Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Saygıdeğer Misafirler, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken müstesna heyetinizi yaşadığımız acılı günler dolayısıyla hüzünle ve hürmetle selamlıyorum. Yine her zamanki gibi, toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varlık ve birlik mücadelesi veren değerli kardeşlerimize selam ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Sonlu bir hayatın sonsuz arzu ve amaçlarıyla avunup oyalanıyoruz. Adına dünya dediğimiz mavi gezegenin gelip geçici misafirleri olduğumuzu, nihai aşamada da hayırla yad edilen, gök kubbede hoş bir seda bırakan muteber gayeye ulaşma sorumluluğumuzu çok defa ihmal ediyoruz. Yeri geliyor, azgın hırslara, denetimsiz ihtiraslara, fren tutmayan heveslere yakamızı kaptırıp yenik düşüyoruz. Yeri geliyor, gözümüzü karartıp, gönlümüzü kapatıp kendimizi dev aynasında düşlüyoruz. Yeri geliyor, bin nasihat fayda etmiyor, ama bir musibet titreyip kendimize gelmemize yetebiliyor. Netice itibariyle insanız, kusur bize hastır, şaşmak ve hata yapmak bize mahsustur. Zincirleme facialar kapımızı çalmadan, doğal ve insani yıkımlar hanemize dayanmadan, makul ve mühim olan davranış kalıbı, kendimize dönebilmek, birbirimizin can beraberi olabilmek, iç muhasebeyi kâmilen yapabilmektir. Milli birlik ve beraberlik ruhuyla kenetlenmemiz ve birbirimize şifa olmamız gereken alacakaranlık bir dönemdeyiz. Yara bere içindeyiz, ama mutlaka iyileşeceğiz. Kırık dökük haldeyiz, ama muhakkak düzeleceğiz. Manevi bir imtihandayız, ama alnımızın akıyla bu imtihandan bihakkın çıkacağız. Derdi veren Allah’ın dermanını da vereceğine inanıyoruz. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman ediyoruz. Duanın itimadıyla, dayanışmanın imkanıyla, devletin iradesiyle ve milletin irfanıyla içinde bocaladığımız zor günleri aşacağız, daha doğrusu aşmak mecburiyetindeyiz. Sarsıldık, fakat düşmeyeceğiz. İnsanlarımızı kaybettik, fakat milletçe kaybolmayacağız. Binalar üzerimize çöktü, fakat çarenin tükenmediğini, ümitlerin bitmediğini, ışığın sönmediğini, Türkiye’nin tökezlemediğini göstereceğiz. Bunu el ele vererek, yüreklerimizi birleştirerek yapacağız ve başaracağız. Diyor ya Hz. Mevlana: “Ümitsizliğin ardında nice ümitler var, karanlığın ardında nice güneşler var.” Asırlar boyunca tarihin karanlık ve kuytu köşelerinde umut kazıları yaptık, araya araya muzaffer devirleri ve mucizevi yükselişleri kanımızla ve terimizle bulduk. Savaşlara, doğal afetlere, salgın hastalıklara, darbe teşebbüslerine, terör saldırılarına, ekonomik operasyonlara, isyan girişimlerine, istiklalimize yönelik menfur suikastlara karşı aynı cephede mücadele ettik, etle kemik gibi birbirimize eklemlendik. Kuklaları gördük, kuklacıları tanıdık, şer kumpanyalara tanık olduk. Sahne alan pis oyunları, süregelen habis projeleri, devamlı kamçılanan sinsi hesapları, siğil gibi uç vermiş art niyetli çevreleri müşahede ve mütalaa edip saflarımızı sıkı tuttuk. Enkazın üzerinde tepinen, göçüğün altında ikbal tezgahı kuran, feryadımızdan siyasi rant aşırmak için çırpınan utanmazlara her dönemde bilavasıta şahitlik ettik. İnsanlarımız imdat çağrısı yaparken, milletimizin ahları vahları arşı titretirken, afetzedeler can havliyle hayata tutunmaya çalışırken; kazanç ve çıkar çetelesi tutan vicdan ve insanlık fukaralarını esefle, ibretle, öfkeyle izledik. Ne varsa yaşadık, görmemiz