Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin 24 Haziran 2008 Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Muhterem Temsilcileri, Hepinizi en iyi dileklerimle, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Siyasi gündemle ilgili değerlendirmemizi sizlerle paylaşacağım konuşmama, yüz gününü geride bıraktığımız siyasi kriz süreci hakkında bazı tespitlerde bulunarak başlamak istiyorum. Yaşanan yüksek ateşli ve gerilimli kriz ortamının tehlikeli bir mecrada giderek ağırlaşmakta olması, Türkiye’ye çok ciddi bir siyasi ve toplumsal fatura çıkaracaktır. Bu sürecin yönetilememesi ve kontrolden çıkmak üzere olması, gerginlikten yumuşamaya, kargaşadan normalleşmeye geçişin önündeki en büyük engeldir. Çözüm ve çıkış yolu üretmek durumunda olanların; bunun yerine istikrarsızlık kaynağı hale gelmeleri ve siyasi ihtirasların ortak aklın önüne geçmesi sonucu siyaset tıkanma noktasına gelmiştir. Sorumlu ve basiretli siyasetin yerini, küçük hesaplara dayalı bulanık suda balık avlama siyaseti almıştır. Krizin kontrol altında tutularak yıkıcı etkilerinin sınırlandırılması ve ortak çabalarla normalleşme sürecinin şartlarının hazırlanması yönünde bugüne kadar hiçbir somut adım atılmamıştır. Gelişmeleri bir seyirci gibi izlemekle yetinen Türkiye Büyük Millet Meclisi, adeta kaderci bir anlayışla bu konuda tam bir atalet içine girmiştir. Siyasi diyalog kanalları açılamamış, demokratik rejimin geleceği şahsi hesapların ve ihtirasların ipoteği altına sokulmuştur. Bu zor dönemin en az zararla atlatılması için demokratik rejimin geleceği adına bugüne kadar yaptığımız samimi uyarı ve çağrılar ne yazıktır ki karşılık bulamamıştır. Gelinen bugünkü noktada, bu çıkmazın aşılması ve normalleşme dönemine yumuşak geçişin sağlanması çok güç hale gelmiştir. Bu yönde somut adımlar atmak için gereken siyasi irade ve basireti gösterebilmek bakımından siyaset kurumunun başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Sayın Milletvekilleri, Türkiye bugün çok büyük tehlikelere açık, çok ciddi bir bunalımla karşı karşıyadır. Siyaset kurumu dışındaki sivil toplum kuruluşlarının krizden çıkış sürecine katkı da bulunmaları, ancak doğru tespit ve teşhislere dayalı bir değerlendirme yapmalarına bağlı olacaktır. Bu yapılmaksızın, siyaset sahnesinde yaşananların adı doğru konulmaksızın, bunları “kör döğüş” olarak nitelendirmenin ve sorumluluk açısından muhataplarını açıkça belirtmeden birçok siyasetçinin vahim bir “akıl tutulması” yaşadığını söyleyerek anonim ve toptancı suçlamalarda bulunmanın, “fikri namus ve vicdan tutulması” olacağı unutulmamalıdır. Bugün yaşananların baş sorumlusu olan Başbakan’ı ve hükümetini adres göstermeden, muhatabı belirsiz ortalama suçlamalarla sorumluluğu herkese seyyanen paylaştıran bir yaklaşım, krizden çıkışa hiçbir katkıda bulunamayacağı gibi, bunun ciddiye alınması da herhalde beklenemeyecektir. Bugüne kadar şahsi ve kurumsal çıkar hesaplarıyla Türkiye’nin her alanda adım adım bir çöküntü ve kriz ortamına sürüklenmesine ses çıkarmayanların şimdi yapmaları gereken, dürüst ve namuslu bir vicdan muhasebesidir. Anayasa’nın gerçek anlamda bir “Toplum Sözleşmesi Belgesi” niteliğinde olması için mümkün olabilecek en geniş uzlaşma ile yenilenmesine Türkiye’nin ihtiyacı olduğu bir vakıadır. Ancak, böyle bir sürecin, siyasi istikrarın bütün unsurlarıyla hüküm sürdüğü bir ortamda başlatılabileceği de ayrıca bir gerçektir. Bugün içinden geçtiğimiz kriz ortamında, kapsamlı Anayasa değişiklikleri için vazgeçilmez ön şart olan siyasi istikrardan bahsedilemeyeceği ortadadır. Hal böyle iken, siyasal ve toplumsal mutabakatı sağlamak için ilk adım olarak, Anayasa değişikliği önerisiyle ortaya çıkmak ve bunun için ABD ve