Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
Büyük Türk Milleti, Aziz Vatandaşlarım, Kurultay Divanımızın Değerli Başkan ve Üyeleri, Dost ve Kardeş Ülkelerin Saygıdeğer Temsilcileri, Kurultayımıza Teşrif Eden Kıymetli Misafirler, Fedakâr, Cefakâr, Vefakâr Ülküdaşlarım, Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler, Sayın Basın Mensupları, Mart ayının 18’inde; yani bugün, Çanakkale ruhunun ilhamıyla, İstiklal Marşı’mızın ikramıyla, şühedanın itibarıyla, milletin iradesiyle, Ülkücü ömürlerin ihlasıyla 13’üncü Olağan Büyük Kurultayı’mızı ifanın emsalsiz kıvancını yaşıyoruz. Konuşmanın başında hepinizi hürmetle selamlıyorum. Burayı şereflendiren her kardeşimi en içten, en halisane duygularımla kucaklıyorum. Edirne’den Kars’a, Mersin’den Trabzon’a, İzmir’den Hakkari’ye kadar ülkemin her yerini; bunun yanında Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne, Ortadoğu’dan Kafkaslar’a, Afrika’dan Balkanlar’a milli varlığımızın asaletini vicdanında taşıyan bütün kardeşlerimi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile, çünkü biz Milliyetçi-Ülkücü Hareket’iz. Hesap yapmayız çıkar ile çetele tutmayız heves ile, çünkü biz Cumhur İttifakı’yız. Düşmeyiz vurmak ile durmayız engel ile, çünkü biz Türk milletiyiz. Vazgeçmeyiz korku ile dönmeyiz tehdit ile, çünkü biz Türkiye’yiz. İstiklal için birlik diyoruz. İstikbal için dirlik diyoruz. Kazananın Türkiye olacağına candan inanıyoruz. Merhum vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi; “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Bastığımız yerleri toprak diyerek geçmiyoruz. Hep düşünüyoruz altında nice kefensiz yatanı. Şehit oğluyuz, incitmiyoruz atamızı, vermeyeceğiz dünyaları alsak da bu cennet vatanı. Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl. Gönül isterdi ki, bu salonun içi de dışı da geçmişte olduğu gibi, hıncahınç dolsaydı. Ancak bir yıldır hem ülkemizin hem de dünyanın kıyasıya mücadele ettiği KOVİD-19 hastalığından dolayı kurultayımıza katılımı mecburen sınırlı tuttuk. Aramızda bulunamayan her dava arkadaşımızla, her vatandaşımızla mesafeleri aşan, zamanın dar kalıplarına sığmayan gönül birlikteliği içindeyiz. Her şeyin başı elbette sağlıktır. Dikkatli olmalıyız, tedbirle hareket etmeliyiz, kurallara mutlak surette uymalıyız. Bu vesileyle geride kalan bir yıllık zaman süresinde, KOVİD-19 virüsünden dolayı hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, halen tedavi gören kardeşlerimize şifalar diliyorum. Rabbim sizleri, milletimizi ve tüm insanlığı her türlü afet, musibet ve hastalıktan korusun diye dua ediyorum. Bu duygu ve düşüncelerle, 13’üncü Olağan Büyük Kurultayı’mıza katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyor, hepinize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum. Günümüz kutlu olsun, milletimiz huzurlu olsun, devletimiz dirlik bulsun. İnanarak çıktık yola, diz vurmayız ona buna. Büyük şair ve yazarlarımızdan Merhum Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu diyor ya: Yiğitler kan döker bayrak solmaya, Anadolu başlar vatan olmaya, Kızılelmaya hey Kızılelmaya, En güzel marşını vurmada mehter, Ya Allah Bismillah Allahüekber.
Aziz Dava Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Tam 52 yıldır siyaset sahnesindeyiz, milli gönüllerdeyiz. Akif’in dediği gibi, üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapmadık, hele hak namına haksızlığa ölsek tapmadık. Zaman oldu, şafağı sökmeyen gecelerde ülkülerimizin nuruyla aydınlandık. Zaman oldu, bir hilal uğruna, bir hakikat uğruna, bir haysiyet ufkunda güneş gibi battık. Anılarımızı pusula yaptık açıldık geleceğe, acılarımızdan ders aldık tutunduk gerçeklere. Yeri geldi, iftiralarla boğuştuk durduk. Yeri geldi, ihanetlerle boğulmak istendik. Vazgeçmedik sevdamızdan, dönmedik yolumuzdan, şikâyet etmedik sırtımızdaki yüklerden. Çünkü yolu doğru olanın yükü ağır olur dedik, Ülkücü olmanın varsa bir bedeli seve seve ödemeyi diledik. Geride kalan on yıllar içinde; Yağmurdan sonra büyüyen başaklar gibi büyüdük, kökleştik. Güzün toprağa serpilip baharla yeşeren tohumlar gibi yeşerdik, yükseldik. Yazın kuruyup kışın yatağından taşan nehirler misali engelleri aştık, tıpkı Ergenekon’dan çıkar gibi hep daha ileriye atıldık. Bir güne sığan asırlık olayları yaşadık, bin asra bedel bir günlük imtihanlarla yoklandık. Herkes okyanusun içindeki damlaya bakarken, biz damlanın içindeki okyanusu gördük. Milliyetçi-Ülkücü Hareket, Türk milletine adanmış faziletli hayatların mecmuudur. Milliyetçi-Ülkücü Hareket, Türklüğün bekasını korumaya yemin etmiş serdengeçtilerin, inanmış vicdanların, ilkeli dava insanlarının düşmeyecek kalesidir. Ardımızda tarih, yanımızda dava arkadaşlarımız, başımızda al bayrağımız, bağrımızda üç hilalli sancağımız, önümüzde şehitlerimiz, gönlümüzde ülkülerimiz, övgümüzde milletimiz, ömrümüzde milliyetimiz, ölümümüzde bu cennet vatanın toprağı bize yardır dedik, nardır dedik, her zaman da var olacağız diye seslendik. Yastığımız mezar taşı, yorganımız kar olsun, Biz bu yoldan döner isek namus bize ar olsun. Merhum Akif’in dediği gibi, “Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.” Adeta Akif’i tamamlar gibi haykıran Merhum Hüseyin Nihal Atsız, ne güzel de söylemiş:
Delinse yer, çökse gök, yansa, kül olsa dört yan, Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan. Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan, Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz. Biz yürüdükçe, hainler kaçacak delik arayacak.