gereken her şeye şahit olduk. İyiliğe sessiz kalıp kötülüğe nefes olan çapulcuları dişimizi sıkarak, tahammül sınırlarımızı zorlayarak takip ediyor, lazım gelen notlarımızı da alıyoruz. Türkiye’miz devasa bir felaketin pençesindedir. Olağanüstü bir dönemden geçtiğimiz kuşkusuzdur. Ne var ki yaşadığımız deprem felaketi ne ilk ne de son olacaktır. Yerin altında zamanla biriken, ardından kırılan fay hatlarının çatlaklarından yerin üstüne çıkan şiddet enerjisi ve jeoloji gerçeğiyle yaşamak, bunun da vahim sonuçlarını en aza indirmek durumundayız. Hayat planımızı artık buna müzahir tesis etmeliyiz. Kentleşme politikalarımızı gözden geçirip, bina yapılarını, yer tutma ve yerleşme stratejilerini doğal afetlerin risk ve tehditlerini dikkate alarak yeni baştan değerlendirmeliyiz. Nitekim bunu hemen yapmalıyız.
Değerli Arkadaşlarım, Şiddeti, ağır sonuçları, etkilediği alan ve nüfus itibariyle son yüz yıl içinde maruz kaldığımız en büyük deprem felaketi karşısında çetin bir sınavdan ve sınamadan geçiyoruz. Bunu idrak etmeden atacağımız her adım, söyleyeceğimiz her söz boşluğa düşmeye mahkumdur. Türk milleti nice badireyi atlatmıştır, Allah yardım ettiği müddetçe bugünkü ağır sıkıntının üstesinden de gelmesini bilecektir. Öyle bir felaketle yüz yüzeyiz ki, fay hattının bulunduğu Anadolu levhasının Arap levhasına göre kuzeydoğu-güneybatı yönünde en az üç metre hareket ettiği uzmanlarca ifade edilmiştir. Hatay’ın Altınözü ilçesindeki bir zeytin bahçesinde, 200 metre genişliğinde, 400 metre uzunluğunda, 50 metre derinliğinde dev bir yarık oluşmuştur. Diyebiliriz ki, yer kabuğu şekil değiştirmiştir. Sadece 30-40 saniyede gerçekleşen zelzele, bölgede tarih boyunca yaşanan en yıkıcı sismik hareketlilik olarak kayıtlara geçmiştir. Türkiye’miz Batı Anadolu, Kuzey Anadolu ve Doğu Anadolu fay hatları üstünde yer almaktadır. Bu coğrafi gerçeği değiştirme şansımız elbette yoktur. Yaşadığımız depremde en az beş fay segmentinin kırıldığı iddia edilmektedir. Son yüz yıl içinde; √ 27 Aralık 1939 Erzincan depremi 7,9; √ 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi 7,4; √ 6 Şubat 2023 Pazarcık depremi 7,7 ve Elbistan depremi de 7,6 şiddetinde gerçekleşmiştir. 6 Şubatta meydan gelen, hattı zatında en kötü senaryo olarak kabul edilen ikiz depremler 110 bin kilometrekarelik bir bölgede; 10 ilimizi, 113 ilçemizi, 6 bin 514 köyümüzü doğrudan doğruya ve yoğun şekilde vurmuştur. Türkiye nüfusunun yüzde 15,7’si, ihracatın yüzde 8,5’i, işlenen tarımsal alanın yüzde 14,5’i, GSYH’nın yüzde 9’u depremin yıkım alanında kalmıştır. Çok net olmasa da 66 bin binadan 12 bin 500’ü çökmüştür. Bu çöken binalarla ilgili 134 kişinin sorumluluğu tespit edilmiş, bunlardan üçü tutuklanmış, 114’ü hakkında gözaltı kararı verilmiştir. Neresinden bakarsak bakalım karşımızda belirginleşen tablo kahredici boyutlardadır. Bazı bilim insanlarına göre, oldukça geniş bir alana yayılan ikiz depremler kanalıyla yeraltında biriken 500 ile 600 yıllık stresler boşalmış, nitekim yerçekiminin 2 katına eşdeğer bir enerji açığa çıkmıştır. Gene bazı bilim insanları, bu ikiz depremin 500 atom bombası gücüne veya 5 milyon 350 bin top dinamit patlamasına denk düştüğünü ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle 6 Şubat ikiz depreminin hakimiyet ve hareket alanında bulunan meskun mahaller tabiri caizse yerle bir olmuş, şu ana kadar 31 bin 643 kardeşimiz vefat