Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 21 Şubat 2023
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
21 Şubat 2023

 

 

 

 

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Bugünkü toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda birlik ve dirlik mücadelesi veren tüm kardeşlerimize şükranlarımı sunuyor, en halisane selamlarımı iletiyorum.

Önceden tahmini yapılsa da, tam zamanı tespit edilemeyen doğal afetlerin meydana geldiği andan itibaren neden olduğu can ve mal kayıpları; sosyal, ekonomik ve fiziki hasarları, aynı zamanda kaygı, korku ve güvensizliği tetiklemeleri dünyanın her yerinde ortak bir sorundur.

Böylesi afet dönemlerinde heyecan, hüzün ve duygusal taşkınlık akıl ve şuurun doğal olarak bir adım önündedir.

Hayata tutunma gayreti ve göçük altında kalan insanları kurtarma çabası olağanüstü bir haldir, bunun yanı sıra insanüstü bir metanet ve mücadeleyi gerektirmektedir.

İnsanlığın felaketler karşısındaki refleks ve tepkisi coğrafyaların her noktasında hemen hemen aynıdır ve hiçbir zaman da değişme göstermemiştir.

Çünkü insan olanın ruhu vardır, kalbi vardır, canı vardır, acısı vardır, vicdanı vardır.

Felaketin koru yürekleri kavurmasıyla beraber, kaos peşine düşen, yalan haber yayan, dedikodu çıkaran, malumat kirliliğine umut bağlayan, siyasi yamyamlığa heves eden kim varsa insanlığı kuşkulu ve tartışmaya açıktır.

Esasen bunlara insan demek, insan olana saygısızlıktır.

Bu kategoride yer alanlara Hz.Mevlana bakınız nasıl da anlam yüklü şu sözü adeta taş gibi fırlatmıştır:

“Kar gibi yağıp yeryüzünü kaplasan da, güneşin varlığıyla yok olur gidersin.”

Müşterek acılara topluca mukavemet ederken, fırsatçılığın karanlığından istifadeyle fiyat etiketlerini kabartanlar, kiraları artıranlar, kasasını doldurmak için harekete geçenler bu milletin bir ferdi asla olamayacakları gibi şerefli de sayılamazlar.

Depremden menfaat devşirmenin arayışında olanlar ahlaksızlığın markalarıdır.

Ve bunları tek tek not aldığımız da çok iyi bilinmelidir.

Ne güzel bir sözdür: “Ne doğrarsan tabağına, o gelir kaşığına.”

Siyaseti makul, medeni ve milli ilkelere müzahir yapmaktan aciz olanlar temelsiz eleştirilerini yapmadan evvel aynaya bakmalıdırlar.

Bunlar kendilerini sorgulamalı, kendi ruhi felaketleriyle yüzleşmelidir.

Sırtında yumurta küfesi olmayanlar için ileri geri konuşmak maliyetsizdir.

Hariçten gazel okumanın önünde de bir engel yoktur.

Ancak milli felaketlerde, ortak aidiyet ve hassasiyet paydasında uzlaşamayanlar insani değerlere her yönüyle yabancılaşan mihraklardır.

Bu mihraklarla aynı şeylere baktığımız halde gördüklerimiz başka başka şeylerdir.

Kabul etmek lazımdır ki, Türkiye devasa bir musibetin tesirindedir.

Tektonik mirası, jeolojik müktesebatı, meteorolojik özellikleriyle Türkiye’miz doğal afetlerin risk ve tehlikelerine her zaman açıktır.

Depremden sellere, heyelanlardan çığlara kadar pek çok doğal yıkım bugüne kadar belirli aralıklarla görülmüş ve yaşanmıştır.

Kaldı ki Türkiye dünyanın en başta gelen deprem kuşaklarından birisinin üzerindedir.

Nitekim deprem bilimciler tarafından, Kahramanmaraş depremi dünya üzerinde karada meydan gelen en büyük depremlerden birisi olarak tanımlanmıştır.

Geride kalan son 23 yıla ışıklar saldığımızda, şiddeti 4,5’un üzerinde 39 depremin meydana geldiği, çok sayıda yıkımın görüldüğü, binlerce vatandaşımızın hayatını kaybettiği hazin ve sarsıcı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsani ve fiziki kusurlar doğal afetin yıkımını da yoğunlaştırmaktadır.

Depremle mücadele kapsamında 17 Ağustos 1999 Gölcük felaketi bir milattır.