Biz yürüdükçe, Türkiye düşmanları köstebekler gibi saklanacak. Biz yürüdükçe, millet yürüyecek, tarih dile gelecek, destanlar söylenecek, Türkiye yükseldikçe yükselecek. Yürüyüşümüzden ürkenler var. Varlığımızdan ürperenler var. Hepsini biliyorsunuz, bütün kötürüm ve köhne emel sahiplerini iyi tanıyorsunuz. Ferasetinizle karanlık oyunları görüyor, kara kampanyaları göğüslüyorsunuz. Türkiye’yi faka bastırmak, tuzağa düşürmek için çırpınan hasis ve hamiyet yoksunu çevreleri ibretle takip ediyorsunuz. Geceleri hesap, gündüzleri hüsran; geçmişleri hezimet, gelecekleri heyula ne kadar müfrit ve münafık varsa alayı bir olmuş, bir araya gelmiş Türkiye’nin ayağından çekiştiriyor, önüne bariyer dikiyor. Sanıyorlar ki, tezgâhlarına akıl/sır ermeyecek. Sanıyorlar ki, kumpaslarına güç/takat yetmeyecek. Türkiye’nin karşısında hizalanmak muhalefet değildir. Millet başka bir şey zillet başka bir şeydir. Türkiye’yi uçuruma çekmenin adı demokrasi değildir. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne saldırı ve suikastın adı özgürlük değildir, insanlık değildir, insan hakları hiç değildir. Üniter milli devletimizi hançerlemek için ittifak kurmak, yakılan ağaçları yakanlarla tekraren dikmek, bölücü milletvekillerinin TBMM’ne gelen fezlekelerinin önüne arkasına bakalım demek siyaset değildir, adamlık değildir. Neyine bakacaksınız fezlekelerin, önünde hukuk, arkasında adalet vardır. Yetmiyorsa bu sizlere, önünde millet, arkasında da devlet olduğunu mutlaka göreceksiniz. Fakat gözleri var görmüyor, kulakları var duymuyor, dilleri var söylemiyor. HDP, Türk demokrasisinin çevresini sarmış mayın tarlasıdır. CHP, Türk siyasetine tutunmuş beşinci kol faaliyetidir. İYİ Parti, Türkiye’nin kötülüğüne hizmetkarlık yapan, siparişle kurulan, uzaktan kumandayla kontrol edilen melanet bir projedir. Kaldı ki, İP’in Başkanı Cumhur İttifakı’nı tanımlarken; etle tırnak gibi demiş, aynı zamanda kader birlikteliği olduğunu söylemiş, kendilerinin ise proje bazlı bir ittifak olduğunu çok açık itiraf ve teyit etmiştir. Dediğimiz de, diyeceğimiz de aynısıyla işte budur. Bu neyin projesidir? Hazırlayanlar kimlerdir? Hedefler manzumesi nelerden ibarettir? Doğrudur, Cumhur İttifakı kader birlikteliğidir, milli birlikteliktir, dürüst birlikteliktir; zalimlere, canilere, terör örgütlerine, ekonomik tetikçilere, küresel emperyalizme karşı tek ses, tek nefes, tek bilek, tek yürekle duruş gösteren cumhurun ruh kökü, duruş özüdür. Cumhur İttifakı’nı arayan Pensilvanya’da değil, Kandil’de değil, muhasım çevrelerin kapılarında değil, başkent Ankara’da, dünyaya Türkçe bakan iradenin sağlam ahlakında bulacaktır. Tarafımız bellidir, o da Cumhur İttifakı’dır. 2023’de Cumhurbaşkanı adayımız bellidir, o muhterem isim Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu vesileyle Sayın Cumhurbaşkanımıza, AK Partili kardeşlerimize huzurlarınızda teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Cumhur İttifakı, 106 yıl önce Çanakkale’yi geçilmez yapan haşmetli imanın, devleşen milli asaletin emanetçisidir. Bizim ittifakımız yalana karşı doğrunun, sahteliğe karşı sadakatin, hıyanete karşı vatan sevgisinin ittifakıdır. Sudan sebeplerle Türkiye’yi kötüleyenlere karşı vakarın ve vefanın ittifakıdır.