etmiş, 80 bin 278 kardeşimiz de yaralanmıştır. Her gün acılarımıza yenileri eklenmiştir. Canlarımız toprak altında kalmış, şehirlerimiz harap olmuştur. Depremin odak derinliğinin 5 km olması, bu suretle yüzeye yakınlığından dolayı açığa çıkan elastik deformasyon enerjisi yıkım tesirini daha da artırmıştır. Bu tip depremlerin bir başka tektonik aktivitelere yol açıp açmayacağı, diğer fay hatlarını harekete geçirip geçirmeyeceği hususları da tedbir marifeti ve teyakkuz mantığı içinde mutlaka ele alınmalıdır. 6 Şubat 2023 Pazartesi günü saat 4.17’de Pazarcık ilçemizde; müteakiben aynı gün saat 13.24’de Elbistan ilçemizde meydana gelen depremler; √ Dehşet verici bir yıkımı tetiklemekle kalmamış çapı oldukça geniş bir alanı etkilemiştir. √ Ardı arkası kesilmeyen sarsıntılara sebep olmuştur. √ Fayların zemine yakın mesafeden kırılmasına yol açmıştır. √ Vatandaşlarımızın evde ve uykuda oldukları bir zamana tekabül etmiştir. √ Hava şartlarının son derece olumsuz seyrettiği bir zamanda gerçekleşmiştir. Etki-risk analizleri açısından konu değerlendirildiğinde, hepimizi üzüntüye boğan doğal bir yıkımla karşı karşıya olduğumuz açıklıkla görülecektir. Depremle sarsılan 10 ilimizde hayat mücadelesi veren yaklaşık 13,5 milyon vatandaşımızın çok ciddi mağduriyetlere uğradığı da ortadadır. Ayrıca ilk depremde hasar gören binalar ikincisinde tamamen yıkılmıştır. Eşine benzerine az rastlanır bir afet nedeniyle dördüncü seviye alarm kararı alınmış ve yedi günlük yas ilan edilmiştir. Deprem dünyanın ve insan hayatının değişmez bir gerçeği olsa da, gözlerimizde yaş, yüzümüzde keder, yüreğimizde ateş vardır ve acımız tarifi olmayan cesamettedir. İki el nasıl ki bir baş içinse, hepimiz depremzede kardeşlerimizle biriz, onların tekrar normal bir yaşama dönmeleri için kenetlenmiş haldeyiz. Yaralarımızı saracağız, yıkımı telafi edeceğiz, depremden etkilenmiş şehirlerimizi gülzara çevireceğiz, çelikleşmiş kardeşlik hissiyatımıza su vereceğiz, can vereceğiz, destek vereceğiz. Sadece 10 ilimize değil, Türkiye’mizin de üzerine göçen binaları teker teker kaldıracağız, hepimiz tek bilek olup Türk bayrağını dalgalandıracağız; kem gözler, kötü niyetler, kurusıkı atan gafiller bilmese de Türkiye’ye sonuna kadar sahip çıkacağız.
Muhterem Milletvekilleri, Parti olarak, deprem haberini alır almaz seferberlik ruhuyla harekete geçip milletvekillerimizden oluşan bir heyeti derhal afet bölgesine göndermiştik. Teşkilatlarımız ve Ülkü Ocaklarımız depremin yaşandığı her alanda canla başla enkaza müdahil olmuş, her türlü özveriyi ve fedakârlığı sergileyerek devreye girmiştir. Bugüne kadar, faziletli ve feragat dolu çalışmalarımız Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’yla eşzamanlı, uyumlu ve koordineli bir şekilde ifa ve idame edilmiştir. Milletvekillerimiz ve dava arkadaşlarımız AFAD’ın yardım kampanyasına ayni ve nakdi yardımlarla destek olmuşlardır. Kan ihtiyacı olanlara kan verdik. Çare arayanlara çare ürettik. Barınma, giyecek ve yiyecek taleplerini imkânlarımız nispetinde gidermeye çalıştık. Moloz yığınları altında kalan kardeşlerimize elimizi uzattık, arama kurtarma faaliyetlerinde aktif olarak yer aldık. Elverişsiz hava şartlarına rağmen tam bir haftadır geceli gündüz devam eden enkaz kaldırma ve hayat kurtarma mücadelesinde devletimizin gönüllü şekilde yanında olduk. Müteşekkir olduğum dava arkadaşlarımız uyumadı, yorulmadı, yılmadı, vazgeçmedi, il