Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Muhterem Arkadaşlarım, Değerli Basın Mensupları, Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımızda sizlerle paylaşacağım düşüncelerime geçmeden önce hepinizi muhabbetle selamlıyor, verimli ve başarılı bir hafta geçirmenizi diliyorum. Bütün vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan bütün kardeşlerimize en içten duygularımla birlikte sevgi ve şükranlarımı sunuyorum. Son 1,5 aydır yaşanan gerilim dolu hadiseleri baz alarak, bugün sizlerle ve aziz milletimizle sadece Türk gençliği üzerine konuşmak, dertleşmek ve görüşlerimi açıklamak arzusundayım. Hararet düzeyi yüksek siyasi gündem konuları içinde olması gerektiği kadar temas edilmeyen mühim meselelerimiz ve toplum kesimlerimiz olduğu sarih bir gerçektir. Bu kapsamda siyaset kurumunun teferruatlı bir özeleştiri yapması kanaatimce ahlaki sorumluluğudur. Geleceği planlamayı ihmal edenler, başkalarının planlarında yalnızca bir nesne, yalnızca etkisiz bir eleman olurlar. Dünün mahsulü nasıl bugünse, geleceğin de cümle kapısı şuurla temellenmiş bugün telakkisidir. Gelecek demek var olmak, hayata tutunma iddiası demektir. Geleneği ile geleceği arasında bağ kuramayan toplumların hazin ve hüsran dolu sonlarına tarih ibretle şahitlik etmektedir. Elbette ne geçmişimizi unutma lüksümüz, ne de geleceğimizi ihmal etme hakkımız vardır. Özellikle 4 Ocak 2021 tarihinden itibaren Boğaziçi Üniversitesi’nde yeşeren muzır olaylar Türk gençliği üzerinde oynanan oyunları, geniş çaplı istismar kampanyalarını yeniden ve tüm çıplaklığıyla deşifre etmiştir. Gençlik; gelecek ümidi, gelecek iradesi, geleceğin gerçeğidir. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Genç fikirler demek, gerçek fikirler demektir”, sözüyle bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Biz kuşakları X, Y, Z kategorisiyle ele almıyor, bu şekilde analiz etmiyoruz. Çünkü bu ayrımın alfabenin diğer harflerine kadar ulaşacağını, buradan da bir sonuç çıkmayacağını düşünüyoruz. Milleti bir görüyor, adına Türk milleti diyoruz. Gençliği bir değerlendiriyor, müstesna unvanına Türk gençliği diyoruz. Yaratılan her insan bizim için hürmete layıktır. Ve hepsi Cenab-ı Allah’ın eşsiz bir emanetidir. Geleceğimizden tasarruf yapamayacağımıza göre, gençlikten taviz vermemiz, onlara kulak tıkamamız, onları hayatın kaotik şartlarında sahipsiz bırakmamız kuşku yok ki söz konusu olamayacaktır. Düşüncesi, siyasi ve ideolojik aidiyeti ne olursa olsun, evvel emirde söylemek isterim ki, Türk gençliği bizim has bahçemiz, parlak yüzümüz, muazzam hazinemizdir. Büyük düşünürümüz Farabi, bilmenin, bir usta edasıyla hayata şekil vermek olduğuna vurgu yapmıştı. Merhum Nurettin Topçu “Var Olmak” isimli eserinde de, “Bilen kendi varlığından yukarılara tırmanan insandır” demişti. Bizim ne kadar tırmanacağımız başka bir tartışma konusuysa da, biz Türk gençliğinin ruh kökünü, asaletle yoğurulan hamurunu, yüreğinde kopan fırtınalı sahilleri kendimizi bildiğimiz kadar iyi biliyor ve içselleştiriyoruz. Hiç ayırt etmeksizin, hiçbir fark gözetmeksizin, her genç kardeşime elimi uzatıyor, alayını birden hasretle kucaklıyorum. Onlar bizim her şeyimizdir, ne oy kaygısına, ne siyasi tartışmalara, ne de basit çıkar hesaplarına hapsedilemeyecek mümtaz değerlerimizdir. Gençlik hür istikbalimizin mimarı, mihmandarı, mirasçısı, mihrabıdır. Merhum Necip Fazıl’ın dediği gibi, “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir” şuurunda bir gençliktir Türk gençliği. ‘Kim var’ diye sorulduğunda, sağına/soluna bakmadan, fert fert ‘Ben varım!’ diyebilen haykırışın ta kendisidir Türk gençliği. Gözümüze nasıl bakıyorsak onlara da öyle bakmalıyız. Sağlam bir kafaya, imanlı bir kalbe, çalışan ve çalışkan bir kola sahip bir gençliğin üstesinden gelemeyeceği hiçbir zorluğun olmadığı, olmayacağı inancındayız. Diri umutlarımızı Türk gençliğiyle örtüştürdük. Onlar sayesinde, milli hedeflerimizin daha yükseklere çıkarılması ve hatta ulaşılması için bu zaman diliminde, cari imkanlarımız nispetinde üzerimize düşen görevleri yerine getirmenin heyecanıyla dolduk. Genç kardeşlerimin üzerinde hesap yapan çakal suretlerini görüyor, emellerini yakından tanıyor ve takip ediyoruz. Dikkatlerinizi çekmek isterim ki, 15-24 yaş grubunda yaklaşık 13 milyon kardeşimiz bulunmaktadır. Nüfusun yüzde 15,6’sı gençlerden müteşekkildir. Türkiye’nin genç nüfus oranı, AB ülkelerinin genç nüfus oranlarından çok daha fazladır. Bu tablo esasen potansiyel, mukayeseli ve stratejik gücümüzün apaçık delilidir. Türk gençliğinin aklını bulandırmaya, arayışlarını budamaya, duruşunu bozmaya, geleceğini karartmaya çalışan iç ve dış mihrakların ana gayesi bu güçten çekinmelerinden dolayıdır. Günleri aylara, ayları yıllara bağlayan zaman tüneline ışık tutulursa, akla gem vurup duyguların dizginlerini serbest bırakmanın sarsıcı sonuçları hemen görülecektir. Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacib, “Aklın kıymetini yine akıllı bilir.” sözüyle akla ve aklını kullananlara karşılıklı vurgu yapmıştır. Can alıcı nokta, her hareketi aklın imbiğinden geçiren/geçirebilecek ihtiyatlı ve itidalli bir iradeyi tecessüm ettirmektir. Çok şükür, Türk gençliği bu iradenin bizatihi faik ve fazıl tarafıdır. Hayatın olağan ilerleyişinde her birimizin karşısına zorluklar çıkabilir, sıkıntılar doğabilir, hatta ızdırıplar sökün edebilir, fakat aziz Atatürk’ün dediği gibi, muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda saklı olduğu müddetçe gündüzümüzü geceye, baharımızı kışa, hayallerimizi hüsrana hiç kimse döndüremez, döndürmeye de solukları yetmez. Nasıl ki istiridye zoru görmeden inci yapamazsa, zorlukları yenmeden de irademiz sivrilemeyecektir. Bilinsin ki, teminatımız ve tesellimiz Türk gençliğidir. Tarihin hiçbir döneminde esir bir vicdan ile kutlu emanetlerin taşındığı görülmemiştir. Bu sebeple gençliğimizi esir etmek için kuyruğa girenlere katiyen izin vermeyeceğiz. Merhum Cenap Şehabettin diyor ya, “Kalp kalbe sığdı mı göz gözü kusurlu görmez.” Bizim kalbimizde her gencimize yer vardır, bizim sevgimiz hepsini sarıp sarmalamaya kafi gelecektir. Biz gençlerimizin göz bebeklerinde derin teessür uçurumları görmek istemiyoruz. Onun bunun şiddet aparatı olmalarına tahammül edemiyoruz. Ölüm döşeğine düşmüş bir uygarlığın korkudan kasılmasına benzer şekilde, herhangi bir kaygıya kapılmalarını aklımızın ucuna bile getirmiyoruz. Yıkım gündelikçileri, mukallit aydınlar, kimliksiz siyasetçiler, terör örgütlerine taşeronluk yapan köksüzler, aslanı kediye boğdurmak için el ovuşturan vatansızlar, gençliğe musallat olan cinayet ve suç şebekeleri şunu iyi bilsinler ki, Bizim ne dağa gönderecek, ne hücre evine yollayacak, ne üniversite kapılarındaki eylemlerde kaybedecek, ne de sokak aralarında molotof fırlatacak tek bir gencimiz, tek bir evladımız, tek bir fidanımız dahi yoktur. Devşirdikleri kişilerin eline silah tutuşturanlar, militan açığını bu yolla takviye etmek için üniversitelere tezgah kuranlar bunun bedelini ağır ve acıklı şekilde ödemelidir. Unutmayalım ki, düşmanın en büyük hilesi dost görünüşüdür. Belirsizliği kuşatan sis bulutu dağılıp pişmanlık duygusu sahnedeki yerini almaya başladığında; kandırılan, aldatılan, aklı kiralanan, nihayetinde hayatı sönen gençlerimizin müteessir ve muhtaç hallerine en başta anaları ve babaları kahrolacak, toplumumuz da bundan ciddi düzeylerde zarar görecektir. Türk gençliği uyanık ve dikkatli bir şuura, devletine ve milletine karşı sadakat ve sorumluluğa, ailesine ve arkadaşlarına karşı müşfik ve saygılı bir üsluba sahiptir, bunun aksi istikametinde tavır ve tutum alanlar da kandan ve candan nemalanan vampirlerdir.
