Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 24 Ocak 2023
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
24 Ocak 2023

 

 

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılı, huzurlu ve sağlıklı bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından, radyo kanallarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyorum.

Tarihi gerçekler dikkatle tefrik ve tetkik edildiği takdirde, Türk milletinin kutlu varlığını, ifnası ve ikamesi imkânsız olan bağımsızlığını hibe ve hediye olarak almadığı berrak şekilde görülecektir.

Hayat bizim için sadece ilahi bir lütuftur.

Bunun dışında hiç kimseye, hiçbir muhannet güce tamahımız, takıntımız ve tabiliğimiz bugüne kadar vaki değildir.

Felaketler zinciri, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasıyla yeni bir yol haritasının çizilmesini vatansever yüreklere ihmali mümkün olmayan bir görev halinde yüklemişti.

Böyle bir durum karşısında Merhum Akif haykırırcasına ve kaleminden damla damla akan ümitvar ruhuyla şunu söylemişti:

“Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!”

Mütareke günlerinde Merhum Süleyman Nazif’in;

“Benim ruhum oldukça bu imanla beraber,

Üçyüz sene, dörtyüz sene, beşyüz sene bekler…” beyitine Akif’in verdiği cevap hakikaten de karamsarlık bulutlarını dağıtacak cesamet ve cesaretteydi:

Nitekim demişti ki: “Şark’ın ezeli fecri yakında doğacaktır.”

Elbette, istiklal nimeti, Hakka tapan milletimizin tarih boyunca hakkı olmuş, haysiyet ve onurunun temel taşını teşkil etmiştir.

Milli varlığımızı esaret altına almak, devamında imha etmek için fırsat kollayanlara tarihin hiçbir döneminde göz açtırılmamıştır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta istiklalimize şaşı ve ters bakanları Milli Mücadele ortamında menfi ve kötümser rol oynayanların başını çektiğini ileri sürerek aynen şunları söylemişti:

“Maddi ve bilhassa manevi çöküş korku ve acz ile başlar. Aciz ve korkak insanlar herhangi bir felaket karşısında milletin uyuşukluğa düşmesine ve çekingen bir hale gelmesine sebep olurlar. Acz ve tereddütte o kadar ileri giderler ki, adeta kendi kendilerine hakaret ederler. Derler ki, biz adam değiliz ve olamayız.”

“Bizden bir şey olmaz” diyenler, başkalarının himmet ve himayesine kucak açanlar, çevresine sürekli kötümserlik aşılayanlar maalesef her dönem olmuş, bundan sonra da olması beklenmelidir.

Mesele bunların ne kadar söz ve yetki sahibi olduklarıyla ilişkilidir.

Mesele bunların tesir ve nüfuz alanının dar veya geniş olmasıyla ilgilidir.

Milletine yabancılaşmış, tarihine sırt çevirmiş, kimliğinden uzaklaşmış, inanç ve iradesi kopma noktasına kadar incelip zayıflamış bir zevatın bağımsızlığı hakkıyla savunması, hür ve müstakil bir gelecekle yollarının kesişmesi eşyanın tabiatına aykırıdır.

Aciz ve korkaklardan mülhem bir siyaset ve zihniyet anlayışının kahramanlık destanı yazması ham bir hayal, aynı zamanda apaçık bir hezeyandır.

Ne garip, ne tuhaf bir tecellidir ki, tarih pek çok konuda üst üste tekrar etmektedir.

Bu gerçek dikkatli ve uyanık hiçbir gözden kaçmış değildir.

Merhum şairimiz ve ahlak anıtımız Akif diyor ki:

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

"Tarih"i  "tekerrür"  diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Bir hususu tarih kayıtlarına hep birlikte not etmek gerekir ki; medeniyetler ve milletler mücadelesi sürdüğü müddetçe, Türklük var olduğu sürece ders ve ibret alınsa bile tarihin tekerrürü kaçınılmazdır.

Zira kuyruk acısı çekenler, kapanmamış yaraları bulunanlar, on yıllardır yas tutanlar, nefret nöbetine girenler yine üzerimize geleceklerdir.

Müslüman Türk milletinin Anadolu coğrafyasına tutunan bin yıllık mazisi, bin yıla kök salan mukim ve mevcudiyeti ehli salibi sürekli rahatsız etmiş, hep aynı karanlık senaryolara müracaatını tetiklemiştir.

Bir düne bakınız, bir de bugüne, fail ve figüranlar başka başka olsa bile menfur ve melun niyetler hep bildik ve tanıdıktır. 

Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda 30 Ekim 1918’de imzalanan ateşkes anlaşmasından Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923’e kadar geçen tam beş yıllık süreyi Türklüğün İkinci Ergenekon’u olarak tasvir ve tarif etmek bize kalırsa isabetli bir yorumdur.

Asırlar önce demir dağları eritip hürriyet meşalesini yakan bir millet, Milli Mücadele’nin her safhasında demir gibi etrafını saran düşman kuşatmasını inancının gücüyle yarmış, bir kez daha hürriyet namusunu haremi ismetinde saklı tutmayı bilmiştir.

1918’den 1923’e varıncaya kadar yaşanan her zorluk, maruz kalınan her dayatma, katlanılan her çile, sığırtmacından paşasına, esnafından eşrafına, köylüsünden kentlisine, gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine herkesi aynı kader, aynı karar, aynı kahramanlık etrafında yekvücut hale getirmiştir.

Milli birlik ve dayanışma şuurunun direnç ve dinamizmiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum sancıları günden güne artış kaydetmiş, yaygınlık kazanmıştır.

Aşılan her engel, zaferle çıkılan her muharebe Cumhuriyet’in biraz daha yaklaşmasını teşvik etmiştir.

Yani Türkiye Cumhuriyeti karanlığı aydınlatan, aydınlattıkça ayaklanan, ayaklandıkça devleşen Türk milletinin mücadele bereketidir.

Sönmeyen gaz lambaları, susmayan kağnı gıcırtıları, durmayan telgraf telleri, dinmeyen silah sesleri, eksilmeyen istiklal özlemleri, teklemeyen mücadele süreçleri, tökezlemeyen feragat timsalleri, düşmeyen fedakârlık abideleri, vazgeçmeyen taarruz hamleleri, teslim olmaktansa şehadeti göze alan bir millet asaleti sayesinde adım adım 1923’e, yani Cumhuriyet’e ulaşılmıştır.

Şimdi de biz adım adım 2023’e yürüyor, geçmişin muhterem anılarından ilham ve feyz alıyoruz.

Kurtuluş destanının yazıldığı çileli senelerde nereden nereye gelindiğini bu vesileyle tafsilatlı şekilde anlatmak gerekse de hem zaman hem de amaç açısından sınırlı bir alanda bulunduğumuzu özellikle paylaşmayı faydalı buluyorum.

Şunu biliniz ki, 1918’den 1923’e kadar geçen tarih serüveni ve serencamında neler olmuşsa, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe teşebbüsünden bugüne kadar üç aşağı beş yukarı benzerleri yaşanmıştır.

Zalim hedeflerin ve hıyanet projelerinin emel ve enerjisinde hiçbir değişiklik olmamıştır.

Türk milleti bekasını korumak ve kökleştirmek maksadıyla Türk devletleri zincirine Cumhuriyet rejimiyle yeni bir halka eklemiş, bu kapsamda Türklüğün teşkilatçı yapısı İmparatorluğun yıkımından yeni bir Türk devleti çıkarmayı başarmıştır.

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Halkoylamasıyla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi; azgın tehlikeler ve artan tehditler mucibince tedbir alması kaçınılmaz bir tarih gerçeği haline gelen Türk milletinin bekası adına yüz yıl içinde başardığı ikinci demokratik atılımı olmuştur.

Tarihin her buhranlı devrinde, Türk milleti devletiyle bir ve bütün haline gelmiştir.

Şartlar içinden çıkılamaz kadar ağırlaştığı anda devleti milletten, milleti devletten ayırmanın ne kadar muhal bir hayal olduğu pek çok tecrübeyle sabittir.

Hamd olsun mandacılar, muhterisler, maceraperest milliyetsizler her zaman kaybetmişlerdir.

İşbirlikçiler, iradesizler, itibarsızlar, yabancıların güdümüne binbir vaatle giren teslimiyetçi ilkeller her defasında hüsrana uğramışlardır.

16 Nisan Halkoylaması, Türk milletinin kendi kaderine, kendi geleceğine, kendi egemenliğine aracısız, bağlantısız, fasılasız, kansız ve sarsıntısız sahip çıkma başarısını belgelemiştir.

O günden bugüne Türkiye’ye yönelik tanıdık mütecaviz ve mütehakkim operasyonların seyir ve seviyesinde beklendiği üzere yoğunluk gözlenmiştir.

Doğrusunu isterseniz milletine mensubiyet onuruyla bağlı her vicdan sahibi insanımız buna şaşırmamıştır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kabulü ve müteakiben 24 Haziran 2018 seçimleri sonrası yönetim hayatımıza resmen girmesiyle yerli ve yabancı çıkar ortakları tarihten malumu olduğumuz korkuya yeniden ve daha şiddetle kapılmışlardır.