AB’den alınan ve Türkiye’nin bünyesine yabancı Konvansiyon modellerini tartışmaya açmak, olsa olsa “basiret ve öngörü tutulması” olarak görülecektir. Türkiye’de Anayasa’nın yenilenmesi sürecinin başlatılması için oluşması gerekli şartlar ve bu süreci yürütmekle görevli ve sorumlu devletin temel organı bellidir. Bu sürece Parlamento dışında meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve akademik çevrelerin katkıda bulunmaları da doğal ve gereklidir. Ancak, bu konuda kuruluş amaçları ve faaliyet alanları dışında hiçbir kurum ve kuruluşun kendisine özel misyon biçmeye çalışmasının ve kendisini yasama erki yerine koymasının meşru bir temeli olmayacağı unutulmamalıdır. Değerli Milletvekilleri, Türkiye’nin bugünkü kriz sarmalından çıkması, bu noktaya sürüklenmesinde sorumluluğu olanların krizi aşma ve normalleşme çabalarına yapıcı katkı sağlamalarına ve bu konuda öncülük yapmalarına bağlıdır. Bu yöndeki çabaların demokrasinin temel kurallarının çizdiği çerçevenin içinde kalması ve rejimi zorlayacak arayışlara itibar edilmemesi önemlidir. Bunun için bugünkü çıkmazın en büyük sorumlusu olan Başbakan’ın, vakit çok geç olmadan, ülkesini ve milletini şahsi ve parti hesaplarının önünde tutan bir durum değerlendirmesi yapması acil ihtiyaç haline gelmiştir. Bu noktada, Başbakan Erdoğan şu temel gerçekleri unutmamalı ve rasyonel düşünme ve muhakeme kabiliyetini köreltecek hesap ve beklentilerin esiri olmamaya çalışmalıdır.
Başbakan’ın bu süreçte sergilediği profil; demokrasi, milli irade ve rejim derdine değil, kendi derdine düşmüş bir siyasetçinin görüntüsüdür. Başbakan, Türkiye’nin geleceğini değil, kendi siyasi geleceğini kurtarmak ve ne pahasına olursa olsun dokunulmazlık zırhına bir şekilde tutunmak için çırpınmaktadır. - Bu uğurda; Türkiye’yi, demokratik rejimi ve partisini feda etmeye hazırdır. - Bağımsız aday olma arayışlarına girilmesinin arkasında, kendini kurtarma psikolojisi yatmaktadır. - Başbakan’ın hazır olduğunu söylediği alternatif planların tümü, kendisini kurtarmayı amaçlamaktadır. - Krizden çıkış arayışlarında kendisini kurtaracak dokunulmazlık kapısı yoksa, Başbakan da bu çabalarda yoktur. - Başbakan Erdoğan bunun kendisine hayır getirmeyeceğini, demokrasi dışı zorlamaların Türkiye’ye büyük bir kötülük olacağını artık idrak etmelidir. - Bugünkü tehlikeli sürükleniş karşısında, Türkiye’nin ihtiyacı olan, Başbakan’ın oyun planı değil, demokrasinin kurtuluş planıdır. - Bu bakımdan bu gerçeklerin bilincine varılmasının krizden çıkışın anahtarı olacağı çok iyi anlaşılmalıdır. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Konuşmamda dikkat çektiğim bu görüşler, önümüzdeki dönemin çok nazik ve karmaşık bir süreç olabileceğini göstermektedir. Burada herkes çok dikkatli olmak ve rejimi tehlikeye atmamak için büyük bir sorumluluk anlayışıyla hareket etmek durumundadır. Milliyetçi Hareket Partisi, sürecin başından itibaren bu anlayışı kendisine rehber edinerek bir dizi iyi niyetli ve samimi önerisini kamuoyu ile ve muhataplarıyla paylaşmıştır. Parlamento hukukuna sahip çıkılması için 340 milletvekili çoğunluğuyla tek başına belirleyici olan AKP’nin makul ve meşruiyet sınırları içinde kalacak düşüncelerini iyi niyetle değerlendireceğimizi açıklamamızın üzerinden ise iki hafta geçmiştir. Meclisin hiçbir vesayeti kabul etmeyeceğini, Meclis iradesine ipotek koymanın milli iradeye tavır almak olduğunu, Türkiye’nin sürüklenmek istendiği bu “yetki çatışması” ortamından çıkarılması gerektiğini süslü kelimelerle ifade eden Başbakan, Meclis’in hangi somut adımları atması gerektiği konusunda ise derin sessizliğini sürdürmektedir. Başbakan Erdoğan esmiş ve gürlemiş, ancak bunun arkasından tek damla yağmur gelmemiştir.
