Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Saygın Temsilcileri, Haftalık olağan Meclis grup toplantımız vesilesiyle hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda birlik ve dirlik mücadelesi veren değerli kardeşlerimize selamların en güzelini iletiyor, şükranlarımı sunuyorum. Geride bıraktığımız hafta sonu sayıları 2,5 milyona ulaşan kardeşimizin gelecekleri için ter döktüğü Yükseköğretim Kurumları Sınavı üç etap halinde gerçekleştirilmiştir. Dileğim her gencimizin hedeflediği üniversiteye girmesi, hayallerinin gerçek olmasıdır. Üniversiteyi kazanmak elbette yeni bir başlangıç, hayatın kalan yıllarını sevk edip şekillendirecek mühim bir kavşak noktasıdır. Fakat Yükseköğretim Kurumları Sınavı’ndan arzulanan sonucu alamamak da dünyanın sonu değildir. Türk gençliğindeki cevherin, süresi sınırlı bir ölçme sınavıyla ortaya çıkacağını zannetmek elbette makul ve mantıklı bir durum sayılamayacaktır. Yalnızca üniversite sınavıyla hayatın asıl ve zorlu taraflarını anlamak ve kavramak, hatta üstesinden gelineceği zehabına kapılmak hiç kuşku yok ki hem yanlış hem de yanılgıdır. Evlatlarımızın hayatını iki günlük bir sınava mahkûm etmenin de adil ve hakkaniyetli bir yanı bize göre yoktur. Gençlerimizi ve ailelerini endişe ve strese sokan yürürlükteki sınav sistemi yeni baştan ele alınmalı; bu kapsamda okul öncesi süreci de hesaba katan bir eğitim ve öğretim modeliyle her evladımızın ilgi alanına uygun üniversite eğitiminin sınavsız temini sağlanmalıdır. Demem odur ki, üniversite sınavı tamamen kaldırılmalıdır. Türkiye’de devlet ve vakıf üniversitelerinin toplam sayısı 207’dir. Açık öğretim de dahil olmak üzere toplam üniversitelerin kontenjan sayısı 1 milyonu aşmaktadır. Hatta pek çok üniversitenin kontenjanı dolmamaktadır. Türkiye sınavsız üniversiteye geçişi başarabilecek üniversite zenginliğine ve yeterliliğine sahiptir. Şüphesiz çoktan seçmeli test sorularıyla Türk gençliğinin karakter ve kabiliyetini değerlendiremeyiz, onları bir nevi yarış atı gibi göremeyiz. Nitekim bizim görüş ve önerilerimiz ana hatlarıyla şunlardır: İlköğretim ve ortaöğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak, uygulanacak müfredat ile ortaöğretim başarısını ve ortaöğretim sonunda yapılacak olgunlaşma sınavını esas alan, fırsat eşitliği ve adaleti gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulanmalıdır. Bununla birlikte üniversitelerin, ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren, kaynak ve kadrosuyla bilim ve teknoloji üreten, araştırmaları teşvik eden, toplumsal gelişmelere öncülük yapan, bilimsel yöntemlerle her meseleye çözüm arayan, bu yönüyle de Türkiye’nin gelecek ümidi olan eğitim-öğretim kurumları haline dönüşmesi amaç olmalıdır. Gençlerimizi sınavdan sınava sokarak geleceğin kilitlerini açamayız. Mesela Erzurum Pasinler’deki bir evladımızla İstanbul’da kurulu bulunan özel bir kolejden mezun olmuş bir evladımızın şartları aynı olmadıktan sonra üniversite kapılarında umutları kaybolmuş nice gencimizin birikeceğini görmek zorundayız. Artık üniversite sınavlarına neşter vurmanın zamanı gelmiştir. Her önüne gelen Z kuşağından bahsediyor, ancak Türk gençliğinin içine düştüğü sınav kuyusundan nasıl çıkacağını nedense hiç kimse konuşmuyor, bunu da mesele etmiyor. Buna karşılık Milliyetçi Hareket Partisi dert etmiş, Türk gençliğinin sınav maratonlarında eriyip gitmesine gönlü ve vicdanı razı olmamıştır. Kaldı ki bu düşüncemiz yeni değildir. Gençlerimize başarı dileyelim, Allah’tan zihin açıklığı vermesini niyaz edelim, ama dönüp bizlere düşen sorumluluğun da farkına ve bilincine varalım. İstemek kolaydır, peki bizler ne yapıyoruz? Hangi yaraya merhem olabiliyoruz? Göz nurumuz, istikbalimizin güvenceleri sevgili gençleri kuru kuruya değil, onların gerçek ihtiyaç ve taleplerini bihakkın karşılayarak tutarlılığımızı ve onlara yönelik vefamızı gösterebiliriz. Bu düşünceden hareketle siyasi muhataplarımıza çağrımdır, gelin bu üniversite sınavlarını kaldıralım. Gençlerimizi daha fazla yormayalım, bunaltmayalım, onların sosyal, ekonomik ve psikolojik sorun yaşamalarına müsaade etmeyelim. Biz, gençliğe yapılacak yatırımı, Türkiye’nin geleceği için en önemli yatırım olarak görüyoruz. Gençlerimizin eğitim, sağlık, istihdam, sosyal güvenlik ve serbest zamanlarının değerlendirilmesiyle ilgili sorunlarının çözüme kavuşturulmasını istiyoruz. İlköğretim ve ortaöğretim kademelerindeki yönlendirme çerçevesinde ve yetenekleri ölçüsünde istedikleri bölümlerde yükseköğretime kavuşmalarını,