Bu depremde 133 bin 683 bina çökmüş, toplam sekiz ilimizde 17 bin 480 vatandaşımız hayatını kaybetmişti.

Bu tarihten önce inşa edilen binalarda zemin etüdü yapılma zorunluluğu yoktu.

Depremle ilgili farkındalık düzeyi çok zayıftı.

Hazır beton kullanılmadığı için binaların tamamında çimento ve deniz kumuyla karıştırılmış harç kullanılıyordu.

Binaların demirleri nevürlü değildi.

Kolon ve kirişlerdeki demirler korozyona uğrayarak dayanıklılığı azalıyordu.

Ahlaksız müteahhitler malzemeden çalmayı alışkanlık haline getirmişlerdi.

Aslında depremle mücadele amacıyla kapsamlı çalışmalar uzun bir süredir gündemdedir.

İlk olarak fay hatları haritaları güncellenmiştir.

29 Eylül-1 Ekim 2004 tarihlerinde Deprem Şurası yapılmış ve hazırlanmış komisyon raporları onaylanmıştır.

Afet bölgelerinde uygulanacak yönetmeliklere bazı revizyonlarla son şekli verilmiştir.

2018 yılında Bina Deprem Yönetmeliği güncellenmiştir.

Bir yanda yapılarda güçlendirme esaslarına ilişkin yönetmelik çıkartılırken, diğer yanda 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” 31 Mayıs 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 2021 yılında açıklanan “Yeni Kentsel Dönüşüm Vizyonu”na göre Türkiye genelinde 6,7 milyon riskli yapı tespit edilmiştir.

Kuşkusuz bu sayı çok yüksektir, acilen eyleme geçmek lazımdır.

Bununla birlikte her yıl 300 bin binanın dönüştürülmesi mezkur bakanlıkça planlanmıştır.

Depremler ve diğer doğal afetler bundan sonra da kaçınılmaz bir şekilde yaşanacaktır.

Bu yakın ve yakıcı gerçekten kaçış yoktur.

Devlet ve hükümet bu tehlikeli duruma müdriktir ve nitekim uzunca bir süredir buna müzahir siyaset üretilmektedir.

İşin özünde depreme ve ilgili yönetmeliklere uygun dayanıklı bina yapmaktan başka ikinci bir seçenek yoktur.

Etkin bir denetim mekanizmasıyla hiç kimsenin gözünün yaşına bakılmamalıdır.

İnsan-mekan; insan-çevre; insan-insan ilişkisini elbette yeni baştan kurgulamak durumundayız.

Mahut felaketten çıkardığımız derslerle daha güvenli, daha huzurlu, daha sağlam, daha sağlıklı bir geleceğin temelini atmalıyız.

İnsan kaynaklı hataları sıfırlamak zorundayız.

Önce tedbir alıp, sonra tevekkül içinde hayatımıza devam etmeliyiz.

İstanbul’da 1 milyon 528 bin 782 binanın olduğu, kilometre kareye 3 bin 49 kişinin düştüğü, bu kentimizde mevcut yapı stoğunun yüzde 70’inin 1999 öncesi yapıldığı dikkate alındığında, derhal harekete geçmemiz ertelenemez bir mecburiyettir.

İstanbul için dillendirilen felaket senaryolarının bütün ihtimallerini değerlendirip muhtemel depremlere hazır olmalıyız, güç birliği yaparak başa çıkmalıyız.

Kaybedecek zamanımız yoktur.

Oyalamaya hakkımız yoktur.

Cumhur İttifakı olarak biz bu ağır yükü her şart altında kaldırırız.

Bedeli ne olursa olsun Türkiye’mize sahip çıkarız.

Hükümet verimli ve etkin bir afet yönetimiyle Kahramanmaraş depremindeki yaraları sarmaktadır.

Devlet her şeye hakimdir. İftiralar ise beyhudedir.

Acımız büyüktür, ancak hayatta zamanın hafifletmediği ve yumuşatmadığı hiçbir acı da yoktur.

Değerli Milletvekilleri,

Felaketlerin cesameti karşısında fedakârlığın celalini ve cesaretini gösterdiğimiz sürece milli ve tarihi varlığımızı hem perçinler hem de pekiştiririz.

Her yıkımdan sonra yeniden yükselmeyi bilmiş, her yenilgiden sonra yeniden zafere kilitlenmeyi başarmış milletler tarihin mizan defterine isimlerini altın harflerle kazımışlardır.