- Kendi tanımıyla kabul edilemez olan milli iradeye müdahale karşısında, 340 kişilik Meclis çoğunluğuyla ne yapacağını açıkta bırakmış ve bu konuda somut ve kararlı bir tavır alma cesaretini gösteremeyerek milletin emanetinden ve bunun korunmasından ne anladığını bir kere daha gözler önüne sermiştir. - Böylesine ezik, ürkek ve fırsatçı bir tutum sergileyen Başbakan’ın artık bu konuda söyleyebileceği bir söz kalmamıştır.
Başbakan ve arkadaşlarının buna gösterdikleri asabi tepki, durumun vahametini fark edemediklerini ve şahısları kurtarmak için rejimin geleceğini ipotek almak basiretsizliğinin tesirinde olduklarını ortaya koymuştur. Türkiye’yi bekleyen çalkantılı süreç hakkında değerlendirmeler yapmak ve kamuoyunun aydınlanmasına katkıda bulunmak bir siyasi partinin asli görev ve sorumluluğunun bir gereğidir. Bunun için hiç kimseden izin ve icazet almayacağımızı herkes çok iyi bilmelidir. Akıl almaya ve demokrasi dersine ihtiyacı olmadığını söyleyenler, bu düşüncelerimizi kaale alıp almamakta serbesttir. Ancak, hezeyan nöbeti içinde çizmeyi aşarak siyasi etik lafını ağzına almaya yeltenenler hiç unutmasın ki, siyasi geçmişi şaibeli olan dürüstlük özürlülerinin bu konuda söyleyecekleri hiçbir şey yoktur. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Kapatma davasının üzerinden geçen yüz günü aşkın sürede, hukuki sürecin seyri ve Başbakan Erdoğan ile AKP’nin geleceği konularında birçok senaryo ve planın tartışılması sürmektedir. Bu alanda ciddi ve yoğun bir karmaşa yaşanmaktadır. Bunun yanı sıra, bu konudaki değerlendirmelerde yoğun bir kafa karışıklığının hüküm sürdüğü de bir gerçektir.
- AKP’nin kapatılacağı ve Başbakan ve bazı arkadaşlarının siyasi yasaklı hale geleceği varsayımına ve, - Kapatma davasının erken bir tarihte, önümüzdeki bir-iki ay içinde sonuçlanacağı beklenti ve temennisine dayanmaları olmuştur.
Bu süreç yaşanarak görülecektir. - Bu bakımdan, davanın bir-iki ay içinde sonuçlanacağı hesabı üzerine kurulan model ve senaryolarda ihtiyatın elden bırakılmaması gerekli olabilecektir. - Evdeki hesabın her zaman çarşıya uymayabileceği de bu çerçevede hatırda tutulması gerekecek bir husustur.
Davanın kapatma ile sonuçlanması durumunda, açık veya örtülü dış müdahale ve yönlendirmelere mahal bırakmadan ve kesinti yaşanmadan yeni döneme en az sarsıntıyla yumuşak geçişin sağlanması bütün siyasi partilerce ortak hedef olarak benimsenmelidir.