Kılıçdaroğlu, bir tarafta Türkiye’de can ve mal güvenliği yok derken, diğer tarafta 10 milyon işsiz olduğunu söyleyerek halt etmiş, kuyruklu yalanlarına sürekli yenilerini eklemiştir. Üstelik her muhtarlığa bir özel kalem müdürü atanırsa işsizliğin sona ereceğini cahilce müjdelemiş. Atalarımız şu veciz sözü boşuna söylememiş: “Âlim ile eyle ülfet alırsın mertebe, cahil ile etme sohbet dönersin merkebe.” CHP Genel Başkanı, tarlayı bilmez, traktöre binmez, çiftçimizi konuşur. Bakkala girmez, manavı görmez, marangozu tanımaz, siftahsız günü sorsanız, soğan sarımsak anlar, gelin görün ki esnafımızı konuşur. Memurlarımızdan ve işçilerimizden bahseder, sıra CHP’ye oy vermeyenlere gelince hakaretleri birbiri ardına sıralamaktan arlanmaz, utanmaz. Ne emeklidir meselesi, ne yoksuldur düşüncesi, tek geçim kapısıdır siyasi menfaat çetesi. Hz.Mevlana, marifet nedir bilir misin diye sorup şu cevabı vermişti: “Taşa bakan gözlerin çiçekleri görmesidir.” CHP ise çiçeğin özünde taş gören bir hezeyandır. Maşrabı küçük olanın deryayı suçlaması haksızlıktır. Maksadı çürük olanın onu bunu suçlu görmesi hayasızlıktır. Tıpkı KOVİD-19 virüsü gibi, zillet de bulaşıcıdır, devamlı mutasyona uğramaktadır. Çok şükür hükümet, pek çok ülkeyi geride bırakarak şifa olan aşıyı vatandaşlarımızın kullanımına sunmuştur. Zilletin aşısı da 2023 yılının Haziran ayında demokratik vasıtalarla yapılacak, ama bu aşı zillete zehir olarak yansıyacaktır. Telaşlanmaya ve tedirgin olmaya mahal yoktur. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Milletin üstünde bir güç ve mercii yoktur, olamayacaktır. Erken seçim diye tutturanlar, erken seçimden başka seçenek kalmadı diye yutturmaya çabalayanlar, iyi bilsinler ki, seçimler zamanında yapılacak, Türkiye rotasından çıkmayacaktır. Cumhur İttifakı’nın tavizsiz ve tavsamaz kararı budur. Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümü olan 2023’de yeni bir tarih yazılacak, yeni bir sayfa açılacak, muhkem ümitlerin canlılığıyla dirlik içinde istikbale Cumhur İttifakı’yla ulaşılacaktır. Bu cumhurun sözüdür. Bu Türk milletinin gelecek bin yıllara dair beyanıdır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği üzere, Türk’ün sözü, Türk’ün kendisidir. Peki, bunlar oluyorken, zillet ittifakı nerededir? Suyun kaynağı nereden gelmektedir? Arkasındaki odaklar kimlerdir? Dikkatli bir göz, uyanık bir şuur, teslim olmamış bir mizaç zillete düşenlerin kukla gibi nasıl oynatıldıklarını, dış güçlere nasıl boyun eğdiklerini, nasıl kullanıldıklarını, terör örgütleriyle iltisak ve irtibatlarını gayet berrak şekilde tarif ve tefrik edecektir. Bize hiç kimse hikâye anlatmasın. Bize hiç kimse bahane ileri sürmesin. Türk milleti zilleti değil, zaferi; PKK-FETÖ ittifakını değil, cumhurun ittifak ziynetini seçecektir. Nihayetinde istiklal için birlik, istikbal için dirlik, kazanan Türkiye, kazançlı çıkan da Türk milleti olacaktır. Merhum Abdürrahim Karakoç’un şu şiiri meramımızı kısaca açıklamaktadır: Bilmeyen öğrensin, duymayan duysun! Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. Bölücü sapıklar aklına koysun Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. O tek millet, Türk milletidir. Tek devlet, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Tek vatan, Türk vatanıdır. Tek bayrak, ay yıldızlı al bayraktır. Tek dil ise anamızın ak sütü olan Türkçe’dir. Alim, müfessir ve mutasavvıf İsmail Hakkı Bursevi, 1725 yılında şöyle yazmıştı: “Adem cennetten, lisan-ı Türkî ile ‘kalk’ demekle kıyam edip çıkmıştır. Zira, dünyada âhir tasarruf Türk’ündür.”
Değerli Dava Arkadaşlarım, Muhterem Misafirler, Türkiye, tarihinin en önemli yönetim reformunu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle başarmıştır. Yeni sistem Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine dayanmıştır. Parlamenter sistemdeki teklemeler, tıkanmalar, kutuplaşmalar, kafa karışıklıkları, karar sürelerindeki çalkantılar Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle aşılmıştır. Türk milleti, tarihsel müktesebatına uygun yönetim sistemiyle gücüne güç katmıştır. Türk devlet felsefesine müzahir olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, işin özünde Türk Tipi Başkanlık Modeli’nin farklı bir isimlendirmesidir. Bir yönetim sisteminin nasıl ve ne şekilde tarif edildiğinden ziyade, fonksiyonel olup olmadığına, beklentileri karşılayıp karşılamadığına, demokratik özellikler taşıyıp taşımadığına, millette karşılık bulup bulmadığına odaklanılması en dengeli bakıştır. Önyargıları bir kenara bırakarak, Türkiye’nin sistemik düğümünün, sistemsel aksaklıklarının milli iradeyle çözülmesinden herkes memnun ve mutmain olmalıdır. Etrafını cami, ağyarını mani bir ifadeyle söylersek, 9 Temmuz 2018’den itibaren resmen uygulamaya geçen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yani Türk Tipi Başkanlık Modeli, taban tutmuş, tarihsel ve kültürel mazimizle örtüşmüştür. Bir yönetim sisteminin kökleşip olgunlaşması sabahtan akşama olacak şey değildir. Böylesi bir beklenti oluşturmak iyi niyetle izah edilemeyecektir. Yürürlükteki sistemin sadra şifa olması, devlet ve millet hayatına bütün imkanlarıyla nüfuz etmesi için müşterek emek gerekir, zaman gerekir, özveri gerekir, destek gerekir, ters propaganda akıntılarının gemlenmesi gerekir. Yeni sistemin özünde Türk milletinin beka ve refah özlemleri ana esastır. Altını kalın bir şekilde çizmek isterim ki, geçmişin tecrübeleriyle geleceği kavrıyor, daha uyanık, daha dikkatli, daha bilinçli hareket ediyoruz. Tanzimat’tan Islahat Fermanı’na, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet dönemine kadar İmparatorluğumuzun ayakta kalması amacıyla pek çok görüş, fikir, sistem ve siyaset önerilmiştir. Asıl amaç devleti ayakta tutmak üzerine bina edilmiştir. Bilindiği