Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Muhterem Milletvekilleri, Değerli Hanımefendiler, Beyefendiler, Medyamızın Kıymetli Temsilcileri, Bu haftaki Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza en iyi dileklerimi sunuyorum. Bilindiği gibi Anadolu’nun bin yıl önce ecdadımız tarafından fethi yalnızca askeri başarıların eseri değildir. Bu başarıyı kalıcı ve köklü hale getiren, fethin gönüllerde de gerçekleşmiş olması, insan sevgisi ve hakkaniyet üzerine kurulu yüksek ahlak nizamının kurulmasıdır. Bir ülkenin vatanlaşması, yalnızca toprak kazanılmasından ibaret sığ bir düşüncenin ürünü değil, topraktan daha önce insanın kazanılmasını gerektiren daha insancıl, daha ahlaki bir derinliğin mahsulüdür. Fetih kavramını alelade bir işgalden ve sömürge zihniyetinden ayıran ve ona manevi özellik kazandıran yegâne husus da budur. Diyebiliriz ki, Anadolu coğrafyası silahtan önce gönüllerin fethi ve muazzam bir yönetim kudret ve sisteminin marifetiyle kazanılmıştır. Bu kazanım dinamik bir süreçtir ve kendi içinde devinim halindedir. Yurt olarak tuttuğumuz bu topraklar üzerinde daha istikrarlı bir yönetim sistemini, daha gelişmiş bir toplum yapısını, daha güçlü bir devlet gerçeğini inşa etmek için asırlar boyunca mücadele verilmiştir. Fetih ruhunun geleceğe taşınması için bu mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir. Mutlu, muasır ve müreffeh bir millet ve devlet seviyesine ulaşabilmek için her nesil az ya da çok, eksik veya fazla üzerine düşeni ifa gayretinde olmuştur. Milli gaye, varoluşumuzun muhafazası ve müstakbele taşıma arzusuyla temellenmiştir. Türk milletinin fetih ruhu hiç kesintiye uğramamıştır. Bu ruh bizi biz yapan, bizi birbirimize bağlayan, üstelik kendi içimizle birlikte dışımızdaki hadiselere şuurla bakmamızı sağlayan duruş ve dirayetin fecridir. İnsanlık sürekli bir arayışın içindedir. Bu durum Türk milleti için de geçerlidir. Sözünü ettiğimiz arayış kimi zaman törpülenmekte, kimi zaman torpillenmekte, kimi zaman da müessir ölçülerde tetiklenip teşvik görerek ilerleyiş hattını korumaktadır. Ne var ki yerkürede henüz ideal bir devlet ve toplum düzeninin vasat bulduğunu söylemekten çok uzak olduğumuz düşündürücü de olsa bir hakikattir. Yönetim sistemleri ayet hükmü değildir. İhtiyaç hasıl olduğunda değişecek ve dönüşecektir. Burada asıl mühim husus, yönetim sistemi üzerindeki analitik değerlendirmelerin, değişim taleplerinin maksat ve muhtevasının ne olduğuyla ilgilidir. Sistem mimarisinin bileşenleri arasında denge ve uyum gözetilmeden, ara ve ana hedefler isabetle belirlenmeden, bundan da öncelikli olarak milli iradenin onay ve oluru alınmadan ezkaza atılacak her adım boşlukta kalacak, her hamle berhava olacaktır. Hiçbir yönetim sistemi sabahtan akşama kurumsallaşıp kökleşmeyecektir. Emek verilmeden, sabır gösterilmeden, ortak akıl ve çabayla mücadele edilmeden devlet ve toplum hayatının sistemsel olarak yeni baştan düzenlenmesi hemen olacak bir iş değildir. Türkiye Cumhuriyeti 96 yıllık bir maziye sahiptir. Yüzüncü yıldönümüne ulaşmasına da dört yıl kalmıştır. 