Şüphesiz korkunun ecele faydası olmayacaktır.

Bizim korkuyu korkutmuş bir duruşumuz vardır ve meydandadır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin müthiş ve müessir vasfından, Cumhur İttifakı’nın ahlaki ve siyasi vakarından irkilip hitamında iliklerine kadar korku duyan, bu suretle misilleme yapan iç ve dış mihrakların oyunları peş peşe sahnelenmektedir.

Çünkü Türkiye ayağına vurulmuş prangaları söküp atmaya başlamıştır.

Çünkü Türkiye önüne dikilmiş kalın duvarları yıkmaya başlamıştır.

Çünkü Türkiye ayağa kalkmış, araftan çıkmış, yükselişe geçmiştir.

Kaldı ki telaş ve tedirginlikleri boşuna değildir.

Siyasi, ekonomik ve diplomatik ablukalar birbirini kovalarken, Kızılelma ruhu şahlanmış, Türk Birliği ülküsü canlanmış, küresel ve bölgesel konulara müdahil bir Türkiye kudreti hayalden gerçeğe dönüşmüştür.

Yönetim sistemindeki reform iç ve dış işgal cephesini ürkütmekle kalmamış, doğrudan ve doğal olarak yeni arayışlara itmiştir.

Bu çerçevede CHP emperyalizmin gedikli lejyonu, İP gizli teminçisi, HDP girift tetikçisi, diğerleri de siyasi garnitürü olacak kadar alçalmışlar, Türk milletinden ahlaken ve manen ayrılmışlardır.

Zillet ittifakı sırtını zalimlere, sırtlanlara, akbabalara dayamıştır.

Cumhur İttifakı ise varını yoğunu Türk milletine adamış, sinesinden doğduğu milletiyle tek yürek, tek bilek, tek nefes olmuştur.

Onların hamisi varsa bizim de milletimiz vardır.

Cumhurbaşkanımızı ve Cumhur İttifakı’nı sözüm ona devirmek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni tasfiye etmek maksadıyla zillet ittifakının paydaşları atın arabaya koşulduğu gibi koşulmuşlardır.

Artık her şey ortadadır, kimin kiminle yürüdüğü, kimin kimlerle el birliği yaptığı dibine kadar bellidir.

Dünya çapında hiçbir muhalefet partisi Türkiye’deki muhalefet partileri kadar savruk, sefil ve acınası hallere düşmemiştir.

Yine dünya genelinde hiçbir muhalefet partisi bizdeki muhalefet gibi ülkesine ve milli haysiyete cephe almamıştır.

İşin can alıcı noktası ise bu muhalefetin çok ciddi güvenlik sorununa dönüşmüş olmasıdır.

Cumhur İttifakı’yla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden ABD rahatsızdır, AB rahatsızdır, Londra tefecileri rahatsızdır, terör örgütleri rahatsızdır, Soros uşakları rahatsızdır, Pensilvanya uyduları rahatsızdır, emperyalizm kuklaları rahatsızdır, küresel çeteler rahatsızdır, şerefini bedelsiz devretmiş nifak yuvaları hepten rahatsızdır.

PKK’nın elebaşlarından terörist Mustafa Karasu “AK Parti’yle MHP’yi yıkmalıyız, yoksa bizi yok edecekler” dedi mi demedi mi? Elbette dedi.

HDP’nin yasal olarak kurulmuş bir parti olmadığını söyledi mi söylemedi mi? Pek tabii söyledi.

PKK, zillet ittifakına destek veriyor mu? Hem de açık şekilde arkasında duruyor, terör baronları gizlemeye ihtiyaç duymadan destek mesajlarını ardı arkasına paylaşıyor.

PKK, YPG, FETÖ, DHKP-C, DEAŞ, Rum ve Ermeni diasporası AK Partiyle MHP’nin zaafını kolluyorlar mı? Evet kolluyorlar.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne saldırıyorlar mı? Evet bunu da yapıyorlar.

Evvela şunu söylemek zorundayım ki, Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin talebiyle 25 Ocak 2023 tarihinde kapatılma davasının seçim sonrasına bırakılmasını görüşecek olması adalet ilkelerine tamamıyla aykırıdır.

Bu neyin görüşmesi, neyin arayışı, neyin hazırlığıdır?

Anayasa Mahkemesi şehitlerimizin dökülen kanlarını da seçim sonrasına bırakmayı görüşecek midir?