üzere, Kavalalı Mehmet Ali Paşa vakasıyla başlayan, esasen etaplar halinde hızlanan çözülme süreci hiçbir pansuman tedaviyle durdurulamamıştı. Devasa İmparatorluğun dağılması, paylaşım yüzünden Avrupa’nın birbirine girmesi demekti. İşte Osmanlı’nın parçalanmasını sorun çıkarmadan sona erdirme meselesine Şark Meselesi adı verilmiş, Türk milleti böylelikle hala devam edegelen kuşatma altına alınmıştır. O gün bugündür Şark Meselesi dozajı artan veya azalan ölçülerde varlığını sürdürmüştür. Yeni yönetim sistemi her türlü iç ve dış ablukaya karşı milli direnişin burcu, Türk milletinin geçmişle geleceği buluşturan kararıdır. Meselenin özünde ve son tahlilde Türklerin Anadolu’dan çıkarılması vardır ki, 106 yıl önce Çanakkale sahillerinde tüm maddi ve manevi imkanlarla kahraman bir kuşak buna set çekmiştir. Anafartalar, Arıburnu ve Conkbayırı’nda Mustafa Kemal’in muhteşem iradesi, Cephe komutanı Esat Paşa’nın korku tanımayan idaresi, Seyit Onbaşı’nın sırtına binen bağımsızlık iffeti, Bigalı Mehmet Çavuş’un 25 neferiyle Seddülbahir’den çıkarma yapmak isteyen müstevlilere cesur direnişi, 57’inci alayın şehit şehit arşa yükselişi, Tophaneli Yüzbaşı Hakkı’nın Karanlık Limanı mayınlarla doldurup yenilmez armadaları denize gömüşü, 250 bin şehidin kahramanca kazdığı manevi siperi, çılgın Türkler’in konu vatan, konu millet, konu beka olunca neleri yapacağının, nasıl candan geçeceğinin, ama vatandan asla vazgeçmeyeceğinin hayranlık uyandıran tarihi şahikasıdır. Aslında sahici bir kurtuluş, milletin kendi tarihiyle barışması, kendi geçmişiyle yüzleşmesi, milli hüviyetini, manevi ve kültür zenginliğini komplekse düşmeden keşfetmesidir. Bunu yapabildiğimiz ölçüde gelecek bizimdir. Diyebiliriz ki, geleceğin kudreti Türk milletidir. Çünkü dev uykusundan uyanmış, kükreyerek bölgesel ve küresel realiteyi kavramış ve lehine çevirmek için seferber olmuştur. Bugüne kadar, milletlerin yükselmesi, çökmesi, düşmesi, zafer ve başarıları, felaket ve mağlubiyetleri hep cihan ruhunun iradesiyle belirlenmiştir. Bu cihan ruhu, tarihin farklı devirlerinde, muayyen bir milletin varlığında büyük bir kuvvetle tecelli etmiştir. Türk milleti cihanşümul ruha sahip bir millettir. Şerefli geçmişimizin parlak sayfaları şanlı bir geleceğin müjdesidir. Merhum Hocamız Prof.Dr.Osman Turan, Türk-Cihan Hâkimiyeti Mefkûresini gayet tesirli ve teferruatlı ölçülerde, ilmi gerçeklere de riayet ederek bizlere nakletmiştir. Aziz Türk milleti, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi vasıtasıyla tekraren cihan ruhuna taliptir. Uygulama sonuçları itibariyle göz dolduran bu sistem devlet-ebed müddet, millet-ebed müddet anlayışımızın delinmez zırhı, devrilmez eseridir. Kendimize özgü, bizi bize anlatan, bizi biz yapan, milli kültür ve karakterimizle birebir çakışan, devlet yönetimine denge, toplum hayatına sükûnet ve huzur getiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, milletler ve medeniyetler mücadelemizde milli ve stratejik gücümüzdür. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 2023 ve takip eden on yılları kapsayan stratejik hedeflerimizin ilki, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne, daha yerinde bir ifadeyle, Türk Tipi Başkanlık Modeli’ne sahip çıkmak, ilke, kural ve kurumlarıyla yaşamasına hizmet etmektir. Buna karşılık, güçlendirilmiş ve iyileştirilmiş parlamenter sistem teklifleri beyhudedir, eskiye kıvrılıştır, geleceğe dair söyleyecek bir şeyi olmayanların acıklı kıvranmasıdır. Güçlendirilmiş parlamenter sistem kavramını ilk dile getiren, şu işe bakınız ki, terörist Selahattin Demirtaş’tır. Zillet ittifakının, “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” ezberi; içi boş, günü kurtarmaya dönük taktik bir adımdır. Artık Parlamenter Sisteme geri dönüş yoktur. Milli iradenin tartışmaya açılması, 2,5 yılını doldurmuş yeni sistemi karalama yarışı demokratik bir haktan öte; baskıcı, bağnaz, hoşgörüsüz, hazırlıksız, tahammülsüz ve tahakkümcü bir siyaset ayıbıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; siyasi, hukuki ve ekonomik reformlarla kökleştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Memnuniyetle söylemek gerekir ki, bu süreç kararlılıkla devam etmektedir. Eksik varsa giderilecek, yetersizlik varsa telafi edilecektir. Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı, Ekonomik Reformlar Paketi müspet ve umut verici gelişmelerin işaret fişeğidir. Biz devam edecek reform zincirini samimiyetle destekliyor, üzerimize düşen her sorumluluğu yerine getirmeye hazır olduğumuzu beyan ediyoruz. Bu sürecin sivil, geniş katılımlı, herkesi kapsayan, yeni yönetim sisteminin ruhuna ve dokusuna müzahir bir anayasa ile tahkim ve takviye edilmesi ikinci stratejik hedefimizdir. Milliyetçi Hareket Partisi bu kapsamda gerekli çalışmalarını sürdürmektedir ve önümüzdeki birkaç ay içinde hazırlıklarımız Allah’ın izniyle tamamlanacaktır. Ayrıca, Siyasi Partiler Kanunu’nu değiştirilmelidir. Seçim Kanunlarında düzenlemeler yapılmalıdır. Siyasi Etik Kanunu çıkarılmalıdır. TBMM İç Tüzüğü yeni sistemle uyumlu ve Meclis çalışmalarıyla ahenkli hale getirilmelidir. Milletvekilliği dokunulmazlığı yeni baştan ele alınmalıdır. Kamu Kurumu Niteliğindeki Mesleki Kuruluşlarının yasal ve hukuki yapısı titizlikle gözden geçirilmelidir. Kamuoyu araştırmaları ve sonuçlarının yayınlanması hakkında geniş değişikler yapılmalı ve tedbirler alınmalıdır. Siyasi maksatlarla ve ekonomik gayelerle bir partiyi parlatıp bir başkasını karalayan anket şirketleri bize göre demokrasi kundakçısı, milli irade dolandırıcısıdır. Temiz toplum, temiz siyaset, temiz yönetim tezahür etmeli, kalpazanlar, çıkarcılar, çarpık zihniyetler, millete husumet besleyen mihraklar, hukuk tanımayan kimliksizler afişe edilip ayıklanmalıdır.