1923-1946 arasındaki tek parti dönemi imparatorluk bakiyesi yeni devletimizin ilk evresidir. Bu evrede her ne kadar parlamenter sistemin teorik olarak uygulandığı iddia edilse de, pratikteki yansımaları takdir edeceğiniz üzere farklıdır. İkinci Dünya Savaşı’nda sonra yeniden tesis edilen uluslararası siyaset ve ekonomik düzene uyum sancılarını, buna uygun davranma sorunlarını en aza indirme konusunda çözüm yolları aranmış, böylelikle Cumhuriyet döneminin ikinci evresi olan çok partili sisteme geçiş sağlanmıştır. Bu ikinci evre 72 uzun yıl devam etmiştir. Ancak yönetim sistemindeki aksaklık ve tıkanmalar, erkler arasındaki tehlikeli kayma ve kopuşlar, yaşanan kavga ve gerilimler devlet çarkının paslanmasına, karar süreçlerinin laçkalaşmasına neden olmuştur. Darbeler, kutuplaşmalar, vesayetçi özlemler, statükocu emeller, ekonomik krizler, devlet ve toplum hayatını rehin alan istikrarsızlıklar elbette ve doğal olarak siyasi sorumluluk taşıyan bizleri yeni arayışlara itmiştir. Kaldı ki hem tarihe, hem bugüne, hem de geleceğe karşı sahip olduğumuz görevleri ihmal edemez, yok sayamazdık. Cumhuriyet’in kuruluşundan 93 yıl sonra Türkiye FETÖ işgal teşebbüsüne, senaryosu emperyalizm tarafından yazılmış kanlı ve karanlık bir operasyona direkt muhatap olmuştur. 251 vatan evladımız şehit düşmüştür. 2 bin 194 vatan evladımız ise bu hain darbe kalkışması neticesinde yaralanmıştır. Kaleyi içten yıkmak isteyen, ülkeyi iç savaş ortamına sokmayı hedefleyen, demokrasiyi ve milli varlığı imhayı kurgulayan Pensilvanyalı teröristler eşine benzerine az rastlanır bir hıyanetle millete ve devlete kast etmek için devreye girmişlerdi. Hamd olsun, Türk milleti tankların önüne yatarak, kanunsuz ve korsan şekilde uçurulan savaş uçaklarına ve helikopterlere meydan okuyarak istiklalini kurtardı, istikbaline sahip çıktı. Söz konusu mücadele ruhu sokaklarda, caddelerde, meydanlarda, köprülerde devleşen milletin 15 Temmuz destanı olarak milli hafızalara kazındı. Tutsak almak istediler, direndik. Yıkmak istediler, engelledik. İşgali denediler, analarından doğduklarına pişman ettik. Çünkü biz; baş verse de başını eğmeyen, hiçbir zalime eyvallah etmeyen, hiçbir teröristten, hiçbir hain ve müstevliden aman dilenmeyen büyük Türk milletiyiz. Bağımsızlık onurumuzu ayağa düşürmeyiz. Milli bekamızı yedirmeyiz, yutturmayız, asla da çiğnetmeyiz. Bu şartlar altında milli birlik ve bekamız tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yaygın bir musibete, yoğun bir tehdide maruz kalmıştır. İşte böylesi bir ahval ve şerait içinde tarihin omuzlarımıza yüklediği ve ertelenmesi halinde çok ciddi mahsur ve maliyetleri olacak vazifemizi tatbik ve temin için kollarımızı sıvadık. Parlamenter sistemle daha fazla mesafe alamayacağımız 15 Temmuz’da belli olmuştu. Devletin hızlı karar alması, etkin ve verimli çalışması lazımdı. Yasama, yürütme ve yargı arasında silikleşen sınır çizgilerinin belirgin ve berrak şekilde netleştirilmesi, bu üç erk arasındaki demokratik ayrımın belirginleştirilmesi büyük bir zorunluluktu. Milli güvenliğimiz ağır baskı ve dayatmalar altındaydı. İç ve dış sorunlarımız artıyor, tırmanıyordu. Devlet yönetiminde varlığı malum olan fiili düğümün çözülmesi, bu suretle yasal ve anayasal bir hüviyete kavuşturulması gerekiyordu. Sonuç itibariyle Türk milleti, 16 Nisan 2017 Halkoylamasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne evet demiş, geleceğini bu yeni sistemde görmüş ve kabullenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 16 Nisan 2017 itibariyle fiilen, 9 Temmuz 2018’de de resmen üçüncü evreye geçmiştir. Önemle ifade etmek isterim ki, kefili milli irade ve Türk tarihi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi keyfi olarak kurulmadı. Basit ve günlük siyasi dürtülerle harcı karılmadı. Cılız ve çıkarcı emellerle çatısı örülmedi. Günü kurtarma hesaplarının