.

31 Mart 2019’a kadar bu kapsamda daha da fazla olay ve gelişmeye şahit olma ihtimali ziyadesiyle vardır ve fazladır.

Sosyal ve ekonomik memnuniyetsizliklerin siyasal itiraza dönüşmesi için titiz bir çaba harcanmaktadır.

31 Mart 2019’da zilletin öne çıkması, hezimetin önümüzü kesmesi amacıyla hummalı ve huşunet dolu bir gayret sarfedilmektedir.

Türk milletinin bu bayat senaryolara karnı toktur.

24 Haziran 2018’de milli uyanışı kundaklayamayan, milli dirilişe engel olamayan iç ve dış odaklar 31 Mart 2019’da da aynısına mahkûm olacaklar ve sukutu hayale uğrayacaklardır.

CHP’sinden İP’ine, HDP’sinden PKK ve FETÖ’süne kadar kim Türkiye’nin tarihsel yürüyüşünü kesmek istiyorsa onunla hesabımız mahşere kalmadan bu dünyada görülecektir.

Türk milleti cevheri de görüyor, çürüğü çarığı da biliyor.

Hiç kimse şansını fazla zorlamasın.

Hiç kimse nifakı geçim kapısı, namertliği ümit çeşmesi görmesin.

Herkes ayağını denk alsın.

Biz de ne verilecek toprak parçası, ne vazgeçilecek insan varlığı, ne de çizilecek sınır hattı asla yoktur.

Aksini iddia edenlerin ya canıyla zoru, ya da cehaletiyle sorunu vardır ve bunlarla mücadele bizim mukaddes bir vazifemizdir.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türk vatanı asırlar içinde sahnelenen pek çok fedakârlığın, pek çok kahramanlığın mahsulü olarak var olmuş, bundan sonra da aynı iştiyak ve iradeyle varlığını koruyacaktır.

Kutlu ecdadımızın hatıraları, aziz şehitlerimizin emanetleri Allah’ın izniyle zayi olmayacak, hiçbir zaman da ziyan kabul etmeyecektir.

Türk milletini izale ve imha gayretleri dün olduğu gibi bugün de akamete uğrayacaktır.

Şerefli mazimizin her sayfasında beka dedik belaları def ettik; millet dedik zilleti tepeledik, inanıyorum ki aynısını yine yapacağız, yine aynı başarıyı göstereceğiz.

Kaldı ki varoluşumuzun payidarlığı, istikbalimizin pekişip perçinlenerek güvenceye alınması buna bağlıdır.

Türk milleti haksızlığa gelemez.

Hain ve hayasız hücumlara boyun eğemez.

100 yıl önce bize rağmen tesis edilen bir işgal ve ihanet düzenine boyun eğmiştik.

Haritalar fitne mürekkebiyle çizilmiş, sınırlar zulmün süngüsüyle belirlenmişti.

Eski hakimiyet havzalarımız tutsak edilmiş; izimiz, ismimiz ve eserlerimiz karalanmıştı.

Zor, karanlık ve hazin dönemlerdi, gönül coğrafyalarımızdan yalnızca askerlerimiz değil kanımız çekilmişti, hayallerimiz göçmüştü, ülkülerimiz sürülmüştü.

Evimizden çıkarılmıştık, anılarımızdan koparılmıştık.

Ama bugün Türkiye, bekasını temin ve takviye etmek amacıyla Fırat’ın doğusu veya batısı demeden ileri atılmakta, bu uğurda kararlılığını gösterebilmektedir.

Dün akıntıya karşı kürek çekmek beyhude çabaydı.

Ancak bugün kendi akıntımızın, kendi akınımızın yönünü tayin edecek müteyakkız bir mevkie gelişimiz hakikaten göz kamaştırıcı bir gelişmedir.

Türkiye’ye rağmen kımıldayan bir yaprağın akıbeti bilinsin ki çürümedir.

Türk milletinin hilafına yapılan her türlü tasarım, dizayn, plan, kurgu, hazırlık yok hükmündedir.

Güney sınırlarımız boyunca hıyanet üretimi yapanlar, pusu kuranlar karşılarında çelik gibi bir iman, çevik bir irade bulacaklardır.

Milli bekamızı, milli haklarımızı, tarihi mirasımızı, egemenliğimizin ilke ve esaslarını görmezden gelen, hafife alan, kulak ardı yapan kim olursa olsun ödeyeceği bedele peşinen razı olmalıdır.

