Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
Aziz Ülküdaşlarım, Değerli Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler, Sevgili Bozkurtlar, Asenalar, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Genel Merkezi’nin yeni hizmet binasının açılışı münasebetiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Öncelikle hepinizi en halisane duygularımla selamlıyorum. Davasını şuurunun gönderinde bayraklaştırmış her dava arkadaşıma şükranlarımı sunuyorum. Merhum vatan şairimiz Mehmet Akif isabetle ve itinayla demişti ki: “İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz? Ne çok söyle, ne büyük söyle; yiğit işte gerek. Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme! Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek!” Allah’a şükürler olsun ki, Ülkü Ocakları sözü sağlam, özü sağlam olan Türk gençliğinin yarım asırlık yadigârıdır. Ülkü Ocakları adam gibi adam olanların yarım asırlık Bozkurt yuvasıdır. Merhum Ziya Paşa’nın vurguladığı gibi; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Aklımızla, anılarımızla pek çok badireyi atlatarak, pek çok belayı savuşturarak bugünlere geldik. Diyebiliriz ki zahmetlerden zafer çıkardık, karanlığın kovuklarından aydınlığın kollarına akınlara katılan akıncılar gibi atıldık. Kuşatmayı yardık, pusuları dağıttık, varlığımızı güçlendirdik. Ülkücü ömürler çileyi adeta azık yaptılar, çelikleşmiş iradeleriyle, çevikleşmiş ihlaslarıyla zamanın müşkülatlarına, zalimlerin zulmüne kıyasıya direndiler. Ülkücü olmanın zor, ülkücü kalmanın daha zor olduğu dönemlerde ülkü ve ülke mücadelesini şerefle yaptılar. Ülkü Ocakları; aklın, ahlakın, adanmışlığın, anıt gibi yükselen millet ve vatan sevdasının ufuk ötesini görebilen, zamanlar üstüne çıkabilen iman kaynağıdır. Bu kaynak ki, mukaddesatla buluşmanın, mukadderatla kucaklaşmanın adresi ve aidiyet kavlidir. Ülkü Ocakları hepimizin yetiştiği irfan mektebi, iffet ve irade menkıbesidir. Aynı zamanda Ülkü Ocakları şehitlerin emaneti, gazilerin göz nuru, vatan ve millet sevgisinin onur mihveridir. Ülkücü, kısaca bir ülküsü olan, bundan mülhem bir davası bulunan fazilet ve fikir sahibi mümtaz bir kişidir. Ülkü ise Türk-İslam değerlerinin Ülkücünün ruh kökünde tecelli edip kalp ve akıl ölçeğinde tezahür etmesiyle varlık bulmuştur. Ülkü ile Ülkücü arasındaki ilişki ve irtibat sürekli gelişen, sürekli zenginleşen, sürekli yenilenen çok boyutlu ve muazzam bir oluş ve olgunluk halidir. Ülkü varsa amaç vardır, arzu vardır, arayış vardır, asırları kavrayış vardır, hem geçmişe, hem bugüne, hem de geleceğe karşı ertelenemez sorumluluk bilinci var demektir. Ülküsüz beden, tıpkı ülkesiz insan, tıpkı yörüngesiz gezegen gibidir. Nefisle mücahede olmadan, hainle mücadele yapılmadan Ülkücünün ülküsüyle kaynaşması elbette mümkün değildir.
Tarihte devletlerini arayan, hür ve müstakil günlerin özlemini çeken milletlerin acıklı durumu neyse, ülküsünü kaybetmiş, ülkülerini unutup mankurtlaşmış şahsiyetlerin durumu da aynıdır. Büyük hedefler büyük heyecanların, büyük heyecanlar ise büyük düşüncelerin eseridir. Tarih, henüz sığ ve sığıntı fikirlerden büyük heyecanların; cılız heyecanlardan ise büyük ülkülerin doğduğuna şahitlik etmemiş, edememiştir. Bu gerçeği hafıza kayıtlarınıza almanız, asla hatırınızdan çıkarmamanız samimi dileğimdir. Uzak hedefleri kucaklayan, hayal gibi görülen ülkülerin peşinde koşanlar ancak ve ancak gönlü, yüreği, vicdanı, ruhu, heyecanı ve şuuru büyük olan dava adamlardır. Büyük dava adamları aynı zamanda akıl kutupları, ahlak kahramanlarıdır. Ülkü Ocakları davası büyük olanların, bunun yanında gerek düşüncesiyle, gerekse de duruş ve duyuşuyla halden hale girip davasıyla büyüyenlerin iftiharı, itibarı, tarihi ifadesidir. Ülkücü sıradan bir hayatın takipçisi olamaz. Ülkücü gelip geçici heveslerin taliplisi de olmayacaktır. Kendini aşma iradesi taşımadan, bedel ödemeyi göze almadan, fikrinin ardında durma becerisi göstermeden, inançlarını savunma kararlığına sahip olmadan dava adamlığı mertebesine ulaşmak, bugüne kadar ki tecrübelerimizle söylersek, ham bir hayaldir. Niyetlerini temiz tutmayıp nefislerini gemleyemeyenlerin dava mücadelesinde nefesleri yetmez, adımları önden gidenlere yetişemez. Ülkü Ocakları, her günü sanki bir asra bedel olan yaşanmış yarım asrın müşahidi, coşkun bir ırmak gibi akıp giden yıllar içinde Türk milletinin mutena sevdalısıdır. Her Ülkü Ocaklı için şanlı mazisi gurur tablosudur. İddiayla ve inançla söylemek isterim ki; Ülkü Ocakları’ndan haydut çıkmaz, hain çıkmaz, haysiyetsiz çıkmaz, habis, harabi, hantal ve haşarı emeller çıkmaz, çıkmamış, çıkmayacaktır. Yanılıp yenilip aksi yönde açıklamada bulunanlar Ülkü Ocakları’nda Atsız kolu arayan cehlin faili, Ülkücüyü tanımayan, tanısa bile itiraf edemeyen köhnemişliğin figüranıdır.
Ülkü Ocakları’ndan çıksa çıksa dava adamı çıkar, imanlı nesiller çıkar, şehitler çıkar, vatan için canını seve seve vermeye hazır kahramanlar çıkar, cesur yürekler, akılla bezenmiş gönüller çıkar. Ülkü Ocakları zoru görünce saklananların harcı değildir. Ülkü Ocakları, dünyevi çıkarlara boyun eğmiş kifayetsiz muhterislerin, makam ve para tutkusuna yenik düşerek kök ve kimlik mutasyonuna uğramış kibir mumyalarının hamaset sığınağı da değildir. Ülkücülük bir insan hayatının bütününü kesintisiz şekilde kapsaması gereken, ömür çizgisinin farklı dönemlerinde herhangi bir kopuş ve sapmaya bütünüyle kapalı olan bir inanç ve irfan halidir. Bu hal ki, Türk ve İslam emanetlerinin bir fikir kalıbına emek emek dökülüp zaman içinde serpilip büyümesiyle kökleşir, dahası kuvveden fiile geçer. Ülkü Ocakları fikir ve düşünce yapımızda hayat boyunca taşıyacağımız bir mensubiyet kıvancıdır. Bu kıvançtan nasibini alamayanlar için Ülkü Ocakları’nın bir gençlik macerası görülmesi, bir zaman aralığında tesadüfen bulunulmuş bir yer gibi takdimi gafillik olduğu kadar gerzekliktir. Ülkü Ocakları’nda Türk zaferlerinin ümidi, müsterih vicdanı vardır. Ülkü Ocakları’nda Türk gençliğinin umutları, imanla çarpan yürekleri hâkimdir. Çağın manevi hastalıklarına karşı yegâne çare Ülkü Ocakları’dır. Günümüzün karmaşıklaşan sorun alanlarına, sosyal dokudaki bozulmalara, toplumsal bünyedeki çözülmelere Ülkü Ocakları’nın müktesebatı, Ülkücü gençliğin asalet ve ahlaki muvaffakiyeti inanıyorum ki son verecektir. Fitnenin salgını, fikirsizliğin kokusu, faziletsizliğin korkuluğu Ülkü Ocakları’nın kapısından içeri asla giremeyecektir. Dedikodu, gıybet, tembellik, sorumsuzluk, şuursuzluk, siyasi hesaplar, sinsi planlar, hizipleşme, kutuplaşma, aile ve çevreyle uyumsuzluk Ülkü Ocaklı her kardeşime tamamen uzak ve yabancıdır. Kaldı ki olması gereken kesinlikle de budur. Hem kendinizi yetiştireceksiniz, hem de ülke ve milletiniz için dertlenip çıkış yolları arayacaksınız. Hem hayatın içinde aktif bir şekilde varlığınızı göstereceksiniz, hem de davanızın ve şahsiyetinizin vakarını titizlikle muhafaza edeceksiniz.
Ülkü Ocaklı kardeşlerimin, İnsanımıza hürmet ve riayet eden saygın bir karakter ve kişilik vasfına, Ahlaki temizlikle perçinlenmiş dürüst, sade, gösterişten uzak, ancak mücadelesinde kararlı bir hayat çizgisine, Çağı, çağın imkânlarını, hadiselerin seyrini, küresel ve bölgesel gelişmelerin çetrefilleşen yapısını analiz edip Türkçe yorumlayan bir fikri enginliğe, bir zihni derinliğe, Eğitim hayatını aksatmayan, öğrenmeye ara vermeyen, öz değerlerimizle beslenen, sürekli okuma ve araştırma çabasıyla feyizlenen bir idrak ve ilim seviyesine, Nereden gelip nereye gittiğimizi anlamaya ve anlamlandırmaya kafa yoran, tarihsel ve kültürel kökümüzle bütünleşmiş aydınlanmış bir çalışma ve çalışkanlık seciyesine, Algı oyunlarına, anarşik tuzaklara, sosyal medya komplolarına dikkat eden zeka ve sezgi düzeyine, Duygu ve inançlarımızı istismar eden karanlık odaklara direnç ve uyanıklık gösteren vicdan ve feraset donanımına sahip olmaları başlıca istek ve beklentimdir. Efendimiz Hz.Muhammed’in buyurduğu gibi, iki günü eşit olan aldanmıştır. Ülkücü geleceğin mimarı, gelecek nesillerin mihmandarıdır. Ülkücü Türkiye ve Türk milletinin son siperidir. Ülkü Ocakları bu siperin Çanakkale savunma hattıdır. Bunun yanında, Ötüken’den Söğüt’e, Orhun’dan Sakarya’ya, Malazgirt’ten Dumlupınar’a, kimi zaman acılarla yoğrulan çok zaman da zaferlerle süslenen geçmişimizin her sayfasının manen hatırası ve hafızasıdır. Tarih geç kalanları, geriden bakanları, geriye düşenleri asla affetmemiştir. İhmalle geçecek yılların faturası ağır olacaktır. Oyalanmaya hakkımızın olmadığı açıktır. Çok çalışmalıyız, geleceğin Türkiye’sinin hazırlığını mutlaka yapmalıyız. Dün geçti, lazım gelen dersler çıkarıldı. Önümüze bakacağız, tehditleri okuyup kaynağında etkisiz hale getireceğiz. Bekamızı mutlaka koruyacağız.
Vatanımızı ve milletimizi her türlü mülahaza ve mütalaanın üzerinde tutacağız. İnanmak başarmanın yarısıdır. Ve Ülkücü manen yükselmeye, yükseldikçe milletini yükseltmeye andiçmiş inanç zirvesidir. Kendinizi küçük görmeyiniz, çünkü sizler Türk tarihi kadar büyüksünüz. Kendinizi eksik, yetersiz saymayınız, bir ülküye sahip olmak en büyük şereftir. Nitekim kaynağını Türk-İslam Ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliği ihanete karşı güvence, işbirlikçilere ve işgalcilere karşı aşılmaz kaledir. Merhum Başbuğumuz diyordu ki; “Buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne kuzeydir, ne güneydir. Buluşma yerimiz Büyük Türkiye’dir. Buluşma noktamız Türk’ün kafası, Türk’ün kalbi, Türk’ün cevher-i aslisidir.” Hiçbir Ülkücü söz konusu buluşmaya gecikmeyecek, geç kalmayacaktır. Bu itibarla ben Ülkücüyüm, davamın hizmetindeyim diyen herkes için gün buluşma günüdür, gün birleşme günüdür, gün gönül seferberliğinde ben de varım deme günüdür.
Değerli Ülküdaşlarım, Aziz Dava Arkadaşlarım, Merhum Hüseyin Nihal Atsız hepimize şöyle seslenmişti: İçim yine sevinçlerle dolup yanıyor, Ruhum sanki deniz olmuş dalgalanıyor, Uzak uzak ülkelerden döndüm seferden, Yaralarım ağır, fakat mestim zaferden. Zafer ümit kaynağının bir çeşmesidir. Zafer birçok gönüllerin birleşmesidir. Gönülleri birleşenler ölse de bir gün, Gök kubbede kalacaktır seslerinden ün. Gönülleri birleşenler! Selam sizlere! Uzaklarda dertleşenler! Selam sizlere!
Bugün Türk milletinin bütün dünyaya meydan okuduğu İstiklal Savaşımızın son adımı olan 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden zaferle çıkışın 97. yıldönümüdür. Türk milletinin ve hepinizin 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı gönülden kutluyorum. Biliniz ki, tarihteki zaferlerimizin hepsi milli gönüllerin birleşmesiyle gerçekleşmiştir. 26 Ağustosta da Türklüğe Anadolu’nun kapılarını açan ve bu toprakları vatanlaştıran Malazgirt Zaferi’nin 948.yıl dönümünü kutladık. Bu savaşlardan biri vatan yapmış, diğeri ise vatan kurtarmıştır. Bu iki kutlu zaferin zirve isimleri ise şüphesiz Sultan Alparslan ve Cumhuriyetimizin Kurucusu Aziz Atatürk’le beraber kahraman şehit ve gazilerimizdir. Malazgirt’ten Büyük Zafer’e kadar geçen 851 uzun yılda, millet hayatı, sayısız gönül ve ülkü adamının omuzlarında taşınarak varlığını sürdürmüştür. Hepsiyle övünüyor, hepsiyle gurur duyuyor, hepsini tazimle anıyoruz. Dünyanın en zorlu coğrafyasında dağılmadan, yıkılmadan devam etmenin sırrı, öncelikle aziz millet varlığının içinden çıkabilmiş dava adamlarının varlığında aranmalıdır. Bu dava adamlarının tecessüm edip tecelli ettiği bugünkü ana damar öncelikle Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları’dır. İnsanlığın binlerce yıllık ilerleyişi, bir hedefe varmayı amaç edinen ve kendisine hedef arayan insanların, mensup oldukları millete kazandırdıkları ivme ile mümkün olmuştur. Büyük davalar, büyük hedefleri olan insanların omuzlarında taşınmıştır. Büyük zaferler büyük hedeflerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Her zafer hak edenlerin, haktan ve hakikatten yana duranların omuzlarında yükselmiştir. Özellikle hatırlatmalıyım ki, gündelik hayatın kaygıları altında vizyonları kısıtlanmış kitlelere anlam ve güç kazandıran büyük dava adamları ve gösterdikleri hedeflerdir. İnsanı anlamlı kılan, insan olarak yaradılışından da öte; bir millet içinde yaşıyor olmasıdır.
Bir amaca sahip olmadan, yalnızca yaşıyor olmaktan başka bir gaye taşımayan toplum veya milletlerin, tarihin acımasız çarkında nasıl öğütülmüş olduğunu beşeriyetin kalıntılarında görmek mümkündür. Hayat, varlığını sürdürmek isteyen ve bunun gereğini yapanlar için mükâfatlarla doludur. Ancak gideceği limanı bilmeyenler için de felaketlerle çevrelenmiş bir deryadır. Gideceği yeri bilmek, ancak geride kalanı özümsemekten, bugünü anlamaktan, geleceği hayal etmekten geçmektedir. Ülkücülerin yaptığı ve yapacağı da budur. Geride kalan insanlığın izleri, dünü, bugünü ve yarını bir bütün olarak yorumlayamamış milletlerin doğru zannettikleri yanlış yollarda nasıl heba ve helak olduklarını düşündürücü misalleriyle göstermektedir. İftiharla söyleyebiliriz ki, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz büyük Türk milleti sadık evlatları konusunda talihlidir. Bu sayede kutlu millet varlığı asırlardır devam edegelmiştir. Milletinin geleceğine odaklanmış, milli ülkülerle ülkülenmiş, dertleri ile dertlenmiş, zaferleriyle gönenmiş sayısız gönül, dava ve inanç adamları tarihimizi