il, ilçe ilçe, köy köy yardım çağrılarına koştu. Az sonra temas edeceğim üzere, devletimiz ve hükümetimiz en aşağılık karalama ve iftira kampanyalarına aldırış etmeden tarihi görevinin gereğini dört başı mamur şekilde yaptı, buna da devam etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız depremle yıkıma uğrayan illerimize intikal ederek incelemelerde bulundu, vatandaşlarımızla buluştu, görüştü, acıları paylaştı, gözyaşlarını silmek için çaba gösterdi. Ben de, titiz ve hassas kurtarma çalışmalarını meşgul etmemek, bilhassa Sayın Cumhurbaşkanımızın deprem bölgesinde olmasından dolayı gelişmeleri anbean Ankara’dan takip ettim. Başkaları gibi şov peşinde değiliz. İstismar yarışında değiliz. Haksız ve hamasi temelli siyasi eleştiri yapmak için fırsat kollayan bir ilkelliğe ve ilkesizliğe hiç sahip değiliz. Milletimizin yaşadığı her acı benim acımdır, bizim acımızdır. Karnımızdan konuşmayız, karambolden sallamayız. Depremle mücadeleye nifak tohumları ekmek için faal halde olan siyasi kokuşmuşlara, felaketi siyasileştirmek için ortalıkta gezen irili ufaklı tabansızlara asla benzemeyiz. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı olarak depremden zarar görmüş illerimizi ve tüm vatandaşlarımızı bir program dâhilinde ziyaret etmek amacıyla geçen hafta aldığım kararı tatbik etmek için makul bir zaman kollamıştım. O zaman gelmiştir, şimdi vakit yollara düşme vaktidir. Osmaniye, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Adana ve Malatya’da milletimle tek yürek olacağım, tek ses olacağım, mahzun illerimizin ve mağdur vatandaşlarımızın hepsini birden, çalışmaların aksamasına fırsat vermeden sırayla ziyaret edeceğim. Milliyetçi Hareket Partisi nerede diye soranları ciddiye alıp cevap verecek değilim. Ancak yine de bir hatırlatma yapmadan geçmeyeceğim. Biz her yerdeyiz, göz pınarlarından sicim gibi akan yaşlardayız, viraneye dönmüş gönüllerdeyiz, kimse var mı diye soran dillerdeyiz, beton blokların arasında can arayan, yetim yavruların başını okşayan, ailesini kaybetmiş mazlumların yanında duran, Fatiha okuyan, tabutlara omuz veren, milletimizin derdiyle dertlenen hem kahırlı hem sevdalı hem de kararlı yürekleriz. Devlet nerede diyenlere de bir çift sözüm pek tabii vardır ve olması da doğaldır. “Deprem bölgesinde her şey var, sadece devlet yok” diyen kanı bozuklar size söylüyorum; devlet baktığınız ve bastığınız her yerde tüm heybetiyle, tüm haysiyetiyle, tüm hükümranlığıyla havidir, hakimdir, hadimdir. Şu hassas günlerde ağır konuşuyorum, kimse kusura bakmasın, ama mecburum; devlet yok diyen kalite ve karakter yoksunları iç işgal cephesinde konuşlanmış işbirlikçi sefillerdir. Bunlar baksa da göremez, görse de itiraf edemez. 30 yıl eğri büyüyen bir ağacın bir anda doğrulmasını elbette beklemiyoruz. Ancak kızgın kireci elle yoğurmanın, insani defosu aleni olan müfteri ve müfsitlere tahammül etmekten daha evla olduğuna da her şeyimizle inanıyoruz. Felaketi fırsata çevirmek isteyen simsarlar görülmektedir. Umudunu iktidarın yıpranmasına bağlayan izansızlar iş başındadır. Menfaatperestler, sosyal medya gösterisi yapan haşaratlar, acılarımızı malzeme yapan ucuz reklam meraklısı aymazlar, tribüne oynayan asalaklar hepsi birden ortalığa üşüşmüştür. Felaketin derece ve düzeyi büyük olunca ister istemez arama ve kurtarma çalışmalarında bazı gecikmeler, mücbir eksiklikler yaşanmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi ülkede görülürse görülsün, bu çaptaki doğal afetle ve yıkıcı etkileriyle başa çıkmak kolay değildir. Bir defa bu hususun altını çizmekle birlikte devletin ve hükümetin hakkını teslim etmek lazımdır. Acının kullanılması, siyasi yağmacılığa heves edilmesi kadar çarpık ve çirkin bir şey yoktur. “O yapmadı ben yaptım, o gelmedi ben geldim, o yetişemedi ben yetiştim” tartışması ve ayrışması deprem kadar yıkıcıdır, mağdur insanlarımıza, ebediyete irtihal eden vatandaşlarımıza saygısızlık ve haksızlıktır. Önyargılı tavırlardan bıktık, peşin hükümlü zihniyetlerden usandık, fırsat düşkünü alçaklardan tiksindik. Gerçekleri çarpıtan, iğneyle kuyu kazar gibi yapılan çalışmaları sulandıran, devlet-millet dayanışmasını imalı sözlerle sakatlamaya gayret eden, sonra da kendisinin tanıtım ve takdimini yapmak için sağa sola sinyal yakan sahtekarları biliyor, görüyor, nefesimizin enselerinde olduğunu buradan duyuruyorum. Derler ya; sürüde koyunu olmayan çobanla uğraşır. Camide gözü olmayan imamla uğraşır. Hastaneye yolu düşmeyen doktorla uğraşır. Vatan sevgisi olmayan kalpsizler de devletle uğraşır. Milletime söz veriyorum: O uğraşanlarla da biz uğraşacağız. Devlet nerede diyenler şimdi kulağını açıp dinlesin: Devlet, depremzedeye ekmek dağıtan belediye başkanıdır, çorba kaynatan, yardım konvoylarının koordinasyonunu yapan, trafiği düzenleyen, asayişi ve güvenliği temin eden isimli isimsiz nice kahramandır. Devlet, su dağıtan zabıta çavuşudur, arama kurtarma yapan askerdir, AFAD görevlisidir, gönüllü insanlardır. Devlet, yağmacıyı yakalayıp doğduğuna pişman eden cesur polistir. Devlet, dozer süren teknisyendir, ambulans süren şofördür, sela okuyan müezzindir, muayene eden doktordur, iğne vuran hemşiredir, pansuman yapan hastabakıcıdır. Türk yönetim felsefesine göre, devlet millettir, millet devlettir, tarihin zor ve zahmetli dönemlerinde bu ikisini ayırt etmek asla mümkün olmamıştır. Devleti bir kenara itip, ahbap çavuş ilişkileriyle yardım toplanması, bu kapsamda paralel bir hat kurulması devletin inandırıcılığını bir nevi gölgelemektir, bizim nazarımızda da itibar edilmemesi gereken bir yanlıştır. Hatay’ın Antakya ilçesinde baraj patladığını iddia edip kurgulanmış yalanı sosyal medyadan servis ederek korkuya, paniğe ve can kayıplarına neden olanlar afet bölgesinde neyin peşindedir? Devletin yapamadığı, yatıştıramadığı ve yetişemediği ne vardır da ahbapçılar va babalacılar akbaba gibi kanat çırpmaktadır? Devleti acz içinde gösterircesine sosyal medyaya üşüşenler bindikleri dalı kestiklerini ne zaman anlayacaklardır? Böylesi bir muhterislik kimin harcı, kimin haddidir? Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlüdür, her müşkülatın, her mihnetin, her mikrobun üstesinden gelmesi mümkün ve mukadderdir. Devletimize ve hükümetimize sonuna kadar güveniyoruz, her şart altında arkalarında olduğumuzu tavizsiz bir duruşla ifade ediyoruz. Yardım ve desteklerin AFAD aracılığıyla yapılması en doğru, en sağlıklı yoldur, kaldı ki beklentimiz ve çağrımız da budur. Felaket günlerimizi ballandıra ballandıra magazin gösterisine çevirenler bize göre kesinlikle iyi niyetten yoksundur. Milletçe acılarımızı paylaşarak nasıl azaltırız derdindeyken, birilerinin çıkıp hesabi davranması, cüzdanlarını doldurma ve şöhret devşirme peşine düşmesi tam manasıyla erdemsizlik ve edepsizliktir. Hele