Aziz Dava Arkadaşlarım Değerli Misafirler, Türkiye’de aç ve açıkta hiçbir kardeşimizin yaşamasını istemiyoruz. Adaletli bir gelir dağılımı olsun diyoruz. Sosyal yardımların daha da güçlendirilmesinden yanayız. Çok yiyenle hiç yemeyen, çok kazananla ancak karnını doyuran arasındaki çelişkinin para ve maliye politikalarıyla düzeleceğine, mali disiplin ve tasarruf tedbirleri sayesinde savurganlığın büyük çapta engelleneceğine inanıyoruz. İşsizlikle mücadelede, faizlerin aşağıya çekilmesinde hükümetin kararlılığını görmekten bahtiyarız. Fiyat istikrarının sağlanarak enflasyonda kalıcı düşüşleri yakalayacağımız günler uzakta değildir. Günümüz dünyasında siyasi güç silahın yanı sıra, hatta toptan tüfekten daha çok, ekonomik üstünlük ve ticari enerjiyle sağlanmaktadır. Modern dünyanın işleyişi bu yöndedir. Kurtuluş Savaşı’nı kağnıyla kazanan, ama 11 yıl sonra uçak üretmeyi başaran bir milletiz. İnsanımızın ihtiyaç ve isteklerini; yerli, milli ve üreten bir ekonomik sistemle karşılamak zorundayız. Askeri, diplomatik ve siyasi muvaffakiyetlerimizi ekonomik gelişmelerle taçlandırmak hem istiklalimizi, hem de istikbalimizi güvenceye kavuşturacaktır. 2020 yılında küresel ekonomi yüzde 3,5 oranında küçülmüştür. Küresel ticaretteki daralma yüzde 10 düzeyinde, uluslararası yatırımlardaki düşüş yüzde 42 seviyesindedir. Tarihin en büyük küresel borç miktarı KOVİD-19 salgını döneminde gerçekleşmiş ve 280 trilyon doları geçmiştir. Bazı ekonomistler 1929’dan daha şiddetli ve büyük bir kayıpla karşı karşıya olduğumuzu iddia etmektedir. Ancak Türkiye ekonomisi 2020 yılında yüzde 1,8 oranında büyüme kaydetmiştir. Ne mutlu bizlere ki, G-20 ülkeleri arasında ekonomisi büyüyen iki ülkeden birisi Türkiye olmuştur. Ekonomide yaşanan canlanma ve toparlanma vatandaşlarımızın kesesine, devletimizin kasasına mutlaka yansıyacaktır. Gelecek güzel günler için biraz daha sabırlı olmalıyız. Türkiye istikbalin dirliği amacıyla muazzam bir kalkınma ve demokrasi mucizesini başarmaya şüphesiz muktedirdir. Ülkemizi dünya genelinde demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğü konularında kusurlu göstermeye çalışan mihraklar, FETÖ’cülerin, Türk ve İslam düşmanlarının teşvik ve tahrikiyle mesafe alanlardır. Diyorlar ki, Türkiye’de totaliter eğilimler güçleniyormuş. Diyorlar ki, demokrasi zayıflamış, düşünce ve ifade hürriyeti kalmamış. İsveç merkezli bir enstitünün ‘2021 Demokrasi Raporu’na göre, ülkemiz Polonya ve Macaristan’dan sonra en fazla otoriterleşen ülke olmuş. Bu çürük çarık iddiaların üç boyutlu hedefi vardır. Birinci boyutunda, ülkemize gelen yabancı yatırımları caydırmaktır. İkinci boyutunda, uluslararası camiada saygınlığımızı lekelemektir. Üçüncü boyutunda ise milli çıkarlarımızdan ve egemenlik haklarımızdan taviz beklentisidir. FETÖ’cü hainler Yunanistan’ı, hatta diğer AB ülkeleriyle ABD’yi sığınma limanına çevirmişken hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Gara’da vatan evlatlarının ensesine kurşun sıkılırken, mazlumlar inim inim inlerken hiç kimseden insani ve vicdani bir eleştiri gelmiyor. Terörist başı Gülen’in Pensilvanya’da mukim olması hiçbir uluslararası hukuk ve insan hakları savunucusunu rahatsız etmiyor. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye’nin Suriye’de işgalci olduğunu iddia etmesi de bir diğer ahlaksız isnat, bir başka ucube ithamdır. Bir an düşünelim, Türkiye’de demokrasi olmasaydı, özgürlükler askıya alınsaydı, gece gündüz Cumhurbaşkanı’na hakaret edenler, devlete sövenler, millete karşı gelenler, işbirlikçiler, PKK’nın siyaset uzantıları Meclis’te, belediyede, iş aleminde, medyada, üniversitelerde, dahası sokaklarda nasıl gezecekler, nasıl tehditler savuracaklardı? Ülkemizde temel hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı ve hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir düzenin varlığı tüm kazanımlarıyla ortadadır. Türkiye’de demokrasi yok diyenler, gelsinler bunu külahıma anlatsınlar. Tarihimizin hiçbir döneminde bu milletin sinesinden diktatör çıkmadı, tiran çıkmadı, yönetim hayatımızda ise despotizmin en ufak emaresine tesadüf edilmedi. Demokrasi ahkamı kesenler, terörizme özgürlük arayanlardır. İnsan hakları konusunda bilirkişi rolüne soyunanlar, konu Türk oldu mu, konu Müslüman oldu mu, insanlık onurunu hiçe sayan vicdansızlardır. Türkiye ekonomisini bir yanda reformlarla güçlendirirken, diğer yanda aslı astarı olmayan iddiaları kaynağında yok etmek gayesiyle; hukuk, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları kapsamında yüksek standartlara ulaşmak mecburiyetindeyiz. Bugünkü dünyada ekonomi, dönen çarklarla, işleyen tezgahlarla, yenilikçi adımlarla, teknolojik sıçramalarla, çalışan fabrikalarla, üretim faktörlerinin bir araya gelmesiyle sınırlı bir alan olmaktan çıkmıştır. Ekonomi sadece ekonomi değildir. Demokrasidir, adalettir, ahlaktır, güvendir, güvenliktir, eşitliktir, hakkaniyettir, paylaşımdır, özgürlük değerleriyle bütünleşmiştir. Dünyanın herhangi bir yerinde para, finans ve kur operasyonlarıyla Erzurum’lu Hasan kardeşimizin, Ağrı’lı Mehmet kardeşimizin, Balıkesir’li Ayşe kardeşimizin refahından çalanlara, helal lokmasını gasp edenlere karşı ya bir yol bulmalıyız, ya da kendi yolumuzu kendimiz açmalıyız. “Ekonominizi mahvederim” diyen meczupların, Twitter mesajlarıyla para simsarlarını ve küresel tefecileri üzerimize kışkırtıp döviz kurunu yükseltmelerine müstahak değiliz. Buna asla mahkum olamayız. Milliyetçi Hareket Partisi serbest piyasa mantığını kabullenmektedir. Ancak milli, manevi ve ahlaki değerlerimizle pekişmiş, geleneksel davranış kalıplarımızla perçinlenmiş, rasyonel olduğu kadar irrasyonel eğilimleri de gözetmiş bir ekonomik sistem üzerinde mutlaka çalışmak zorundayız. Bize göre, sürdürülebilir ekonomik büyüme ile sosyal gelişmenin toplamı milli bütünleşmenin temelidir. Orta sınıfı güçlendirecek, milli burjuvaziyi teşvik edecek bir ekonomik sistem hayal değildir. 1910’lu yıllarda buna heves edildi, ama teşebbüsler yarım kaldı. Birinci İzmir İktisat Kongresi’yle saygın adımlar atıldı, maalesef etki alanı istenilen sınırlara ulaşamadı. Üçüncü stratejik hedefimiz, çalışan, üreten, ruh kökümüzden beslenen, manevi ve moral değerlerimizle eklemlenen yeni, yerli ve milli bir ekonomik sistemin ihyası ve inşasıdır. Bu terazi bu sıkleti çekmeyecek, böyle gelse de böyle gitmeyecektir. Unutmayalım ki, bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz. Başkalarının koyduğu kurallara uyarak ancak karın doyururuz. Değerli Dava Arkadaşlarım, İnsanlık büyük bir salgınla mücadele etmesine rağmen, dayanışmaya ve yardımlaşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyarken, belki de Soğuk Savaş yıllarını bile mumla aratacak bir cepheleşme iklimi dünya genelinde vasat bulmuştur. Ne yazık ki, beşeriyet karanlık bir tünele girmiştir. Kavramlar aşınırken, değerler erozyonu yaşanmaktadır. Küreselleşme ideolojisi, ulus-devletlerin bütün savunma hatlarını yararak “Alt kimlikleri” coşturmuş, bireyler üzerinden tanımlanan bir demokrasi çerçevesi oluşturmayı hedeflemiştir. Bunun sonucunda huzursuz kitleler, istikrarsız yönetimler, iradesiz coğrafyalar, sıcak çatışmalar, etnik ve mezhebi bloklaşmalar yerküreyi kasıp kavurmuştur. Merhum Hocamız Prof.Dr.Erol Güngör, milletlere kendi başlarına ayakta durabilecek gücü vermek için gerekli ilim ve teknik seviyesine ve bunlarla organize edilecek bir sosyal bünyeye kavuşmanın önemine dikkatle vurgu yapmıştı. İlim ve teknikte yaşanan göz kamaştırıcı gelişme aynı oranda sosyal ve ahlaki alana sirayet etmemiştir. Bundan mülhem ağır sorunların insanlığa musallat olduğunu görmek lazımdır.
