Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Medyamızın Mümtaz Temsilcileri, Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından, radyo kanallarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en halisane selam ve sevgilerimi iletiyorum. 8 Ocak 2022 Cumartesi günü, Şanlıurfa’nın Akçakale sınırındaki bir yol güzergahına PKK – YPG’li teröristler tarafından tuzaklanmış el yapımı patlayıcının bir askeri aracımızın geçişi esnasında infilak etmesiyle üç askerimiz şehit düşmüş, bir askerimiz de yaralanmıştır. Şehitlerimize bir kez daha Cenab-ı Allah’tan rahmetler, yaralı askerimize de şifalar niyaz ediyorum. Hepimizin, aziz milletimizin, kederli ailelerinin ve silah arkadaşlarının başı sağ olsun diyorum. Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın adeta haykırarak söylediği gibi; İnsan büyür beşikte, mezarda yatmak için, Ve kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için. İşte o kahramanlar aziz şehitlerimizdir. Merhum Osman Yüksel Serdengeçti ise “Bir Kahraman Bekliyoruz” isimli şiirinde hamiyet ve heyecanla bezenmiş şu dizeleri terennüm etmişti: Ufukları kaplasın bayraklarımız al, al, Göklere zaferimizi çizsin vahşi bir kartal! Kahramanlar büyüsün masalda dev misali, Eğilsin, öpsün gökler, canım nazlı hilali… Ordularım yeniden Tuna’ya akın etsin! Bir Yıldırım çaksın da uzağı yakın etsin! Selam dursun karşısında bütün şerefler, şanlar! Namını tebcil etsin, yıldızlar Kehkeşanlar… İçimde hiç sönmeyen bir fetih sevdası var, Yavuz gibi diyorum: Bu dünya insana dar! Kararlılıkla ifade ediyorum ki, Türk milleti terörizmin hain planlarına, terör örgütlerinin kanlı saldırılarına baş eğmeyecek, diz çökmeyecektir. Teröristler sadece insanımızın değil, esasen tüm insanlığın ortak kan davalısı, ortak can düşmanıdır. Terörizmin hiçbir şekli, hiçbir türü, hiçbir türevi masum değildir, meşru değildir. Şu gerçeği itiraf etmek gerekir ki, Türkiye’nin üstesinden gelinmesi kaçınılmaz olan öncelikli sorunu, bize göre sorunlar piramidinin zirvesine oturmuş bölücü terördür. Bu melametin, bu melanetin hakkından gelemedikten sonra hayatın diğer alanlarında tam bir istikrar yakalamamız çok zor ve zahmetli, belki de imkansız olacaktır. Terör sorunu ülkemizin henüz kabuk bağlamamış yarasıdır. Zaman zaman kanatılan bu yara açık olduğu müddetçe üzerine konmak için fırsat kollayan pek çok iç ve dış mahreçli haşarat ve husumet odağı çıkacaktır, bugüne kadar da çıkmıştır. Ekonomik istikrarımızın sürekliliği, siyasal dirliğimizin sürdürülebilirliği, toplumsal huzurumuzun sükûneti, bölgesel ve küresel caydırıcılığımızın sürati terörle mücadeleden alınacak kalıcı ve kesin sonuçlara bire bir bağlıdır. Sınırlarımızın mücavir alanlarında, dağlarda, şehirlerde, mezralarda, belediyelerde, bürokraside ve Gazi Meclis’te bölücü teröristleri temizlemedikten, her anlamda yüzleşmedikten sonra rahat bulamayız, güvende olamayız. Nitekim ellerinde hançer ile arkamızdan dolaşıp gaflet ve rehavet anımızı kollayan alçakları köklü bir tasfiye ve tecziye süreciyle berhava etmek mecburiyeti omuzlarımızdadır. Milli bekamız, milli birliğimiz, milli güvenliğimiz buna bağlıdır. Bayrak inmesin diye yavrularını mezara indiren şehit analarına, şehit babalarına vefa ve minnet borcumuzu kesinlikle ödemek durumundayız. Biz TBMM’de terörist istemiyoruz. Biz terör örgütüne eleman devşiren, sözde Kürdistan propagandasıyla sabırlarımızı kevgire çeviren HDP’yi Türk siyaset ve demokrasi hayatında bir saniye bile görmeye tahammül edemiyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin görevini de bihakkın yapmasını bekliyoruz. İblis’e piyonluk yapan bölücü terör uzantılarının, tertemiz millet iradesiyle tecelli etmiş, ordular kurup, ordular yönetmiş, Milli Mücadele’yi cesaretle yürüterek devlet kurmuş Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunması züldür, zulümdür, zillettir. Mehmetlerimize kurşun sıkan hainlerle düşüp kalkacaklar, terör kamplarında ideolojik ve silah eğitimi alacaklar, sonra da karşımıza geçip demokrasi, özgürlük, insan hakları, barış ezberlerini utanmadan sıkılmadan arka arkaya sıralayacaklar, bu ne kepazeliktir? Bu ne pişkinliktir? Bu ne pervasızlıktır? 