feragatle yapmış, fedakârlıklarla yazmıştır. Ne zaman bir buhran kapımızı çalsa, yine millet içinden çıkan cesaret timsali şahsiyetler, millet namına emaneti teslim alarak milli bekanın devamını bugüne kadar sağlamışlardır. Türklüğü, silkinerek kendisine dönmesi için uyaran Bilge Kağan’ın asırlar öncesinden bugünlere kadar gelen seslenişi, kendisini öne çıkaran değil milletin geleceğini düşünen gerçek bir Ülkücünün en güçlü, en silinmez haykırışıdır. Ülkücü kendinden vaz geçerek varlığını ve geleceğini bağlandığı milletinin devamına ve yükselişine adamış şuur sahibinin unvanıdır. Bu nedenle sorumluluğumuz çok fazladır. Ülkücülüğün çıkış noktası ve yegâne dayanağı da millet sevgisi, millet varlığıdır. Bu sevgiyi ne pahasına olursa olsun koruyup ilerleteceğiz, millet varlığına kıskançlıkla sahip çıkacağız. Ne mutlu ki, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in muhteşem geçmişi bu liyakate ulaşmış, alnı açık, başı dik, vicdanı rahat, yüreği sevgiyle yüklü aziz ülkü şehitlerinin ve kahramanlarının anılarıyla doludur. Ve onlarla ne kadar övünsek, ne kadar iftihar etsek azdır. Ülkücüler, milletinin kendilerine ihtiyaç duydukları anlarda ortaya çıkarak millet ve vatan sevgisinin sınavını ölüm ve mahkûmiyet karşısında verebilmişlerdir. Davamıza gönül vermiş, bedel ödemiş, şehadet şerbetinden içmiş kahramanlarımızı ve mücadelelerini unutmak asla ve asla mümkün değildir. Ülkü Ocakları’nın coşkuyla, inançla, tutarlılıkla, samimiyetle, sabırla, muhabbetle geleceğe uzanacağını, Türk milleti var oldukça yaşayacağını altını kalın şekilde çizerek ifade etmek istiyorum. Merhum Başbuğumuzun iki emaneti olan Milliyetçi Hareket Partisi’yle Ülkü Ocakları her daim ayakta kalacak, milli ve tarihi hizmetlerine devam edeceklerdir. Önümüze engeller çıkarsalar da, bu engelleri birer birer aşacağız. Kızılelma hedefimizden, Turan ülkümüzden vazgeçmeyeceğiz. Dava adamlığının muazzam vasfından taviz vermeyeceğiz. Sele kapılan kütük, rüzgarla savrulan yaprak, kağıttan kaplan, kumdan kale, fırtınayla sürüklenen köksüz dal değil, çağa yön veren, istikbalin çatısını ören, istiklalin çehresine değer ve canlılık katan bir mücadelenin taraf ve sahipleri olacağız. Çünkü biz Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz. İşimiz çok, yükümüz ağır, hedeflerimiz büyüktür. Başarmaktan başka seçeneğimiz de yoktur. Ülkü Ocakları’nın yeni hizmet binasının nice diriliş hamlelerine kaynaklık teşkil etmesini temenni ediyor, hayırlı olmasını gönülden diliyorum. Ülkü Ocakları’ndan yetişmiş birisi olarak her ülküdaşımın, her Ülkü Ocaklının her şeyin en güzeline layık olduğunu bilhassa vurgulamak istiyorum. Ülkü Ocaklı kardeşlerimle üstün başarı dileklerimi paylaşırken, bu yeni hizmet binasının mühim ve müessir çalışmalara kapı aralamasını ümit ediyorum. 30 Ağustos 1922’de büyük bir zafere imza atan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, kurucu kahramanlarımızı, aziz ecdadımızı, muhterem şehitlerimizi, elbette Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’i, ebediyete irtihal etmiş dava arkadaşlarımızı, dava şehitlerimizi hürmetle anıyor, Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum. Ayrıca önceki gün hayata gözlerini yuman, bilim insanı niteliğiyle ülkemize ve Türk milliyetçiliğine önemli hizmetleri dokunan, ülküdaşlarımızın yetişmesinde emeği bulunan merhum Prof.Dr Mustafa Kafalı Hocamıza da Allah’tan rahmet diliyor, camiamızın ve milletimizin başısağolsun diyorum. Hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Ne Mutlu Türküm Diyene.
|