Türk milleti işte böyle bir millettir.

Merhum Hocamız Prof.Dr.Osman Turan, “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi isimli başucu niteliğindeki eserinin bir yerinde şöyle demiştir:

“Tarihte itidal ve ihtiyatı ile, vakar ve adaleti ile temayüz etmiş Türk milleti, milli, dini ve insani duygulara bağlı kalmış ve bunların ahengi üzerinde de bir cihan hakimiyeti mefkûresine inanmıştır.”

Yine merhum hocamıza kulak verirsek; Türk cihan hâkimiyeti adalete, insanlık duygularına ve milletlerin arzularına dayanmasa idi, Türk kudretinin tarih boyunca yaşaması da mümkün olamazdı.

Sırtını insanlık değerlerine yaslamayan, acılı dönemlerde yasını tutamayan, sabır gösteremeyen, göz pınarlarından akan yaşları silemeyen toplum ya da milletler felaketlerin estirdiği şiddetli fırtınalarda ihtiyaç duyulan manevi kalkan ve korumadan da takdir edersiniz ki mahrum kalacaktır.

Tarih külliyatının hangi sayfasına göz atarsanız atınız, Türk milletinin aziz varlığıyla birlikte kendi kültür dairesine uzak veya yakın mazlum toplumların da acısını paylaşan, matemine ortak olan, elini uzatan merhamet çınarı olduğu görülecektir.

Baş döndürücü değişim dinamiklerinin hakim olduğu günümüzde kabuk değiştirmeyen, yeni formatlarla güncellenmeyen neredeyse bir şey kalmamıştır.

Ancak zincirleme felaketlerin tarifsiz sancısı ve sızısı hep aynıdır.

Bıçak gibi keskin acıların yankısı hiç değişmemiştir.

Türk milletinin kutlu yolu ve yürüyüşü ne zaman çetin zorluklarla kesilse, dayanışma ve yardımlaşma duygusu her seferinde imdada yetişmektedir.

2’inci Meşrutiyet’i takip eden yıllarda ve Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde Solidarizm adıyla, milli birlik ve dayanışma hissiyatının bir fikir kalıbına dökülmesi mümkün olmuştu.

Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp dayanışmaya hayrandı.

Aynı zamanda inançlı ve heyecanlı bir savunucusuydu.

Felaket zamanlarında bireysel iradelerin kolektif bir ruha büründüğünü söylemişti.

Milli tarih ve kültür kökümüze baktığımızda elbette haklı çıkmıştı.

Bireycilikle toplumculuk arasında tezat olmadığını ileri sürmüş, uzlaşmayla her ikisini de aynı potada eriten Solidarizm fikrini esas almıştı.

Zor zamanların yıkıcı tesirleri karşısında, el ele vermeden, destek ve dayanışmayı canlandırmadan, birbirimize kol kanat germeden ne ayakta kalmak ne de geleceği kucaklamak mümkündür.

Meşhur bir filozof demişti ki:

“Ben bir bekleme devrindeyim ve bakalım ne gelir. Bazen öyle bekleyişler vardır ki, insan ona tahammül edebilirse çok şey kazanabilir.”

Tahammül etmemiz gereken olayların akış istikametinde, milli birlik ve kardeşliğimizin yıkılmaz kuvvetiyle beklediğimiz huzurlu ve mutlu günlere Allah’ın izniyle vasıl olacağız.

17 Şubat 2023 tarihli sosyal medya mesajımda ifade ettiğim üzere;

“Yardımlaşmanın gücüyle, dayanışmanın güveniyle, paylaşmanın keremiyle, sabrın selametiyle, metanetin enginliğiyle, kardeşliğin erdemiyle, fedakârlığın enerjisiyle zorlukların üstesinden gelinecektir.”

Tarihin kaydettiği en ağır doğal afetlerden birisine karşı gene tarihin kaydedeceği en büyük dayanışma ve yardımlaşma ahlakı sergileyen aziz milletimizle ne kadar övünsek azdır.

Milletimiz kadirşinastır, hatır bilendir, haya bilendir, hayır bilendir, kıymet bilendir, muhtaç olanlarla evini ve ekmeğini paylaşacak cömertliktedir.

Her bir insanımız dost ve kardeş canlısıdır.

Hamd olsun Türk milleti tek ses, Türkiye tek yürektir.

Kahramanmaraş merkezli deprem karşısında devlet ve millet emsalsiz bir şekilde yekvücut olmuştur.