HDP kapatılmalıdır, hem de vakit kaybetmeksizin bu bölücü ve terör yatağı kurutulmalı, hukuken defteri dürülmeli, kapısına kilit asılmalıdır.

HDP’nin isteğiyle Anayasa Mahkemesi’nin davayı sulandırması doğru değildir.

Dağda beli kırılan bölücü terör örgütünün mahkeme kapılarında tedavi edilme ayıp ve arayışından kesinkes vazgeçilmelidir.

HDP’yi sözde serdilhanların sonucu görenlerin zelil itirafları ortadayken, Anayasa Mahkemesi’nin zamana oynama teşebbüsü terörün değirmenine su taşımaktır.

Cumhur İttifakı’nı yıkmazlarsa, yok olacaklarmış. Şunu bileydiniz, ama yıkılan ve yok olan eli ve vicdanı kanlı hainlerden başkası olmayacaktır.

PKK’lı Mustafa Karasu’yla diğer eylem yoldaşları mağaralardan başlarını çıkardıkları anda korktukları başlarına gelecek, alayının akıbeti şerefli güvenlik güçlerimizin namlusundan çıkacak kurşunlarla kütük gibi devrilmektir.

Biz bitmeyiz, ama teröristleri ve bölücü canileri bitirmek, dalını budağını kesip parçalamak bizim tutulacak yeminimizdir; millete, tarihe ve şehitlere namus borcumuzdur.

Başaracağız, Türk milletini menü yapmak için kolları sıvayanları mahvı perişan edeceğiz.

Değerli Milletvekilleri,

14 Mayıs 2023 tarihinde yapılması gündemde olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimlerinin tescilli Türk düşmanlarının bir numaralı gündem konusu haline gelmesi elbette demokratik bir merak ve takip hassasiyetinden kaynaklanmamaktadır.

Aksini düşünmek safdillikten öte gafillikle izah edilecektir.

Türk ve İslam düşmanlarını zillet ittifakıyla eklemleyen, terör örgütleriyle birleştiren ortak gayenin on etabı vardır ve şunlardır:

İlk etabında, 15 Temmuz’un rövanşını alarak FETÖ’cülere, terörist Demirtaş ve Sorosçu Kavala olmak üzere terör suçlularına ve casuslara af çıkarmak,

İkinci etabında, eser ve hizmet siyasetini baltalamak, bugüne kadar yapılan ne varsa talan etmek, ekonomide dışa bağımlılığın ve sömürü çarkının önünü ardına kadar açmak,

Üçüncü etabında, milli savunma ve silah sanayindeki muazzam kalkınmayı sekteye uğratmak ve ülkeyi bu alanda muhtaç hale getirip Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mukavemetini kırmak,

Dördüncü etabında, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni rafa kaldırmak, vesayet ve darbe dönemlerinin kapısını aralamak, devlet ve toplum hayatını istikrarsızlığa sürüklemek,

Beşinci etabında, terörle mücadeleyi durdurmak, silahların susması bahanesiyle terör örgütlerine her tavizi verip müzakere ve mütareke sayfası açmak, aynı şekilde bölünmüşlüğün anayasasını hazırlayarak Türk’ü ayıklayıp dışlamak,

Altıncı etabında, özerklik ve federasyon tartışmalarını körükleyerek güney sınırlarımız boyunca projesi hazırlanan terör devletinin kuruluşuna müşahitlik ve mihmandarlık yapmak,

Yedinci etabında, diplomaside yaşanan muhteşem başarıları kundaklayarak bölgemizde barış, huzur ve istikrar kuşağı tesis gayretini kösteklemek,

Sekizinci etabında, başkent Ankara vizyonuyla Türk ve Türkiye Yüzyılını sabote etmek,

Dokuzuncu etabında, boyun eğen, teslim bayrağı çeken, onun bunun eline ağzına bakan, mavi vatandaki haklarından vazgeçen, içine kapanan, gelenin vurduğu gidenin altını oyduğu bir Türkiye’yi zillete mahkum etmek,

Onuncu ve son etabında da, birbirine girmiş, iç kargaşa ve çatışma ortamına sürüklenmiş, etnik ve mezhep bölücülüğüne havale edilmiş, özgüvenini kaybetmiş, öz değerleri erimiş, tarihine ve talihine küsmüş, kimliğinden ve hedeflerinden kopmuş bir ülke tablosunu oluşturmak, olgunlaştırmak, olgu haline getirmek vardır ve karşımızdaki vahim tehditlerin bir kısmı bunlardan müteşekkildir.

Zillet ittifakı küresel husumetin içimizdeki refakatçisidir.