bir enkazımızı kaldıralım, hele bir belimizi iyice doğrultalım, sırtımıza yapışan kenelerle işte o zaman hesaplaşacağımız vakit de inşallah gelmiş olacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Zaman yekparedir ve hayatla ölüm arasında ilahi takdirin hükmünü sürer. Bu hüküm inanç ve hoşgörüyle pekişir. Bu hoşgörü sevgiyle özümsenip hakiki özünü bulur. Bu sevgi insanın kendi kalbinde Allah’la bütünleştiği andır. Biz iman sahibi insanlarız. Önce tedbir almasını, sonra da tevekkül etmesini bilenlerdeniz. Biz bir kader planı çerçevesinde her şeyin Allah’tan geldiğine inanırız. Bu söylediklerimi deprem alanında tekbir getirerek sevincini veya hüznünü dışa vuran vatan evlatlarına tepki gösterenler anlayamaz, algılayamaz, anlam veremez. Onlardan böyle bir şeyin ümit edilmesi de zaten emek ve zaman israfıdır. Kahramanmaraş’ın Onikişubat ilçesinde depremden 159 sonra gülücükler saçarak kurtarılan 2 yaşındaki Yavuz’a meleklerin kanat gerdiğine inanmayalım mı? Gaziantep’in Nizip ilçesinde, depremden 147 saat sonra kurtarılan 12 yaşındaki Eylül’e, “aç mısın?” diye sorulduğunda, “tokum, yemek yedim” cevabı manevi bir mükafatın emaresi değil midir? Kahramanmaraş’ta depremden 64 saat sonra gün yüzüne çıkartılan 24 yaşındaki Doğan kardeşimizin, enkaz altındayken duvara yazdığı “Umudunuzu kaybetmeyin” yazısı işin özünde bir inancın, bir iradenin direnç noktasıdır ve çok değerlidir. Diyarbakır’da depremden 81 saat sonra kurtarılan 7 yaşındaki Beşir, Hatay’da depremden 30 saat sonra kurtarılan 6 yaşındaki Elif, 35 saat sonra kurtarılan 5 yaşındaki Sidra, 60 saat sonra kurtarılan 20 günlük Kerem bebek, 83 saat sona kurtarılan 3 yaşındaki Eymen, 78 saat sonra kurtarılan 2 yaşındaki Mehmet, 80 saat sonra kurtarılan 12 yaşındaki Mahir ile 8 yaşındaki Hilal, 84 saat sonra kurtarılan 8 yaşındaki Fatma, 91 saat sonra kurtarılan 8 yaşındaki Yavuz, 105 saat sonra kurtarılan 1,5 yaşındaki Yusuf Hüseyin, 134 saat sonra kurtarılan 5 aylık bir bebek, Antakya’da 133 saat sonra kurtarılan 2 yaşındaki Aliye, Adıyaman’da 113 saat sonra kurtarılan 10 yaşındaki Mesut, Gaziantep’in İslâhiye ilçesinde 132 sonra kurtarılan 4 yaşındaki Şengül ve daha nice karanlıktan aydınlığa taşınan evladımız ve kardeşimiz Allah’ın lütfu değildir de nedir? Arama-kurtarma çalışmalarında görev alan yetkili yetkisiz, resmi gayri resmi her kardeşimizden Allah razı olsun. Hepsine medyun-u şükranız. Depremden sonra altın saatler olarak tarif edilen ilk 72 saatlik bölümde pek çok güçlüğe rağmen koordinasyon zinciri kırılmamış, cansiperane bir mücadele sahaya yansıtılmıştır. Milletimiz, vatanın her yöresinden deprem bölgesine uzanan muazzam bir dayanışma ve yardımlaşma köprüsü inşa etmiştir. Hükümet afet bölgesine gecikmeksizin karargâh kurmuştur. AFAD, AKUT, Polis Arama Kurtarma, Jandarma Arama Kurtarma, Jandarma Özel Harekat Komutanlığı, Deniz İstihkam Arama Kurtarma, Ulusal Medikal Arama Kurtarma, Dağ Arama Kurtarma, madencilerimiz, Sahil Güvenlik, STK’lar, uluslararası arama kurtarma ekipleri, gönüllüler, yerel güvenlik ve yerel destek ekiplerinden görevlendirilen saha personeli insanüstü bir gayret göstermişlerdir. Deprem alanlarına, başta ekskavatör, çekici, vinç, dozer, kamyon, arazöz, treyler, greyder, vidanjör ve benzeri iş makineleri olmak üzere binlerce araç sevk edilmiştir. Türk devleti ayağa kalkmıştır. Adı konulmamış bir seferberlik ilanı