Değerli Milletvekilleri, Merhum Hocamız Prof.Dr.Erol Güngör, totaliter tek hakikat fikrini kararlılıkla reddetmişti. Örf ve adetlerine bağlı gençlik yetiştirilmesinin önemine kuvvetle temas etmişti. Kabul etmek gerekir ki, hak ve özgürlük mücadelesi meşru ve hukuki sınırlar içerisinde insan onurunun ayrılmaz bir parçasıdır. Özgürlük gelişmenin hem asıl amacı hem de asli aracıdır. Yine Erol Güngör Hocamızın ifadesiyle söylersek, özgürlüğün sınırı, başkalarının özgürlüğüdür. Hayatı, “Yaşasın ve kahrolsun” sloganları arasına sıkıştırmak bir bakıma özgürlük ve demokratik değerlerden vazgeçmek, insanca yaşama sırt çevirmek, dudak bükmektir. İnsani niyet ve hevesler kör nefretlerin, karanlık ideolojilerin, kanlı hesapların emrine verilmemelidir. Akılla duygusal çıkışlar arasına mutlak surette denge kurulmalıdır. Bir anlık gaflet, bir anlık bunalım, bir anlık yanlış adım vahim ve hayat boyunca tesirini koruyacak maliyetlere davetiye çıkarabilecektir. Kötü arkadaş, kötü alışkanlık demektir. Kötü alışkanlık, yaygın kötülük demektir. Her kötü korkaktır, bilenmiş suç makinesidir. Hâlbuki Türk gençliği milli ve manevi değerlerle teçhiz edilirse, anasının ve babasının hayır duasıyla yoluna devam ederse hiçbir kötülük semtine dahi uğrayamayacaktır. Hayatını Türk kültürüne adayan, Türk tezhip ve minyatür üstadı Merhum Prof.Dr. Süheyl Ünver, 1918-1922 dönemine rast gelen gençlik döneminde; mütareke yıllarında ezilen ruhunun sükûna ermesi için ecdad yadigarı eserleri, camileri, mescitleri, çeşmeleri, şadırvanları dolaşırmış. İstanbul’u tarih çizgisinde yakalamak istermiş. Ve sonra da şunları söylemiş: “Bizlere hadiselerin aşıladığı Türk medeniyet tarihi ve kültürü yolunda adımlarımızı sıklaştırmamız sayesinde gençliğimde bunalım ve kötülüklerden uzak kalabildik.” Merhum Ünver, ahlaken yükselmiş insanların taşıdıkları sorumluluklar içerisinde diğer insanlara örnek olmalarını zorunluluk olarak değerlendirmiştir. Her şeyi maddi ölçüye vurmayan, görevini tam zamanında yapan, hayırlı işlerle meşgul olanları da bu örnek insanlar arasında saymıştır. Kant’ın işaret ettiği, “Öyle bir davranış sergilensin ki, tüm insanlığa örnek olsun.” görüşü bahsedilen bu örnek insan modeliyle aynı kümeyi anlatmaktadır. Örnek genç, dostluk ve kardeşliği özümsemiş örnek insandır. Merhum Fethi Gemuhluoğlu fikir ve gönül insanı olmasının yanında, gençlere sevgi ve dostluğu aşılamak için son nefesine kadar özveriyle mücadele etmiş, örnek vasıflarıyla tebarüz ederek gençliğe rehber olmuştu. Muammer, münevver ve muvaffakiyetli bir hayatın timsali her alanda parmakla gösterilen örnek insan olmaktan geçmektedir. Bu gıpta edilecek insan halini engellemeye, dejenere etmeye, karalamaya ve kurcalamaya çalışanlar vardır, çıkmıştır, bundan sonra da çıkması muhtemeldir. Önemli olan meri ve muhammen kötülükleri söküp atacak dirayete ve dirence ziyadesiyle haiz olmaktır. Bu süreç içerisinde hepimize düşen vazifeler vardır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün isabetle söylediği şu tarihi ifadeler herkesin, her kesimin kulağına küpe olmalıdır: “Yetişecek çocuklarımıza Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine ve milli ananelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.” Büyük İslam düşünürü İbni Haldun’un ders niteliğindeki, “İnsan beyni değirmen taşı gibidir, içine bir şey atmazsanız kendi kendini öğütür.” sözüyle aziz Atatürk’ün düşüncesi neredeyse aynı kalıptan çıkmış gibidir. Gençlerimize özellikle hatırlatmak isterim ki, haklı olmak en güçlü silahtır. Hukuka bağlılık hakkın yanında durmaktır. Haklılık, tek yanlı bir dayatma, tahammülsüzlük, öfkenin kontrolüne girmek, benden sonrası tufan olsun demek değildir. İnsanı insan yapan şahsiyetidir. Ve haklı olan şahsiyetli bir duruşla öne çıkacaktır. Bir başka altı çizilmesi gereken husus da şudur: Fikir, bilgi, eğitim, kariyer hedefleri şahsiyet haline gelmedikten sonra herhangi bir anlam ihtiva etmeyecektir. Şahsiyeti olanın amacı vardır, amaç