Türk’ün ekmeğini yiyip gavurun kılıcını sallayan kokuşmuşları Türk milleti asla ama asla affetmeyecektir.

ABD’de yayımlanan Foreign Policy Dergisinin seçimlerin kan gölüne döneceğine ilişkin 1 Ocak 2023 tarihli bühtan ve buruşuk açıklamasından sonra, bu kez de devreye İngiliz The Economist Dergisi girmiş, Türkiye’nin felaketin eşiğinde olduğunu ahlaksızca iddia etmiştir.

Bunlar aleyhimize kurgular yapan küresel üst aklın ve melanetle çizilen büyük resmin tercümanı olan karanlık odakların husumet aparatlarıdır.

14 Mayıs seçimleri yaklaştıkça, Cumhurbaşkanımızın sözde kusurlu olan demokrasimizi tam gelişmiş bir diktatörlüğe sürükleyeceğini ileri süren The Economist Dergisi bu tip bir aparattır.

Dikkat ediniz, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimleri ufukta belirdiği andan itibaren zehirli yılanlar deliklerinden birer birer sürünerek dışarı çıkmaya başlamıştır.

16 Ocak 2023 tarihinde The Wall Street Journal Gazetesi’nde bir makalesi yayımlanan eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı, Türk’ün yaşayan hasmı, Kazıklı Voyvoda’nın bugünkü nesebi John Bolton mezkur makalesinde özet olarak şunları ifade etmiştir:

“Batı’nın, Türkiye’deki muhalefetin yaklaşmakta olan Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde başarı şansı elde etmesini sağlamaya yardım etmek için cesur bir adım atması halinde Erdoğan’ın durdurulma şansı söz konusudur. Muhalefetin etkili bir kampanya yürütmesi ve birlik içinde kalması halinde Erdoğan’ın seçimde yenilmesi mümkündür.”

Haydut çetesi Daltonlar bile bu soytarı Bolton’dan daha onurludur.

Bolton’un bu zehirli ve zillet dolu sözlerini Joe Biden’in 2020 yılının Ocak ayında New York Times Gazetesi’ne verdiği demeçle eşzamanlı okuyup nasıl da üst üste çakıştığını görmek ve idrak etmek lazımdır.

Biden, kısaca muhalif liderleri açıkça destekleyerek otokrat diye iftira attığı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı darbeyle değil seçimle devirmekten bahsetmişti.

Sayın Erdoğan’ın bedel ödemesi gerektiğine vurgu yapmıştı.

Hürriyet aşığı, vatanın manzum sesi Merhum Namık Kemal diyor ya:

Dünyada zalimin yardımcısı alçaklardır.

Köpektir insafsız avcıya hizmetten zevk alan.

 

Zalim ne kadar pervasız olursa olsun,

Yine zulmün binasını biz yıkarız.

Yerin dibine atsalar da bizi,

Yerküreyi patlatır da çıkarız.

Cumhurbaşkanımıza bedel ödetmeye kalkışan tamı tamamına 85 milyon Türk vatandaşını karşısında bulacak, soysuz cüretinin ağır sonuçlarına katlanacaktır.

İşte meydan işte millet, işte meydan işte er, kendine güvenen durmasın gelsin beri.

Yine bir defasında Merhum Namık Kemal şöyle haykırmıştı:

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini; yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?

Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bu soruya cevap vermişti:

“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini. Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”

O kurtarıcı dün Milli Mücadele kahramanlarıydı, bugün Cumhur İttifakı’dır.

Dün Kuvayı Milliye vardı, bugün de aynı ruh ayaktadır, seferdedir, seferberlik içindedir, gayret bizden Tevfik Allah’tan inancındandır.

Ekmeğimize kan doğramak isteyenlere imanımızla karşı koyacağız.

2023 seçimlerinde zillet ittifakına yardım ve yataklık yaparak Türkiye'nin önünü kesmeye çalışan esfele safilinlere sonuna kadar karşı çıkacağız.

Vatana sahip çıkacağız.

Devlete sahip olacağız.

Al bayrağımızı yere düşürmek için ortam yoklayanları, pusuya yatanları, el ovuşturanları, gözcülük yapanları cumhurun muktedir ve muazzam iradesiyle ezip geçeceğiz.

ABD, Türkiye’deki seçimleri güç bende şımarıklığının yanında, zillet ittifakı aracılığıyla karıştırmak, bulandırmak, milletin takdir ve teveccühünü tahrip etmek peşindedir.

Demokrasi promosyonu vaadiyle, insan hak ve özgürlükler maskesi takarak çıkarlarına ters düşen ülkeleri otokrat fişlemesiyle tasfiye etmeyi bir siyaset pratiği haline tahvil eden ABD’nin Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar çevirmediği dolabın, kırıp dökmediği değerin kalmadığını insanlık vicdanı ziyadesiyle farkındadır.

ABD’nin küresel politikaları demokrasinin infazıdır.

ABD’nin ve başını çektiği küresel sömürü düzeninin zulüm saçan uygulamaları arşa ulaşmıştır.

Kılıçdaroğlu’nun sistematik ve süreklilik içinde Türkiye’de demokrasinin olmadığını beyan etmesi, ne idüğü, nereye hizmetkarlık yaptığı muamma olan selamsız Babacan’ın Davos’a gidip, “dışarından bakıldığında Türkiye’de seçimin hala olmasına şaşıranlar var” demesi emperyalizme kul köle olmuş Truva atlarının klasikleşmiş ezberidir.

Madem demokrasi yoksa, madem seçimlerin yapılmasına şaşıranları görüp tanıdıysanız, ülkemizde nasıl gezebiliyor, nasıl siyaset yapabiliyor, sabah akşam nasıl ihanete methiye düzebiliyorsunuz?

Zillet ittifakının ağzı zalimlerin ağzıdır.

Zillet ittifakını oluşturan her partinin üslubu, Türkiye’ye zincir vurmak için hazırda bekleyen çaşıtların, çürüklerin, haçlı emeli taşıyanların, Türkleri Anadolu’dan çıkarmak için plan üstüne plan yapan firavun lobisinin kirli üslubudur.

Bizim üslubumuz Türk’tür, usulümüz Türk’tür, uygarlığımız Türk’tür, unvanımız Türk’tür, dünümüz Türk’tür, bugünümüz Türk’tür, bize boyun eğdirip yerimizden yurdumuzdan çıkaracak şerefsizler korosunun muvaffak olabilmesi sadece masaldan ibarettir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Türk milleti İslam’ın burcu, mazlumların umudu, mağdurların sesidir.

Türk demek İslam demektir.

Elbette dinin sahibi Allah’tır.

Ama Türk milleti mukaddesat onurunu gözü kara şekilde müdafaa edecek kahramanlıktadır.

Yedi düvele, özellikle İsveç hükümetine hatırlatırım ki, Allah tektir, ordusu Türk’tür.

İsveç’te geçen Cumartesi günü, bir sapık, bir manyak, bir şeytan piyonu Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde tüm uyarılara rağmen Yüce Kitabımızı yakmıştır.

Bu azgın provokasyonu, bu nefret saçan eylemi ifade ve düşünce özgürlüğü olarak tevil edenler de aynısıyla suç ortağıdır.

İsveç ve Finlandiya gibi İskandinav ülkeleri ABD’nin dublör ülkeleridir.

Viking mantığı ABD’nin kovboy aklıyla bir ve beraberdir.

Danimarkalı Rasmus Paludan isimli bir alçağın eline çakmak tutuşturup Kur’an-ı Kerim’in yakılmasını kışkırtanlar, bunu da Türkiye Büyükelçiliği önünde yaptıranlar çok sinsi ve silindir bir siyasetin tasarımcılarıdır.

Kukla yakmış, kuklacılar da planlamışlardır.

Kur’an-ı Kerim’in yakılması dini ve manevi hassasiyetlerimize kast eden bir saldırganlıktır.

Bu saldırganlığı kınamak gerçekten yetersizdir.

Takdir ederseniz, biz bu ağır provokasyonun ardına iliştirilen siyasi hedefleri bazı ihtimalleri dikkate alarak görmek ve göstermek durumundayız.

Birinci ihtimal, İsveç, kriz ve kaotik bir ortamın yaratılmasıyla birlikte NATO üyeliğinin sonlanmasına, değilse bile askıya alınmasına çanak tutmaktadır.

Çünkü Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim’in yakılmasına ifade özgürlüğü bahanesiyle izin veren bizzat İsveç hükümetidir.

Lanetlediğimiz bu düşmanca eylemin siyasi ve diplomatik sonuçlarının öngörülmemiş olması, muhtemel gelişmelerin analiz edilmemesi A’dan Z’ye akıl dışılıktır.

NATO’nun geçtiğimiz yılın Haziran ayında düzenlenen Madrid Zirvesi’nden buyana İsveç’in Türkiye aleyhtarı tavrında, terör örgütü yandaşlarının gösteri ve protesto seyrinde sabırları zorlayan, hatta çatlatan bir yoğunluk gözlemlenmiştir.