Elbette depremde hayatını kaybetmiş insanlarımızı geri getiremeyiz.

Ancak bunun dışında şehirlerimizi yeni baştan inşa ve ihya edecek, depremzede vatandaşlarımızın hayatını normalleştirip mükemmel ve müreffeh bir hale getirecek muktedir vasıf Türkiye Cumhuriyeti devletiyle hükümetin de vardır ve tartışmasızdır.

Görevimiz acıları paylaşarak azaltmak, ihtiyaç sahibi her vatandaşımızın elinden tutmak, kanayan yaraları tedavi ederek iyileştirmektir.

Belki bu gaye biraz zaman alacaktır, fakat mutlaka gerçekleşecektir.

Hiçbir insanımızı aç ve açıkta bırakmayacağız.

Hiçbir insanımızı çaresizliğin anaforuna terk etmeyeceğiz.

Çetrefil sorunlar karşısında alternatif çözüm yolları bulacağız.

Yokuşlarda susasak da tahammül feyzimizi kardeşliğimizin engin hasletinden alacağız.

Bazı siyasetçiler gibi çöp tenekesi karıştırmayacağız

Nihayetinde bizim siyasetimiz milletimizin somut sorunlarına, günlük gerçeklerine akıl, iman ve ilkeyle ihata edilmiş uzun vadeli perspektif içinde samimiyet ve empatiyle odaklanmaya dayalıdır.

Başta milletimiz olmak üzere, pek çok ülkeyle uluslararası kuruluşun Kahramanmaraş depremiyle ilgili göstermiş olduğu yakın alaka ve yardımseverliği takdir ve şükranla karşılıyorum.

Allah herkesten razı olsun diyorum.

15 Şubat 2023 Çarşamba günü, yurt içinde ve yurt dışında faaliyet gösteren 213 televizyon kanalı ile 562 radyoda canlı olarak “Türkiye Tek Yürek” adıyla yayımlanan ortak kampanyada 115 milyar 146 milyon 528 bin TL nakdi yardım 7 saatte toplanmıştır.

Ayrıca 9 milyon 10 bin adet de kısa mesaj bağışı yapılmıştır.

Bu tablo muazzam bir dayanışma ve hayırseverlik örneğidir.

Kumbarasını bozdurup para gönderen yavrularımızdan tutun da asker ocağında çay parasını ya da otomobil almak için bankadan aldığı krediyi bağışlayan kardeşlerimize kadar gıpta edilecek davranış asaleti görülmüş ve gösterilmiştir.

İşadamlarımız, sanatçılarımız, milletimizin her güzel insanı, devlet veya özel kurum ve kuruluşlarımız gövdelerini taşın altına koymuştur.

Haklarını ödememizin mümkün olmadığı kahraman gazilerimiz maaşlarını göndermişlerdir.

Milli Mücadele yıllarından buyana Türk milleti yine bazı münferit felaket dönemlerinin haricinde, hiç bu kadar kendiliğinden ve eşzamanlı organize olmamıştır.

Bu duruş büyük bir millet duruşudur.

Sivaslı Mehmet, Iğdırlı Hasan, Karslı Ali, Rizeli Ayşe, Niğdeli Osman, Mersinli Kemal, İzmirli Kerime, Balıkesirli Adem, Manisalı Hatice, Sinoplu Fatma, İstanbullu Kerem, Yozgatlı Mustafa, Erzurumlu Meryem, Trabzonlu Dursun, Ankaralı İsmail, Antalyalı Filiz depreme maruz kalan 10 ilimizde yaşayan 13,5 milyon vatandaşımızın ızdırabını aynı anda hissetmiştir.

Bu birlik ve beraberlik duygusu hayranlık uyandırmıştır.

Protez bacağıyla moloz birikintilerini kaldırmaya koşan, elindeki tencere kapağıyla toprak kazan, hiç uyumadan enkaz başında bir ses bekleyen, tekbir getirerek kurtulanların sevincini imanıyla paylaşan, aş dağıtan, vinç kullanan, beton bloklar arasında insan arayan tüm kardeşlerimiz bizim iftihar madalyamızdır.

Türkiye’nin dördüncü seviyeden verdiği alarm çağrısına cevap veren ülkelerden gelen arama kurtarma ekipleri olağanüstü bir gayret göstermişlerdir. Hepsine müteşekkiriz.