Türkiye’nin çevresinde hiçbir terör çetesi yaşamamalıdır, yaşayamayacaktır.

Bu Türk milletinin yeminidir.

Terör örgütleri için kader ağlarını örmüş, bunların sonu görünmüştür.

Fırat Kalkanı Harekâtı ve Zeytin Dalı Harekâtı’yla emperyalizmin uykularını kaçıran, hevesini kursağında bırakan, terör devleti kurma niyetlerini can evinden vuran Türkiye, bu kez de gerek Fırat’ın doğusu gerekse Menbiç ve etrafını zulmün tasallutundan kurtarmaya muktedirdir, buna hazırdır.

Mevzu bahis vatan savunmasıdır.

Bunun da üstünde beka mücadelesidir.

Duruşumuz meşrudur, uluslararası hukuka uygundur.

Davamız var olma, milli güvenliğimizi müdafaa davasıdır.

Ülkemize yönelebilecek her türlü tehdit ve tehlikenin merkezinde karşılanması, jeopolitik risklerin zamanında okunup göğüslenmesi mecburiyettir.

Yüz yıl önce aciz düşmüştük, biçilen kefene gövdemizi uzatmıştık.

Fakat o günler geride kaldı, dev doğruldu, Türk milleti bekasını müdafaa etmek için belalara deyim yerindeyse savaş açtı, cephe açtı, tavır aldı.

Türkiye hem diplomasiyle hem de askeri caydırıcılık vasfıyla sahadadır, masadadır, aktif şekilde meydandadır.

Üçlü Astana Zirveleri, ikili Soçi görüşmeleri, dörtlü İstanbul temasları, Cenevre turları seri şekilde devam ederken ülkemiz bölgesel gelişmelerin dışında değil, bilakis tam ortasında, üstelik etkin ve sözü dinlenir şekilde yerini almıştır.

Türkiye’siz Ortadoğu mahzundur, mahcuptur, mağluptur.

Bugün Fırat Kalkanı Bölgesi huzura kavuşmuştur.

3 bine yakın IŞİD teröristi tesirsiz hale getirilmiştir.

İdlib’te tekrar nükseden çatışmalara rağmen Afrin güvendedir.

Terör koridoru baltalanmış, ihanetin Akdeniz’e çıkış yolları milli fedakârlık ve şehit kanlarıyla kapatılmıştır.

Dört parçalı Kürdistan komplosu her düzeyde tırpan yemiştir.

Türkiye hiçbir tehdidi alttan almamış, göz yummamıştır.

Bugün Fırat’ın doğusu fitnenin boynudur.

Bu boyun vurulmalıdır, bu boyun bedeninden koparılmalıdır.

Refakatçisi Emperyalizm olan Rojava projesi tedavülden kaldırılmalıdır.

Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünü sakatlayacak, Türkiye’nin milli güvenliğini sabote edecek her türlü mütecaviz tertibe karşı uyanık olmak zaruridir.

Zahmetsiz rahmet olmayacağına göre, zahmetlere katlana katlana huzur ve zafer şafağına inanıyor ve ümit ediyorum ki milletçe ulaşılacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

ABD Başkanı Trump 19 Aralık 2018’de IŞİD’i yendiklerini iddia ederek Suriye’den çekileceklerini, 20 Aralık 2018’de de askerlerinin eve döneceğini duyurmuştu.

Bu açıklama bir anda tüm dikkatleri Suriye’ye çevirmişti.

Trump Suriye’deki ABD varlığını devamlı sorgulamış, geri döneceklerini farklı zaman ve zeminlerde ifade etmişti.

Beyaz Saray sözcüleri tarafından Suriye’den çekilme takvimi duyurulmuş, en geç yüz gün içinde bu çekilmenin tamamlanacağı, dışişleri personelinin 20 Aralık 2018’den itibaren 24 saatte ülkelerine döneceği ifade edilmişti.

Ne var ki, Suriye’den çekilmenin kapsam, sınır ve boyutunun ne olacağı, bu kararın taktik mi yoksa stratejik mi olduğu, önceliklerin ve önem sıralamasının değişip değişmediği netlik kazanmamıştı.

Biz Trump’ın Suriye’den geri çekilme iradesine kuşkuyla baktık, ihtiyatla yaklaştık.

