Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
Türkiye’miz bir yanda KOVİD-19 hastalığının ağırlığına, diğer yanda doğal felaketlerin acılarına direnirken, aynı anda hem kara hem de deniz sınırlarımızı kapsamına alan muazzam bir varoluş mücadelesiyle hükmü şahsiyetini ve egemenlik onurunu savunmaktadır. En küçük taviz, tavsama veya tereddüte açık kapı bırakmadan milli birlik ve güvenliğimiz muhatap ve muhasım ülkelere karşı cansiperane şekilde müdafaa edilmektedir. Tarihi kahramanlıklarla dolu Türk milleti için Ağustos ayı gecenin sisini dağıtan zafer meşalesi, geleceğin koordinatlarını çizen muvaffakiyet medarıdır. Zaferlerimizin yoğrulduğu bu ay içinde 98 yıl evvelki kuyruk yaraları tekrar kanayan müflis müstemlekeciler bir kez daha karşımıza çıkmaya yanılarak cüret etmişlerdir. Ağustos ayının ne anlama geldiğini, korkak dedelerinin hangi pespayeliklere mahkûm olduğunu en iyi bilen soytarıları bugünlerde tehlikeli bir kaşıntı tutmuştur. Şu tarihi gerçeğin hatırlatılıp altının çizilmesi çok önemlidir: 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi’nin fazilet ve fıtrat bakımından devasa bir adımı, soy ve ruh açısından dev bir ayağıdır. İki tarih arasında geçen 851 yıllık zaman diliminde Anadolu coğrafyası adımızın, acımızın ve anılarımızın maşeri vicdan potasında kaynaşıp milli karar ve kadere dönüştüğü bir vatan unvanıyla şereflenmiştir. Nitekim emek ve enerji sarfetmeden, kan ve ter dökülmeden, haysiyet ve hedef birleşmeden; akıl, sabır, strateji, feragat kültürü yeşerip yükselmeden bir coğrafyanın vatanlaşması sadece boş bir hayalden ibarettir. Vatan, meşakkatli bir arayışın, asırların kuytuluklarına kök salmış güçlü bir irade ahlakının eseri ve ebedi esenliğidir. Sultan Alparslan’ın 949 yıl önceki mutlak ve zamanlar üstü zaferi yüzyıllar boyunca Bizans’ın varislerini delirtmiş, çıldırtmış, adeta sindirim sistemlerini bozmuştur. Bu nedenle Malazgirt destanıyla Anadolu topraklarına dikilen istiklal sancağımızdan intikam almak için yanıp tutuşan, elde edilen muazzam başarının rövanşıyla heveslenip hezeyan bataklığına çakılan ehl-i salip farklı bahanelerle, ama hep aynı gayeyle asırlarca barbar seferler düzenlemiştir. Bizim nazarımızda Malazgirt Zaferi ile Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Zaferi aynı kanın aynı damarda, sadece farklı tarihlerde akışından başka bir manaya gelmeyecektir. Boyalı medyanın, köksüz bazı siyasetçilerin “Malazgirt’i kutladılar, 30 Ağustos’u yasakladılar” iftiraları yalnızca ecdada hakaret değil, kesif olarak vatana ve millete ihanettir. Nankör ve namert koalisyonu zillete bulanmıştır. İstanbul Barosu’nun önüne şehit savcımız M.Selim Kiraz’ın dökülen kanında parmak izi bulunan işbirlikçi teröristin paçavradan müteşekkil posterini asanlarla, tarihte husumet kazısı yapan odaklar aynı çanaktan beslenen kokuşmuşlardır. Tarih cahillerinin Türk milletinin zaferleri arasında nifak fidanlığı dikme amaçları, istismar ve inkar üslubuyla şerefli mazimizi, vatan kuran, vatan kurtaran elleri öpülesi aziz büyüklerimizi birbirinden ayırma ve koparma alçaklıkları ancak beşinci kol faaliyeti olarak değerlendirilecektir. 