yoksa her şeyin çarpıtılması kaçınılmazdır. Mesela Boğaziçi Üniversitesi’ndeki her gelişme açıkça çarpıtılmış, gençliğin kabına sığmaz niteliği hain çevreler tarafından kullanılmak istenmiştir. Bu işin içinde ne yazık ki bazı siyasi partiler de yer almıştır. Kendi evlatlarına el bebek gül bebek muamelesi yapan, başkalarının evlatlarını siyasal ihtirasları için kavgaya yönlendirenler zilletin dipsiz çukuruna düşen sorumsuz ve kirli zihniyetlerdir. Bu çürük ve günahkar zihniyet failleri, büyük bir tezat ve ikilik içine gömülü halde olduklarından dolayı sürekli bocalıyorlar. Hiç biri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki veya paye ile ahenk içinde yaşamıyor. Kafaları zeka itibariyle olsun, vatan sevgileri itibariyle olsun, hakikaten merhamete muhtaçtır. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibidir. Üstelik her şeyleri de iğretidir. CHP’den tutun İP’e kadar, HDP’den tutun diğerlerine kadar çirkin manzara aynısıyla bunu göstermektedir. Sevgili gençlere tavsiyem, şahsiyetinizi kazanın, kazandıysanız sağlamlaştırın, faziletlerinizi kemale eriştirin, kendinizi yetiştirin, mensubiyet bilincinizi her daim müdafaa etmeyi göze alın. Zira cisminizle değil ruhunuzla insan olacağınızı lütfen aklınızdan çıkarmayın. Bunun için de her yaptığınız işe inanın, bağlanın, daha doğrusu yüreklerinizde hissedin. Merhum şairimiz Arif Nihat Asya diyordu ki: “İnanmak, basamakların çıkamadığı yere kanatlarınla tırmanmaktır.” Neyin yanlış, neyin doğru olduğuna vicdan fermanımızı dinleyerek karar vermeliyiz. Vazoyla saksının farkını bile çiçeklerden sormak durumundayız. Gençlerimiz müsterih olsunlar, zaman öncelikleri hep değiştirmiştir. Hiç kimse kuyunun dibindeyim diye de üzülmemelidir. Belki oradan da bir kapı aralanacak, Hz.Mevlana’nın dediği üzere, kuyuya düşen Yusuf olup çıkacaktır. Muhterem Milletvekilleri, Merhum Hocamız Prof.Dr.Ali Fuad Başgil’in kaleme aldığı “Gençlerle Başbaşa” isimli koleksiyon niteliğindeki başucu kitabının ilk cümlesi şöyle başlar: “Yetişme ve muvaffak olma yolunun genç yolcusu! Bil ki tuttuğun yolda birçok tehlikeli geçitlerin ve yol kesen düşmanların vardır…Bu düşmanlar, senin gibi hayatın henüz eşiğindeki tecrübesiz masumlara musallat olmayı çok sever…” Bugüne kadar olan, bundan sonra da olması beklenen gerçek bu değil midir? Gençlik körpe ümitlerin dimağı, hayal ile heveslerin insan zihninde dağınık bulutlar gibi uçuştuğu bir dönemin kaynağıdır. Bugünün genci yarının yetişkinidir. Bugün atılan her adım yarınların yetkinliği veya yitikliğidir. Hepimiz genç olduk, bundan mütevellit hatalarımız, heyecanlarımız, zaman zaman hezeyanlarımız, bazen de hesabını yapamadığımız hayal kırıklarımız oldu. İnsanız, beşeriz, haliyle şaşmak bize özgüdür. Kanın damarlarda hızlı aktığı çağlarımızda dünyaya kafa tutacak, hatta baştan ayağa değiştirmeye teşebbüs edecek bir cüretin müdavimi ve misafiriydik. Bu misafirlik süresinin hayatın geri kalan kısmının rotasını etkileyecek kapasite ve kalibreye sahip olduğunu sonraki yaşlarda hem müşahede hem de mütalaa ettik. Yeri geldi yılgınlığın tozunu yuttuk, görüş mesafemiz azaldı. Yeri geldi çılgınlığın tomurcuklanmasıyla yürüdük, gösteriş ve görünüş mesabemiz bizi ana güzergahımızdan uzaklara savurdu. Ancak niyetimiz halisdi, düşüncemiz harbiydi, fikriyatımız hasbiydi, akıbetimiz çok şükür hayroldu, harcı da haysiyetle karıldı. Hayatın belli bir aşamasından sonra bazı aksiliklerin, bazı eksikliklerin telafisi çok müşkülatlıdır, bir bakarsınız önünüzde sadece geçmişinizin derinlere işlemiş silik izlerinden, bulanık hatıralarından başka bir şey bulamazsınız. İhtimaldir ki, her şey için çok geç kalınmıştır. Dünü bugüne bağlayan köprübaşları mahcubiyet zincirleriyle tutulmuştur. Böyle bir açmaza sürüklenmemek için hayatın erken dönemlerinde yapılması gereken ödevler, yerine getirilmesi gereken bireysel ve toplumsal