29 Nisan 2017’de Adıyaman merkeze bağlı Akçalı kırsalında Türk Silahlı Kuvvetlerimizin operasyonuyla imha edilen dört teröristten birisi olan Koçero Meleti kod adlı Volkan Bora’nın, şu anda HDP Diyarbakır Milletvekili olan bir kadının nasıl karanlık münasebet kurduğu deşifre olmuştur. Bu bölücü milletvekili hakkında lazım gelen hukuki takibat, dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili tasarruf derhal temin ve tekemmül etmelidir. Terörist sevdalıları Meclis koridorlarındadır. Kamplara gidip gelen insanlık defoları, ihaneti tevzi eden terör trafoları Meclis sıralarındadır. Bu kadar şehit veriyoruz, bu kadar acı yaşıyoruz, bir HDP’linin çıkıp da terör saldırılarını kınadığını, şehitlerimize rahmet dilediğini, hunhar eylemleri reddettiğini bileniniz, işiteniniz var mıdır? Yeri gelmişken sizlerle daha vahim nitelikli bir tespitimi paylaşayım, geçtiğimiz Cumartesi günü üç kahramanımızın şehadeti neticesinde, toplumun her kesiminden doğal ve doğru olacağı şekilde taziye mesajları paylaşılmıştır. Bizim de bu kapsamdaki mesajımız sizlerin ve milletimizin malumudur. CHP Genel Başkanı’nın yayımladığı taziye mesajına lütfen dikkat buyurunuz, Kılıçdaroğlu özet olarak dedi ki: “Barış Pınarı Bölgesi Gültepe Hudut Karakolu’nda askeri araç geçerken yaşanan patlamada şehit olan askerlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum.” Daha ilginç ve düşündürücü taziye mesajını bizatihi İP Başkanı gündeme taşıdı ve kısaca şunları dile getirdi: “Şanlıurfa’da patlama sonucu şehit verdiğimiz kahraman Mehmetçiklerimize Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.” Patlayan nedir, belli değil. Patlatan kimlerdir, açık ve net değil. Balon mu patladı, boru mu patladı, tüp mü patladı, lastik mi patladı, bomba mı patladı, anlayan yoktur, anlatan yoktur. PKK’ya, YPG’ye tek bir laf yoktur, tek bir atıf yoktur, tek bir eleştiri yoktur. Bir yanda bu kadar yok ortadayken, diğer yanda bölücülerle işbirliği vardır, terörle ittifak vardır, patlama ortaklığı vardır, ağız birliği vardır, vatan hainleriyle irtibat vardır ve karşımızdadır. HDP’yi küstürmemek için kırk dereden su taşıyanlar, PKK’yı gücendirmemek, incitmemek için suya sabuna dokunmaktan kaçınanlar samimiyet fukarası, millet ve milliyet muhalifleridir. Zira her şey gün gibi meydandadır. Ey zillet partileri, çekinmeyin, telaşa kapılmayın, yürekliyseniz itiraf edin, PKK bomba tuzakladı, sonra da patlattı derseniz sadece ve sadece adam olursunuz, ahlaklı olursunuz, dürüst olursunuz, tutarlı olursunuz. Faili meçhul kanlı fiille ilgili konuşmaktan imtina etmek su katılmamış korkaklıktır. Dahası bu korkakça tutum Firavun siyasetidir, bölücülüğe sinyaldir, terör simsarlığıdır. Ve Türk milleti nezdinde yok hükmündedir. Şehitlerimizin hakkını bölücü teröristler kadar ağızlarına alamayanların ne yatacak, ne de kaçacak yerleri kalmıştır. CHP Genel Başkanı, geçen hafta katıldığı bir televizyon programında, milletimizin gözünün içine baka baka, bir yalana bin yalan ekleyerek şu ibret verici değerlendirmelerde bulunmuştu: “Terör konusunda bir şey geldi de biz hayır mı dedik? Terörle mücadele ederken yapmayın, etmeyin mi dedik, hayır!” Bu temelsiz, mesnetsiz, gerçekle bağdaşmayan açıklamayı duyduktan sonra ne söylesek boştur, neyi dile getirsek boşunadır. Türkiye’nin değişen terörle mücadele stratejisi kapsamında, terörü kaynağında engellemek asıldır, esastır, önceliklidir. Bu maksatla Irak ve Suriye’ye asker gönderilmesini iki yıl uzatan Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi 26 Eylül 2021 Salı günü TBMM’de oylanırken CHP hayır dedi mi? Elbette dedi. Bu Tezkereye HDP hayır dedi mi? Kuşkusuz dedi. İP, sadece iki-üç milletvekiliyle oylamaya iştirak edip kerhen evet dedi mi? Bu da