30 Ağustos 1922’nin Dumlupınar’ında Gazi Mustafa Kemal Atatürk kumandasındaki şanlı Türk askeri, Sultan Alparslan ve kahraman neferlerinin emanetine canları pahasına kol kanat germişler, sahip çıkmışlardır. Büyük Taarruz’un ilham ve irade kaynağı Malazgirt Zaferi’nin ruh kökünde saklıdır. Sultan Alparslan Türklüğün vatan şerefidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türklüğün kurtuluş simgesidir. Bu iki muhterem isim arasında bölücülük yapanlar, Malazgirt ile Büyük Taarruz arasına dinamit tuzaklayanlar Yunan tezlerine, Ermeni diasporasına, Rum oyunlarına, Haçlı operasyonlarına, zalim senaryolara hizmet edenler ve onlardan rezilce himmet bekleyenlerdir. 30 Ağustos Zaferi Türk milletinin diriliş ve yükseliş nişanesidir. Ve sonsuza kadar da böyle kalacaktır. 98 yıl önce önümüze katıp Ege’ye kadar kovaladığımız müstevlilerin bugünkü zelil kalıntıları anlaşılan tarih sayfalarında anlatılan hadiselerden ne ibret almışlar ne de sonuç çıkarmışlardır. Yunanistan 1821 yılından beri Türk milletini rahatsız eden habis bir urdur. Bu ur mümkünse tedavi edilecek değilse bedeli ne olursa olsun koparılıp atılacaktır. Yunan zihniyetinin Türk ve İslam düşmanlığı ileri bir noktadadır. 30 Ağustos Zaferi’mizin 98’inci yıldönümünde Akdeniz ve Ege korsan dayatmaların, küstah provokasyonların, husumet gösterilerinin ana sahası olmuştur. Yunanistan’ın gerilim politikaları, mütecaviz ve mütehakkim arzuları Türkiye’nin sabır ve tahammül ölçülerini kırılma noktasına kadar bükmüş, nihayetinde son aşamaya getirmiştir. Akdeniz ve Ege Denizi’nde donanmalar karşılıklı olarak mevzilenmiştir. Aslında iki ayrı blok ve siperde toplanan hak ile batıl, kahraman ile korkak, Türk milletiyle diğerleridir. Peşpeşe yapılan askeri tatbikatlar, Navtex ilanları, havada ve denizde vahim dalaşmalar sıcak çatışma riskini günbegün tırmandırmaktadır. Anlaşılan odur ki, Yunanistan’ın denize dökülme istek ve iştahı yeniden kabarmıştır. Türk milletinin sinir uçlarına basmanın şiddetli sonuçları olacağını görmeyen, göremeyen, görse bile önemsemeyen Yunanistan ve zalim destekçileri sonu çok kötü olacak bir tahrik kampanyasının orta yerindedir. Akdeniz ve Ege’de derinleşen ve mayına çarpması an meselesi olan cepheleşmenin süratle yumuşaması, çatışmasızlığın hakim olması, gerginliğin azalması, son tahlilde krizin yatışması elbette samimi beklentimizdir. Bu kapsamda Yunanistan’ın uluslararası hukuka muvafık ve müzahir hareketi kaçınılmaz bir mecburiyettir. Bir diğer sorun da, Fransa’nın 1959 ve 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmaları’nın hilafına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi topraklarına askeri varlık konuşlandırmasıdır. Yeni bir Macron kumpası tedavüldedir. Fransa’nın yanısıra nerede durduğu belli olmayan İtalya, sinsi sinsi arkadan dolaşan bazı Körfez ülkeleri ve Mısır Akdeniz’de çok tehlikeli bir girdaba kapılmışlardır. Yunanistan 1923 Lozan ve 1947 Paris Antlaşmaları gereğince askerden arındırılması gereken 23 adadan 16’sını silahlandırmış, adeta kaleye çevirmiştir. Üstelik Oniki Ada’ya ilave olarak pek çok coğrafi formasyonla ilgili süregelen tartışmalar maalesef Türkiye’nin aleyhine gelişmiştir. Yunanistan 98 yıl önce denize döküldüğü yerden tekrar vatan topraklarımıza çıkmanın ve tutunmanın hedefindedir. Karşımızda yeni bir işgal projesi bulunmaktadır. Bu durum sonu ve sonucu ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti adına var oluş yok oluş meselesidir. Bugüne kadar diplomatik