Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
Sayın Cumhurbaşkanım, Devlet ve Siyaset Hayatımızın Mümtaz Şahsiyetleri, Saygıdeğer Misafirler, 12 Eylül 1980 darbesinin 40.yıldönümü münasebetiyle tertip ve temin edilen “Vesayetten Demokrasiye Milli İrade Sempozyumu”na katılmaktan, bunun yanında sizlere hitap etmekten bahtiyarlık duyuyorum. Bu vesileyle muhterem heyetinizi saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum. Karmaşadan dengeye geçişi, çalkantıdan düzlüğe çıkışı uzun yıllar boyunca zor ve netameli olan 12 Eylül vesayetinin milli ve siyasi hafızadaki vahim sonuçları hala mevcuttur. Belirsizliği kuşatan esrar perdesi kaldırılıp sarih gerçekler sahnedeki yerini aldıkça, daha önemlisi aziz millet varlığı kutlu iradesine, tartışma kabul etmez istiklaline sarıldıkça 12 Eylül’ün karanlık yönleri bütünüyle ortaya dökülmüştür. Geçmişin bulanık ve buhranlı dönemlerinin nesnel, gerçekçi ve ahlaki yorumu geleceğin pirüpak aydınlığına ulaşma azmini inanıyorum ki kamçılayacaktır. Bu sayede kamplaşmanın, küslüğün ve kırgınlığın yerini kaynaşmanın ve kucaklaşmanın müşfik ve müstesna hali alacaktır. Bize düşen, daha doğrusu siyaset kurumunun görevi, yaşanan acıklı dönemlerin bir fezlekesini düzenleyip geleceğin Türk asırlarının, Türk nesillerinin ihtiyaçlarını bihakkın tespit etmektir. Bunu yapabildiğimiz ölçüde Eylül ayının kötü anıları bir nebze de olsa silinecek, zahmetin oluklarından fışkıran rahmet pınarları milletimizin engin fazilet ve ferasetine eklemlenecektir. Elbette herhangi bir düşmanın boğaz tokluğuna casusluğunu ve tetikçiliğini yapanlar için bu düşüncelerimin geçerliliği ve bağlayıcılığı takdir edersiniz ki olmayacaktır. Türkiye’yi her türlü müdahale ve operasyona müsait hale getirenler, hemen ardından dış tazyik, telkin ve teşviklerle millete silah doğrultanlar tarihin akış istikametinin tersine kürek çekmişlerdir. Zamanın ve mekânın normları çerçevesinde hiçbir zulmün kalıcı olmayacağını, haksızlıkların ve hıyanetlerin ilanihaye ayakta duramayacağını açıklıkla söylemek mümkündür. Çünkü hakkın çiğnenmesi, hakikatin devrilmesi, halkın dışlanması akla da, mantığa da, mukaddesata da, tarihsel mizana da tamamen aykırıdır. Yıllar sonra 12 Eylül darbecilerinin mahkemeye çıkarılarak yargılanması, hayatlarını kaybetmelerine rağmen hak ettikleri cezaları almaları vatana ve millete karşı işlenmiş suçların karşılıksız bırakılmayacağının somut delilidir. 12 Eylül zulümdür, zillettir, hezimettir, rezalettir, cinayettir; 12 Eylül cuntasına beden ve beyin olanlar ise tek kelimeyle zalimdir. Darbeler, Türk demokrasi kültürünü zehirlemiştir. Milli iradeyi örselemiştir. Vesayeti özendirmiştir. Statükoyu beslemiştir. Her darbe, her muhtıra, her kalkışma, her ara rejim özlemi hiç şüphesiz gayri ahlakidir, gayri meşrudur, gayri millidir, gayri insanidir. Çok partili hayata geçtikten bir süre sonra maalesef Türkiye’nin önü silah zoruyla kesilmiş, tarihi yürüyüşü darbeciler eliyle sekteye uğratılmıştır. Demokrasiye kast edilmiş, milli iradeye vesayet zinciri vurulmuştur. 12 Eylül 1980 darbesi Türkiye’nin on yıllarını çalmış, istikbal haklarını çarpıtmış, milli hâkimiyeti çoraklaştırmıştır. Bireyle devlet, milletle devlet arasındaki güvene dayalı ahlaki, tarihi ve hukuki bağlar her darbeyle biraz daha yıpranmış, biraz daha yıkıma maruz kalmıştır. Ne yazık ki, bu tahribatın artçı ve ağır sarsıntıları yıllarca siyaset ve toplum hayatında derin yaralar açmakla kalmamış, istikrarsızlıkların kapısını da ardına kadar aralamıştır. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 15 Temmuz Türkiye’nin büyüme ve yükseliş ümitlerine, milli birlik ve dayanışma azmine, huzur ve barış ortamına iç ve dış odakların elbirliğiyle planlayıp uygulamaya geçtikleri zincirleme suikastlardır. Her darbe bir nevi işgaldir, gerilemedir, tarihin gerisine düşmek demektir. Her darbe kaos ve krizin serpilmesi demektir. Her darbe haksızlık ve kanunsuzlukların sivrilmesi demektir. Her darbe vesayetçi mihrakların, demokrasi düşmanlarının denetim ve kontrolü ele geçirmesi demektir. 