- Başbakan’ın milletvekilliği düşecek, hükümet istifa edecek, yasak kapsamı dışında kalan AKP milletvekilleri bağımsız olacak ve ilk önce yeni bir hükümet kurulması süreci yaşanacaktır. - Bunun yanı sıra ara seçimi gerektirecek sayıda yasaklı olması halinde, ara seçim süreci ve takvimi de işlemeye başlayacaktır. - Kapatılan AKP milletvekillerinin erken genel seçim konusunda bir adım atmayı kararlaştırmaları halinde, yeni parti kurma, hükümet oluşturma ve seçim süreçleri bir arada yürütülmek durumunda kalınacaktır.
Sert fırtınaların eseceği böylesine kaygan bir zeminde, bu konularda önceden yapılan planların sorunsuz biçimde uygulamaya konulmasında bazı güçlüklerle karşılaşılması çok muhtemeldir. Önümüzdeki süreç ve AKP’nin kapatma halinde uygulamaya koyabileceği planların gerçekleşme imkânları konusunda, bu aşamada bilinmeyen ve öngörülemeyen unsurlar şu noktalarda toplanmaktadır:
- Anayasa Mahkemesi’nin kapatma ve siyasi yasak kararı vermesi halinde, bunun gerekçeli kararın resmi gazetede yayınlanmasıyla hüküm ifade edeceği ve Yüce Mahkemenin gerekçelerinin hazırlanmasının zaman aldığı, burada unutulmaması gereken bir noktadır.
- AKP’nin kapatılması halinde, bundan sonra başlatılacak yeni bir parti çatısı altında toplanma süreci, bu açıdan hukuki sorunları beraberinde getirebilecektir. - Yasak kapsamı dışında kalacak milletvekillerinin yeni partiye topluca katılmaları, yapılacak bir erken genel seçimde topluca aday olmaları ve bu yeni parti oluşumunun yasaklı Başbakan tarafından yönlendirilmesi, yeni bir kapatma davası için hukuki karine olabilecektir. - Diğer taraftan kapatma kararı sonrası siyasi yasaklı durumuna düşecek olan AKP yöneticilerinin mecburi bir ara seçimde, erken bir genel seçimde veya ara formüllerle yapılacak seçimlerde bağımsız aday olup olamayacakları, bu aşamada bilinmeyen ve ancak seçim takvimi başladıktan sonra anlaşılacak bir durumdur: - Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin erken seçime gidilmesini kararlaştırması durumunda, bu karar siyasi yasaklıların bağımsız adaylıklarının mümkün olup olmayacağının bilinmediği bir aşamada alınacaktır. - Fiil ve eylemleriyle partisinin kapatılmasına neden olan ve siyasi yasaklı olarak beş yıl süreyle başka bir partinin üyesi ve yöneticisi olamayacak bir kişinin, bağımsız aday olarak yeniden Meclis’e girmesi ve siyasi yasaklıyken parti dışından Başbakan olmasının ortaya çıkaracağı garabet ve demokratik rejim açısından doğuracağı tepki ve sonuçlar da üzerinde çok iyi durulması gereken bir faktör olacaktır. Sayın Milletvekilleri, Gözleri ve yürekleri bütün bu gerçeklere kapalı olan Başbakan ve arkadaşları; siyasi ihtiraslarını aşarak Türkiye’yi düzlüğe çıkarmaya çalışmak yerine, inatlaşma, kavga ve zorlamalarla demokrasiyi raydan çıkarmaya çalışmaktadır. AKP yöneticileri ve milletvekilleri Genel Başkanlarına sahip çıkma adına, demokrasiyi elden çıkaracak bir yola girdiklerini göremeyecek kadar gerçeklerden kopmuşlardır.