Üniversite öğrencilerinin ise kendileri ile ilgili kararlara katılmalarını sağlayacak platformlar oluşturulmasını, okul yönetimi, öğretim elemanı ve öğrenci arasındaki diyaloğu sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesini hedefliyoruz. Türk milletine mensubiyetin gurur ve şuuruna sahip, manevî ve kültürel değerlerimizi özümsemiş, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş, yeni gelişmelere açık, sorumluluk duygusu ve toplumsal duyarlılığı yüksek, bilim ve teknoloji üretimine yatkın, girişimci, demokrat, kültürlü ve inançlı nesillerin yetiştirilmesi Türkiye’nin büyüme, kalkınma ve yükselme gayesini kamçılayacaktır. İnancımız, irademiz ve eğitim politikalarımızın temel ilkeleri bunlardan ibarettir. Eğitim ve öğretimde imkân ve fırsat eşitliği sağlanarak bütün evlatlarımız ilgi, eğilim ve yetenekleri doğrultusunda hayata hazırlanmalıdır. Biz gençlerimizin çakmak çakmak parlayan gözlerine baktığımızda Z kuşağı değil, onur görüyoruz, fedakârlık görüyoruz, ahlak görüyoruz, çalışkanlık görüyoruz, vatanseverlik görüyoruz, zekâ görüyoruz, akıl görüyoruz, bir Türk dünyaya bedel sözünün azmini görüyoruz. Türk gençliğini istismar hesaplarına alet etmeyi planlayanların oyunlarını bozmak için tetikte bekliyoruz. Biz onların geleceğini inşa ve ihya etmek için üzerimize düşen görevleri müsterih bir vicdanla yerine getirmenin çabasındayız. Belki anneleri babaları kadar olamasa da, Türk gençliğini çok seviyoruz, hangi fikir ve düşünceyi savunurlarsa savunsunlar alayını bağrımıza basıyoruz. Maalesef gençlerimizin hassasiyetleriyle oynayan, onları yalanlarına malzeme yapan sorumsuz ve vicdansız siyasetçileri gördükçe de kahroluyoruz. Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı’nın bir gün öncesinde, kurgulanan algı operasyonuyla yalan bir haber servis edilmişti. İddia şuydu: Katarlı gençler Türkiye’de sınavsız tıp okuyabilecekti. Niyeti kötü bazı gazeteler ve sosyal medya hesapları mal bulmuş mağribi gibi hemen bu yalanı körüklediler.
Bu çapıtmanın iç yüzünü araştırmaya, doğruluğunu/yanlışlığını analiz etmeye gerek duymadan aceleyle devreye giren CHP Genel Başkanı, 25 Haziran 2021 Cuma günü Twitter mesajıyla gençlerimizi galeyana getirmek için fitne tezgahını açtı. Vahim olan şudur ki, YKS’ya bir gün kala geçlerimizi kışkırtmaya, tahrikleri diri tutmaya, asparagas bir haberi yaymaya niyetlenen Kılıçdaroğlu yaş tahtaya basmakla kalmadı, kendini de rezil etti. Kazın ayağı hiç de Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi değildi. Yalan makinesi yine tekleyip su kaynattı. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Katar Devleti Hükümeti arasında Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Anlaşması 27 Mayıs 2007 tarihinde imzalanmıştı. Bu anlaşmanın hükümleri dikkate alınıp, askeri sağlık alanında işbirliği tesis etmeyi arzu ederek 2 Mart 2021 tarihinde Doha’da imzalanan, Türkiye ile Katar arasında ‘Askeri Sağlık Alanında Eğitim ve İşbirliği Protokolü’ kapsamında sadece askeri personelin Türkiye’de eğitim alması kararlaştırılmıştı. Yani, Katarlı gençlerin sınavsız tıp okumaları gerçek dışı bir iddiaydı. Böyle bir şey kimsenin aklının ucuna da gelmemişti. Bu yalanı haberleştiren bazı haber siteleri ise hemen U dönüşü yapmışlar ve özür dilemişledir. Ancak Kılıçdaroğlu’ndan ses seda hala ve henüz çıkmamıştır. En küçük utanma emaresi de görülmemiştir. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ahlak ve etik kaygısı taşıyorsa, dürüst ve namuslu bir siyaset yaptığına inanıyorsa Türk gençliğinden, YKS’ya giren bütün kardeşlerimizden derhal özür dilemek mecburiyetindedir. Kılıçdaroğlu’nun foyası ortaya çıkmış, ipliği de pazara düşmüştür. Gençlerimize ayıp etmiş, yanlış yapmış, sonuçta vebal altına girmiştir. Türk gençliğini kandırmaya, manipüle etmeye, sahtekârlıkla akıllarını çelmeye hiç kimsenin cüreti yetmeyecektir. Pinokyo olsa burnu büyürdü, ne yazık ki CHP’nin Genel Başkanı’dır, ama milli irade bu zihniyet faillerinin sandıkta burunlarını sürtmesini de çok iyi bilecektir. Geçen haftaki grup konuşmasında, “Bahçeli’yi çok zaman muhatap almayı doğru bulmam” diyor. Sayın Kılıçdaroğlu bilesin ki, senin karanlık muhataplarını ayrıntısıyla biliyorum, sana da acıyorum. O melun muhataplarının arasına şahsımı zaman zaman almandan da hem rahatsızım hem de kaygılıyım. İşin doğrusu bunu hak ettiğimi düşünmüyorum. Geç bunları Sayın Kılıçdaroğlu, vazgeç bu dilden, bırak bu sahte mağrur edebiyatını. Bize yönelik diyor ki, “Süleyman Şah Türbesi’nden kaçanları alkışladın, bayrağı indirenleri alkışladın.” O dönem ki sözlerimi göz ardı ederek yalana yine bel bağlamış. Süleyman Şah Türbesi’yle ilgili neler neler söylediğimi sen bilsen ne yazar bilmesen ne çıkar; millet biliyor, ecdat biliyor, tarih biliyor, şerefi taç yapmış herkes, her insanımız biliyor. Kılıçdaroğlu’na açık bir teklif sunuyorum: Kendisini her kim tutsak almışsa, kimler zincire vurmuşsa, korkmasın bize itiraf etsin, bunu yapamıyorsa telgraf çeksin, ya da bir ulak göndersin, yardımsa yardım edelim, imdat diyorsa elinden tutalım, yeter ki maruz kaldığı girdaptan çıkabilsin. Çok samimi ifade ediyorum, diyet borcu varsa ödeyelim, fidye istiyorlarsa karşılayalım, boyunduruktan kurtaralım. Yazık oluyor kendisine, heba olup gidiyor, göz göre göre kürek mahkûmuna dönüşüyor. Atarı gideri bırak Sayın Kılıçdaroğlu, boş boş konuşmaktan da vazgeç, mertçe bize derdini söyle, söyle ki, şifa olalım, söyle ki sana kol kanat gerelim, ihanet tünelinden çekip alalım. Kirişi kırıp ille de sığınacak bir liman arıyorsan altı delik takanla Cumhur İttifakı’nın sahillerine yanaşabilirsin, siyasi itirafçı olabilirsin, pişmanlık kanunundan da elbette istifade edebilirsin.
Muhterem Milletvekilleri, Her şart altında doğruyu söyleyeceğiz, doğruluktan şaşmayacağız. Çıkar uğruna ülkülerimizi çiğnemeyeceğiz, çiğnetmeyeceğiz. Birileri mesut ve memnun olsun diye çizgimizi bozmayacağız. Köşesiz olmayacağız, yeri geldi mi pişmiş aşa su katmaktan çekinmeyeceğiz. Nasıl inanıyorsak öyle yaşarız, yaşadığımız gibi de inanırız. Bizim tercihimiz, bizim hedefimiz inandığımız gibi yaşamak, inançlarımızın rehberliğinde duruş sergilemektir. Fincancı katırları ürküyormuş, varsın ürksünler. Müfteriler şirret mevzilerine girip bizi hedef alıyorlarmış, varsın alsınlar. Özü doğru olanın sözü de doğrudur. Haklı olan doğru olandır. Doğruluk emanet, yalan hıyanettir. Atalarımız ne güzel söylemiş; “ak koyun ak bacağından, kara koyun kara bacağından asılır.” Büyük halk ozanımız Yunus’un dediği gibi, “cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen.” Eğri değiliz, eğilenlerden değiliz, hak yolundayız, hakkın yanındayız, hakikatin ardındayız. Doğru bir teraziye eşit ağırlıklar yüklerseniz kefelerin biri alçalırken diğeri yükselmez. Biz doğru ve dürüst olmaktan korkmuyoruz, biliyoruz ki kaybedeceğimiz yalnızca kötü ve yanlış insanlardır. Aklımdasın diyen balıklara, ömrümsün diyen kelebeklere aldanmayız. Yükü doğru olanın gücü düşse bile, asla başı düşmez, düşürülemez. Milliyetçi Hareket Partisi işte böyledir. Milletimiz adına doğruyu söyleriz, haklı davamızı, haysiyetli doğrularımızı cesaretle savunuruz. Bilinmelidir ki, teröriste terörist, katile de katil deriz. Lafımızı çekmeyiz, sözümüzü esirgemeyiz. Eğer diyemezsek kahramanların yüzüne bakamayız, şehitlerimizin aziz hatıralarını layıkıyla sahiplenemeyiz. Herkes sussa bile biz sonuna kadar konuşuruz. Yılanın deliğine sopamızı, o yoksa ve gerekirse elimizi sokarız. Sonunu hesap ederek vatan ve millet müdafaası olmaz, olamaz, yapılamaz. Türk ve Türkiye sevdasının bir bedeli varsa seve seve öderiz. Cansa beklenen feda olsun, bin defa veririz; kansa istenen helali hoş olsun, damar yollarını bizatihi kendimiz açarız. Yine de sevdamızdan dönmeyiz, yine de bu aziz vatana yüz çevirmeyiz. Bir kahraman düşününüz. Hakurk’ta PKK’lı hainlerin dron saldırısı