12 Eylül darbesi, bunun ardından tezahür eden otoriter yönetim saplantısı Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatını karartmak bir yana hayatın her alanında dipsiz kuyular açmıştır. TBMM’ne kilit vurulması, siyasi partilerin kapatılması, siyasi yasakların getirilmesi, siyaset boşluğunun doğması sadece katılım ve temsil krizlerini değil, aynı zamanda siyaset dışı yapay arayışları da tetiklemiş, özellikle yozlaşmayı körüklemiştir. Siyasetin devlet merkezinde yoğunlaşması, insanına hizmetle mükellef devlet anlayışından buyurgan, baskıcı, yasakçı ve dayatmacı melez bir yönetim güzergahına sapmasına yol açmıştır. Milletimizin ruh köküne yabancı, milli ve manevi hasletleriyle çatışmalı dar ve elit bir kadronun devlete musallat olması keyfi muameleleri güçlendirmiştir. Aynı şekilde çıkar ilişkilerini kurumsallaştırmış, uzun seneler mahkum olunan toplumsal, siyasal ve ekonomik travmalara kaldıraç işlevi görmüştür. 12 Eylül 1980 öncesi var olan karanlık olayların, sıkıyönetim uygulamasına rağmen patlayan asayişsizlik vakalarının, terör ve tedhiş eylemlerinin etraflıca sorgulanması daha müreffeh, daha müessir bir gelecek adına mecburiyettir. Özellikle Türk gençliğinin hedef alınması, gencecik evlatlarımızın şehadet, mahkûmiyet ve mağduriyeti her yönüyle analiz edilmelidir. Kanaatim odur ki, artık gerçeklerin üzerini örten sis bulutu dağılmıştır. 1980 öncesi bölgesel ve küresel gelişmelerin sürat ve seyriyle, bunun ülke içine yansımalarına bakıldığında Türkiye’nin planlı ve sistemli adımlarla darbe ortamına sürüklendiğini görmemiz kaçınılmazdır. Terör eylemlerine göz yuman, insan ölümlerine bigane kalan, bunları da pusu yönetimiyle izleyip uygun zaman kollayan aydın ve bürokratik kesimin akan kanlarda, alınan canlarda payları ileri düzeydedir. Kutuplaşmış bir Türkiye’nin yay gibi gerilmesi ve sonra da müdahale şartlarının olgunlaşması melanet bir projedir. Yani 12 Eylül darbecileri tarih huzurunda Türk milletinin değerlerine bir proje çerçevesinde soğukkanlılıkla kıymış, vahşete mihmandarlık, vesayete de mimarlık yapmışlardır. 12 Eylül 1980 öncesinde Şili’de, Arjantin’de, Pakistan’da, Güney Kore’de, Bolivya’da gerçekleşen darbeler, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a müdahalesi, İran Şahı’nın devrilmesi, akabinde küresel senaryoların güncellemesine çanak tutmuş, Emperyalizmin yüksek gerilim atmosferi Türkiye’yi çepeçevre kuşatmıştır. Soğuk Savaş yıllarının kutuplar arasındaki hesaplaşma ve restleşmeleri önce ideolojik cepheleşmelerle, sonra da silahlı çatışmalarla Türkiye’ye sirayet etmiştir. Bunun sancıları on yıllar boyunca tesirini korumuştur. O tarihlerde ABD yönetiminin Türkiye’de askeri bir müdahale seçeneğinin gündemde olduğuna dair müşahede ve mütalaası, üstelik bunu açıkça provoke etmesi oynanan oyunun şifrelerini çok geçmeden kırmıştır. Kaldı ki 24 Nisan 1979’da ABD yönetiminin mahut isimleri tarafından hazırlanan bir rapor, askeri müdahalenin yaklaştığına işaret etmiştir. Bizim çocuklar başardı, demek Türkiye’nin emperyalizmin tuzağına düştüğünün delilidir. Bu çocuklar Türk milletinin çocukları değil, Türkiye düşmanlarının at uşaklarıdır. Onların 15 Temmuz’daki işbirlikçi terörist yandaşları da analarından doğduğuna pişman edilmişler, hain teşebbüslerinin sonuçlarına katlanmaktan başka çareleri kalmamıştır. Aynısıyla 15 Temmuz’da olduğu gibi, 12 Eylül’de dış bağlantılıdır, emir komuta hiyerarşisinin içinde olanlar müdahale kararlarını yabancı başkentlerin müsaadesine göre ayarlamışlardır. Darbeci Kenan Evren’in 10 Ekim 1980 tarihinde dönemin ABD Başkanı’na yazdığı mektupta minnet duyan, boyun eğen, diz çöken bir anlayışın küllenmemiş izleri açık seçik görülürken, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına alınmasına önşartsız onay da vardır. “Türkiye’nin hiçbir zaman Yunanistan’ın NATO’nun entegre askerî yapısına dönüşünden