temaslar, uzlaşma çabaları, görüşme, buluşma ve sorunları masaya yatırma süreçleri işe yaramamış, fayda sağlamamıştır. Yunanistan ile aramızdaki sorunlar hafiflemek bir yana giderek içinden çıkılamaz hale gelmiştir. ABD ile Almanya’nın Türkiye ile Yunanistan arasında arabuluculuk yapması mutabakat kapılarını şu ana kadar aralayamamıştır. Üstelik Almanya Şansölyesi Merkel’in tüm AB ülkelerini Yunanistan’ın yanında yer almaya daveti esasen bir Haçlı çağrısıdır. Dolduruşa gelen Yunanistan Navtex ilan ettiğimiz alanları en son altı savaş uçağıyla ihlal etmeye niyetlenmiş, Kıbrıs’ın güneybatısında bu hevesi kursağında kalmıştır. Ateşle oynayan Yunanistan, kışkırtan Fransa, kazanana oynamak üzere kurulan kumar masasına oturanlar ise tanıdık ve bildik ülkelerdir. Yunanistan’ın Fransa, İtalya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaptığı askeri tatbikatlara karşı ayrı ayrı iki Navtex ilan edilmiş, 1-2 Eylül 2020’de de İskenderun açıklarından atış eğitimi yapacağımız duyurulmuştur. Türkiye kararlıdır, geri adım atmayacaktır. Türkiye haklıdır, ne hakkından ne de hukukundan vazgeçmeyecektir. Şayet vazgeçilirse Anadolu topraklarının yeni bir istila dalgasıyla karşılaşması mukadderdir. Sismik Araştırma Gemimiz Oruç Reis’in önünün kesilmesi Türkiye’nin kara ve deniz vatanına kast etmektir. Güç kullanılarak buna izin verilmeyecektir. Akdeniz ve Ege’deki tarihsel çıkarlarımıza sırt dönmemiz düşünülemeyecektir. Düşünenler de ya düşkünler ya da hesap hatası içine düşenlerdir. Yunanistan’ın 12 deniz mili dayatması bir savaş sebebidir. Yükselen tansiyonun kanamaya ve dehşet verici bir kapışmaya yol açıp açmayacağını tayin edecek husus Yunanistan’ın bundan sonraki tavır ve tutumudur. Aksi halde günah Türk milletinden gitmiş olacaktır. Milletimizin acil beklentisi Ege’de hakim olan statükonun sorgulanması; adil, eşit ve hakkaniyetli şekilde dengelenip değiştirilmesidir. Oniki Ada’nın coğrafi, siyasi ve diğer özellikleri hesaba katılarak hukuken tekraren ele alınması Ege’de barış ve istikrar umutlarına canlılık katacak, ülkemiz aleyhine teşekkül eden adaletsizliği bir nebze de olsa telafi edecektir. Ancak Yunanistan kötü niyetlidir, uluslararası hukuka, egemenlik haklarımıza ve milli güvenliğimize açıktan meydan okumaktadır. Sonuçlarına katlanmak üzere Türk milletine meydan okuyanın akıbeti ya mezar ya da mezattır. Türkiye’nin vereceği bir taviz yoktur. Yunanistan ile konuşma, anlaşma ve uzlaşma vasatı her geçen gün imkân sınırlarından uzaklaşmaktadır. Herkes bilmelidir ki, baktığımız yer Kocatepe, bastığımız yer Dumlupınar, bayraklaştığımız yer İzmir, düşmanı batıracağımız yer de gene Ege’dir. Hiçbir ülke güç gösterisiyle, donanma sevkiyatıyla, kara ve deniz sularımızla birlikte kıta sahanlığımız ve münhasır ekonomik bölge alanlarımızda her tarafından tutuşacağı ateşe yaklaşmamalıdır. 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın nihai mükâfatı olan kutlu zaferimizi asla lekeletmeyeceğiz, dün gömdüklerimize bugün boyun eğmeyeceğiz. Zaferimiz kutlu olsun, dilerim ki, nice büyük zaferler müstakbelde aziz milletimizle buluşsun. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşı’mızın bütün kahraman gazilerini, muhterem şehitlerini, cesaret ve fedakar abidelerini rahmet, minnet ve şükranla yad ediyorum. Allah hepsinden razı olsun diyorum.
|