oldu, gönülsüz iki-üç evetle durumu kurtarmaya çalıştıkları görüldü. O halde CHP Genel Başkanı kuyruklu yalana nasıl başvurabiliyor? Milletimizi kandırmaya ne hakla cüret edebiliyor? Kılıçdaroğlu’na bakarsanız, “Suriye’ye barış getireceğiz” masalını dinlersiniz. “Bütün komşularımızla barışacağız” palavrasını duyarsınız. “Neden bizim askerimiz Suriye’de şehit olsun” diye sorup, ne arıyoruz orada, ne yapıyoruz Libya’da diyen, Irak ve Suriye Tezkeresine hayır oyu kullanan Kılıçdaroğlu mu terörle mücadeleyi destekliyor? Bu şahıs, herkesi kör, alemi sersem mi sanıyor? CHP Genel Başkanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde terör örgütüyle irtibat ve iltisak içinde olanların işe alınmasıyla ilgili devam eden teftiş ve tetkik sürecinde görevli müfettişlere ateş püskürüyor. Çünkü çiğ süt içtiğinden karnı ağrıyor, hesabını veremeyeceği açıklarından dolayı korkuya kapılıyor. İmralı canisi tarafından kurdurulan ve PKK/KCK’nın şehir yapılanması arasında yer alan DİAYDER’in referansıyla belediyede işe girdikleri iddia edilenlerin destekçisi çok açık söylüyorum ki, Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Bize sarayın sözcüsü diyen Kılıçdaroğlu, Kandil’in teşrifatçısı, Kandil’in termikçisi, Kandil’in tedarikçisidir. Buradan soruyorum, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanmış DİAYDER iddianamesinde Kılıçdaroğlu’nun adı geçiyor mu geçmiyor mu? Bu zat, terör aparatı DİAYDER’in bölücü mensuplarıyla toplantı yaptı mı yapmadı mı? Saklanma Kılıçdaroğlu, çık karşımıza mertçe söyle, adamsan bu soruların cevabını ver. Özellikle hatırlatırım ki, yalan söylemek, vicdanı müebbet hapse mahkûm eden bir suçtur. Bir yalan, bin doğrudan şüphe duyulmasını sağlayacaktır. Her yalancı, aynı zamanda korkaklık simgesidir. Sayın Kılıçdaroğlu, yalanı avuç avuç içiyorsun da, yeri geldiğinde bir damla gerçeği yutmaya cesaret edemeyecek kadar denge kaybı yaşıyorsun. Tavsiyem, iyi bir hafızaya sahip olmandır, en azından söylediğin yalanları unutmazsın, ezkaza mahcup düşmezsin, taktığın maskeni de kaybetmezsin.
Değerli Arkadaşlarım, Suriye’nin kuzeyi de dahil olmak üzere, 24 Temmuz 2015’ten bugüne kadar sayıları 33 bini geçen terörist, 2021 yılının tamamında ise 2 bin 795 terörist etkisiz hale getirilmiştir. Şehitlerimizin katilleri için hiçbir yer artık emniyetli değildir. Cezalandırma operasyonları kahramanca icra edilmektedir. Hainlerin döktükleri kanda boğulacakları da kesindir. Türk Silahlı Kuvvetlerimize, Türk Polis Teşkilatımıza, güvenlik korucularımıza, bu cümleden olmak üzere devletimize ve hükümetimize sonuna kadar güveniyor, dağ gibi arkalarında durduğumuzu tekraren vurguluyorum. TBMM Karma Komisyonu’nda bekletilen veya Genel Kurul’a sevk edilen milletvekili dokunulmazlık dosyalarının bir an evvel görüşülüp gereğinin yapılmasını hukuk ve demokrasi namusunun müdafaası açısından zorunlu addediyorum. Türkiye’nin 2023 yılına bölücü terörün başını kaldıramayacak ölçüde yere sererek gireceğinden; bu belanın, bu badirenin tamamıyla hayatımızdan sökülüp atılacağından en küçük kuşku duymuyorum. Vatan topraklarına emanet ettiğimiz kahramanlarımızın kanı yerde kalmayacak, sorulacak hesapları da mahşere bırakılmayacaktır. Türkiye, terörün belini kırıp başını ezdikten sonra ekonomik olarak sıçrayacak, huzuru katbekat büyüyecek, milli birlik ve kardeşlik alanında gücüne güç katacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi’ni bilhassa Kürt düşmanı göstermeye gayret eden sicili lekeli şerefsizlere diyorum ki, bizim Kürt kökenli kardeşlerimize duyduğumuz muhabbet ve hürmet, sizin tahayyül ve tasavvur sınırlarınızın alamayacağı kadar derindir, köklüdür. Türk ile Kürt ezeli ve ebedi kardeştir, Türk milletinin mensuplarıdır. Bozguncular kalleştir, kahpedir. Aziz millet varlığının büyük tehlikelere maruz kaldığı bugünkü süreçte, ayrıntılarla meşgul olamayacak kadar hassas bir dönemden geçildiğinin farkındayız. Ve kucaklaşmanın adresi olarak Milliyetçi