görevler vardır ve bellidir. Bu konuda erken davranmak yerine geç kalınırsa, hayatın zorlu yolları, trajik yanları, sancılı süreçleri teker teker belirginleşecektir. Fikir büyüklerimizden Merhum İsmail Gaspıralı’nın tam da buna uygun bir sözünü özellikle paylaşmak isterim: “Satmak kolay, almak zordur. Gitmek kolay, dönmek zordur. Yıkılmak kolay, kalkmak zordur.” Gençlik filizlenmiş dinamizmiyle zoru, zor olanı, zorlu imtihanları başaracak kırattadır. Dünya dönüyor, hayat biteviye ilerliyor, yaşanan her anımız tarihe karışıyor. Kaldı ki, büyük düşünürümüz Ali Kuşçu’ya göre, “Eğer dünya dönmüyorsa zaten bizler ölüyüz” demektir. Gençlik manevi bir servettir, aynı zamanda geleceğin beşeri sermayesidir. Bu nedenle israf edilmemeli, boşuna geçirilmemeli, kör ve köhne maceraların karanlık girdabına tıpkı bir ceset torbası gibi atılmamalıdır. Gençlerimizin safiyane düşünceleri, samimi dilekleri, meşru beklentileri, haklı istekleri muteberdir, muhteremdir. Konuşmak, tartışmak, paylaşmak, daha iyiyi aramak, daha güzeli amaçlamak insan olmanın alameti farikasıdır. Merhum vatan şairimiz Namık Kemal, neredeyse darb-ı mesel yaygınlığı kazanan bir vecizesinde, hakikat şimşeğinin doğuşunu fikirlerin müzakeresine bağlarken dediği aynen şudur: “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğmaktadır.” Münakaşa yerine müzakereyi, muhatara yerine mutabakatı seçersek hakikatin pırıltısına biraz daha yaklaşmamız mümkündür. Mücadeleyi ve mücahedeyi ahlaki hükümler halinde formüle edersek ne yoldan çıkmamız ne de yolu şaşırmamız söz konusudur. Bozgun bazen bir fırsat, zafer bazen bir tuzaktır.
Eskinin toprak yolları gibi, bu dünyadan geçip gidenlerin bıraktığı ayak izlerini takip etmek çoğu defa tehlikelerden arınmış korunaklı bir alan oluşturacaktır. Tarih bize diyor ki, ahlaki ilkelerine değer vermeyen toplum ve milletlerin uzun müddet yaşamaları imkansızdır. Türk gençliğinin devletine ve milletine söyleyeceği her söz, peşin hükümleri dışlayarak öncelikle akıl ve ahlak ilkeleriyle perçinlenmelidir. Gençliğin muhayyilesine nokta koymak, sur çekmek, duvar örmek önyargılara tutsaklık demektir. Ufuk ötesini gören ve gösteren bir şuur endazesine sahip gençlerimiz, belki de düşünülmeyenleri düşünecekler, yapılmayanları yapmayı başaracaklardır. Çünkü Türk gençliği fıtratı gereğince zekidir, çalışkandır, basiretlidir, devletine ve milletine sorumluluk duyan bir vicdan cevherine havidir. Bu yüzden yozlaşmış akımlar, yasa dışı örgütler, terörizmin ajanları, emperyalizmin maşaları, marjinal çevreler, organize suç şebekeleri gençlerin peşindedir, kafeslemenin emelindedir. Sevgili gençler, hiç birinizi kaybedemeyiz. Hiç birinizin hayatını tesadüflerin akıntısına teslim edemeyiz. Öfkeniz olabilir, kızgınlığınız olabilir, kızdıklarınız olabilir, tepkileriniz sivri olabilir, itirazlarınız sinirli olabilir, fakat sizler bizim için, milletimiz için, istikbal ve istiklal haklarımız için paha biçilemez öneme sahipsiniz. Analarınız, sizleri ne zorluklarla büyüttü, mutlaka biliyorsunuz. Babalarınız, yemedi yedirdi, içmedi içirdi, giymedi giydirdi, en iyi sizler farkındasınız. Kıt kanaat imkânlarla okuduğunuz okulları bitirmenin gayesindesiniz, belki bir sevdiğiniz var açılamıyorsunuz, bir işim olsun diyorsunuz, bir yuva kurmanın telaşındasınız, hayatınızı kurtarmanın çabasındasınız. Bunların hepsi helali hakkınız olan makul ve mantıklı insani hallerdir. Biz de bu çağlardan geçtik, ne yaşamışsanız, benzerlerini az çok yaşadık. Bir anlık öfkeyle bir ömrü heba etmeyin. Direnmeyi zalimlere, Türkiye düşmanlarına karşı yapın. Analarınızın gözyaşlarını akıtmayın. Babalarınızın ahını almayın. Terör örgütlerinin istismarlarına aldanmayın. Siz Türk gençliğisiniz, siz geleceğin büyük Türk milletinin, büyük Türkiye’sinin siyasetçileri, milletvekilleri, devlet adamları, işadamları, akademisyenleri, bürokratları, esnafları, girişimcileri, dahası