Bir dediği diğerini tutmayan, sabah başka akşam başka konuşan bir şahsın ne dediğinden daha çok ne yapmak istediğini, neleri amaçladığını yorumlamak en mantıklı yoldur.

Gerçekten de Trump bir süre sonra Suriye’den çekilme kararı konusunda bir zaman dilimi vermediğini ifade etmiştir.

ABD askerlerinin Suriye’den yavaş yavaş çekileceğini söylemesinden kısa bir süre sonra “ben hiçbir zaman hızlı ya da yavaş demedim” açıklamasında bulunan bizzat Trump olmuştur.

Sonra dönüp “Suriye’den çekilme planıyla ilgili yaptığım ilk açıklamalarda bir değişiklik yok” diyen de kendisidir.

ABD Başkanı daha ileri giderek “Suriye’den çekilsek bile Kürtleri korumaya devam etmek istiyoruz” demiştir.

Bu ülkenin Dışişleri Bakanı patavatsızlık ve pervasızlıkta çıta yükselterek aynen şöyle konuşmuştur:

“Kürtlerin Türkler tarafından katledilmemesi konusunun güvenceye alınması Amerikan misyonunun hala önemli bir parçasıdır.”

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı ise Türkiye’ye gelmeden tavaf ettiği İsrail’de skandal bir açıklamaya imza atmış ve şunları dile getirmiştir:

“Kuzey Suriye’den çekilmek için bir takvim yok. Çekilmenin gerçekleşmesi IŞİD kalıntılarının temizlenmesi ve Türkiye’nin ABD’nin müttefiki Kürt savaşçıların can güvenliğini garanti etmesine bağlıdır.”

Fren tutmayan bu doğan görünümlü şahin, Ankara’nın ABD ile tam koordinasyon halinde olmadığı sürece Suriye’ye askeri harekât yapmamasını zehirli bir dille beyan etmiştir.

Bolton musun, Dalton musun bilmem, ama şunu açıkça sorarım; Türkiye bağımsız ve egemen bir devlet olarak neyi nasıl yapacağını sana ve patronlarına mı soracaktı?

Bu ne küstahlıktır? Nasıl bir terbiyesizliktir?

Kürtleri koruyacaklarmış, Kürtlerin Türkler tarafından katledilmemesini güvenceye alacaklarmış, müttefikleri Kürt savaşçılarmış.

Trump’a diyorum, Pompeo’ya sesleniyorum, Bolton’a duyuruyorum; müttefiki olduğunuz insan kasaplarının, bölücü hainlerin Kürt kökenli kardeşlerimizle en ufak ilgi ve alakaları kesinlikle yoktur.

Bunlar teröristtir, katildir, canidir, görüldükleri yerde imhaları vaciptir.

PKK/YPG’yi Kürt kökenli kardeşlerimizle ilişkilendirmek ahlaksız bir sapmadır, adi bir saptırmadır, alçak bir sapkınlıktır.

Gerek ülkemizde, gerek Suriye’de, gerekse de Irak’ta yaşayan Kürt kökenli kardeşlerimize sevgi ve hürmetimiz tarifsizdir.

Onlarla hiçbir alıp veremediğimiz yoktur, olamayacaktır.

PKK/YPG başka, Kürtler başkadır.

Bunun ikisini karıştıran, doğruyla yanlışı birbirine katan, teröristlere Kürt yakıştırması yapan ABD sap yiyip saman öğütmektedir.

Kürt kökenli kardeşlerimizi kullanan, istismar eden, emperyalizme kul köle olmalarını temine çalışan ABD zihniyeti Türkiye düşmanlığı güzergâhında süratle mesafe almaktadır.

Bu akıl dışılıktır, ahlak dışılıktır, kanun dışılıktır.

ABD, teröristlerle müttefik olduğunu iddia ediyorsa o zaman Türkiye’yle olan müttefiklik hukukunu çiğnemekte, NATO şemsiyesi altındaki birlikteliği hiçe saymaktadır.

Bundan sonra birbirimizin yüzüne nasıl bakacağız?

Zaten ağır hasarlı olan NATO’nun devamını müteakip süreçte nasıl sağlayacağız?

Uluslararası hukukunun varlığından nasıl bahsedeceğiz?

Şayet konu Kürt kökenli kardeşlerimiz ise, onları Washington değil, Brüksel değil, Paris değil, Berlin değil, Londra değil; tarih şahittir ki Ankara sevecek, Türk milleti ölüm pahasına kucaklayacaktır.