esnasında düşen misket el bombasını arkadaşlarını korumak maksadıyla bacaklarının arasına alıp orada patlamasını göze alan bir vatan evladını gözünüzün önüne getiriniz. Yanında iki arkadaşı olması hasebiyle onlara zarar gelmemesi için sırtını dönüp bombanın patlayarak bacağını koparmasını göze alan, buna da gönüllü şekilde talip olan bir millet evladını lütfen bir anlığına da olsa hayalinizde canlandırınız. Misket bombasını bacaklarının arasına sıkıştırıp silah arkadaşlarını fedakarca arkalayan, ayağının altında infilak eden topuk koparan mayına bile meydan okuyan bu kahramanımız Uzman Çavuş Yusuf Yayla’dır ve onun tertemiz alnından öpmek manevi borcumuzdur. Yusuf kardeşimizin sağ ayağı diz altından ampüte olmuştur. Bu kahramanlık abidesi diyor ki, “Allah’a şükür beterin beteri vardır. Ben bununla kurtuldum. Devlete sadece bacağımız değil, kolumuz, bedenimiz, canımız feda olsun.” Afyonkarahisar’da yaşayan, aynı zamanda emekli Uzman Çavuş olan muhterem babası İlyas Yayla da aynen şöyle konuşmuş: “Allah’a bin kere şükürler olsun, gururluyuz, onurluyuz. Rabbim bizlere nasip etmedi, oğluma nasip etti. Bundan sonra daha iyi olur inşallah. Birlikte olacağız, beraber olacağız, ailecek, komşularımla inşallah ayağa kaldıracağız.” İşte baba budur. Merak etmesin, Yusufumuzu hep birlikte ayağa kaldıracağız. Teröriste methiye düzen baba nerede, kahraman evladının fedakarlığından iftihar eden baba nerede? Gece gündüz gibi karşımızda olan bu farkı kalbi kararmamış, vicdanı satılmamış, aklı kiralanmamış, vatana ve millete düşman kesilmemiş her insanımız görecek, hakkı da teslim edecektir. Teröristlere, milis işbirlikçilere övgüler düzenler nasılsınız, iyi misiniz? Yusuf kardeşimizin kopan bacağı hakkında tek bir söz söyleyecek, en azından üzüntülerinizi paylaşacak bir insaf ve iffete sahip misiniz? Milis işbirlikçiler sizin olsun, alın tepe tepe istismar edin; ama unutmayın ki, Yusuflar bizimdir, şehitler bizimdir, gaziler bizimdir, bu vatanın kahraman neferleridir. Bizden istenen nedir? Doğruyu söylemeyelim mi? Tarafımızı göstermeyelim mi? Zulme karşı gelmeyelim mi? Haklıdan yana olmayalım mı? Ey demokrasi bezirgânları, ey özgürlük şarlatanları, ey insan haklarının posasını çıkaran yeminli Türk düşmanları, teröriste terörist diyemediğiniz müddetçe Yezitle yoldaşsınız, firavunla ortaksınız, günahla birliktesiniz ve biliniz ki bedduayla anılacaksınız. Susmayacağız, durmayacağız, yorulmayacağız, yılmayacağız, yerimizde saymayacağız, vatan diyeceğiz, bayrak diyeceğiz, millet diyeceğiz, devlet diyeceğiz, şehit diyeceğiz, milletin hakkını şeref kabul edip sonuna kadar başımızın üzerinde taşıyacağız. Art niyetli güruhun maskesini düşürmekle kalmayacağız, yırta yırta dağıtıp atacağız. Sözümüz sözdür, sözümüz senettir, güvencemiz büyük Türk milletidir.
Değerli düşünür, şair ve yazar Sayın Sezai Karakoç’un dediği üzere; Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki, biz sussak tarih susmayacak, Tarih sussa hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Halbuki, bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar, Vicdan azabından kurtulsalar tarihin azabından kurtulamayacaklar, Tarihin azabından kurtulsalar Allah’ın gazabından kurtulamayacaklar. İmanımız irademizdir, irademiz kınına sığmayan kılıcımızdır. Artık şehirde, kırda, sınır ötesinde, dağda, ovada yuvalanmış hainlerin kökünü kazımak şarttır. Kahraman güvenlik güçlerimiz bu kararlılıktadır. Pençe Harekâtlarıyla Irak’ın kuzeyinde 40 km derinliğindeki ilk kuşakta tutunamayan PKK terör örgütü, Erbil’den Süleymaniye’ye uzanan ikinci kuşakta sıkışmıştır. Bölücü terör örgütünün Irak’taki sözde özsavunma güçlerinin sorumlusu olan terörist Ulaş Doğan’ın Süleymaniye’de nokta operasyonla imhası hainlerin sonunun geldiğine açık delildir. Yedi düvel karşımızda hizalansa da, Türkiye bu terör musibetinin üstesinden gelecektir. Kanlı niyet ve hedeflerini demokrasi projelerinin içine istifleyen yerli ve yabancı terör muhipleri asla, ama asla başaramayacaktır. Kalemizi yıkamayacaklar, kavlimizi bozamayacaklar, sahte demokrasi rötuşuyla Türkiye’yi and olsun deviremeyecekler.