anneleri ve babalarısınız. Gelin, yanlış bir tercihin içinde olan varsa dönsün. Gönül gözüyle gelişmeleri izlesin, gençlik üzerinde kumar oynayanları görsün. Kavgaya çağırana değil, kitap okumaya çağırana koşsun. Ne güzel de söylemiş Merhum Akif: "Gel yıkalım şu Süleymaniye'yi desen iki kazma iki kürek iki de ırgat gerek. Hadi gel yapalım geri şunu desen bir Sinan bir de Süleyman gerek.” Bundan mülhem demem odur ki, Sinan da Süleyman da sizin vicdanınız, sizin hamiyetiniz, sizin vatan ve millet sevginizdir. Yıktırmayın, harabeye çevirmeyin, hüsranı yaşamayın, yaşatmayın. Diyeceğiniz ne varsa söyleyin çözelim, ama üniversite kapılarında terör örgütlerinin dolduruşuna gelmeyin, buna müsaade etmeyin. Sizin yeriniz kapı değil, içeridir, amfilerdir, hocalarınızın dizinin dibi, analarınızın hayır dualarıdır. Meşhur bir siyaset filozofu demişti ki: “Sadece kendini haklı bulmak, hakikati gören sihirli bir göze sahip olduğunu sanmak, farklı düşünen diğerlerinin haksız olduğunu düşünmek korkunç ve tehlikeli bir kibirdir.” Türk gençliği kibirli değil, tevazu ehlidir. Çünkü yetişme ve yetiştirilme terbiyeleri öz itibariyle budur. Biliyorum, var olan sorunlar ve zorluklar karşısında elimizde bir çıkış haritası yoktur. Ancak geleceğimizi nasıl şekillendireceğimizi, tehdit ve fırsatların neler olacağını, ne tür değişim dinamikleriyle karşılaşacağımızı ferasetle yorumlayacak, buna yönelik hazırlık yapacak muktedir bir irademiz vardır. Merhum Hocamız Ali Fuad Başgil’in isabetli değerlendirmesiyle, muvaffakiyet için önce irade lazımdır. Bu irade, ihtiyaç duyulan inanç Türk gençliğiyle mündemiçtir. Hedonizmin çarklarına kapılmadan; frensiz, faziletsiz, sorumsuz ve kontrolsüz yaşamın sahte cazibesine aldanmadan yapılması gereken, hatta sorulması aciliyet arz eden pek çok şey vardır. Nitekim bir soru bin soruya kapıdır. Türk gençliğinin ruh köküne, milli ve manevi özelliklerine göre cevabını aramak durumunda olduğu soruların bir kısmı şunlardan oluşmaktadır: Tarihin hangi noktasındayız? Uygarlıklar silsilesinin hangi aşamasındayız? Zamanın neresindeyiz? Nereden geldik, nereye doğru gidiyoruz? Çağın zorlu etaplarına hazır mıyız? Küresel ve bölgesel tehditlerin asıl maksat ve mahiyetini okuyabiliyor muyuz? Dünyanın karmaşık sosyo-ekonomik, sosyo-politik dönüşümlerine karşı hazırlıklı mıyız? Dijital çağ, siyasi coğrafyası olmayan, yerçekimsiz bir ortam yaratmıştır. Bu ortam milletimiz ve gençlerimiz için hem fırsat hem de riskler barındırmaktadır. 2020 yılında; Küresel internet kullanıcı sayısı 4,5 milyardı. Dünya çapında e-ticaret için bir dakikada 1 milyon dolar para harcandı. Bir dakikada 187 milyon e-posta gönderildi. Whatsapp uygulamasında bir dakikada 41,7 milyon mesaj paylaşıldı. Facebook’a bir dakikada 973 bin giriş yapıldı. O bir dakikada 147 bin resim yüklendi, 150 bin mesaj paylaşıldı. Google’da bir dakikada 3,7 milyon arama yapıldı. Bir dakikada 481 bin tweet atıldı. Her bir dakikada Twitter’a 319 yeni twitter kullanıcısı katıldı. Zoom ile bir dakikada 208 bin 333 kişi toplantı gerçekleştirdi. İnstagram’a bir dakikada 347 bin 222 hikâye yüklendi; 1,7 milyon resim beğenildi. Youtube’da bir dakikada 4,3 milyon video seyredildi. Endüstri 4.0’e geçişle birlikte, dijital gelişmelere yeni boyutlar eklenmişti. “Şeylerin interneti, her şeyin interneti, yapay zeka, büyük verilerin bulut bilişim sistemlerinde depolanması” insan ve toplum ilişkilerini yoğun, kimi hallerde de müphem düzeyde etkilemişti. 2020 yılında internete bağlı cihazların sayısı 35 milyarı aştı. Türk gençliği mizahi aklıyla, kavrayış gücüyle, çakmak çakmak çakan gözleriyle Endüstri 4.0’ün gereğini ne kadar yapıyor? Hatta Endüstri 5.0 ve 6.0’ya hazırlık içinde mi?