neticesi olarak içeriği ve rotası tayin edilmedi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşama azminin, payidarlık iradesinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün aynen tecellisi ve tescilidir. İlaveten siyasi istikrarın teminatıdır. Yeni sistemle beraber barajın yüzde 50 artı 1’e çıkması muhkem ve muteber bir sayısal çoğunluktan daha çok müstesna bir uzlaşmayı, muazzam bir kucaklaşmayı sağlamıştır. Türkiye aradığı parlak yönetim sistemini pek çok badireye uğraya uğraya, birçok sorunla boğuşa boğuşa sonunda bulmuş ve benimsemiştir. Değişen rejim değildir. Aksini iddia ve ilan edenler müfteridir, münafıktır, müptezeldir. Sistem değişikliğini rejim elden gitti diyerek karalamaya ve kötülemeye yeltenenler iyi niyetten yoksun bozgunculardır. Önümüzdeki 9 Temmuz günü yeni sistemin bir yılı dolmuş olacaktır. Kuşkusuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilke ve esaslarıyla oturması, kurum ve kurallarıyla güçlenmesi zaman alacaktır. Dünya üzerinde hiçbir hükümet sistemi kısa sürede umut edilen fayda ve sonuçları tam manasıyla vermemiş, verememiştir. Bu da son derece normaldir, beklenen ve ölçümü yapılan bir durumdur. Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sürecinde var olan uyum sorunlarının aşılması kaçınılmazdır. Bize göre Türkiye’nin yönetim sisteminden kaynaklanan zafiyetleri son bulmuş, nihayete ermiştir. Bu gerçeğe rağmen, sistem tartışmasını yeni baştan açmanın ne ülkeye, ne millete, ne de demokrasimize hiçbir yararı olmayacaktır. Müflis tüccar nasıl eski defterleri karıştırıyorsa, iki yüzlü siyaset bezirganları da eski sisteme dönüş yollarını aramaya koyulmuşlardır. Cumhuriyet Halk Partisi ile yanında yöresinde hizalanan icazetli partiler, sözde uzmanlar, yarım aydınlar, malum köşe yazarları yeni hükümet sistemini hedef tahtası haline getirmişlerdir. Kerametleri kendilerinden menkul bu çevrelerin, parlamenter sisteme övgü üstüne övgü yağdırmaya başlayarak, son bir yıllık geçmişin bütün olumsuzluklarını yeni sisteme yükleme teşebbüsleri zeka özründen ziyade akıl eksikliği, ahlak zayıflığı, köhne ve kötürüm bakışın neticesidir. Bunlar ne istiyorlar? Neyi amaçlıyorlar? Koalisyonlar dönemine geri mi dönülsün? Devletteki sonuçsuz güç ve yetki mücadeleleri yeniden mi alevlensin? Bu şaşkın ve şuursuzlar nereye ulaşmayı düşünüyorlar? 15 Temmuz’da başı ezilen işgal girişiminin farklı kanallardan, farklı bünye ve maskelerle tekraren tedavüle girmesini mi ümit ediyorlar? Karar alma mekanizmalarının çatışmasını ve çökmesini mi arzuluyorlar? CHP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı’nın partisiyle olan bağını sorgulayarak “Tarafsızlık referandumuna hazırız” diyor. Türkiye durup durup referandum mu yapacak? 16 Nisan’da Türk milleti iradesini göstermedi mi? Daha neyin tarafsızlığından, neyin referandumundan bahsediliyor?
Kılıçdaroğlu öncelikle Türkiye’nin karşı tarafında yer almasından dolayı nedamet getirsin, içine düştüğü vahim sapmayı, tehlikeli savrulmayı düşünsün, şahsı için dert etsin. Eğer aklı varsa da kendine saklasın. HDP’yle aynı tarafta olandan bizim duyacağımız hiçbir şey yoktur. PKK’yla aynı bloğa girenden öğreneceğimiz bir şey olamayacaktır. FETÖ’ye itiraz edemeyen, S-400 konusunda Türkiye’nin tezlerini savunamayan, bekayı bilmeyen, belaya kucak açan CHP Genel Başkanı’nın tarafsızlık çağrısı, referandum önerisi bize göre nevrotik bir vaka, tedavisi aciliyet arz eden tükenmişlik sendromudur. CHP önce suyu