Halbuki anılan NATO Zirvesi’nde Türkiye, İsveç ve Finlandiya ortak bir mutabakat muhtırasına birlikte imza atmışlar, muhatap bu iki ülke terör örgütü PKK/YPG ile FETÖ’nün faaliyetlerini yasaklama sözü vermiştir.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği terörizme verdikleri desteğin kesilme şartına bağlanmıştır.

Ancak bu desteğin bırakınız azalması veya kesilmesini, bilakis ve bilahare daha da arttığı ortadadır.

Rusya ile Ukrayna arasında süregelen çatışmaların Kuzey Avrupa’ya sıçrama tehlikesi karşısında endişeye kapılan İsveç’in tahammülü olmayan bir kriz çıkararak Türkiye’nin tepkisini çekmeyi, bu sayede de Türkiye’nin reddiyle NATO üyeliğinin olumsuz sonuçlanmasını hedeflediği akla yatkın bir seçenek olarak karşımızdadır.

İkinci ihtimal ise, azgın Türk düşmanı John Bolton’un da gündeme getirdiği üzere, Türkiye’nin NATO’dan dışlanması amacıyla siyasi ve diplomatik bir iklimin oluşmasına destek vermek, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine mesafeli duruşun faturasını eşgüdüm halinde ülkemize çıkarmaktır.

Bu amaca yönelik adımlardan birisi terör örgütlerinin tahrik ve ihanet kampanyasının ilerletilmesi, diğeri de mukaddesatımıza vandal bir saldırının tertip ve tezahür etmesi için ortam açılmasıdır.

İki ihtimal de faşist, ırkçı, İslamofobi ve demokrasi karşıtıdır.

Aslında hedef sadece Türkiye değil, tüm İslam alemidir.

Hedef bir yönüyle medeniyetler kutuplaşmasını sertleştirmektir.

Bu saatten sonra İsveç’in NATO üyeliği suya yazılmış yazı kadar güncel bir konu olmaya müstahaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi kitabımıza el uzatan, buna hizmet eden, göz yuman, ortam hazırlayan kim olursa olsun, hem bu dünyada hem de Mahkemeyi Kübra’da mutlaka hesaplaşacak, bunlara asla taviz vermeyecektir.

Viking uzantıları ardına efendilerini alsa da, Türk’ün töresini, İslam’ın sancağını, mukaddesatımızın onurunu zedelemeye güç yetiremeyecektir.

Türkiye’nin NATO üyeliğini tartışmaya açmak isteyenler varsa buyursun açsınlar, NATO’yla doğmadık, NATO’suz da çok şükür ölmeyiz.

Kur’an-ı Kerim bir kağıttan ibaret değildir.

Müşrik zihniyetlerin bunu bilmesinde, nefret objesine dönüşmüş kafalarına yerleştirmelerinde yarar vardır.

İlahi takdir ve hüküm bellidir, yanacak olan günahkarlardır, Kitabullah’ın nuru ise kıyamete kadar inananların, Mümin ve Müslüman gönüllerin ufkunu pırıl pırıl aydınlatacaktır.

Allah bes baki heves diyorum.

Ve zalimlere, destekçilerine seslenerek şu hükmü hatırlatıyorum.

La Galibe İllallah, yani Allah’tan başka galip yoktur.

Değerli Milletvekilleri,

Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimleri Allah nasip ederse 14 Mayıs 2023 Pazar günü yapılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı bu seçimleri tarihi bir önemde görüp canla başla hazırlanmaktadır.

Fakat zillet ittifakı henüz Cumhurbaşkanı adayını bulup çıkaramamıştır.

26 Ocak 2023’te 11’inci altılı masa toplantısı İP’in ev sahipliğinde yapılacaktır.

Kimi aday yapıp yapmayacakları, birbirlerine hangi yöntemlerle kazık atıp atmayacakları artık kendi bilecekleri bir şeydir.

Milletimizin gündemi zillet değil, vatandır, bayraktır, bağımsızlıktır, 14 Mayıs demokrasi zaferidir.

Türk ve Türkiye Yüzyılının mimarı Cumhur İttifakı’dır.

Milli birliğin ve kardeşliğin adresi Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’dır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar aday olamayacağını iddia edenler hukuk cahili, dış tazyik ve destekli ayak takımıdır.

Aynı şekilde 14 Mayıs tarihi dikkate alındığında, 31 Mart 2022 tarihinde kabul edilip 6 Nisan 2022 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 7393 sayılı kanun ile seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin seçimlerde geçerli olamayacağını açıklayanlar demokrasi kaçkını, hukuk tanımaz kifayetsizlerdir.