Değerli Arkadaşlarım, Hayat mücadelesinde geri kalanlar, ileri gidenlerin maalesef hep tutsağı olmuşlardır. Gaflet uykusundaysak uyanalım, cehalet çemberindeysek buradan süratle çıkalım. Zamanın ruhu ne olursa olsun, çağın özelliği nasıl gelişirse gelişsin; şan, şöhret, para, her çeşit dünyevi tatlar; şeref, haysiyet, onur, mertlik gibi değerler karşısında sönmeye, silinmeye ve mağlup olmaya mahkûmdur, mecburdur. Gençlerimizden isteğim bu gerçeği hatırlarından çıkarmamalarıdır. Bu değerler bizim değerlerimizdir, Türk gençliğinin mutlak ve muharrik gücüdür. Lütfen düşününüz, MÖ.6.yüzyılda ticari merkezler olarak ortaya çıkan ve denizden 25 milden daha uzak olmayan yaklaşık bin beşyüz ayrı şehir devleti dünya genelinde mevcuttu. Bunlardan bir tanesi bile bugün yoktur. Tarih harabelerle doludur. Ama büyük medeniyetler, devasa kültürler her zaman varlığını korumuşlardır. Türk milleti de böyle bir medeniyet müktesebatını elden elde, nesilden nesile taşıyarak bugünlere ulaşmıştır. 1900’lü yılların başlarında genç olanlar, Milli Mücadele’yi başardılar, Cumhuriyet’i kurdular. En çetin şartları göğüslediler, bekamızı iman ve iradeyle korudular. Gelecekte var olmanın yegane çaresi de, bugünkü gençlerimizin iman ve iradesine sıkı sıkıya bağlıdır. Yine şu yakıcı gerçeği sorgulamanızı bilhassa temenni ederim: Halep İstanbul’dan evvel zarafet ve moda merkeziydi, ya şimdi geride ne kalmıştır? İç savaş, terör, çatışma, kaos, husumet Halep’ten geriye ne bırakmıştır? Eski sevdalarımız, eski hakimiyet havzalarımız ne hallere düşmüştür? Bunun bir kopyasını yaşamamak ve yaşatmamak Türk gençliğinin devletine ve milletine sözü, hatta yemini olmalıdır. 21’inci yüzyılın bir değişim ve dönüşüm çağı olması, toplumsal krizleri, politik çözülmeleri, duygusal iniş ve çıkışları sıradan hale getirmiştir. Bu sonucu milli ve tarihi bir şuurla yorumlamak ve gerekli dersleri sabırla çıkarmak zorundayız. Büyük zaferlerin şafağının büyük sabırlarla doğacağını bilmekle mükellefiz. Vatanımızın her karış toprağında derin korku kuyuları kazmak için fırsat kollayanlar her zaman olmuştur, olacaktır ve bu ağır tehdit sarmalı sağduyulu her kardeşimin malumudur. Bu tehdide Türk gençliği sessiz kalamaz, kalmamalıdır. Meşrutiyet yıllarında, Yorgo Boşo Efendi, “Ben ancak Osmanlı Bankası kadar Osmanlıyım” demişti. Bu sözü söyleyenden eser kalmadı, ama Türk milleti kahramanları eliyle varlığını devam ettirdi, tehditleri yıkıp geçti. Türk gençliği bizim nazarımızda, istikbalin kahramanıdır, devletine, milletine, ailesine gönül ve vefa borcunun gereğini; vakarla, vatanseverlikle, milletperverlikle, sadağından çıkmış ok misali hainleri korkuta korkuta yerine getirecektir. Mimar Sinan, “Yaptığın işi gönlünde hissedersen ırmaklar çağlar yüreğinde” diyordu. Gençlerimiz yaptıkları ve yapacaklarıyla yalnızca ırmakları yüreklerinde çağlatmakla değil, fırtınaları koparmalıdır geleceğin dünyasında, geleceğin rüyasında. Milli davalarımız Türk gençliğinin davasıdır. Düşüncelerim, kronik bir endişenin, hayali bir tehdidin veya bir vehmin değil, hepsini kardeşim gördüğüm Türk gençliğiyle gönülden gönüle bir rabıta kurmak ve onlara bir büyükleri olarak kalpten tavsiyelerde bulunmak için dile getirilmektedir. Bugünkü şartlarda hıyanet dalgaları tsunami boyutunda olsa da, sukutu hayal kaderimiz değildir. Merhum Enver Paşa’nın dediği gibi, “Yaşamak büyümektir.” Büyüklenmekle büyümek farklıdır. Büyüdükçe devlete ve millete, tarihi ve egemenlik haklarımıza destek vermek asıl olmalıdır. Eyvah gençliğim dememek için, tüm kardeşlerimi ziyana değil, ziya içinde yaşamaya, Türkiye’ye sahip çıkmaya; huzur, barış, refah ve mutluluk içinde var olmaya çağırıyorum. Bu çağrı dürüst, temiz, hilesiz ve hesapsız bir çağrıdır. Bu çağrı birliğe, beraberliğe ve hep birlikte dirliğe çağrıdır. Bu çağrı tarihin, talihin, milletin, haklıdan yana duruşun çağrısıdır. Geçmişte yeterince bedel ödedik, yenilerini ödemeyelim çağrısıdır. Değerli Arkadaşlarım, Uygarlıklar arasındaki fay hatları geleceğin savaşlarının cephe hatlarını teşkil edecektir. Şimdiden her ihtimale hazırlık yapmak şarttır. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, Newyork’da Dünya Ticaret Merkezi’nin kulelerinin yıkılmasına kadar insanlığa dayatılan fikir, toplumların parçalandığı fikriydi. Ama bu dayatma boşa çıkmıştır. Savaşlar, çatışmalar, kutuplaşmalar, devrimler, seriye bağlanmış teknik dönüşümler, göçler, artan zenginlikler, tavan yapan yoksulluk ve sefalet küreselleşse de, bunlara mukavemet ruhu da aynı oranda güçlenmiş ve genişlemiştir. Deniyordu ki, küresel süreç demokrasinin önüne çekilen bütün setleri yıkıp geçerken piyasaları serbestleştirecek, hukuk kurallarını evrenselleştirecek, insanı ve toplumları özgürleştirecek. Bu tahmin de sulara gömülmüştür. Demokrasi, özgürlük, insan hakları, adalet bizim vazgeçilmez hayat ve siyaset prensiplerimizdir. Yıkıcı olmadıktan sonra, hainlerin zehirli propagandası haline dönüşmedikçe saygımız ve riayetimiz tartışmasızdır. Hz.Mevlana’nın dediği gibi, “Adalet bir şeyi yerine koymaktır” ve bu ihlaslı hüküm Türk milletiyle özdeş, Türk gençliğiyle iç içedir. Özgürlük manevi ve hukuki bir haktır. Türk gençliğinden bunun esirgenmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Elbette hiç kimsenin lütfunu istemiyoruz, bağımsızlığımıza da gölge düşürülmesine göz yummuyoruz, yummayacağız. Merhum Namık Kemal demişti ki “Kimsenin lütfuna talip olma, bedeli cevher-i hürriyettir.” Türk gençliği hiçbir şiddet ve şirret emele boyun eğmemelidir, çünkü onların onuru onurumuz, itibarları itibarımız, güvenlikleri güvencemizdir.
Bununla birlikte devletine ve milletine tuzak kuran iç ve dış işgal cephesinin zalim senaryolarını da sabır ve cesaretle bozmak için gençlerimiz her zaman hazırda beklemelidir. Türk gençliği vatanına ve milletine inanıyor ve iddiayla söylüyorum ki her şeyiyle sahip çıkacaktır. Gençliğimizi doymak ve kanmak bilmeyen hırslarına alet etmeyi hedefleyenlerle mücadelemiz de sonuna kadar sürecektir. Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacib asırlar öncesinden bizlere seslenerek seven ve sevgi dolu bir kalbin hal tercümesini yapmıştı; “Gönül kimi severse onun kusuru erdem olur, bütün ters işleri düz, eksiği tam olur.” Türk gençliğini çok seviyoruz. Her şeyin en güzeline layık olduklarına inanıyoruz. İmanlı, bayrak, vatan ve millet sevgisiyle bezenmiş, taassuptan uzaklaşmış, tahriklere yüzünü dönmüş, küçüğünü büyüğünü bilen, milli seciyesiyle gururlanan, hadiselerin akışına milli ve yerli bakabilen Türk gençliği irfan sancağımız, istiklal zırhımızdır. Bu irfan sancağı da düşüncenin bütün kutuplarını potasında eritecektir. Gelecek onlarla gelecektir. Malumatsız zekâ dizginsiz at gibidir. Bilgi, kitap, şuur, kardeşlik, sevgi ve dostluk bağları varlığımızın muhafızlarıdır. Merhum Cemil Meriç, “Kitap zekayı kibarlaştırır, kendini tanımak marifetlerin marifetidir”, sözleriyle aslında gençlerimize ne yapmaları gerektiğini anlatmış, emniyetli bir yol göstermiştir. 1919 yılının Ocak ayında Ömer Seyfettin diyordu ki; “İhtimal yarın bütün cihan Türkiye’ye dünyanın en mesut memleketi diyecek. Evet, bunu bekleyelim.” Çok şükür beklediğimiz an yaklaşmış, Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümü olan 2023 görünmüştür. Türk gençliği bu süreçte Türkiye’nin ve Türk milletinin ümit aşısı, bariz gücüdür. Bu vesileyle bütün gençlerimizi muhabbetle kucaklıyor, tertemiz alınlarından öpüyorum. Türk gençliği heves değil nefestir, hem bizim, hem analarının, hem babalarının canlarıdır, cananlarıdır, canberaberleridir, ciğerpareleridir. Onları uçuruma çekmek için kuyrukta bekleyen alçaklara en kalıcı, en okkalı cevabı da gene Türk gençliği verecektir. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, sizleri ve geleceğimizin güvencesi sevgili gençleri hürmet ve muhabbetle selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun diyorum.
|