bulandırmakta, sonra da bundan rahatsız olduğunu açıklamaktadır. Bu siyaset tarzı çürüktür, güdüktür, güdümlüdür, bayağıdır. Bilinmelidir ki, CHP’den hiçbir halt olmayacaktır. Ruhunu CHP’ye satan İP’ten, yuları Kandil’e teslim edilmiş HDP’den bu memlekete, bu millete en küçük hayır gelmesi bile düşünülemeyecektir. Bunlar zilletin sacayağıdır, Türk milleti bunları başından mutlaka savacaktır. CHP demek kriz demektir, kaos demektir, kavga demektir, kargaşa demektir. İster sevsinler, ister sevmesinler, durmayıp papatya falı açsınlar, baktılar olmuyor hemen tanıdık medyumlara koşsunlar, fakat ne yapsalar boştur, ne etseler nafiledir. Çırpınışları da boşunadır. Zira Türkiye’nin geleceği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir. Bu gelecek de bir gün gelecek, millet zilleti eninde sonunda alt edecek, hakikat çirkefi ve siyaset çirkinliğini inanıyorum ki kalbura çevirecektir.
Değerli Milletvekilleri, 31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerine derin anlamlar yüklemiş, her ortamda seçimle ilgili stratejik analiz ve yorumlarımızı samimiyetle ifade etmiştim. Demiştim ki, Zillet İttifakı tutunacağı bir dal bulursa 31 Mart’tan sonra bir kez daha sistem tartışması başlatacak, parlamenter sistem çığırtkanlığının dozajını arttıracak. Bu nedenle 31 Mart seçimi önemliydi, sandıktan çıkacak sonucun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne müzahir olması elzemdi. Mahalli idareler yönetimleriyle merkezi yönetim arasında gerilim ve çelişkinin olmaması toplumsal huzur, devlet hayatındaki düzen ve denge açısından önemliydi. Başını CHP’nin çektiği Zillet İttifakı’nın, büyükşehir belediyelerindeki mevzi kazanımları dikkate alıp Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni hedef alması ne kadar isabetli bir öngörüde bulunduğumuzu açıkça göstermektedir. Nitekim haklı çıktık. Çünkü biz bunların cibilliyetlerini ve ciğerlerini biliriz. Kafalarının arkasındaki sinsi ve gizli hesapları zamanında görür, değerlendirir, deşifre ederiz. Bunlar maya ve meşreplerinin gereği neyse onu yapmaktadır. Bir kez olsun bizi yanılttıkları da vaki değildir. Özellikle 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Seçiminden sonra yeni hükümet sistemine yönelik denetimli itirazların yükselip sanal tepkilerin çoğalması bir senaryonun tedavülüne işarettir. 23 Haziran sonuçlarını Gezi Parkı’nın bir halkası görenler Türkiye’ye pusu kuran mihraklardır. Bu mihrakların meselesinin dört-beş ağacın sökülmesi, yeşilin ve çevrenin kirletilmesi olmadığı çok nettir. CHP zihniyeti Gezi Parkı komplosunun içindedir, bir kez daha yeşermesi için ortam kollamaktadır. 7-8 Ekim olaylarının aktif ve cani provokatörleriyle aynı çizgidedir. Mehmetçiğe kurşun sıkanlarla aynı yolun yolcusudur. Geçtiğimiz hafta İdlib’teki gözlem noktalarımıza ateş açan ve bir kahramanımızı şehit edip üçünü yaralayan Esad rejimine sıcak ve dostanedir. Bu vesileyle geçen hafta ebediyete uğurladığımız kahramanlarımızla birlikte bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize şifalar diliyor, hepimizin başı sağolsun diyorum. Türkiye’nin kuyusunu kazmak için sıraya girenler yeni hükümet sistemini gözden ve gönülden düşürmenin peşindedir, bunun için de fitne-fesat üretimini hızlandırmışlardır. Görüşümüz bellidir, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin gelişmesi ve güçlenmesi için atılacak samimi ve dürüst adımların sonuna kadara yanındayız, arkasındayız. Ancak yeni hükümet sistemini birinci yılı