Hareket Partisi’ni, Cumhur İttifakı’nı görüyor, buna inanıyoruz. Uzlaşma ve huzurun adresi Milliyetçi Hareket Partisi’dir, Cumhur İttifakı’dır. Bizim yüreğimizde herkese yer vardır. Bizim gönlümüzde herkese yetecek sevgi vardır. Bu topraklara vatanım diyen, Bu insanlara milletim diyen herkese kucağımız açıktır. Bu bayrak benim, bu ülke benim diyen herkes özbeöz kardeşimizdir. Ürkeceğimiz bir şaibe alanı, izahını yapmaktan uzak duracağımız bir muamma hali, hesabını vermekten korku duyacağımız merdiven altı bir ilişki ağı yoktur, hiç de olmamıştır. Tarafımız doğrudur, alnımız paktır, yönümüz haktır. Karşımıza kim çıkarsa çıksın, hiç fark etmez. Cumhur İttifakı olarak alayına yeteriz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak hepsine gününü gösteririz. Terör bitecektir, bölücülük bataklığı kurutulacaktır, teröristler ya bağımsız ve tarafsız Türk mahkemeleri önünde hesap verecekler, ya da yok edileceklerdir. 22 Mart 2016 tarihli Meclis Grup Toplantımızda açıkladığım, şu anda devam eden muazzam mücadele sürecine bir nebze de olsa katkı vereceğini umut ettiğim sekiz maddelik terörle mücadele önerilerimizi tekraren sizlerle ve aziz milletimizle paylaşmaktan bahtiyarlık duyacağım: 1- Terörle mücadele, teröristle mücadele değildir. Zaman ve mekân üstü, tarihsel perspektiften beslenen yüksek akıl ve algı gerektirmektedir. Önce olanı, olmuşu ve olacağı bütüncül ve derinlikli yorumlayan yüksekten ve analitik bakış demek olan “terörizmle mücadele vizyonu” geliştirilmelidir. 2- Terörle mücadele terörün inisiyatif ve ön aldığı süreçte her ölümden sonra gösterilen günlük tepkiler değildir. İkinci aşamada yapılacakların tamamının kavrandığı ve unsurların tamamının vizyona göre yapılandırıldığı “terörle mücadele konsepti” oluşturulmalıdır. 3- Terörle mücadele, toplumun mağdur ve devletin seyirci durumunda olduğu doğaçlama mücadele sahası da değildir. Üçüncü aşamada vizyondan beslenen, konseptten çıkartılan ve bütün milli güç unsurlarını sorumluluk bilinciyle seferber eden “terörle mücadele stratejisi” ortaya konulmalıdır. 4- Terörle mücadele, vizyon, karar ve uygulamanın bütün unsurlara yön verdiği yönetilen, daha doğrusu yönetilmesi gereken bir süreç demektir. Dördüncü aşamada bu stratejinin ülkemizdeki resmi veya gayri resmi, özel veya tüzel bütün unsurlara görev yükleyen “terörle mücadele siyaseti” oluşturulmalıdır. 5- Terörle mücadele, mücadele edilen kavram, grup ve taraflar hakkında toplumsal bir ittifakın olmasını, oluşmasını ve olgunlaşmasını gerektirmektedir. Beşinci aşamada, terör üzerindeki ortak iradenin ve yükümlülüklerin belirlenmesi ve toplumun kazanılması için “terörle mücadelede kitle kazanma programı” devreye sokulmalıdır. 6- Terörle mücadele yalnızca asker, polis ve korucuya ihale edilmiş basit bir asayiş sorunu değildir. Sorunun içten ve dıştan alabileceği bütün desteklerin kesilmesini sağlayacak kadar kapsamlı “diplomatik mücadele eylem planı” hazırlanmalı, eşgüdüm halinde uygulanmalıdır. 7- Terörle mücadele silahtan mayına, tuzaklı bombadan hendek kazmaya, pusudan baskın ve intihar eylemine kadar çok değişken ve dinamik bir alan olması nedeniyle mutat tedbir ve düzenlemelerle önlenemeyecektir. Teröristin eylem şekli ve yöntemlerinin değişmesi süreçlerinde ön alarak ilgili güvenlik kuvvetlerini yeni şart ve durumlarla uyumlu olarak eğitecek, donatacak ve yönetecek “teröristle mücadele taktik eğitim ve icra programı” uygulanmalıdır. 8- Terörle mücadele içte olduğu kadar dışta da ittifak ve istikrar gerektiren bir ilişkiler alanıdır. Bu itibarla tutarlı, dengeli, istikrarlı bir “terörle mücadele tanıtım çalışmasına” ihtiyaç vardır. Ve bunun ikmali diğer önerilerimizle eşzamanlı yapılmalıdır. İnsanımızın hasretle beklediği ve fazlasıyla hak ettiği ulaşılabilecek hedefimiz;
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı bunu sağlamaya hem kararlıdır, hem hazırlıklıdır, hem de kabiliyet ve kalitesiyle muktedirdir. Cumhuriyet’in yüzüncü yıl dönümü bu çerçevede bir misak, bir milat, bir müjdedir.