Bunların hepsi boşuna çırpınmaktadır.

Adayımız belli, kararımız nettir.

Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Seçim kanunlarında geçen yıl yaptığımız değişikler 14 Mayıs 2023 tarihinde hukuken geçerlidir.

Gördüğümüz kadarıyla zillet ittifakı çok tehlikeli sularda kulaç atmaya devam etmektedir.

Milletimizin iradesinden korkanlar PKK’ya zeytin dalı uzatacak kadar kökünden ve değerlerinden uzaklaşmıştır.

İP Başkanı’nın geçtiğimiz günlerde, partisinin Diyarbakır 2’inci Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşma hiçbir vatansever vicdanın, hiçbir vatan evladının kabul edemeyeceği bir çirkinliktedir.

Bu konuşma kötülüğün ve teslimiyetçiliğin manifestosudur.

Demiş ki, “ben buraya rızanızı almaya geldim.”

Demiş ki, “İyi Parti’yi Türkler, Kürtler, Zazalar kurdu.”

Demiş ki, “mesele silahlara veda, kan dökmeye tövbe etmekse, mesele her türlü musibetin karşısında çelikten sarsılmaz biz olmaksa, biz varız.”

İstisnaları ayrı tutuyorum, bir vesileyle siyasi ayrılık yaşadığımız, İP’te görev yapan bazı isimler bu sözleri nasıl hazmedeceklerdir?

PKK’ya el uzatan bu zulüm planına nasıl onay vereceklerdir?

Silahlara veda ne demektir?

Vedayı edecek kimdir?

Bu şuursuzluğun esin ve ilham kaynağı kimlerdir?

PKK mı, yoksa Türk askeri mi silahı bırakacaktır?

Teröre boyun mu eğelim, bölücülere teslim mi olalım?

Milliyetçiyim diyen hangi şahsiyet sahibi bu yıkıma, bu hıyanete, bu rezalete sessiz duracaktır?

Akılları çelinip aramızdan kopartılanları aşama aşama PKK’nın kuyruğuna takmayı amaçlayanları kul affetse de Allah affeder mi? Şehitlerimiz affeder mi? Milletimiz hoş görür mü?

İP Başkanı’na silahlara veda sözlerini kullandıran, bu siparişi veren hangi mihraklardır?

Türk milletinin etnik kimliklerden oluşan kabile formatına dönüştürmenin neresi iyiliktir? Neresi temizliktir? Neresi milliliktir?

Zillet ittifakı, İp Başkanı eliyle PKK’yla mütareke mesajı vermiştir.

Kılıçdaroğlu’nun Türk ordusuna hakaretinden sonra İP Başkanı’nın bu ihanet açılımını seslendirmesi tesadüf değildir.

Her dalda mendili, her tarlada ayak izi, her partide kötü hatırası bulunanların gerçek yüzü, gerçek niyeti, gerçek hedefi ayan beyan ortaya çıkmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi’ne ihanetin, tarla kurultaylarının, imza kampanyalarının nedeni sanıyorum çok daha netleşmiştir.

Biz biliyorduk, bununla birlikte herkes de görmüştür.

Silahlara veda mesajını öncelikle düşünüp tavır geliştirmesi gerekenler bir zamanlar yan yana olduğumuz kişilerdir.

İp Başkanı silahlara değil, siyasete veda edeceği günlere eninde sonunda ulaşacak, bir daha da hiç kimseyi kandırmaya, aldatmaya, gülücükler saçarak gizli emellerini saklamaya yeltenemeyecektir.

PKK’ya kucak açanlar karşımızdadır.

FETÖ’ ye yancılık yapanlar karşımızdadır.

İyisiyle kötüsüyle, zilletiyle zalimiyle, küresel emperyalizme düğme ilikleyenlerin hepsi birden karşımızdadır.

Biz de diyoruz ki, “Aziz Milletim Sıra Sende.”

Çiftçi kardeşim sıra sende.

Esnaf kardeşim sıra sende.

Memur kardeşim sıra sende.

İşçi kardeşim sıra sende.

Emekli kardeşim sıra sende.

Şehit anaları, gazi kardeşlerim sıra sizde.

Bu duygu ve düşüncelerle dün müşerref olduğumuz Üç Ayların ve 26 Ocak Perşembe günü idrak edeceğimiz Regaip Kandili’nin aziz milletimize, Türk-İslam alemine ve siz değerli arkadaşlarıma hayırlı olmasını, manevi huzur ve esenlik getirmesini, aynı şekilde nice güzelliklere vesile olmasını Rabbim’den niyaz ediyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyor, sağ olun, var olun diyorum.