bile dolmadan tahrip ve tahrif etme girişimleri Türkiye düşmanlarına zeytin dalı uzatmak, onlara el sallamak, karşılarında selam durmaktır. AK Partili bazı yöneticilerin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin eğer varsa aksayan yönleriyle ilgili kendi aralarında değerlendirme yapmaları doğaldır, ne var ki bunu kamuoyu önünde dile getirmeleri CHP’nin değirmenine su taşıyacaktır ve yanlıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin buna rızası ve onayı yoktur. Tarafımız bellidir, o da Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletidir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yaşaması için eğer bizden fedakârlık isteniyorsa mutlaka yapacağız, mücadele bekleniyorsa seve seve yerine getireceğiz. Sözümüzden caymayacağız, duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz. Biz ağzımızla konuşur, beynimizle düşünür, aklımızla kavrar, sevgimizle kucaklar, gönlümüzle coşar, yüreğimizle inanırız. İnandığımızı söyler, sonu ölüm de olsa dönmeyiz. Bayrağımızla gururlanır, şehidimizle ağlar, destanlarla bağlanırız. Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz. Üç hilal muhteşem Türk tarihinin hatıra ve emanetidir. Ve de milli bekaya tıpkı tarihte olduğu gibi haysiyetle, hakikatle, korkusuzca sahip çıkacaktır. Her biri kutlu ceddimizin bin yıllık hükümranlığını temsil eden üç kıtayı ve üç kıtadaki beşeri kucaklaşmayı simgeleyen üç hilal, ay yıldızlı al bayrağın dalgalanması için elini de, gövdesini de taşın altına koymaktan çekinmeyecektir. Gururla sahip olduğumuz fikri ve siyasi müktesebat Türk-İslam jeopolitiğinin gerçeklerinin ve gelişmesinin eseridir, gelecekte ulaşmak istediğimiz ülkülerimiz bu sayede hayat bulacaktır. Türkiye sevdamızdır. Ülkemizi çözmek ve çökertmek için sudan bahane üretenleri, yapay sorun imal edenleri aziz milletimiz bilmekte ve görmektedir. Sistem tartışmaları demokratik vasıtalarla bitmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni yozlaştırma çabaları ülkemize ihanettir. Parlamenter sistemle geldiğimiz yer bellidir, yaşadığımız tramvalar bilinmektedir. Özellikle 23 Haziran seçimine dayanarak, Türk siyasal kültüründe restorasyon ve reformasyon süreçleri başladı demek, bu yolla yeni sistemi yargılamak art niyetliliktir, akıl noksanlığıdır. 31 Mart ve 23 Haziran’da yalnızca mahalli idareler seçilmiş ve belirlenmiştir. CHP’nin fırsatçılık yapması, fikirsiz ve faziletsiz İP’in ve diğerlerinin bu fırsatçılıktan menfaat ummaları gafilliktir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türk milletinin kararıdır. Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir. Bu gerçeğin inkarı asla söz konusu edilemeyecektir. Egemenliğin sahibi aziz milletimiz 16 Nisan 2017’de kat’i sözünü söylemiştir. Bizim sözümüz Türk milletinin sözüdür. Bu söz yere düşmeyecek, Türkiye geriye sarmayacak, eskiye dönmeyecektir. Üç hilal, dün Ulubatlı Hasan’ın elinde bir fetih ruhuydu, bugün milliyetçilerin gönderinde yükselen bir hilaldir. Dün mehteranın elinde sallanan bir tuğ idi, bugün ise ihanete ve işgale dur diyecek son kutlu sancaktır. Hak eden ellerde anlam kazanmış, gönül veren milyonların ruhunda dalgalanmıştır. Allah’ın izniyle buna da devam edecek, her zaman dik duruşunu, tavizsiz duyuşunu sürdürecektir.
Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye’nin üzerinde dikkatle durulması, tedbir geliştirip temkinli olunması gereken sorun alanları vardır. Çevremiz kaynamaktadır. Ülkemizin mücavir bölgeleri karmakarışıktır. Bu itibarla milli birlik ve dayanışma ruhumuzun diri olması daha önemli bir hale gelmiştir. Çünkü bütün hesaplar Türkiye üzerine yapılmıştır. Tüm dikkatler bize yönelmiştir. Fakat 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden hemen sonra siyaset borsası hareketlenmiş, ismi bayatlamış kişilerin yeni parti kurma iddiaları ortalığı çalkalandırmıştır. Bir dönem Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış isimler birden bire yüksek sesle konuşmaya, kamuoyu hazırlamaya başlamışlardır. Bunların eleştirdikleri iktidar partisinin düne kadar tam göbeğinde yer alan isimler olması garip ve tuhaf bir çelişki olarak karşımızdadır. Ya yeni bir hal ya da izmihlal diyen zatın, bugün susma vakti değil çıkışı, yeni bir siyasete vurgu yapması zamanlama itibariyle oldukça manidardır. Bugüne kadar sanki hiç konuşmamış, yıllarca susma orucu tutmuş birisi gibi sızlanan bu eski siyasetçinin ülkemizin başına ne çoraplar ördüğü herkesin malumudur. Türkiye’nin çok cepheli sürdürdüğü mücadelesine bigane kalan, bunun yerine yeni bir halden bahseden eski başbakanın sistem eleştirileri gerçekten talihsizliktir, traji komiktir. Ülkemizi dipsiz uçurumların kıyısına kadar sürükleyip stratejik derinlikte boğulmasının atmosferini hazırlayanların farklı zeminlerde ortaya çıkmaları yalnızca yeni bir hale duyulan arzuyla açıklanamaz. Kaldı ki, Türkiye’nin yeni bir hale değil, yeni bir partiye değil, kararlı ve inançlı yürüyüşünü devam ettirmeye ihtiyacı vardır. Niyet sahipleri bilmiyor ve görmüyorlarsa ikazen kendilerine hatırlatayım; sosyal doku, siyasal bünye yeni bir parti kurulmasına kapalıdır. “Bugün susma vakti değil” diyenler, 23 Haziran günü İstanbul’da sandık başına gittiğinde “her şey çok güzel olacak” mesajı verenler aldıkları sufle her neyse, kulaklarına üflenen nelerse gereğini yapmaya başlamışlardır. Şunu unutmayınız ki, devlet ve siyaset adamı için vefa her şeyin önündedir. Dününe vefa duymayanların devletin geleceğinde pay sahibi olmaları, millete ve ülkeye onurluca hizmetleri mümkün değildir. Dahası bir insanda vefanın olması için önce vicdan ve yürek olmalıdır. Yeni parti kurmak isteyenler buyursun kursunlar. Nasıl olsa siyaset mezarlığına bir yenisinin daha ilave edilmesi önemsiz bir ayrıntı olacaktır. Adeta sütten çıkmış ak kaşık gibi konuşanlara tavsiyem, geçmişlerine bakmaları, yedikleri herzeleri, yabancıların gazına gelerek verdikleri zarar ve ziyanı görmeleri, biraz izanları varsa özeleştirilerini yapmalarıdır. Küresel güç merkezlerinin nabzına göre şerbet vermeye kalkışanlara bu milletin sırtı dönük, kapısı da sürgülüdür. Bu arada, FETÖ’yle irtibat ve iltisakı aleni olan sözde bir gazetecinin partimiz üzerinden spekülasyonlara inatla devam etmesi gözümüzden kaçmamıştır. Pensilvanya’nın Korusu geçtiğimiz hafta sonu yazdığı bir yazıda, MHP’yi yeni sistemden en karlı çıkan parti olarak değerlendirmiş, iktidar üzerindeki etkisinin de belirleyici ve dönüştürücü olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca iktidar ittifakı içerisinde de MHP’yi kast ederek, küçük ortağın bu yeni sistemden büyük ortaktan daha fazla yararlandığını söylemiştir. Bu dil ayan beyan nifak dilidir. Bu ağız tıpkısının aynısıyla karanlık bir ağızdır. Pensilvanya elçisinin MHP’ye husumet beslemesi normaldir. Normal olmayan hala konuşması ve serbestçe gezmesidir. Bizim yeni sistemden karlı çıkalım diye bir beklentimiz ve hedefimiz olmadı. Buna en azından millet şahittir. Ancak zamanında FETÖ’den karlı çıkan, en fazla nemalanan, biti de epey kanlanan şahsın yaptıklarının ağır sonuçlarına şu ana kadar katlanmamış olması adalet ve milli vicdan adına büyük bir handikaptır. Bizim nüfus kütüğü Pensilvanya’da olanlarla yolumuz kesişmez, elimiz birleşmez. Birleşik Krallığın koruluğundan Pensilvanya koruluğuna geçen bir sözde gazetecinin yazdıkları, yazacakları, söyledikleri, söyleyecekleri bizim nazarımızda haysiyetsizdir, hükümsüzdür. Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletine adanmış gönüllerin, Türk-İslam ülküsüne bağlanmış imanlı yüreklerin yarım asırlık iftiharı, itibarı, göz nurudur. Milliyetçi Hareket Partisi önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben diyen fedakârlık numunesi dava insanlarının bayraklaşmış övüncüdür. Biz siyaseti ne alırız, ne veririz; ne kazanırız, ne kaybederiz seçeneklerine sıkışarak yapmayız, yapmadık, yapmayacağız. Beka deriz, sonuna kadar da arkasında dururuz. Türklük ve Türk milleti sevgimizi karalatmayız. 31 Mart’tan önce beka diyorlardı, sonra beka rafa kaldırıldı diyen soytarılar ne bizi anlayabilir, ne bizden olabilir, ne de bizim gibi hissedip duyabilir. Kaldı ki, bugün beka sorunu düne göre daha ağırdır. Hele hele İmralı canisi ve örgütüyle Milliyetçi Hareket Partisi’ni kağıt üstünde bile yan yana getirenler derin bir şerefsizlik çukuruna düşen soysuzlardır. Bizim alnımız ak, sırtımız pek, vicdanımız müsterihtir. Milliyetçi Hareket Partisi 2023 hedeflerine kilitlenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi geleceğin büyük Türkiye’si, Lider ülke Türkiye amaçlarına hizmetle mükelleftir. Bilinmelidir ki, önümüzde seçimsiz geçecek dört yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kökleşmesi ve güçlenmesi konusunda ne gerekiyorsa yapılacaktır. Yasal ve idari reformlara destek verilecektir. Ülke ve millet hayrına her müspet çalışmaya katkı sunulacaktır. Diğer yandan erken seçim yoktur, seçim sayfası 23 Haziranla birlikte 2023’e kadar kapanmıştır. Türkiye zorlu etapları el birliğiyle aşacaktır. Türk milleti tuzakları boza boza ilerleyecektir. Önümüzde hiçbir güç duramayacaktır. Türkiye’nin tarihi ve talihli yürüyüşünü hiçbir zalim durduramayacaktır. Sadağından çıkarılan ok mutlaka hedefine saplanacaktır.
Değerli Milletvekilleri, G-20’yi oluşturan ülkeler küresel ekonominin yüzde 85’ini, küresel ticaretin yüzde 75’ini, dünya nüfusunun da üçte ikisini oluşturan bir güce sahiptir. Bugüne kadar yapılan G-20 toplantılarının dünyanın içinde bulunduğu sorunların çözümünde hangi rolü oynadığı elbette çok boyutlu şekilde değerlendirilmektedir. 28-30 Haziran 2019 tarihlerinde Japonya’nın Osaka kentinde yapılan G-20 toplantısında çok önemli gündem konuları görüşülmüştür. İklim değişikliklerinden göç meselesine, ticaretten teröre, küresel ekonomiden çevre sorunlarına kadar pek çok konu başlığı ülkeleri temsilen Osaka’da bulunan devlet ve hükümet başkanları arasında müzakere edilmiştir. Bizi ilgilendiren ise Türkiye’nin içinde olduğu temas ve görüşme trafiğidir. Şunu bir defa memnuniyetle söylemek isterim ki, Osaka’da Türkiye haklı ve meşru tezlerini muhataplarıyla cesaret ve inançla paylaşmıştır. Bilhassa S-400 hava savunma sistemi hakkında Sayın Cumhurbaşkanı’nın tavizsiz duruşu takdire şayandır. ABD Başkanı Trump’ın anlayışlı yaklaşımı iki ülke arasında gerilen ilişkilerin yumuşamasına neden olabilecektir. Sayın Erdoğan’ın, ABD Başkanı’nın yaptırımlar konusuna açıklık getirdiğini söylemesi, böyle