Muhterem Milletvekilleri, İstiklalinden yoksun bir milletin insanlık aleminde uşaklıktan başka bir seçeneği olmayacağını kutlu ceddimiz saat gibi işleyen hafızasında tutmuş, bizlere de miras bırakmıştır. Türk milleti bağımsızlık onuruna düşkün bir millettir. Milli varlığımız mazinin ihtişamından doğup istikbalin kör noktalarına, karanlık köşelerine ışık tutan gür bir meşale halinde yüzyıllarca parlamış, buna da devam etmektedir. Bu meşale sönmedikçe Türk milleti istiklal iradesini, istikbal iddiasını, ihtiramla perçinlenmiş irfanını sürdürecek, zulmetin çıbanbaşları hiçbir zaman nefes ve mesafe alamayacaklardır. Türkiye Cumhuriyeti çok şükür bu meşalenin aydınlığıyla ilerlemektedir. Milli devletimiz; temelleri çürümüş, ömrü tamamlanmış, yedi düvelin paylaşım masasına koyulmuş imparatorluğumuzun yıkıntıları arasından sivrilip çıkmış, silkinip belini doğrultmuştur. 29 Ekim 1923; geçmişten keskin bir kopuş olmayıp, tam tersine asırlarca süregelen Türk-İslam mefkûresinin yeni bir yorumu, yeni bir soluğu, yeni bir mimarisi olarak belirmiştir. Devletimiz, "ya istiklâl ya ölüm" seslenişinden yola çıkılarak verilen Millî Mücadele safhalarını etap etap, hezimetlerin bağrından doğan zaferleri aşama aşama özümseyen bir millet eseri olarak bugünlere erişmiştir. Tarihin her döneminde, Türk milleti, Türk ve İslam coğrafyaları devamlı hedef olmuş, önyargıların, peşin hükümlerin, bitmeyen hesaplaşmaların, dinmeyen nefretlerin ağırlık merkezini teşkil etmiştir. Milli kültür havzamız sürekli tahrik ve tertiplere, sonu gelmeyen bölüşüm ve nüfuz mücadelelerine sahne olmuştur. Bildiğiniz gibi, büyük İslam düşünürü İbn-i Haldun’un “coğrafya kaderdir” sözü tekrar tekrar ifade edilmektedir. Halbuki coğrafyayı vatan yapan yüksek şuur feyzini ve fikrini her şeyden evvel; sabırdan, akıldan, stratejiden, ülkülerden, çalışmaktan, mücadeleden, imandan, fedakarlıktan, aynı ortak geçmişi, aynı ortak gelecekte buluşturma iradesinden almaktadır. Türklüğün jeopolitik ufku çok geniş bir coğrafyanın fırsatlarına da, risk ve tehditlerine de açıktır, aşinadır. Emperyalizmin ele geçirme, kontrol etme, yönetme, sömürme, denetimli istikrarsızlıklar çıkarma planları hiçbir dönemde irtifa kaybetmemiştir. Ne üzücü bir tarih ve beşeriyet gerçeğidir ki, nerede bir Türk ve İslam ülkesi varsa, nerede azgelişmiş veya gelişmekte olan bir ülke bulunuyorsa, işte orada sistematik oyunlar, sürekli operasyonlar, yürek burkan cepheleşmeler sökün etmiş, provoke edilmiştir. Aslında içten içe kaynayan, biteviye kamçılanan bir milletler mücadelesi, bir medeniyetler çatışması hakimdir ve müessiriyeti ortadadır. Önemle ifade etmek arzusu taşıyorum ki, 2 Ocak 2022 Pazar gününden itibaren Kazakistan’da fitili tutuşturulan toplumsal olayların, şiddet dozajı yüksek iç kargaşanın yalnızca sıvılaştırılmış petrol gazına yapılan zamlarla, yalnızca sosyo-ekonomik olumsuzluklarla tanım ve tavzihinin yapılması basit ve kolaycı bir yaklaşımdır. Bize göre, dost ve kardeş ülke Kazakistan’daki kanlı gösteriler mağdur kitlelerin hak arayışı, refah ve özgürlük talebi de değildir. Orta Asya, dünyanın kalpgahı olduğu kadar, küresel ekonominin, küresel siyasi mücadelelerin, çok boyutlu ticaret ve güvenlik müzakerelerinin ana mihveridir. Bu haliyle stratejik değeri üst düzeydedir. Kazakistan’da şikayet konusu zamlar geri alınmıştır, yeni sözler verilmiştir, yeni paketlerin açıklanması gündemdedir, fakat olayların durulması, önünün alınması ülkenin her bölgesinde mümkün olmamıştır. Bu ülkede hükümet istifa etmiş, Nur Sultan Nazarbayev Güvenlik Konseyi Başkanlığı’ndan ayrılmak durumunda kalmıştır. Meselenin can alıcı noktası şudur, Kazakistan’da devlet sokak gösterilerine, kanunsuz göstericilere tüm imkanlarıyla direnmiştir. Güvenlik güçleriyle göstericiler arasında çatışmalar yaşanarak çok sayıda ölüm ve yaralanma vakası görülmüştür. Özellikle ülkenin güneyindeki Almatı’da polis araçları ateşe verilmiş, devlet binaları işgal edilmiş, sonuç itibariyle OHAL ilanı mecburi hale gelmiştir. 