Hani şair diyor ya:

“Bana ne kaç dil bildiğinden, insanlığın nasıl? Yürekçen iyi mi? ifadesi çerçevesinde afet bölgesinde yürekler dile gelmiş, gönüller şakır şakır konuşmuş, nitekim vicdani anlaşma eşliğinde muazzez bir inanç birliği sağlanmıştır.

Deprem felaketinde nice mucizeler de yaşanmıştır.

Hayat ile ölüm arasındaki ince çizgide gidip gelen, sonra da gün yüzüne çıkarılan her yaş grubundaki kardeşimiz hepimiz için manevi birer emanettir.

Her biri hikmeti sınırsız olan Allah’ın lütfudur.

Kahramanmaraş depreminde özellikle çocuklarımızın, bebeklerimizin kurtuluşu manevi bir mesaj, metafizik bir sembol değil midir?

Rahmetle andığım merhum Sezai Karakoç, aynı hususu 19 Ağustos 1966 Varto depreminden sonra yazmış ve şöyle seslenmişti:

“...Ölüm, görünüşte kendine en yakın olanlara dokunmadı da en uzak olanları alıp götürdü.

Sanki Varto’da doğumla ölüm karşı karşıya gelip savaştılar.

Canlı iki insan gibi.

Doğum, ölümün elinden, kendine ait olanı, kendi atmosferinde bulunanı kurtardı.

Doğumun havasından henüz çıkmamış olan birkaç aylık çocuklara dokunmadı…”

Yine merhum Karakoç şu ibret verici düşüncelerini beyaz sayfalara adeta nakşetmişti:

“Elden gelen her tedbir alındıktan sonra, olanı asıl kaynağına bağlayarak Allah’a tam bir inançla teslim olmak gerekir.

Felakete uğrayanlardan sağ kalanlar, tam bir tevekkül içinde, bizim bu teslim oluşumuzda mümkün olan avunmayı bulacaklar, onlar da aynı teslim oluşun sessizliği ve derinliği içinde bizi bırakıp öteye geçenlerin ruhlarıyla konuşacaklardır.

Ve ölenler, sonsuzluğun üstünden eğilerek çocuklarının, annelerinin, kadınlarının, dedelerinin kulağına şöyle fısıldayacaklardır:

“Durun. Birdenbire hiçliğe çarptık. Varlığı bulduk.

Biz, dağılan kitabın uçuşan yapraklarıysak, siz de orada kalan yapraklarısınız.

Yaprakların toplanıp yine kitap yapılacağı gün gelecektir.

Hiçliği bilin, varlığı bilin ve öğretin.

Siz, bu dünyadan uzanmış bir elin çevirdiği yapraklarsınız.

Sizi okusunlar ve burayı bilmeğe başlasınlar.

Yapılarınızı sağlam ve elverişli yapın ama sadece ona güvenmeyin.

O yapıdan size daha yakın olana güvenin.” 

Çok söze yer ve gerek yoktur, Varto depremiyle Kahramanmaraş depremi büyüklük açısından farklı olsa da aynı manevi muhtevaya sahiptir.

Kahramanmaraş’ta 13 yaşındaki Berat enkaz altında 55 saat boyunca muhabbet kuşunu sıkmadan elinde tuttu, bize bağlılığı gösterdi.

Hatay’da çöken tavan ile duvar arasında 88 saat boyunca sıkışan üniversite öğrencisi Kerem, “önce kedimi kurtarın” dedi, bize sevgiyi gösterdi.

Hatay’da 72 saat enkazda kaldıktan sonra kurtarılan 5 yaşındaki Hazal, “su ister misin?” Sorusuna, “Su içmem, daha muayene olmadım” cevabını verdi, bize sağduyuyu gösterdi.

Adıyaman’da, depremden 56 saat sonra sağ salim kurtarılan 13 yaşındaki Esma, 9 saate yakın devam eden çalışmalar esnasında AFAD görevlilerine “gerekiyorsa ayağımı kesin” dedi, bize cesareti gösterdi.

Yine Adıyaman’da 4 çocuğumuz enkazdan 64 saat sonra kurtarılmasının ardından, içlerinden en küçüğü “annem nerede?” diye sordu, bize katıksız özlemi gösterdi.

Gaziantep’in Nurdağı ilçesinde, küçük bir kız çocuğumuz Mehmetçikler tarafından kurtarılmasından hemen sonra “annemi de kurtarın” dedi, bize merhameti gösterdi.

Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde, 5 yaşındaki Ayşe enkazın altında saatlerce babasının elini bırakmadı, bize güveni ve metaneti gösterdi.

Kahramanmaraş’ta depremden 22 saat sonra kurtarılan, 2 çocuğunu, 2 kardeşini, annesini ve 5 yeğenini kaybeden Ziraat Mühendisi Mustafa Özdemir kardeşimiz, ailesini defnettikten sonra arama kurtarma çalışmalarına katılarak “vazgeçme lüksümüz yok” dedi, bize dirayeti gösterdi.

Nice dramlar, nice kayıplar, nice mucizevi kurtuluşlar, nice feci akıbetler yaşanmış olsa da, üzerimize çöken 6 Şubat göçüğünden çok daha diri, çok güçlü bir şekilde çıkacağız.

Ağırdan almayacağız.

Sorumluluktan kaçmayacağız.

İhmallere müsaade etmeyeceğiz.

Teslim olmayacağız.

Yılgınlığa düşmeyeceğiz.

Düşsek de kalkacağız, devrilsek de doğrulacağız.

Cenab-ı Allah İnşirah Suresi’nde Efendimiz Hz. Peygamber’e şöyle buyuruyor:

“Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?

Senin şanını yükseltmedik mi?

Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”

İman ediyoruz ki, her zorluğun bir kolayı vardır.

Her gecenin bir sabahı vardır.

Her kışın bir baharı vardır.

Her derdin bir şifası vardır.

Allah sabredenlerle beraberdir.

Depremde hayatını kaybetmiş tüm vatandaşlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler, yaralı kardeşlerimize şifalar; milletime, acılı ailelere ve hepimize başsağlığı niyaz ediyorum.

Muhterem heyetinizi deprem felaketinde can veren kardeşlerimiz için Fatiha okumaya davet ediyorum.

Allah kabul ve makbul eylesin inşallah.

Hepsinin mekânı cennet olsun.

Değerli Arkadaşlarım,

Asrın felaketi karşısında milli yürekler toplu vurmuş ve kenetlenmiştir.

Bu durum Türk ve Türkiye Yüzyılının mimarisi adına, aynı şekilde muhtemel diğer doğal afetlere hazırlıklı olmak ve tedbir geliştirmek için şuurlu bir uyanışın işaretidir.

Ancak yardımlaşma kanallarının aktif olması, dayanışma ruhunun günbegün hız ve derinlik kazanması ister istemez bazı çevreleri rahatsız etmektedir.

Esasen bunlar aramızdaki ayrık otlarıdır.

Bunlar içimize kadar sızmış Bizans devşirmeleridir.

Bir kısım medya organı, niyeti makûs sivil toplum örgütleri, yarım aydınlar, kiralık kalemler, kötürüm yorumcular, felaketten nemalanma kuyruğuna giren siyasi bozguncular maalesef böylesi bir dönemde bile insani ve vicdani duyarlılık göstermemişlerdir.

Alayı birden sınıfta kalmış, milletle ters düşmüşlerdir.

Türkiye’nin yıkımına bel bağlayan çürük çarık zihniyetlerin maalesef gözünü siyasi ikbal hırsı bürümüştür.

Milli ve manevi değerleri iflas edenler zelzeleyi zilletle eşleştirmişlerdir.

Bir gazetenin şu nifak içerikli manşetine bakar mısınız? “Milletin parasıyla millete bağış.”

Diğer bir gazetenin manşeti de şudur: “Suçlu olay yerine döndü.”

Bir başka gazetenin manşeti ise şu şekildedir: “40 bin ölü var, tek bir istifa yok.”

Acımızı, anımızı, adımızı ve ağıdımızı bilmeyenlerle ortak bir geleceği nasıl paylaşacağız?

İktidarın kaybetmesi uğruna vatanın ve milletin kaybetmesine oynayanlarla nasıl bir arada yaşayacağız?

Dünya alem deprem bölgesine insani yardımları sevk ediyorken iç muhalefetin utanç verici haline ne diyelim? Bunu neye yoralım ve nasıl açıklayalım?

Yaygın çıkar ilişkileri yanlışın peşinden gitmeyi meziyet zanneden siyaset kadrolarını palazlandırmakla kalmaz, pazara, hatta ayağa düşmelerine yol açar.

Ülkemizde muhalefetin değersizleşmesiyle denge kaybına uğramasının sebebi de budur.