yapılmıştır. Japonya’dan İspanya’ya, Azerbaycan’dan Yunanistan’a, Katar’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Tayvan’dan Çin’e, Avustralya’dan Libya’ya, İsrail’den Ermenistan’a, Hindistan’dan Arnavutluk’a, Rusya’dan Suudi Arabistan’a, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inden Avrupa ülkelerine varıncaya kadar 70 ülke Türkiye’mizin yardımına koşmuştur. Hepsine teşekkür ediyoruz. Zor zamanda yanımızda oldular, insani ve vicdani duyarlılıkla desteklerini gösterdiler. Belki yeri ve zamanı değil, ancak sormak lazımdır ki, muhalefet ne yaptı? Nasıl bu kadar ülkesine yabancılaştı? Nasıl bir kötürüm ve köhne anlayışa savruldu? Matem günlerimizde nasıl bir vicdanla oy avcılığına tenezzül edebildiler? Soluduğumuz hava aynıdır, içtiğimiz su aynıdır, üzerinde yaşadığımız vatan aynı olmasına aynıdır, ne çare ki Türkiye’deki muhalefet şeklen vardır, ruhen ve manen hurdaya çıkmış, hüsrana batmıştır. Gerçi, aynı yerde olmak demek, aynı özellik ve hassasiyete sahip olmak demek değildir. Aynı suyu içen arı bal yaparken, yılan zehir dökmektedir. 6 Şubat depremini malzeme haline getirip siyasi talancılığa soyunanlar; Türkiye’ye musallat olan, metastaz yapmak için çemberi yarmaya uğraşan kanser hücreleridir. Cevabını ilk aradığım soru şudur: Fransa’da yayımlanan, Hz.Peygamber’e ve mukaddesatımızın emanetlerine zaman zaman saldıran Charle Hebdo dergisiyle CHP’nin başındaki zat arasında bir fark göreniniz var mıdır? Kafamı meşgul eden, aklıma takılan diğer sorular da şunlardır: “Hükümet depremle başa çıkamıyor” diye başlık atan İngiliz The Economist dergisiyle; “Devlet nerede, ses var devlet yok, halk seferberliğine karşı devlet ohali, dev bir çaresizlik, iktidar enkaz altında, halkın üstüne çöken AKP-MHP rejimidir” manşetleri atan gazeteler arasında en küçük bir uzaklık, bir ayrılık, bir başkalık söz konusu mudur? “Sorun sensin Erdoğan” diyen terörist Demirtaş ile “suçlu Erdoğan’dır” diyen Kılıçdaroğlu demir bir paranın yazı ve turası değil midir? “Hataların tek sorumlusu Erdoğan’dır” diyen İP Başkanı bu parayı harcamak için gizli gizli plan yapmıyor mu? “Enkazdan önce AKP’liler çıkarılıyor. Sahada yetkiyi askere devretmek gerekiyor” beyanatıyla suç işleyen, halkı kin ve düşmanlığa sevk eden siyasi bir bozguncuyla Türkiye aleyhtarı odaklar arasında dikkat çekici bir uyum ve benzerlik yok mudur? “Erdoğan’ın Türkiye için deprem yardımını silah olarak kullanmasına izin vermeyin” açıklamasını yapan köksüz Rubin ile “millet devleti enkazın altından çıkarıyor” sözleriyle yangından mal kaçırmak için el ovuşturan İP Başkanı aynı yolun yolcusu, aynı mihrakların hizmetkarı değil midir? 85 milyon Türk vatandaşı elinden ne gelirse yapıyorken, “iktidarın deprem bölgesinden bir şamar yiyeceğini” söyleyen müflis siyasi zihniyetle, The Newyork Time Gazetesi’nde, “deprem müdahalesinde öfke seçim öncesinde Erdoğan’ı zorluyor” başlığıyla haber yazan, Wall Street Journal Gazetesi’nde “Türkiye’de depremin ardından hesaplaşma geliyor” iddiasında bulunan kalem sahipleri arasında herhangi bir farklılıktan bahsetmek mümkün müdür? İç ve dış bağlantılı bühtan koalisyonu Türkiye’nin karşısında kudurmuş gibi pozisyon almıştır. Türkiye İşçi Partisinin PKK kontenjanlı sözde bir milletvekili, “böyle bir devletin düşmanı olmak meşrudur.” açıklamasıyla halk ve devlet düşmanlığında yeni bir sayfa açmıştır. Geldiğimiz bu aşamada, bu