21’inci yüzyılın ikinci çeyreğinde, Ortadoğu’dan Orta Asya’ya; Doğu Avrupa’dan Balkanlar’a, Hicaz Çöllerinden Sahra Altı Afrika’sına kadar tükenmez, sonu gelmez çatışmaların projelendirildiği anlaşılmaktadır. Egemen güçler arasında sıkışan devletleri içten çözme, halklarıyla karşı karşıya getirme, yeni bir renkli devrim kuşağı oluşturma çabası kuvveden fiile geçmiştir. Ortadoğu’da yaşanan budur. Latin Amerika’da görülen budur. Balkanlar’da yapılmak istenen bundan ibarettir. Ekonomik sıkıntıların siyasal itirazlarla tepkimeye girmesi, yabancı vakıfların, sivil toplum kuruluşlarının, taşeron siyasetçilerin kışkırtmasıyla, kılıfı demokrasi olan iç isyan ve karışıklıklar tahrik edilmektedir. Bu söylediklerim bir vehmin sonucu olarak değerlendirilmemelidir. Toplumların siyasi ve ekonomik talepleri, dış güçlerin, dış telkinlerin, dış destekçilerin vasıtasıyla silaha dönüştürülmekte, beliren namlu ise bu toplumlar tarafından kendi devletlerine, kendi bağımsızlıklarına çevrilmektedir. Kazakistan’daki olayların gerçek içyüzünü kesin ifadelerle söyleyebilmek için yeterli bilgi ve belgeye elbette sahip değiliz. Ancak gelişmelerin seyrine baktığımızda, tarihten edindiğimiz tecrübeleri yorumlarımıza kattığımızda, zalim parmakların, çıkar hesabı yapan küresel emellerin devrede olduğunu söylemek tutarsız ve temelsiz bir iddia olmayacaktır. Coğrafyaların üzerinde hakimiyet fırtınası esmekte, güç mücadeleleri hiçbir değer ve insani miras tanımamaktadır. Demokrasi bu süreçte en çok istismar edilen kavramdır. Özgürlük sorunları, ekonomik çarpıklıklar, hayat pahalılıkları haddinden fazla abartılan, işin özünde dehşet verici güvenlik açmazlarına dönüşme ihtimali olan konu başlıkları olarak sıcaklığını korumaktadır. Esasen İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan dünya düzeni sarsılmaktadır. En başta Rusya-Ukrayna sorunu çerçevesinde Doğu-Batı arasındaki rekabet kızışırken, bloklar arasındaki fay hatları da çatlamaktadır. Salgın dönemi dikkate alındığında, başka bir dünyanın kapılarının aralandığı, hatta bu dünyanın mümkün ve muhtemel olduğu hesaba katıldığında, yıldızı parlayan ülkelerin varlığı da açıkça görülecektir. Bu ülkelerden birisi olan Türkiye’nin, 2023 hedefleri doğrultusunda mücadelesi devam ettikçe, peş peşe engelleyici hamleler, önleyici iç ve dış dayatmalar vuku bulmaktadır. Aynı şeyin Kazakistan için de geçerli olduğu kanaatindeyim. Bağımsızlığının 30’uncu yıl dönümünde dünya çapında siyasi ve stratejik bir mevkie ulaşan bu dost ve kardeş ülkenin önünün kesilmesi, buhrana sürüklenmesi, hatta uzaktan kumanda edilen bir iç çatışma girdabına çekilmesi hususunda doğu-batı menşeli bir rol paylaşımının tedavülde tutulduğunu ileri sürmek mantıken ihmal edilmemesi gereken bir husustur. Kazakistan’ın coğrafyası, bir zamanlar Türk imparatorluklarının merkeziydi. Muazzam tarihi mirasıyla Türk dünyasının kilit taşı Kazakistan’dır. 2010’daki İstanbul Zirvesi’nde resmen hayata geçirilen Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi yani Türk Konseyi’nin adının 12 Kasım 2021’de Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştirilmesi, Kazakistan’ın da bu teşkilatın asli üyesi olması pek çok çevreyi ürkütmüştür. Daha doğrusu Türk Devletleri Teşkilatı dünya siyasi dengelerini, bölgesel dinamikleri sarsmış, seslendirilen barış, huzur, güvenlik ve adil paylaşım çağrılarını idrakten kaçınan yayılmacı ve bölge üzerinde hak iddia eden ülkeleri teyakkuza geçirmiştir. Bize kalırsa, Kazakistan’daki yasa dışı gösterilerde FETÖ parmağını çok iyi araştırmak acildir, elzemdir. Bu casus ve haşhaşi terör örgütünün hedef ülkelerde nasıl maşa gibi kullanıldığını en iyi bilen ve tanıyan ülke Türkiye’dir. Sorun sadece Kazakistan’ın sorunu değildir, ben Türküm diyen herkesin ortak ve ertelenemez sorunudur. Kazakistan’ın iç işlerine