İnsani ve İslami değerler prizmasından baktığımızda bugünkü felaketin siyasi koz olarak kullanılmasının ve kutuplaşma malzemesi olarak görülmesinin devasa bir ayıp ve ahlak eksikliği olacağı hiç tartışma götürmeyen bir gerçektir.

Dayanışma ve yardımlaşma haricinde bir şey düşünmek bize göre damgalı namertliktir.

Yeri ve zamanı geldiğinde tedbir ve tenkit manzumesi sorumluluk mertebesinde bulunan kim varsa paylaşılır ve muhataplarına aktarılır.

Bunun yol ve yordamı hukuk üstünlüğünün hakim olduğu demokratik sistemlerde bellidir.

Kahramanmaraş depreminin enine boyuna tüm boyutlarıyla konuşulacağı günler elbet gelecek, sorumlulardan adalet önünde hesap sorulacaktır.

Kaldı ki yıkılan binalarla ilişkisi olan ahlaksız müteahhitlerin kapsamına alan soruşturma süreci de işlemektedir.

Ayrıca bir insanımız dahi enkaz altındayken, henüz felaketin sıcaklığı çok yakıcıyken, haksız ve hayasız siyasi eleştiri yapmak, seçim tarihiyle ilgili spekülasyon üretmek vebaldir, bu vebal zillet ittifakını teşkil eden her partinin hissesine eşit olarak düşmüştür.

Bir yanda arama kurtarma faaliyetleri devam ediyorken diğer yanda devleti ve hükümeti sistematik şekilde suçlamak en hafif tabirle terbiyesizliktir.

Bir yanda feryat sesleri duyuluyorken, diğer yanda siyasi hesap yapıyor olmak insafsızlık ve ilkelliktir.

Meşhur bir düşünür, insan gövdesinin salgıladığı aç gözlü safranın siyasi ihtiras olduğunu, bu safranın insanı bencilliğin, cüretkarlığın ve fırsatçılığın tuzağına çekeceğini ileri sürmüştür.

Altılı masa muhalefeti; dizginlenemeyen ihtiraslarla kontrolsüz açgözlülük hastalığına tutulmuştur.

Altılı masa muhalefetinin geçim kapısı fırsatçılık, fesatçılık, fevrilik, fetbazlık, fenalıktır.

Siyasetlerinde tutarlılık yoktur, değerlendirmelerinde irade ve isabet yoktur.

18 Şubat 2023 tarihinde zillet ittifakının sıradan ve düşük profilli yeni bir toplantısını müteakiben kamuoyuyla paylaşılan ortak açıklamanın her satırına kindarlığın izleri, devlet ve millet karşıtlığının emareleri nüfuz etmiştir.

Diyorlar ki, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yüzünden acılar ve zayiat katlanarak artmış.

Diyorlar ki, afet süreci iyi yönetilememiş, arama kurtarma çalışmalarında geç ve yetersiz kalınmış.

Diyorlar ki, temel ihtiyaçların temininin ve yardım faaliyetlerinin doğru koordine edilemediğinden bahisle, felaketin boyutları vahim seviyeye ulaşmış.

Asıl maksat ve meramlarını da ortak açıklamanın sonuna iliştirerek; ülkemizin en acil ihtiyacının yeni ve etkin bir iktidar olduğunu kaydetmişler.

Be hey gafiller, siz de hiç mi Allah korkusu kalmadı?

Be hey muhterisler, hiç mi depremzede insanlarımızdan utanmıyorsunuz?

10 ilimiz yıkılmışken, hala Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni karalamanız, hala müfteriliği pusula yapmanız hangi kitaba, hangi zihniyete, hangi değere sığmaktadır?

Yere batsın sizin siyasetiniz, kahrolsun sizin zillet anlayışınız.

Bunları nasıl söylersiniz?

Böyle bir ucuz ve meczup bir siyasete nasıl saparsınız?

Vatan, millet, devlet ve insan sevgisine hiç mi sahip değilsiniz?

Rahat olun, biraz sabredin, Türk milleti sizin boyun ölçünüzü, kaç gram ettiğinizi yakında sandığa gömerek ilan edecektir.

Bilinmelidir ki, ne sandıktan kaçarız, ne de demokrasiyi yok sayarız.

Acılarımızın tam ortasında, seçimlerle ilgili polemik yapan, ertelendi ertelenmedi çetelesi tutan zillet ittifakı paranoyaktır, saplantılıdır, hayalperesttir, vehimlerin pençesindedir.