Biz bunun için İnsanlığın Huzur arayışını bir proje kapsamında ele aldık ve uzun çalışmalarla çok değerli, çok saygın bir sonuca ulaştık. Bunu da her insanın takdir ve teveccühüne sunduk. İnsanlığın Huzuru kitabımıza eşsiz düşünceleriyle emek ve katkı veren gönül ve fikir hayatımızın muhterem isimlerine, değerli hocalarımıza yürekten teşekkür ediyorum. Biz insan ve toplum huzurunu, milli birlik ve iç barış ortamımızı, kardeşlik ve kader ortaklığını paha biçilmez değerde kabul ediyoruz. Fakat insanlığın derin ve dipsiz bir huzursuzluk çukurunda olduğunu da görüyoruz. Etnik gerilimler, inanç ve mezhep temelli husumetler çok tehlikeli noktalara tırmanmaktadır. Şu anda dünya üzerinde 54 ayrı noktada çatışma hâkimdir. Bilhassa terörizm insan onurunu, insan varlığını direkt tehdit eden hunhar ve menfur bir felakettir. Türkiye’miz bölücü terörün kanlı eylem ve kirli emelleriyle yıllardır mücadele halindedir. Bu mücadelede yalnız olduğumuz ortadadır. Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur sözü defalarca tescil edilmiştir. Çok şükür, devlet-millet kenetlenmesiyle teröre üst üste darbe vurulmuş, bu kanlı döngünün sonu görünmüştür. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Pençe-Kartal Harekâtlarıyla güney sınırlarımız boyunca kurulmak istenen terör de vleti engellenmiştir. Hükümetimizin kararlılığı, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin fedakarlığı, polislerimizin ve güvenlik korucularımızın cesaretiyle ihanetin damarları kesilmiştir. Dördüncü stratejik hedefimiz, Cumhur İttifakı’nın varlığı içinde terörle amansız mücadeleye, son terörist, son kanlı silahıyla ele geçirilesiye kadar destek vermek, Türk milletini bu şiddet ve dehşet sarmalından çekip çıkarmaktır. Papa’nın, Irak’ın kuzeyini ziyareti anısına bastırılan değersiz pulda sözde Kürdistan haritasının resmedilmesi alçaklıktır, adiliktir, ahlaksızlıktır, organize bir senaryonun parçasıdır. Türk milleti bu kanlı ve hain senaryoya, bölücülüğe ve bölünmeye asla izin vermeyecektir. Terörist sevk ve hazırlık merkezi olan HDP, ayranımızı kabartmasın. HDP, PKK’dır, cinayettir, bölücülüktür, masumlara, çocuklara, gençlere kadınlara ölüm tuzağıdır. HDP ile yasak ilişki zalimlere diz çökmektir. HDP’yle ittifak kurmak, terörist Demirtaş ile kahvaltı planları yapmak hiç kimseye iyilik ve onur sağlamayacak, bilakis hıyanete ortak edecektir. CHP seçimini yapmalıdır; sözde Kürdistan projesinin yanında mıdır? Karşısında mıdır? İYİ Parti kararını netleştirmelidir; FETÖ ve PKK’yla kol kola yürümeye devam mı edecektir? Tamam mı diyecektir? HDP, siyasi kisveye bürünmüş suç örgütüdür, herhangi bir isimle açılmamak üzere kapatılması tarihe, millete, adalete ve gelecek nesillere namus görevidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın HDP’nin kapatılma istemiyle hazırladığı iddianameyi dün itibariyle Anayasa Mahkemesi’ne göndermesi hakkın, hukukun ve adaletin sesidir ve bu gelişme milletin yüreğine su serpmiştir. Hiç kimse aklından çıkarmasın ki, Biz şehitlerimizin davacısıyız. Biz hakikatin tarafındayız. Çünkü biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz. Türk’üm deriz, doğruyum deriz, çalışkanım diye sesleniriz, adımızdan, ahlakımızdan, anılarımızdan ve andımızdan şu bu istedi diye asla vazgeçmeyiz. Kırmızı çizgilerimizin pembeleştiğini söyleyen çürümüş CHP sözcüsüne diyorum ki, senin her yerin zift gibi kara olmuş haberin yok, her sözün kendin gibi laçkalaşmış bildiğin yok. İlle de pembe arıyorsan önce kendine bakmalısın, fakat buna bile yüzün yok. Bu arada Kılıçdaroğlu’na da tavsiyem; aklı varsa kendine saklasın, arayacağı varsa durmasın arasın, cesareti varsa, yüreği yetiyorsa bölücü dostlarına rest çekip tüm bağlarını koparsın. Ey CHP yönetimi, sizin nereniz Türk ki, Andımız’a sahip çıkacaksınız. Sizin nereniz doğru ki, Andımızı söylemek size yakışacaktır. Biz varlığımızı Türk varlığına armağan etmişken, sizin kimlerin tutsağı, kimlerin taşeronu, kimlerin hizmetkârı olduğunu bilmeyen kalmış mıdır?
Muhterem Arkadaşlarım, Değerli Misafirler, Türkiye, küresel ve bölgesel hesapları bozan bir ülkedir. Artık söz dinleyen değil, sözü dinlenen bir kuvvettir. 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan hain darbe girişimini bir milat olarak kabul ettiğimizde, Türkiye’nin milli güvenliğine karşı tehditlerin beka düzeyine varacak bir düzleme kaydığı görülecektir. ABD’nin, Batılı müttefiklerimizin ve NATO’nun bu tehditleri anlamadığı, paylaşmadığı, daha acıklı olanı da bu tehditlere açıktan veya örtülü destek vermeleridir. Türkiye’nin takip ve temin edeceği milli strateji, uluslararası sistemin yapısal dinamiklerinin ortaya çıkardığı fırsat ve risklerle yakından ilişkilidir. Doğaldır ki, milli stratejimiz tasarlanırken, gelecek vizyonumuz, tarihsel misyonumuz, küresel düzenin yapısal dinamikleri doğru kavranmalıdır. Bu stratejiyle, Türkiye’nin hedefleri ve potansiyel gücü arasında bir dengelenme, esnek bir planlama ve uluslararası sistemin çıktıları üzerinden dinamik bir revize sürecinin işletilmesi gerekmektedir. Bugün Türkiye’nin önündeki en önemli stratejik önceliği, dünya düzeninde kendine biçtiği tarihsel rolü oynaması için muharrik şekilde jeopolitiğine yönelmesi olmalıdır. Bu jeopolitiğin ana omurgası, Çiftbaşlı Selçuklu Kartalı’yla simgeleştirilmelidir. Biz, ne doğudan vazgeçeriz, ne batıdan ödün veririz. Biz, ya doğu ya da batı kararsızlığı arasında sıkışıp kalmayız. Kuşkusuz ve kesinlikle hem doğu hem de batı kararındayız. Bu nedenle bir yanda Rusya ile komşuluk ilişkilerimizi geliştiriyorken, diğer yanda ABD’nin dostluk ve müttefiklik hukukuna saygı ve riayetini bekleriz, bu konuda da aktif ve ön alan bir diplomasi takip etmeliyiz.