saygımız vardır ve tartışmasızdır. Fakat kardeşimiz zordaysa onun yanında durmak, onun yardımına koşmak, onunla dayanışma içine girmek milli irademizin ve kültürel itibarımızın şaşmaz ve şüphe götürmez bir gerçeğidir. Adımız birse, mücadelemiz de bir olmalıdır. Acımız birse, teröristlere karşı tavrımız, tutumumuz da aynı olmalıdır. Komşu komşunun külüne, kardeş kardeşin yardım eline muhtaçtır. Nasıl Karabağ’da Azerbaycan ile tek yürek olmuşsak, Kazakistan’la da Nur-Sultan’da beraber olmamızın önünde herhangi mani bir hal yoktur. Kazakistan’da bugün yapılan, yarın Türkiye’de denenmek, Türkiye’de test edilmek istenecektir. Çünkü Türk Devletleri Teşkilatı’nın iradesi muhasım ve müdahaleci güçleri korkuya sevk etmektedir. Şablon aynıdır. Söylemler benzerdir. Propaganda kaynakları, provokasyon mekanizmaları birbirine çok yakındır. Özellikle geçmişte bizatihi şahit olduğum ve bugünle de ilişkilendirdiğim bir hadiseyi takdirlerinize sunmak istiyorum: 4 Temmuz 2002’de, 57’inci Koalisyon Hükümeti’ni oluşturan partilerin Genel Başkanları olarak, Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunlarla ilgili Başbakanlık Konutu’nda bir toplantı yapmıştık. Tutanakları şahsımda mahfuz bu toplantıya ekonomi bürokratları, ilgili bakanlar ve pek tabii Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş de katılmıştı. Bakanlık görevini DSP kontenjanından üstlenmiş bu kiralık batı komiseri, o günkü toplantıda defalarca siyasi belirsizlikten bahsetmiş, yeni bir siyasi senaryoya ihtiyaç olduğunu sürekli vurgulamıştı. Aynı şeyi dönemin Merkez Bankası Başkanı’yla diğer ekonomi bürokratları da telaffuz etmiştir. Derviş, müteakiben Merhum Ecevit’in koltuğundan inmesini sağlayacak, koalisyon hükümetini dağıtacak, kendisine verilen talimat listesinde ne var ne yoksa uygulanmasına refakat edecekti. Dün siyasi belirsizlikten bahseden tehlikeli zihniyetin çırakları, bugün erken seçim dayatmalarıyla aynısını tekrarlamaktadır. Gerçekten de Kemal Derviş’in yetiştirmeleri CHP’de köşe başlarını tutmuştur. Yeni siyasi senaryoya ihtiyaç var diyenler çoğalmıştır. Dün hedef Bülent Ecevit’ti, bugün Recep Tayyip Erdoğan’dır. İsimler değişse de oyun hep aynı oyundur. Kurgu aynıdır, kumpas aynıdır, komplo aynıdır. 57’inci hükümet gitti gitmesine, ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk kabinesi gitmeyecek, demokrasi düşmanlarının Sayın Cumhurbaşkanımızı göndermeye gücü asla yetmeyecektir. Egemenliğin sahibi büyük Türk milletidir. Millet ne diyorsa, neyi hükmediyorsa boynumuz kıldan incedir, ona uyarız, bunun dışında hükümeti ve devleti hedef alan sokak hareketlerine canımızla, kanımızla direnmesini çok iyi biliriz. Türkiye’mizin siyasi mazisi, kurulduğu ilk günden bu yana, Cumhuriyet üzerinde isyan ve ayaklanma girişimlerinin; çok partili hayata geçtiğimiz günden itibaren ise demokrasimize yönelik dayatma, telkin ve zorlamaların görüldüğü sancılı süreçlerin tarihidir. Demokrasimiz üzerinde dolaşan kara bulutları ortaya çıkartmak, anti demokratik arayışların önünü kesmek elbette ki bizim vatan ve millet görevimizdir. Özellikle demokrasiye müdahale şartlarını hazırlayan zeminin, demokratik nizama yön veren siyaset kurumunun cephelere ayırıcı kısır siyasi çekişmelerden beslendiği tarihi bir vakıadır. Çatışma ortamı gözleyen, hatta körükleyen odaklar zillet partileri mihmandarlığında şayet ortaya çıkarlarsa; Demokrasi dışı arayışların terörden, sokak hareketlerinden, çeteleşmeden ve toplumsal huzursuzluktan aldığı destek ile hız kazandığı bir döneme eğer girilirse, Herkesi uyarıyorum, emel sahipleri bu yükün altından kalkamayacaklar, milletin soracağı acıklı hesaptan da kurtulamayacaklardır. Milletimizin artık kesin tercihini yapmış olduğu demokrasi yolunda, önüne çıkacak engellerin temizlenmesi, milli iradeyi sekteye uğratacak emarelerin takip edilerek mani olunması kaçınılmaz sorumluluğumuzdur. Bütün bu gelişmelerin çerçevesinde diyebilirim ki, Kazakistan’ı kendimizden ayrı görmüyor, toplumsal sükûnet ve iç barışının bir an evvel tesisini ve teminini ümit ediyoruz. Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün bu ülkedeki iç güvenlik meselesine nasıl bir destek vereceğini, istikrarsızlığı önlemek ve barışı korumak misyonuyla yaptığı müdahale sonuçlarının neler olacağını yakın vadede çok net görmek mümkündür. Sokak hareketlerinin Kazakistan’da tesirli olmasını elbette üzüntüyle izliyor, bu dost ve kardeş ülkeyle sonsuz bir dayanışma içinde olduğumuzu bir Türk iradesi olarak ilan ediyoruz. Yalnız değiller, çaresiz değiller, Türkiye ve Türk dünyası Kazakistan için hazırda beklemektedir. Bugün Türk Devletleri Teşkilatı Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda da çok etkili kararlar alınacağına ümit ediyor, bunu bekliyoruz. Bozkırın iradesine zincir vurulamayacaktır. Türk’e kefen biçenin sonu korkunç olacaktır. Dünümüz Türk’tür bizim, bugünümüz Türk. Geleceğimiz Türk’tür bizim, birliğimiz Türk kalacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Türk Tabipleri Birliği isimli tıbbın yüz karası meslek örgütü Türkiye’yi karalamaktan, saygın bilimsel çalışmaları kötülemekten başka hiçbir işe yaramadığını defalarca ispat etmiştir. Adında Türk olsa da Türk düşmanlarının adeta çatısı, organı, beşiğidir. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun acil kullanım onayı verdiği ve şahsımın da seve seve kullandığı Turkovac aşısının Faz-1, Faz-2, Faz-3 çalışmalarının olmadığını iddia eden bu örgüt tıpkı Koronavirüs’ün Omicron varyantı gibidir. Ortada aşı değil, bir solüsyon olduğunu ileri süren Tabipler Birliği müfteriliğin en önde giden kuruluşudur. Ülkesine bu kadar yabancılaşan, bu denli şaşı bakan böylesi bir meslek örgütünün halen faaliyetlerine devam ediyor olması bizim için esef verici talihsiz bir durumdur. Erciyes Üniversitesi’nin değerli rektörü bu sahte ve sözde sağlık örgütünün yalanlarını boşa çıkarsa da, henüz muhataplarında bir nedamet hali görülmüş, duyulmuş değildir. Yerli ve milli aşımızın itibar ve inandırıcılığını aşındırmaya heves edenler aslında Türkiye’yi hedef alan köksüzlerdir. KOVİD-19’la mücadelenin başından itibaren insan ve toplum sağlığını muhafaza çabalarını baltalamak için yarış halinde olan Türk Tabipleri Birliği virüs kadar tehlike saçmaktadır. Turkovac’ın üç faz çalışması yapılmasına rağmen, bunu inkar etmek düpedüz yalancılıktır. Kime ve neye hizmet ettiği somut ve sahih gerçeklerle belli olan Türk Tabipleri Birliği bugün değilse ne zaman kapatılacak, Türk hekimleri bu bölücü ve husumet yapının tasallutundan ne zaman kurtarılacaktır? Geçmişte bahsettiğimiz gibi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyaset anlayışının öznesi insan, nesnesi devlet, yüklemi demokrasi, cümlesi ise millettir. Bunun anlamı şudur:
Milleti tehdit eden, insan ve toplum sağlığına zarar veren, milli ve manevi değerlerimizi tartışmaya açan her kim varsa onlarla hesabımız şiddetlidir, husumetimiz derindir. Milliyetçi Hareket Partisi, kendisini millet üstü görenlerin dayatmaları karşısında, her zaman milletinin yanında sapasağlam yerini almıştır. Devletin bütünlüğü ile temel değerlerine yönelik tehlikeler yeşerdiğinde, Cumhuriyetin nasıl korunması gerektiğini dosta da düşmana da göstermiştir. Bizim bu konularda hiç kimseye rüştümüzü ispata ihtiyacımız yoktur. Dün ne demişsek bugün aynı çizgideyiz. Bu kapsamda Türk Tabipleri Birliği yönetiminden hesap sorulmalı, milletine, vatanına, bayrağına, mukaddesatına bağlı yeni bir mesleki örgüt planlanıp hayata geçirilmelidir. Buradan Turkovac aşımızın üretiminde emeği geçen değerli bilim insanlarımıza şükranlarımı sunuyor, hepsini kutluyorum. Aziz milletimizi de yerli ve milli aşımıza sahip çıkmaya, tereddütsüz kullanmaya samimiyetle davet ediyorum. Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyor, başarılarla dolu ve hepsinden önemlisi sağlıklı bir hafta geçirmenizi diliyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.
|