Yalan söylediler, algı operasyonuna heveslendiler, husumet yaydılar.

Askerler nerede dediler, kahramanlar her yerdeydi, yalın gerçeği görmediler.

Devlet nerede dediler, burunlarının önünü göremediler, husumetlerini gösterdiler.

Kılıçdaroğlu dayanışma kültürü için yabancı ülkelere teşekkür etti, fakat döndü dolaştı hükümete saldırdı, milli dayanışmadan sarfınazar etti.

HDP’nin bir eşbaşkanı, iktidarın enkaz altında kaldığını izansızca söyledi, Kılıçdaroğlu da evet diyerek tasdik etti, bu itibarla küçüldü, ufaldı ve alçaldı.

Yine Kılıçdaroğlu, deprem koordine edilemedi dedi, gerçekleri çarpıttı, yüzü kösele derisi olduğundan dolayı da hiç kızarmadı.

Aynı bayat ve bağnaz tezviratın ezberiyle televizyon ekranlarında konuşan sözde gazeteci ve yorumcular, acaba depremin ne zaman ve hangi şiddette olacağını biliyorlar mıydı?

6 Şubat 2023 tarihinde saat 4.17’de bunlar ne yapıyordu?

Devleti ve hükümeti suçlama yarışına giren, karamsarlık aşılayıp kriz ve kaos ikmali yapan bu kimliksizler koordinasyondan ne anladıklarını, aslı astarı olmayan iddialarla nereye varmak istediklerini mertçe açıklayacak yürekliliğe sahipler midir?

Bu karanlık tiplerin siyaset temsilcisi Kılıçdaroğlu, enkaz altındaki mazlum insanlarımızla alay eden edepsizlerin tutuklanmaları üzerine, “gelin beni de tutuklayın” diyecek kadar seviyesiz ve sevimsiz bir hale savrulmuştur.

“Her şeyi biz mi öğreteceğiz size, devlet yönetin devlet” açıklamasıyla ar damarının çatlaklığını, katılaşmış kalbinin iflasını belgelemiştir.

Merkezi yönetimle yerel yönetim arasında bölücülük yapmış, hiç gocunmamış, hiç de vicdanı sızlamamıştır.

Kılıçdaroğlu geçen hafta demiş ki: “Hiç birimiz artık eskisi gibi değiliz. Ben de aynı insan değilim. Ruhumuz eskisi gibi değil artık.”

Sayın Kılıçdaroğlu seni bilemeyiz, çok da merak etmeyiz. Zira bildiklerimiz bize fazla fazla yetecektir.

İlle de bir şey diyeceksen, kendi adına konuşmanı tavsiye ederiz.

Senin eskin nedir ki yenin ne olacaktır.

Fakat sen görmesen de, söyleyemesen de, Türk milleti tarihinde her döneminde olduğu gibi aynı ahlaka, aynı asalete, aynı ruha sahiptir, afet günlerinde de bunu feragatiyle ispat etmiştir.

Kahırdan Allah’ın izniyle lütuf doğacaktır.

Bugünler geçecek; zilletin de, zelzelenin de hasar ve hüsranıyla sonuna kadar mücadele edilecektir.

8 Mart 2022 tarihli Meclis Grup Toplantımızda demiştim ki:

“Bu mukaddes toprakların jeo-politik avantajları kadar dezavantajları da bellidir ve bilinmektedir.

İnsanıyla irfanıyla, eksiğiyle fazlasıyla, riskiyle güvenliğiyle, geçmişiyle geleceğiyle, dağıyla taşıyla, kurduyla kuzusuyla bu coğrafya bizim, bastığımız topraklara vatan mührünü vuran kutlu irade Türk milletinindir.

Bu coğrafyada yaşıyor olmanın nimeti olduğu kadar külfeti de vardır ve bu külfet milli birliğin dayandığı yüksek bir şuur sayesinde omuzlanarak ufkumuza çekilen kalın perdeler yırtılıp atılmaktadır.

Coğrafyamızı değiştirme ihtimalimiz yoktur.

Bunu aklımızdan geçirmeye hakkımız bile yoktur.

Bu vatan kıyamete kadar bizimdir, bizim kalacaktır.

Asırlar boyunca çekilmiş çilelerin, geçilmiş zor dönemeçlerin, aşılmış pek çok engelin, gösterilen üstün fedakârlıkların, göğüs kabartan muazzam mücadelelerin ezcümle mükâfatı Türk vatanıdır.”

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.