bir şeyin olmayacağını duyurması çok olumludur. Trump’ın S-400 konusunun karmaşık olduğunu söylemesine rağmen Türkiye’ye adil davranılmadığını vurgulaması yerindedir, hakkımızın teyit ve teslimidir. ABD yönetiminin, ikili ilişkilere zarar vermeyecek şekilde S-400 meselesinin çözümüne hazır görüntü çizmesi siyasi ve ekonomik tansiyonu normale çekebilecektir. Bize göre ABD Başkanı’nın tutumu ve Türkiye’ye mesajları umut verici olsa da, temkini elden bırakmamak, her seçeneğe hazır olmak şarttır. Çünkü bu ülkenin verdiği sözleri çok çabuk unuttuğu bilinen bir gerçektir. S-400 hava savunma sistemi hem güvenliğimizi doğrudan ilgilendiren hem de egemenlik haklarımızla bağlantılı çok yönlü bir konudur. Ortaya çıkan mutabakat zeminini korumak, reel-politik dayatmalarla bu zeminin kaymasına mani olmak iki ülkenin çıkarınadır. Trump’ın Türkiye’nin tezlerini destekler nitelikte açıklama yapması, Obama yönetimini suçlaması Türkiye ile ABD arasındaki sertleşen ve soğuyan ilişkilere yeni bir sayfa açabilecektir. Ülkemizin S-400’den vazgeçmesi artık imkansızdır. Alacağımız ve hakkımız olan 116 adet F-35 savaş uçağının planlanan zaman içinde Türkiye’ye getirilmesi başlıca temennimizdir. Şu işe bakınız ki, hala S-400’ü almayın, felaket olur, sorun ve sıkıntı doğar yaygarası koparan içimizdeki müstevli hayranları, manda ve himaye özlemi çeken işbirlikçiler dedikodularını sürdürmektedir. Bunların alayı bir Amerikalıdan daha fazla Amerikancıdır. Bunlar görevlidir, köksüzdür, uzaktan kumanda edilmektedir. Türkiye’nin milli ve tarihi duruşunu savunmaktan aciz bu kişilerin siyaset ve bürokraside köşe başlarını tutmaları nasıl bir kuşatma altında olduğumuzu acıklı şekilde göstermektedir. Yabancıların ağzına bakanlar, emperyalizmin dümen suyunda hayat sürenler bu ülkeye, bu millete, bu devlete içten içe tuzak kuran vatansızlardır, bunların oyunları da mutlaka bozulacaktır. Binlerce yıl boyunca, kıtalar arasında zaman zaman bozulan güç dengelerini terazileyen devletlerin, paktların ve blokların varlığı, kuvvetin tek bir yapıda toplanmasına izin vermemiştir. Çok kutupluluk dünyanın stratejik tasarımına sürekli hâkim olmuştur. Alışılagelen bu tarihi süreç özellikle doğu bloğunun dağılması ve soğuk savaş yıllarının sona ermesi ile ortaya çıkan yeni durum karşısında ABD’nin tek kutup iddiasıyla ortaya çıkmasına, küreyi kendi isteğine göre şekillendireceğini zannetmesine yol açmıştır. Kendini rakipsiz gören küresel gücün dünyayı tek başına ve dilediğince tanzim etmeye dayalı bu düşüncesi, siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve diplomatik bir etki ve çekim alanı da uyandırmıştır. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi maalesef ülkemizde de siyasetçilerin, bürokratların ve aydınların bir kısmı bu yeni anlayışı ve onun dayattığı değerler sistemini sorgusuz sualsiz benimsemişlerdir. Artık bu devran sonlanmıştır. Herkes hesabını buna göre yapmalıdır. Türkiye büyük bir ülkedir. Bunu görmeyen, göremeyen teslimiyetçiler kiralık vicdanlarının, korkak ve köle zihniyetlerinin ömürleri boyunca esiri olacaklardır. Türk milleti bağımsızlığına leke sürdürmeyecek, onun bunun tehdidine kulak asmayacak, pabuç bırakmayacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor; Libya’nın doğusunda silahlı çetesiyle Türkiye’yi tehdit eden Halife Hafter’i şiddetle kınıyor, ülkemizin sabrını daha fazla zorlamamasını bu çürümüşe tavsiye ediyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
|