Değerli Milletvekilleri, 16 Mart 2021 tarihinde Birleşik Krallık Hükümeti; “Rekabetçi Çağda Küresel Britanya: Güvenlik, Savunma, Dış İlişkiler ve İş Geliştirme Alanlarına Bütünsel Yaklaşım” adıyla 114 sayfalık bir rapor yayımlamış, bahsi geçen rapora Başbakan Boris Johnson bir önsöz yazmıştır. Aynı zamanda bu rapor Birleşik Krallık Parlamentosuna da sunulmuştur. Burada bizim için önemli olan husus şudur: Birleşik Krallık Politikası, daha düne kadar, kurallara dayalı uluslararası sistemi korumaya özen göstermişti. Ancak bugün, uluslararası düzenin parçalı yapısı, çıkarlar, normlar ve değerler üzerinden devletler arasındaki yoğun rekabeti de dikkate alarak mevcut statükoyu savunmanın artık yeterli olmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca yeni bir dünyanın tesis edildiğine işaret edilmiştir. Bu yeni dünyanın bir tür soğuk savaş dönemini, sertleşen kutuplaşmaları, deyim yerindeyse sıcak savaşları bile ihtiva edeceği anlaşılmaktadır. Birleşik Krallık Hükümeti’nin mezkur raporuyla Yeni Atlantik Şartı’nı birlikte yorumlamak bizi isabetli tahlillere götürecektir. Bu yeni dünyanın sömürge aparatı, baskı aracı en başta asıl anlamından koparılmış demokrasi önermesidir. Dünyada güç blokları arasındaki gerilim yoğunlaşırken, çok kutuplu bir dünyanın ekonomi-politik tasarımıyla birlikte siyasal dizaynı da özellikle ülkemiz aleyhine cereyan etmektedir. Herkesi uyarıyorum, çok daha kaygan, çok daha kaotik, çok daha karmaşık bir dönem önümüzdedir. Bildiğiniz gibi, üçer aylık periyotlarla gerçekleştirilen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi 24-25 Haziran 2021’de Brüksel’de yapılmıştır. Bu zirvede Türkiye yine ihmal edilmiştir. Türkiye başlığı altında kabul edilen kararların beklentileri karşılamaktan uzak olduğu açıktır. İnsanlık etik bir çöküş yaşarken, sömürüye ve sosyal adaletsizliğe tepkiler sivrilirken, AB’nin hala kendi sahasında top çevirmesi bir defa akıl tutulmasıdır. Zirve metninde, Türkiye’nin tam üyelik hedefine hiçbir atıf yoktur. Adalet değerlerinden tamamen kopan AB’nin, ülkemizin Doğu Akdeniz’de tek taraflı hareketlerden uzak durmasını, aksi halde yaptırımların devreye gireceğini söylemesi ileri düzeyde bir tehdittir. Üstelik Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi konusunda bir ilerleme iradesi taşımadığı da iddia edilmiştir. Anlaşılan AB ile ilişkiler düğümlenmiştir. Uluslararası Göç Örgütü’nün 2020’de 2 bin 200 göçmenin Akdeniz’in sularında boğulduğunu açıklaması, Yemen açıklarında geçtiğimiz hafta batan bir teknede 300 kişinin hayatını kaybetmesi hiç kimsenin, hiçbir insani kuruluşun nedense umurunda değildir. Mazlumlar AB’nin gündem başlıkları arasında yer almamıştır. Bu çıkar ittifakı para vererek göçmenleri Türkiye’de nasıl tutarım arayış ve amacındadır. Kılıçdaroğlu geçen haftaki grup konuşmasında garip bir açıklama yaparak, Suriyeli göçmenleri yurtlarına göndermek için ihtiyaç duyulan finansmanı AB’den alacaklarını ve kendisine söz verildiğini söylemiştir. Bu neyin sözüdür? Bu söz nasıl verilmiş, hangi yetkiyle alınmıştır? Türkiye’nin Suriyeli mültecilere konut yapması dahi AB tarafından kabul edilmemişken, Kılıçdaroğlu’nun söz almasını nasıl yorumlamak lazımdır? Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmesi ve iyileştirilmesini Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin inisiyatifine terk eden AB dürüst değildir, samimi değildir, adil ve demokratik hiç değildir. Dahası Türkiye’nin aleyhine çalışmaktadır. İşbirlikçisi de zillet ittifakıdır. Elbette dünya AB’den ibaret görülemeyecektir. AB’ye üyeliğimiz oldu oldu, olmazsa kendi yol haritamızı kendimiz çizeriz, kendi söküğümüz kendimiz dikeriz, başkent Ankara’nın kriterleriyle insanlık aleminde biz de varız demeyi sürdürürüz. Demokrasiyi, hukuku, özgürlüğü, insan hakları değerlerini Türkiye husumetinin anahtar kavramı görenler hiçbir yerde boş durmuyorlar. Şu işe bakınız ki, ABD’de “Türk Demokrasi Projesi” adıyla yeni bir düşman kamp kurulmuştur. Aralarında kimler yok ki, CHP’nin eski Bursa Milletvekili ve FETÖ firarisi Aykan Erdemir’den tutun da ABD eski Ulusal Güvenlik Danışmanı olan, aynı şekilde eli ve vicdanı kanlı John Bolton’a kadar tüm Türkiye muhalifleri demokrasi projesinde buluşmuştur. Bizim evlatlarımız beka mücadelesi verirken, elin oğulları kuyumuzu kazmakla meşguldür. Hayret etmemek elde değildir, Türk düşmanları Türk demokrasi projesinde birleşmiştir. Bu projenin adında Türk ifadesinin olması skandaldır. Çünkü Türk’e düşman olanlar, Türk’ün şanlı kimliğini, tarihsel ve mensubiyet unvanını kullanmaya mezun ve müstahak olamazlar. Bu şer odağı kendisini söyle tarif etmiştir: “Türkiye’nin son zamanlarda demokrasiden otoriterliğe dönüşmesine cevap olarak oluşturulmuş, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan uluslararası politik örgüttür.” Partizan değillermiş, fakat şerefsiz oldukları ayan beyan ortadadır. Bir ara Dalton diye de tanımladığımız sabıkalı kovboy Bolton ise, “Türkiye’de alarma geçmenin vakti geldi” diyecek kadar şizofren belirtileri göstermiştir. Bunlar Türkiye’ye demokrasi getireceklermiş. Kılıçdaroğlu da, zamanlamaya dikkat ediniz, geçtiğimiz hafta İstanbul’da yaptığı konuşmada Türkiye’ye dostlarıyla beraber demokrasi getireceğini ifade etmişti. 15 Temmuz’da hükümet devrilirse üzülmem diyen at hırsızı Dalton alarma geçmenin vakti geldi sözleriyle, kime mesaj veriyor? Kimlere sinyal yakıyor? Bu derneğin görünmeyen, ismi paylaşılmayan üyesi olduğundan kuşkulandığımız Kılıçdaroğlu’na yeni bir talimat listesi mi dayatıyor? Alarma geçip de ne yapacaksınız? Neyi planlıyorsunuz? Yeni kaos planlarını mı devreye sokacaksınız? Bu ne alçaklıktır? Bu nasıl bir ahlaksızlıktır? Küstahlığın bu derecesi nasıl sineye çekilecektir? Bunlar Türkiye’yi ne sanıyor? Hodri meydan, haydi geçin alarma, Allah şahit olsun, geçtiğiniz anda yerin yedi kat dibine alarm vere vere girmeyi peşinen hesaba katın, bunu da göze alın. Öyle yağma yok, Türkiye’de alarma geçmek, yani demokrasi diyerek demokrasi dışı arayışları teşvik etmek emperyalizmin yerle yeksan edilecek kumpasıdır. Seçimlerin öne alınma taleplerini, İP Başkanı’nın Rize’deki provokasyonlarını, İzmir HDP il binasında yaşanan cinayeti, suç ve terör örgütlerinin faaliyetlerini FETÖ güdümüyle başını kaldıran bunak Dalton ve ekibinin sözde demokrasi projesinin ara unsurları olduğunu görüyor ve değerlendiriyoruz. Ülkemizi her türlü müdahaleye müsait hale getirme hususunda bir mücadelenin tedavülde olduğunu öngörüyoruz. Türk siyasetine sürülmek istenen lekeleri, Meclis’in mehabetini tartışmaya açma girişimlerini bu kapsamda ele alıyor ve Türkiye’nin beka düzeyinde bir psikolojik harekâta maruz kaldığını düşünüyoruz. Ne gam ne tasa, zalimlerin tuzağı varsa Türk milletinin de muazzam bir dirayeti, muazzez bir feraseti, kırılamayacak bir mukavemeti vardır. Onların bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır, niyazım odur ki, hepsini besmele duymuş şeytana çevirecektir.
Değerli Milletvekilleri, İç ve dış tehditlere karşı en büyük güvencemiz devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne her düzeyde sahip çıkacak milli birlik ve dayanışma ruhudur. Bu ruhun daha da kuvvetlenmesini sağlayan yönetim reformu ise Türk milletinin 16 Nisan 2017 halkoylamasıyla kabul ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yani Türk Tipi Başkanlık Modeli’dir. 9 Temmuz 2021 tarihi itibariyle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin üç yılı dolmuş olacaktır.