desteğini esirgemediğinin altını çizmek isterim.” sözleri bizzat vesayetçi Kenan Evren’e aittir. Ne karanlık bir gelgit sürecidir ki, Yunanistan 20 Ekim 1980’de NATO’nun askerî kanadına dönmüştür. Yunanistan bugün Ege’de, Doğu Akdeniz’de tahriklerine ve mütecaviz emellerine gerilim politikalarıyla hız veriyorsa, bunun geri planında 12 Eylül cuntasının kirli mirasının yegane dayanak olduğu meydandadır. Darbeci Evren yıllar sonra itiraf gibi bir açıklama yaparak, Ege sorunu konusunda Yunanistan’dan herhangi bir yazılı güvence almadan NATO’ya girmesine izin vermesini hata olarak dile getirmiştir. Ancak bu pişmanlık gecikmiş bir pişmanlıktır ve de hiçbir bir manası yoktur, hiçbir yaraya da merhem olmamıştır. Milli tezlerimiz darbeciler tarafından rafa kaldırılmış, Türkiye’nin egemenliğine dayalı çıkarları unutulmaya terk edilmiştir. 12 Eylül sosyal dokumuzu, siyasal bünyemizi, milli irademizi gölgelemenin yanı sıra, küresel vesayetçi çevrelere de can simidi uzatmıştır. Bu ayıptır, namertliktir, millete, devlete ve vatana en büyük kötülüktür.
Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Misafirler, 12 Eylül’den sonra her görüş ve inanışa mensup kişilere reva görülen yargısız infazlar, işkenceler, eziyetler, insan hak ve hürriyetine yönelik saldırılar Türkiye’nin kara bir dönemini resmetmektedir. Cezaevleri suçsuz-günahsız insanlarla doldurulmuştur. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası 29 Nisan 1981 tarihinde açılmış, 587 dava arkadaşımız büyük haksızlıklara ve hukuksuzluklara maruz kalmıştır. İbn-i Haldun, siyasal otorite sahibi ile siyasal iktidar ayrımı olduğunda devletin güç kaybına uğramasının kaçınılmaz olduğunu ifade etmişti. Bunun iç burkan ve yürek yakan misallerine 12 Eylül 1980’den sonra fazlasıyla muhatap kalınmıştır. Aslında bu bir devlet hastalığıdır. Mülk sahibi bağımsız Türk devletidir, mülk-ü millet ise büyük Türk milletidir. Çok şükür bu hastalık yenilmiş, tedavi sonuç vermiştir. Bunun şeref payesi de Cumhur İttifakı’nın, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nindir. Bildiğiniz gibi, strateji güç oluşturma sanatıdır. Türk devletinin asırları kucaklayan bir stratejisi vardır ve aşama aşama, etap etap hedefine doğru ilerlemektedir. Ehl-i salip nerede karşımıza çıkarsa çıksın, karadan ve denizden sabrımız ve milli gücümüz nereye kadar test edilirse edilsin, bu millet daralan husumet çemberini yaracak, Türkiye Cumhuriyeti bekasıyla payidar kalacaktır. Türk-İslam ahlakıyla perçinlenmiş; akıl, adalet ve izanla pekişmiş, merhamet ve şefkatle yücelmiş aziz milletimiz felaketlerin içinden kahramanlıkla başını kaldıracak, tıpkı Ya İstiklal Ya Ölüm diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi hiçbir tehdide aldırış etmeyecektir. Her karar ve hareketini irfan ve inanç imbiğinden geçiren cumhur iradesi vesayetin korkuluklarını milli birlik ve kardeşliğin kuvvetiyle devirecektir. Bilhassa Macron bunu bilmeli, Miçotakis bunu duymalı, bölgesel ve küresel ihanet şantiyesinin işbirlikçi failleri bu irade gücünü akıllarından asla çıkarmamalıdır. Millet iradesi yalnızca Allah’ın himayesine girer, bunun dışındaki her himaye, her vasilik ya yıkılacak ya da imha edilecektir. Allah birliğimizi beraberliğimiz bozmasın diyorum. 12 Eylül 1980 darbesinin 40.yıldönümünde hayatlarını kaybeden tüm mazlumlara, şehitlerimize, 15 Temmuz’da şehit düşen kahraman millet evlatlarına, KOVİD-19’dan vefat eden kardeşlerimize Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum. Gazilerimize uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum. “Vesayetten Demokrasiye Milli İrade Sempozyumu”nun başarılarla geçmesini temenni ediyor, şahsımı davetinden dolayı Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Sayın Adalet Bakanımıza şükranlarımı sunuyorum. Konuşmamı bitirirken, artık darbeler döneminin kapandığını, vesayet arayışlarının başını kaldıramayacağını kararlılıkla ifade ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
|