S-400 hava ve füze savunma sistemi milli egemenlik konusudur, bu suretle vatan savunması başkalarının keyfine ve insafına bırakılamayacaktır. Mısır’la kurulan sıcak ve yapıcı diyaloglar isabetlidir, bize göre eski seviyesine çıkarılmalıdır. Unutmayalım ki, devlet, duyguyla değil, akıl ile yönetilir. Devletlerarasında keskin hatlarla ihata edilmiş dostluk ve düşmanlıklar olmaz, bugüne kadar da olmamıştır. Türkiye’nin jeopolitik kodlarının odak noktası, milli kültürü, milli tarihi, milli kimliği ve kucaklaşmayı bekleyen Türk Dünyası ile kuracağı ilişkiler olmalıdır. Karabağ Zaferi ile açılan Nahçıvan Sınır kapısı fiilen ve fikren manevra alanımızı çok daha fazla genişletecektir. Bugün Güney Kafkasya’da vurulan davulun sesi, Orta Asya’dan, Doğu Türkistan’dan, Sibirya’dan, Doğu Avrupa’dan ve Balkanlar’dan duyulmaktadır. Bu durum Türkiye için stratejik bir vizyon olduğu kadar tarihin ve kültürümüzün bizlere yüklediği sorumluluktur. Türkiye, Türkiye’den büyüktür. Türk Dünyası, Dünyadan büyüktür. Milli güvenliğimiz; komşu ülkelerin sayısı ve sınır uzunluklarının değişimi ile sahip oldukları siyasi amaç ve diplomatik araçlara göre güç kazanıp ya da kaybetmelerinden doğrudan etkilenmektedir. Bu nedenle, hem ülkemizde, hem de küresel ve bölgesel zeminde diyalog, barış, huzur, sükûnet ve istikrar beşinci stratejik hedefimizdir. Milliyetçiliğimiz, hayatın ve milli arzuların gerçeğini yansıtmaktadır. Milliyetçiliğimizin harcı husumetle değil karşılıklı hürmetle karılmıştır. Türk milliyetçiliği; yükselmek için değil yükseltmek içindir, ilaveten rasyoneldir, sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır, kan değil ruh ve kültür arar, millete mensubiyet şuurunu canlı tutmak asıl gayesidir. Bir diğer ifadeyle Türk milliyetçiliği; özgürlükçüdür, demokratiktir, eşitlikçidir, barışçıdır, milletimizin her ferdini bir ve kardeş gören kaynaşma ve kader ortaklığı ahlakıyla bütünleşmiştir. Bizim milliyetçiliğimizi sorgulayanlar, gitsinler aynaya baksınlar.
Türkiye’ye diş bileyenlerden, cephe alanlardan himmet ve uzanacak el beklemek milliyetçilik değil, mankurtluktur, müptezelliktir, milliyetsizliktir. Ülkümüz, Merhum Ziya Gökalp’ten mülhem şekilde ifade edersem; halin terbiyecisi, geleceğin mimarı, geçmişin de hakikatidir. Varsın birileri kavga etsin, biz kucaklaşacağız. Varsın birileri çıkar hesabı yapsın, biz milletimizle gönül köprüleri kuracağız. Varsın birileri ihanete payanda olsun, biz Türk milletinin sesi, mazlumların nefesi, gariplerin yol arkadaşı, şehit analarının dert ortağı, kahraman ecdadımızın tercümanı olacağız. Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Irak’ın kuzeyinde, Libya’da, Afrika’da, Güney Kafkasya’da birliğin, dirliğin, direncin ve soylu duruşun adresi büyük Türk milletidir. Ve biz bu milletin ebediyen sevdalısıyız. Tehditlerden korkmayacağız. Tuzaklardan kaçmayacağız. Ve hep birlikte diyeceğiz ki; istiklal için birlik, istikbal için dirlik, kazanan Türkiye olacak. Sözlerime son vermeden önce; 13’üncü Olağan Büyük Kurultayımızın, milletimize, devletimize, demokrasimize ve kutlu davamıza hayırlı olmasını, nice güzellikler getirmesini yürekten diliyorum. Bugün burada, salgının ağır şartlarına rağmen şevkle ve heyecanla ayağa kalkan Türk ve Türkiye sevdalısı Ülküdaşlarımı saygılarımla selamlıyorum. Tarih boyunca Türklüğü ve Türk-İslam ruhunu yaşatmak için can veren ecdadımıza, Kurtuluş Savaşı’mızın Başkomutanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve kurucu kahramanlara, Vatan savunması, terörle mücadele ve ülkü uğruna toprağa düşen aziz şehitlerimize, Partimizin kurucusu Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e, Ebediyete irtihal etmiş bütün dava ve ülkü arkadaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in 52 yıllık şerefli yolculuğunda, davamıza hizmet etmiş, emeği geçmiş Yusuf yüzlüleri, Yunus gönülleri, yurdunu alçaklara uğratmayan tüm arkadaşlarımızı minnetle ve hasretle yad ediyorum. Terörle amansız bir mücadele veren kahramanlarımıza Büyük Kurultayımızın dualarını paylaşmak amacıyla, istiklal ve vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Ordunun Duası Şiirinin şu mısralarıyla konuşmamı bitirmek istiyorum: Yılmam ölümden, yaradan, askerim; Orduma, “gazi” dedi Peygamberim. Bir dileğim var, ölürüm isterim: Yurduma tek düşman ayak basmasın. Amin! desin hep birden yiğitler, “Allahu ekber!”, gökten şehidler. Amin! Amin! Allahu ekber. Millet için etti mi ordu sefer, Kükremiş arslan kesilir her nefer, Döktüğü kandan göğe vursun zafer, Toprağa bir damlası boş akmasın. Amin! desin hep birden yiğitler, “Allahu ekber!” gökten şehidler. Amin! Amin! Allahu ekber! Allahu ekber! Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’mizi vatan ve millet savunmasında gösterdiği gıpta edilecek fedakârlık ve vazife bilincinden dolayı gönülden tebrik ediyorum. Sonuna kadar yanlarındayız, Türk milleti her zaman destekçileri ve duacılarıdır. Aziz şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Diyorum ki, şehitler ölmez vatan bölünmez. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun. Ne Mutlu Türk’üm Diyene.
|