AKP’nin ikinci adamı olarak takdim edilen şahsın bir Amerikan gazetesinde yayınlanan beyanları ise, kendileri için her yönüyle bir yüz karası ve utanç vesilesi teşkil etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş esaslarına meydan okuyan bu şahıs; - Türkiye’de bugün yaşanan kaosun sorumlusu olarak Atatürk dönemini suçlamak cüretini göstermiş ve, - Ümmetten milli devlete geçiş sürecini bir travma olarak nitelendirerek, Cumhuriyetle sorunlu ve kavgalı geçmişinin hıncını bu hezeyanlarla dışa vurmuştur. Burada temel sakatlık, bugünkü krizle Cumhuriyetin başlangıç yılları arasında kurulmaya zorlanan sebep-sonuç ilişkisidir. En büyük özelliği söylediklerini sıkışınca inkâr eden bir siyaset anlayışının temsilcisi olan bu kafanın bu yöndeki çabaları çirkin yüzlerini artık saklayamayacaktır. Bu konuda bizim merak ettiğimiz husus, AKP yöneticilerinin bu şahsın sözleri hakkında ne düşündükleri ve nasıl davranacaklarıdır.
- Bu konudaki siyasi çizgimizde bugüne kadar hiçbir sapma, kırılma ve kayma yaşanmamıştır. - İktidar ve ana muhalefet partilerine ve liderlerine yaptığımız sağduyu, diyalog ve uzlaşma çağrılarımızın dayandığı yegâne temel bu olmuştur.
- Dış müdahalelere, kesintilere ve ara rejim heveslerine karşı korumaya çalıştığımız demokrasi içerden katledilmektedir. - Bu sorumsuz siyaset anlayışlarının artık Türkiye’ye vereceği bir şey kalmamıştır. - Bunların Türk milletine vaat edebilecekleri tek şey kargaşa, kavga ve kaostur. Milli vicdanda mahkûm olan bu zihniyetler, siyaset sahnesinden tasfiye edilmedikçe Türkiye önünü göremeyecektir. Türkiye, milleti ve devleti ile hepimizindir. Alacağımız hasar ve göreceğimiz zarar hepimizi er ya da geç etkileyecektir. Kutupların küresel güçlerce paylaşıldığı, uzayın bile parsellendiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Bizleri meşgul eden bu sorunların aşılmış olması, Türkiye’mizin dünyada saygın yerini çoktan almış olması gerekirdi. Belki bazı siyaset tacirleri için, son yurdumuz Türkiye ile ilgili bir gelecek ve ikamet planları olmayabilir. Sığınmayı düşündükleri yerlerde yaşamayı içlerine sindirenler çıkabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, biz Türk milleti olarak ne pahasına olursa olsun buradayız. Ve sonsuza kadar da bu coğrafyada Türkiye Cumhuriyeti adı ile yaşamaya devam edeceğiz. Bu tarihi irademizin hiçbir şart altında ve hiçbir dayatma karşısında değişmeyeceği herkes tarafından bilinmelidir. Değerli Milletvekilleri, Konuşmamın bu bölümünde ülkemizin çok önemli iki meselesi olan ve AKP hükümetleri dönemince sürekli artış gösteren işsizlik ile gelir dağılımındaki adaletsizlik hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Dayanılmaz bir noktaya gelen işsizlik ve artık sosyal bir kangren haline dönüşmek üzere olan adaletsiz gelir dağılımı toplumsal birliğimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Hepinizin bileceği gibi, bugün her evde en az bir işsiz ve yarından umudunu kaybetmiş bir vatan evladı bulunmaktadır. 2008 yılı büyüme hızının, 2007 yılındaki performansının altında kalacağı gelişmelerden anlaşılmaktadır. Bu durum verimlilik artışıyla beraber, bazı geleneksel sektörlerdeki çözülme ile birleştiğinde işsizliğin daha çok artacağını şimdiden söylemek mümkündür. 