Geride bıraktığımız üç yıllık süre zarfında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi devlet yönetimine denge ve sürat, kuvvetler ayrımına da derinlik ve netlik kazandırmıştır. Dünya siyaset tarihinde, kansız, kavgasız, kargaşasız, ilaveten demokratik katılım ve çoğulculuk prensiplerine müzahir bir sistem değişikliği nadiren görülmüştür. İşte Türkiye bunu başarmıştır. Tarihi müktesebatımızla uyumlu, milli özlemlerle mutabık Türk Tipi Başkanlık Modeli, ülkemizin stratejik üstünlüğünü kanıtlamış, demokratik gücünü teyit etmiş, istikbal ve istiklal haklarına bağlılığını tescillemiştir. Yeni hükümet sistemi refah, bereket ve bolluk demektir. Yeni hükümet sistemi huzur, ufuk ve umut demektir. Yeni hükümet sistemi istikrar, irade ve dik duruş demektir. İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem arayışları israftır, iflastır, inkardır, ilkelliktir, hatta izansızlık ve insafsızlıktır. Zillet ittifakını teşkil eden başta İP olmak üzere bazı partilerin önerilerinde, Cumhurbaşkanı makamının tarafsız olacağı ve “Cumhurbaşkanının varsa partisinden istifa edeceği”kaydedilmiştir. Teorik olarak Parlamenter Sistemde Cumhurbaşkanının yürütmenin yetkisiz ve tarafsız kanadını oluşturduğu kabul edilmiş olsa da, Türkiye uygulamasında Cumhurbaşkanlarının, yetkisiz ve tarafsız davranmadıkları defalarca tecrübe edilmiştir. Bu yüzden algı oyunlarına ve aldatma kampanyalarına itibar edecek hiç kimse kalmamıştır. “Türkiye’de gerçek dışı tarafsız Cumhurbaşkanı söylemi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle çürütülmüş, devlet yönetimindeki fiili durum ortadan kaldırılmıştır. Başkanlık Sisteminde başkanın partisiz olması gerektiğini söylemek ile Parlamenter Sistemde başbakanın partisiz olması gerektiğini söylemek eş anlamlıdır. Her ikisi de sistemin mantığı gereği mümkün değildir.
Parlamenter Sisteme dönüldüğünde Cumhurbaşkanının kararname yetkisinin olmayacağını ileri süren partiler ya derslerine çalışmıyorlar ya da saldım çayıra Mevlam gayıra anlayışındalar. Milleti yanıltarak siyaset yapamayacaklarını, yapsalar bile bu tip bir siyasetin ahlaki olmayacağını zillete düşenlerin çok iyi anlamalarında sonsuz yararlar olacaktır. Bilindiği üzere Parlamenter Sistemde yetkisiz kabul edilen Cumhurbaşkanlarının kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi zaten yoktur. Zillet ittifakı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi bahane ederek Cumhurbaşkanını TBMM’nin seçmesi için hazırlık yapmaktadır. Ancak, Türk milletinin uhdesindeki bu demokratik yetkinin alınması faşist yönetimlere has bir korsanlıktır ve emel sahipleri asla muvaffak olamayacaklardır. Çünkü bunların iktidara gelmeleri hayal ötesi bir beklentidir. Bilhassa İP’in önerisine Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri ile ilgili bölümde “Cumhurbaşkanı makamının sadece temsili nitelikte olmayacağı” iddia edilmiştir. Bir yandan Cumhurbaşkanının Parlamenter Sistem gereği “tarafsız ve yetkisiz” olması savunulurken, diğer yandan “temsili nitelikte olmayacağı”nın söylenmesi tam bir çelişki yumağıdır. İP; aklen, ahlaken, fikren, zikren ve siyaseten darmadumandır. Hatırlatırım ki, Parlamenter Sistemlerde Cumhurbaşkanları ilkesel olarak “yetkisizdir, sorumsuzdur ve tarafsızdır.” Eski köye yeni adet getirme hevesinde olanların çırpınışları beyhudedir. Yine İP’in önerisinde, “çoğulcu demokrasi” başlığı altında öncelikle Başkanlık Sisteminin gereği olan yüzde 51 oy yüzdesiyle yürütmenin belirlenmesi eleştirilmiştir. Fakat bu durum yürütme organının meşruiyetini Parlamenter Sisteme göre çok daha güçlü kılan bir özelliktir. Parlamenter Sistemde yüzde 30 ile bir partinin iktidar olma şansı varken; Başkanlık Sisteminde iktidar olmak için yüzde 51 şartı gerekmektedir.