Kürt kökenli kardeşlerimize Trump ve Evanjelist kadrosunun muhabbeti yalandır, riyadır, sahtedir, aslı astarı yoktur.

Türkiye’yi Kürtlerle mücadele halinde göstermek ne adamlıktır, ne insanlıktır, ne dostluktur, ne hakkaniyettir, ne de şerefli bir duruştur.

Teröristlerin Kürt olarak gösterilmesi tam bir bühtandır.

Nitekim teröristin Türkü-Kürdü olmaz, Sünnisi-Alevisi olamaz.

Terörist teröristtir, insan yerine bile konulamayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Suriye’de bulunan 2 bine yakın ABD askerinin tümden ülkelerine mi gideceği, yoksa büyük bir kısmının Irak’a mı kaydırılacağı hala meçhuldür, tartışmalıdır.

Üs bölgelerinin, gözlem ve kontrol noktalarının devredilip devredilmeyeceği, devredilecekse kimlere bırakılacağı muammadır.

Esad yönetimiyle PKK/YPG terör örgütleri arasında Kamışlı merkezli yeşeren temasların, bu temas trafiğinin içinde ABD rolünün ne olduğu sır ve gizemini muhafaza etmektedir.

Esad güçlerinin PKK/YPG ile koordinasyon içerisinde Suriye'nin Menbiç bölgesine güneyden askeri unsurlarını sokması, sonrasında yaşanan gelgitler soru işaretlerini ve riskleri tırmandırmıştır.

ABD, acaba Türkiye ile Suriye’nin sıcak çatışmaya girmesi için PKK/YPG ile bir kumpas mı hazırlamaktadır?

Venezuela’daki çalkantının, Maduro’nun başına gelenlerin arkasındaki güç olan ABD, Türkiye için de karanlık ve kahredici yeni senaryolar mı hazırlamaktadır?

Sözde çekilmenin üzeri örtülen bir amacı da bunlar mıdır? 

Esad-PKK/YPG-ABD arasında bilmediğimiz hangi uzlaşma söz konusudur?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Aralık 2018 tarihinde Fırat’ın doğusuna yönelik harekâtın birkaç gün içinde başlayacağını duyurması, ardından 14 Aralık 2018’de ABD Başkanı’yla yapmış olduğu telefon görüşmesi zincirleme sonuçlara kapı açmıştır.

ABD’nin Suriye’den çekilme kararı oyundur, stratejik oyalamadır.

Zira her şey meydandadır.

Dikkatinizi çekmek isterim ki, öngörü hataları, aşırı iyimserlik, kontrolsüz rehavet beka düzeyinde kayıp ve tehlikelere neden olabilecektir.

Öte yandan ABD’nin önce IŞİD’i “yendik” demesi, sonra da Trump’ın dünkü “IŞİD’le mücadele edeceğiz” beyanı kendi içinde oldukça şüpheli ve muvazaalıdır.

Eğer böyleyse PKK/YPG’yi arkalayıp Türkiye’yi IŞİD’le mücadeleye davet etmesinin anlaşılacak ve savunulacak bir tarafı yoktur.

FETÖ’yü anlamak, FETÖ’yle ilgili bilgi almak için Pensilvanya’ya gitmek yerine Ankara’ya heyet gönderen ABD Türk milletinin aklıyla, havsalasıyla alay edecek noktaya düşe kalka sürüklenmiştir.

IŞİD’i kimin kurduğu, hangi amaçlar için kullandığı, işi bittikten, kanlı görevi tamamlandıktan sonra kimlerin kenara çektiği basireti olan herkesin az çok malumu olduğu bir gerçektir.

Sınırlarımızın diğer yakasında her gün bir terör çetesi ortaya çıkmakta, örgüt bünyeleri arasında nakil işlemleri yapılmakta, ilişki ağları, çıkar bağlantıları sürekli değişmekte, dönüşmektedir.

İdlib’teki kanlı çatışmalar çok söze gerek bırakmamaktadır.

Biz gösterilen başka, gerçek bambaşkadır.

Gizlenen büyük resme bakmak, ağaca değil de ormana odaklanmak en doğru, en akla yatkın olan seçenektir.

ABD’yle IŞİD’in, ABD’yle PKK/YPG’nin irtibat ve illiyet bağını görmezden gelmek için ya kör, ya sağır, ya da şuur kaybına uğramak yeterlidir.

Suriye’deki tablo karmakarışıktır.

Bu ülkenin her taşının altında ayrı bir hesap, ayrı bir husumet vardır.

ABD’nin Suriye’den sözde çekilmesi emellerinden, hedeflerinden, hegemonik ve emperyal beklentilerinden vazgeçtiği anlamına kesinlikle gelmeyecektir.

Aksini düşünmek saflık, hatta ahmaklık olacaktır.

Irak’tan çekiliyorlardı, Afganistan’dan dönüyorlardı, ama ne çekildikleri, ne de döndükleri duyulmuş ve görülmüştür.

ABD’nin bir yere gittiği falan yoktur, gitmeye niyeti de yoktur.

Ya vekâlet yoluyla, ya taşeronlar vasıtasıyla, ya da kumanda ettiği aciz ve tutsak alınmış bölgesel güçler kanalıyla her yere nüfuz etmiştir.

Şurası açıktır ki, Türkiye’nin kararlı tutumu, tavizsiz duruşu, askeri gücünün yanı sıra siyaset ve diplomasideki başarısı ABD’nin hesaplarını yeni baştan gözden geçirmesine muhakkak yol açacaktır.

Ülkemize hâkim olan ısrar, irade, azim, sabır, akıl, mertlik, haklılık, meşru müdafaa, vatan ve millet sevdası bölgedeki dengeleri temelinden etkileyecektir.

2016’da başlayıp onbir defa toplanan Astana Zirveleri, 2012’den bugüne kadar sekiz defa gerçekleşen Cenevre Görüşmeleri Suriye’de siyasi çözümün yol haritasını şekillendirmiştir.

Dışişleri Bakanımız en son yapılan Cenevre görüşmelerinden sonra, Suriye’de siyasi çözüm için “en ileri noktadayız” açıklamasını yapmıştı.

Üstelik Cenevre’de ilk kez, Suriye’de yeni bir anayasa için komisyon kurulması hususunda muhatap ülkeler arasında anlaşma sağlanmıştır.

Önümüzdeki süreçte Soçi formatında bir liderler zirvesinin yapılacağı anlaşılmaktadır.

ABD ne yaparsa yapsın, kim ne derse desin Türkiye Fırat’ın doğusuna hak için, adalet için, hukuk için, beka için, mazlumların güvenliği için girmeli, gereğini yapmalıdır.

Başkalarının ne diyeceğiyle ilgilenemeyiz.

PKK/YPG’nin kökünün kazınması için altın fırsat önümüzdedir.

Stratejik düşüncenin 3 boyutu vardır: Zaman, mekân, kuvvet.

Bu üç boyut eşgüdüm halinde harmanlanıp yorumlanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin gücü siyasi, stratejik ve askeri olarak dosta da, düşmana da en kat’i şekilde gösterilmelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi terörle haklı mücadelede hükümetin arkasındadır, tam destekçisidir.

Menbiç zulümden kurtarılmalıdır.

Bölge insanı teröristlerden kurtulmalıdır.

Şanlıurfa ve Şırnak sınırları arasında kalan Fırat’ın doğusu kandan, gözyaşından, cinayetten, hıyanetten arındırılmalıdır.

Bu mücadelemiz haklıdır, hukukidir, meşrudur.

Aktif tehditler, yakın tehlikeler, maskelenen şirretlikler, makyajlanmış iğrençlikler telin ve tasfiye edilmelidir.

Türkiye Fırat’ın doğusunu-batısını emniyete alacak, esenliğe ulaştıracak kudrete haizdir.

Milli şuur diridir, Misak-ı Milli’nin anıları hala tazedir.

Biz bitti demeden hiçbir şey bitmez, tamam demeden hiçbir hain gün yüzü göremez, göremeyecektir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin azimle sürdürdüğü terörle mücadelesinden küresel ve bölgesel mihrakların rahatsız olması normaldir.

Normal olmayan Türkiye’deki bazı kesim ve çevrelerin gocunması ve sızlanmasıdır.

Bunlara memleket diyoruz menfaat anlıyorlar, millet diyoruz ille de zillet ısrarındalar.

Ne yapsak boş, ne desek anlamsız.

Nato mermer nato kafa. Bunlar aynı tas aynı hamam.

CHP’nin hal-i pürmelali, diğer siyasi hısım ve lekeli ortaklarının ahvali çok söze hacet bırakmıyor.

Tükenmişler, sıfırı çoktan tüketmişler.