15 ve daha yukarı yaşta olup askerlik yapmayan ya da öğrenci olmayanlar dikkate alındığında, kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus 49,8 milyona ulaşmıştır. Buna göre, bir yıl öncesine kıyasla bu rakam 746 bin artmıştır. Ayrıca işgücü 230 bin kişi artarak, 23,2 milyon kişiye yükselmiştir. Nitekim işsizlik oranı da resmi olarak yüzde 10,7’ye çıkmıştır. Bunun yanı sıra işgücüne dâhil olmayanların, dolayısıyla da işsizlik hesaplamalarında dikkate alınmayanların bir kısmı da; iş bulma ümidini kaybettikleri için resmi iş arama kanallarına başvurmayan kişilerden oluşmaktadır. İş aramayıp, çalışmaya hazır olan bu vatandaşlarımız da dikkate alınırsa işsizlik sorunumuzun ne kadar büyük ve sarsıcı olduğu ortaya çıkacaktır. Bu gruba girenlerin sayısı 2,2 milyona ulaşmıştır. Kaldı ki, bu grup da işsizler ordusuna dahil edildiğinde toplam işsizlik oranı yüzde 20 seviyesine ulaşacaktır. Daha vahimi ise işgücüne katılımın yüzde 46,7 oranıyla çok düşük bir düzeyde olmasıdır. Bu durum, çalışabilir yaştakilerin yarısından fazlasının işgücüne dâhil olmadığını göstermektedir. AKP iktidarı süresince gözlemlenen başka bir önemli konu ise kadınların işgücü piyasasından hızla çekildikleri gerçeğidir. Konunun ciddiyetini anlamaktan tamamen uzak olan AKP hükümeti, başka mecralarda kendi yandaşlarını devlet imkânlarıyla zenginleştirmekle meşguldür. Onlar için işsizlik yoktur. Onlar için sabah okula giden çocuğuna nasıl simit parası veririm kaygısı bulunmamaktadır. Onlar için lüks arabalarının içinde, nereden nereye gidildiğinin bir önemi de kalmamıştır. Başbakan Erdoğan ve aziz milletimizden geçinen sosyal kenelerin yol açtığı adaletsiz yapı içinde, işsizin, mağdurun sesi ne hazindir ki duyulmamaktadır. Toplumsal bir feryat halini alan işsizlik konusuna AKP Hükümeti’nin duyarsız kalarak kendi kısır ve güdük gündemine yoğunlaştığı görülmektedir. Sorunlar her geçen gün büyümekte, çözümler sürekli ertelenmektedir. Ekonomiden sorumlu bazı bakanların açılamalarından AKP’nin siyasi geleceği netleşmeden gerekli olan ekonomik kararların bile alınmayacağı anlaşılmaktadır. Umutla iş bekleyen milyonlarca vatandaşımızın hayalleri ve beklentileri ise görünen odur ki yine boşa çıkacaktır. Diğer taraftan son ekonomik veriler, kısa ve orta vadede işsizliğin çözülemeyeceğinin bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. İlk dört aylık sonuçlara göre cari işlemler dengesi 16,9 milyar dolar açık vermiştir. Geçen yılın aynı dönemine göre açık yüzde 35 oranında büyümüştür. Bu büyümenin ana nedeni ise, mal ticaretinin aleyhimize işlemesidir. Sermaye hareketlerinde ortaya çıkan durum tehlikeyi işaret etmiş, uzun zamandır ilk kez sermaye girişi cari işlemler açığının altında kalmıştır. Net sermaye girişi 16,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Hatırlanacağı üzere, geçen yılın aynı döneminde net giriş ise 18,1 milyar dolar ile cari işlemler açığının 5,6 milyar dolar üzerinde gerçekleşmişti. Önemli ölçüde borçlanan kesim, finansal olmayan özel kesim olarak ortaya çıkmıştır. Tabiri caizse özel sektör borçlanmayı durdurursa ekonomi tam anlamıyla felç olacaktır. Bu gelişmeler işsizliğin çözümüyle ilgili bir umudun olmadığını gözler önüne sermektedir. Ne üzücüdür ki, iş kuyruklarında bekleyenlerin, eğitimine uygun olmayan işlere bile talip olanların büyük bir kısmı maalesef yüksek öğrenim görmüş çaresiz gençlerimizdir. Ancak, her meselede olduğu gibi bu konuda da başarısız olan Başbakan Erdoğan ve Hükümetinin işsizlik sorununu