gedikli düşmanı TBMM’den yaka paça atmak devletin ve hukukun şeref ve güvenlik konusudur. Bu alçakla birlikte, yağma ve talan yapan namussuzların vatandaşlıktan çıkartılması, şayet yağmacılar sığınmacıysa hemen ülkeden gönderilmeleri ayrıca değerlendirilmelidir. Dışarıdan yemlenenler, emir alanlar, provokasyon düğmesine adice basanlar devletin demir yumruğu altında ezilmelidir. Milletimiz olan biten tüm rezillikleri görmektedir. Kötü emel sahiplerini bilmektedir. Böylesi bir zamanda, siyasi sorumluluk taşımalarına rağmen kutuplaşmanın ekmeğine yağ süren malum siyasetçilerin; “Tek adam sistemi kurumları boşaltmış. Devlet aklı kalmamış” sözleri, “Gelin beni de tutuklayın” diklenmeleri, “Yaşananlara siyaset üstü bakmayı, iktidarla hizalanmayı reddediyorum” dedikten sonra kameralar karşısında HDP’yle aynı hizaya girip devlete saldırmaları aziz Türk milleti tarafından hiç unutulmayacaktır. Malzemeden çalan hırsız müteahhitler, kurallara uymayan mühendisler, onları gerektiği gibi denetlemeyenler, imar rantından gözü dönen insanlık müsveddeleri mutlaka ama mutlaka hesap verecektir. Akılsız siyasetçi ağzı körleşmiş bir kesere benzer. Düzeltmekten daha çok parçalamaya yarar. Ancak biz parçalanmayacağız, bu millete yağma ve talan toplumu diyen köşe yazarlarını ise asla affetmeyeceğiz. Yaşadığımız acıları daha da içinden çıkılmaz hale getirmek için pusuya yatanları görüyoruz, bunların topunu Allah’a ve milletimize havale ediyoruz. Ben, 17 Ağustos Gölcük ve 12 Kasım Düzce depremini yaşamış bir hükümette görev alan birisiyim. Neyin, nasıl ve hangi zaman aralığında yapılacağını biliyor ve bu konuda tecrübe sahibi olduğumu düşünüyorum. Bugünler geçecektir, hiç kimse merak etmesin. Türkiye Cumhuriyeti devleti vaziyet almıştır. Vefat edenlerimizi geri getiremeyiz, ne var ki gelecekteki muhtemel felaketlerin sancılarını ve zararlarını bugünden en aza çekebiliriz. Depremin etkilediği 10 ilimizi kapsamına alan OHAL kararını destekledik ve buna evet dedik. Muhalefet partileri bir kez daha Türkiye’ye, depremzedelere, mağdur insanlarımıza hayır diyerek tarafını ve tıynetini göstermiştir. Üniversitelerin 3 aylık süre zarfında uzaktan eğitimine sıcak bakıyor, devletin yurt, misafirhane, kamp, sosyal tesislerinde barınma ihtiyaçlarının kısmen de olsa karşılanacağına inanıyoruz. Bu konuda salgın döneminden deneyim sahibi olduğumuzun da farkındayız. Türkiye yıkılmışken, hala uzaktan eğitime koro halinde karşı çıkanlar sorumsuz ve hastalıklı ruhlardır. Hayatta kalmayla eğitimi online sürdürme arasında bir tercih yapmak gerekirse, bu ağız birliği etmiş zevat acaba nerede duracak, ahlaki ve insani bir seçimi nasıl yapacaktır? Türkiye 2016’dan bu yana; √ 15 Temmuz darbe teşebbüsünü bastırmış, √ Pek çok doğal felakete göğüs germiş, √ Salgınla mücadele etmiş, √ Ekonomik saldırılara direnmiş, √ Terörle mücadelede muhteşem sonuçlar elde etmiştir. Allah’ın izni, milletin iradesi ve devletin gücüyle depremin ağır enkazını elbirliğiyle kaldıracağız, yine mutlu, umutlu, huzurlu ve güzel günlere milletçe ulaşacağız. Bu duygu ve düşüncelerle sizleri saygıyla selamlıyor; depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, tedavi görenlere acil şifalar diliyorum. Milletimizin, kederli ailelerimizin ve hepimizin başı sağ olsun diyorum. Biriz, diriyiz, beraberiz, hep birlikte Türkiye’yiz. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
|