Ayrıca bu uygulama küçük partilerin ittifaklar içinde TBMM’de temsiline imkan tanıdığından “çoğulcu demokrasiye” daha uygundur. Diyeceğim, İP yine kopmuş, cehalet ve sefaletinin esiri olmuştur. İP’in görüşüne göre, seçim ittifakı yerine sistemi iyileştirme ve güçlendirme adına “koalisyon protokolü” öngörülmüştür. Koalisyon protokolü teklifi Türk seçim sisteminde bir yenilik değildir. Daha önce de Seçim Kanunlarında koalisyon protokolü yapılmasına imkan tanınmıştır. Bu konu bir anayasa konusu değil, Seçim Kanunu konusudur. Madem bu kadar koalisyon protokolü yapmaya meraklılar, o halde milletimizin karşısına çıkıp hangi partilerle, hangi ölçekte ve hangi hedefler çerçevesinde koalisyon yapacaklarını açıklasınlar da bilelim ve öğrenelim. 2023 yılındaki seçimlere ortak adayla mı, yoksa ayrı ayrı mı girecekler? Ortak adayla gireceklerse, bu gizemli ve gizli tutulan Cumhurbaşkanı adayı kimdir? Bu kapsamda bir isim üzerinde uzlaşma sağlanmış mıdır? Hadi hükümet oldular diyelim, kabineyi hangi partilerle kuracaklar? Dostlar koalisyonun ana çatısını kimler oluşturacak? Zilletin istediği kabine kuruldu varsayalım, peki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden dönmek için Türkiye hemen halkoylamasına sürüklenmeyecek midir? Değilse siyasi takvim nasıl işleyecektir? Halkoylaması gününe kadar geçen sürede dostlar koalisyonu ne yapacaktır? Hiç mi imza atmayacaktır? Ülkede yaprakta mı kımıldamayacaktır? Sözgelimi halkoylaması yapıldı ve istedikleri gibi sonuç çıktı, bu halde yeniden bir seçim yapılması da mecburi olacaktır. Anlayacağınız seçimler halkoylamasını, halkoylaması da seçimleri kovalayacak ve Allah muhafaza Türkiye’nin on yılları kaybolup gidecektir. Zillet ittifakı sisli ve sinsi bir gölgedir. Belirsiz bir siyaset köhneliğidir. Ne dediği, ne yaptığı, neyi hedeflediği belli olmayan güvenilmez siyaset odağıdır.
Türk milleti sonu meçhul bir maceraya atılmayacak, emin olduğu, güven duyduğu, milli ve yerli siyaset mimarisi olan Cumhur İttifakı’na sonuna kadar destek verecektir. Devletin hükmü şahsiyetini tanımayan, devlet adabını takmayan ve bu suretle İstanbul Kanalı’nın parasını ödemeyeceğim diyen bir şahıstan devlete baş olamaz. İstanbul Kanal Projesini samimiyetle destekliyoruz. Bu proje Türkiye’nin ve İstanbul’umuzun gücüne güç katacaktır. Mezkur projeden dönülmesini, yüklenicilere para ödemeyi rafa kaldıracak her türlü engelleme ihtimalini dikkate alarak yasal bir güvenceye kavuşturmalıyız. Hatta İç Su Yolları projesi hazırlayarak, Kızılırmak’ı esas alan “Kızılelma İç Deniz Yolu”, Yeşilırmak’ı dikkate alarak “Yeşil Kuşak İç Deniz Yolu” projelerini hayata geçirebiliriz. Yapılanı yıkmak cinayettir. Varsa gücün, varsa zekan, varsa hazırlığın daha iyisini yaparsın. Ödemem, yaptırmam, iptal ederim kisvesi altında proje hasımlığına soyunmak müflis siyasetçilerin harcıdır. Dostları tarafından kulağına fısıldanan yalan yanlış bilgi kırıntılarıyla çarkı felek gibi dönen bir şahsın zihniyetine bu devletin yönetimi kesinlikle emanet edilemez. Kılıçdaroğlu, hazırlanın altı ay içinde iktidardayız, diyor. Nasıl olacak bu Sayın Kılıçdaroğlu? Bu altı ayın sırrı, esbabı mucibesi nedir? Gündemde seçim meçim yokken iktidara nasıl geleceksin? Sen gelsen gelsen dolduruşa gelip tuzağa düşersin. Muhtemelen dostların sana fazla narkoz vermiş, suyuna ilacı fazla karıştırmışlar, bu nedenle sanrı nöbetleri geçiriyorsun, histeri krizindesin, hayaller görüyorsun, düşmana dost muamelesi yapıyorsun. Kılıçdaroğlu bir tarafta öfkenin ve intikam duygusunun olmadığı bir Türkiye’de yaşamak istediğini söylüyor, diğer tarafta da hedef kitlesine iktidarla selamı sabahı kesin diye tembihte bulunuyor.
Ezcümle diyeceğim şudur: Zillet ittifakı çamurdadır, çukurdadır, çıkmazdadır. Cumhur İttifakı olarak önümüze bakacağız, işimize bakacağız, milletimize bakacağız, 2023’de Lider Ülke Türkiye’nin doğuşuna hizmet edeceğiz. Onlar duracak, biz koşacağız. Onlar gerileyecek, biz yükseleceğiz. Onlar batacak, biz yayından çıkan ok gibi olacağız. Ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yeni, sivil ve demokratik bir anayasayla taçlandırıp Allah’ın izniyle onurlu bir geleceğe taşıyacağız. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi dileyerek her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun.
|