Terörle mücadele edildikçe CHP’nin keyfi kaçıyor.

PYD/YPG/PKK’nın sonu göründükçe CHP’yle birlikte uzatmalı ortağı HDP ve diğerleri çıldırıyor, çılgına dönüyor.

Bunların çiğ süt emdiklerinden karınları ağrıyor.

Sayın Cumhurbaşkanı Fırat’ın doğusuna her an girebiliriz demesinin üzerinden çok geçmeden cevap CHP’den gelmiş, şedit tepki HDP’den işitilmiştir.

Öyle ya, PKK/YPG’nin sinsi avukatı olmak kolay değildir.

Türkiye’yi omuzlamak yerine omurgasını kırmak tam da CHP-HDP’ye yakışan bir utanmazlıktır.

CHP’nin itirazları, diyalog önerileri, sorunları barışçıl yollardan çözme çağrısı arızalıdır, marazidir.

Eğer CHP yönetimi Fırat’ın doğusuna girilmesine hala itiraz ediyorsa, tavsiyem, koşa koşa terörist yandaşlarıyla buluşup etten duvar örmeleridir.

Bilsinler ki, duvar varsa yıkılır, Türk milletini durdurmaya hiçbir art niyetli güruhun gücü yetmez.

Cumhur İttifakı geleceği planlarken, Türkiye’nin önündeki yüzyılların hazırlığını şimdiden yaparken, zilletin failleri, Türk askerine psikolojik harekât yapan sefiller layığını bulacaklardır.

“Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer”, yani “vatanım yeryüzü, milletim insanlık” anlayışıyla nifak yayanlar, emperyalizmi meşrulaştırmak için faal halde bulunanlar önümüzdeki Mahalli İdareler Seçimlerinde hak ettikleri cevabı milli iradeden misliyle alacaklardır.

Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan ederek egemenlik haklarımıza meydan okuyan, Türk varlığını adada eritmeye kalkışan Güney Kıbrıs Rum yönetimi,

Ege’de sabrımızı zorlayan, tacizlerini arttırarak devam ettiren, “Türkler gelirse yerle bir ederiz” diyerek sanal diklenmeler yapan Yunanistan yönetimi,

Ekonomik suikastçılar, para baronları, sermaye çeteleri, terör şefleri,

Türkiye’ye katliamcı yaftası vurma ahlaksızlığına yeltenen, üstelik ellerinde onbinlerce Filistinli masumun kanı bulunan Netenyahu ve yönetimi gün gelecek tarih ve insanlık vicdanı önünde ağır bedeller ödeyeceklerdir.

Cumhur İttifakı Türkiye’nin haklı gururu, milli özlemlerin tercümanı, milli ülkülerin güvencesidir.

Cumhur İttifakı bekadır, zillet beladır.

Farabi’nin insanın doğal amacı olarak ifade ettiği “en yüksek mutluluğa” yönelmiş insan idealinin millet ve devlet hayatı içinde nasıl gerçekleşeceğini Cumhur İttifakı gösterecektir.

Hoca Ahmet Yesevi’nin gönüllerin birbirine bağlanması, bireysel kurtuluşu değil, herkesin mutlu olmasını istemekle kazanılabileceğinin ispatı Cumhur İttifakı’dır.

Bilinmelidir ki, Cumhur İttifakı Cumhuriyet’in açık bahtı, Türkiye’nin ve Türk milletinin asıl bekasıdır.

Bu itibarla diyoruz ki; ya beka, ya da bela.

Ortası yoktur, başka alternatif kalmamıştır.

31 Mart 2019, Cumhuriyet’in 100.yıldönümüne giden sürecin en kritik yol ağzıdır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tam manasıyla yerleşip, kurum ve kurallarıyla kökleşebilmesi için 31 Mart 2019’un demokratik ve güvenli şekilde geçilmesi şarttır.

Tekraren uyarıyorum: 1 Nisan sabahı istikrarsızlık hayali görüp sarı yelek hülyasına kapılanlar varsa buna pişman olacaklardır.

Sandıkta bulamadıklarını sokaklarda aramak için el ovuşturanlar, FETÖ-PKK’nın dümen suyunda sözde demokrasi ve özgürlük kılıfına bürünüp kanunsuz eylem ve gösteri hazırlığı içinde olanlar yanlış hesabın Türk milletinden döneceğini çok iyi bilmelidirler.

Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, hepiniz Cenab-ı Allah’a emanet olun.