çözmek gibi bir arayış içinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Şehir merkezlerindeki otogarlar ve istasyon binaları, metruk meskenler, mevsimine göre park alanları, korunaklı çatı altları işsizlikten dolayı yerinden yurdundan olmuş bimekanlarla dolup taşmaktadır. Bu gerçek nereye kadar gizlenecektir? Nereye kadar görmezden gelinecektir. Başbakan Erdoğan ve Hükümeti’nin iddia ettiğinin aksine; sofralarda ekmek artmamış, aksine azalmıştır. Artan ve çoğalan ise sadece Hükümet’in teşvik ettiği ihale komisyoncuları, tefeciler, devlet imkânlarını talan eden vurguncuların sayısıdır. Milliyetçi Hareket Partisi; işsizin, muhtacın, mağdurun, zor şartlar altında çalıştırılan binlerce vatandaşımızın mahkûm olduğu çaresizliği görmektedir. Bunun önlenmesi için hiçbir gayret göstermediği gibi, ekonomi politikalarıyla bu sorunların azmasına sebep olan AKP Hükümeti’nin yakasına yapışacak ve bunların hesabını mutlaka soracaktır. Muhterem Arkadaşlarım, AKP hükümetleri döneminde, her alanda varlığını ve etkisini hissettiren adaletsizlik, kendisini gelir dağılımında da göstermiş, toplumsal kesimler arasıdaki gelir uçurumu her geçen gün tartışmalı hale gelen huzurumuzu bozmaya başlamıştır. Eşit ve adil olmayan bir gelir dağılımından dolayı yoksulluğun ve muhtaçlığın her geçen gün arttığı, bir vakıadır. Yaşanılan eşitsizlik hali, gelir dağılımındaki mücadeleyi körüklemiş ve bu da ekonomik büyümeye zarar vermeye başlamıştır. Nitekim gelir dağılımındaki eşitsizlik, birçok ekonomik faktörün bozulmasına da zemin hazırlamaktadır. Gelir dağılımı, nüfusun tümüne ait paylaşımı belirlediği için yoksulluktan daha geniş bir kavram olması nedeniyle, yoksullukla arasında doğru orantılı bir ilişki bulunmaktadır. Gelir dağılımındaki eşitsizlik ne kadar artarsa yoksulluk düzeyi de beraberinde yükselmektedir. Bu itibarla gelir dağılımı adaletsizliğin artmasına paralel olarak yoksulluğun artış göstermiş olması tabidir. Ülkemizdeki adaletsiz gelir dağılımının giderek yoğunlaştığı zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olduğu bir süreç karşımızdadır. AKP Hükümetinin, gelir dağılımındaki bu anormal durumu örtmek için, vatandaşlarımızın günü birlik ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanması bu sorunun daha da kronikleşmesine yol açmaktadır. Nihayetinde üretimden çekilen, yardımlarla yaşayan bir sosyolojik kitle ortaya çıkmaya başlamıştır. Ekonominin dengelerinde belirmeye başlayan bozukluk hali sonucunda bu durum iyice fark edilir bir hale gelmiştir. Bu dönemde rakam oyunlarıyla düzeltilmeye ve arttırılmaya çalışılan kişi başına gelir rakamı bile gelir dağılımındaki muazzam adaletsizliği kapatmaya yetmemiştir. Bilinmelidir ki, sosyal barışın sağlanması ve korunması, büyük ölçüde gelir dağılımının adil olmasına ve asgari gelir düzeyinin belli bir noktanın altına düşmemesine bağlıdır. Rahat ve konforlu yaşamlarında ölçü ve sınır tanımayanların varlığındaki artışa karşı, aynı derece de yoksullaşan ve gelir dağılımındaki aldığı pay gün geçtikçe gerileyen milyonlarca vatandaşımızın sorunlarının çözümü bizim en önemli meselelerimiz arasındadır. Aziz milletimiz fırsat ve imkân verdiğinde, bunların üzerine gideceğimizi buradan kararlılıkla ifade etmek istiyorum. Konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum. Dr. Devlet Bahçeli Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı |