Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin 24 Ocak 2007
Sayın Basın Mensupları, Değerli Dava Arkadaşlarım, Türkiye son bir hafta içinde esef verici bir dizi olaya ve gelişmeye sahne olmuştur. Bu dönemde yaşananlar, bir bataklığın içine çekilmek istenen Türkiye’nin üzerinde haince oynanmak istenen oyunların açık ve örtülü amaçlarını gözler önüne sermiştir. İç ve dış tahriklere karşı savunmasız bırakılan ve sorunlu bir ülke ve toplum haline getirilmek istenen Türkiye,
Çok tehlikeli ve karanlık bir dönemden geçmektedir. Geçtiğimiz hafta vuku bulan ve Ermeni asıllı bir vatandaşımızı hedef alan insanlık dışı cinayet Türkiye’yi derinden sarsmıştır. Şurası bir gerçektir ki, Türkiye hem bu alçakça işlenen cinayetten, hem de bundan sonra oluşturulan psikolojik terör ve tahrik ortamından gereken dersi çıkartmak durumundadır. Yaşanan bu süreç, Türkiye’nin milli güvenliğini doğrudan etkileyen hayati milli meseleleri gölgede bırakmıştır. Türkiye’de siyasi bölücülüğün zemin kazanması için yürütülen faaliyetler, Kuzey Irak’tan kaynaklanan güvenlik tehditleri ve Kerkük’te ağırlaşan şartlar, bu ortamda ikinci plana itilmiştir. Türkiye’yi uluslararası planda mahkum etmek için tetikte bekleyen mihraklara da yeni bir istismar imkanı kazandırılmıştır. Son günlerde sahneye konulan ve ilk provası yapılan oyunlar, önümüzdeki dönemde Türkiye’yi hedef alacak tahrik ve husumet kampanyalarının somut işaretlerini de ortaya koymuştur. Türkiye’yi büyük risklerle dolu mayınlı bir yol beklemektedir. Bu şartlar karşısında, herkesin siyasi ön yargı ve küçük hesaplardan uzak, soğukkanlı ve gerçekçi bir değerlendirme yapması büyük önem taşımaktadır. Bu konulardaki görüşlerimizi bütün açıklığıyla ortaya koyacağımız basın toplantımıza katılan değerli arkadaşlarımı en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, AGOS gazetesi genel yayın yönetmeninin katledilmesi, her şeyden önce insan olma onurunu kaybetmemiş olan herkesin lanetleyeceği menfur bir cinayettir. Bunun vicdanlarda ve yüreklerde doğurduğu infaal, bu sınırlar içinde kaldığı sürece, tabiatıyla insani ve ahlaki bir tepki olarak görülecektir. Bu cinayette tetiği çeken zanlı ve temasta olduğu düşünülen şahıslar adalet ve emniyet makamlarımızın elindedir. Bu suikastın, varsa siyasi bağlantılarını, azmettirenlerini, yardım ve yataklık yapanları ve örgüt ilişkilerini ortaya çıkarmak devletin görevidir. Hükümetin bu işin üzerine sonuna kadar gitmesi ve arkasında kimler varsa ortaya çıkarması, siyasi sorumluluğunun yanı sıra ahlaki bir vecibedir. Soruşturma ve yargı sürecinin sonunda bütün gerçekler ortaya çıkacak ve bağımsız Türk yargısı hükmünü verecektir. Bu aşamada hepimiz bu süreci izlemek ve sonuçlarını beklemek durumundayız. Bu noktada bir hususu özellikle dile getirmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti, evrensel imparatorluklar kurmuş büyük bir kültürün ve tarihin mirasçısıdır. Osmanlı İmparatorluğu, farklı etnik kökene, din ve dile sahip bütün halkların hoşgörü ve karşılıklı saygı ortamında huzur içinde bir arada yaşadıkları büyük bir medeniyetin adıdır. İmparatorluğun dağılması sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın bu hoşgörü ve bir arada yaşama kültürünü de tevarüs etmiştir. Lozan Antlaşmasında belirlenen esaslar içinde Türkiye’de yaşayan gayrimüslim dini azınlıklar, Türk devletinin ve milletinin şefkat ve himayesine emanet edilmişlerdir. Milliyetçi Hareketin temsil ettiği Türk milliyetçiliği fikriyatı, bu imparatorluk mirasına bütün unsurlarıyla sahip çıkma anlayışına dayanmaktadır. Kaderini ve geleceğini, Türk milletinin kaderine ve geleceğine bağlamış olan Türk vatandaşı gayrimüslim azınlık mensupları, Türk toplumunun eşit hak ve sorumluluklara sahip onurlu bireyleridir. Bunlara sırf etnik kökenleri nedeniyle yabancı nazarıyla bakmak ve dışlamak, Türk milliyetçiliğinin vatan ahlakı anlayışıyla bağdaşmayan bir bühtandır. Bu bakımdan, Türk milletini ve milliyetçilik duygularını aşağılayarak, azınlık istismarı siyaseti yapanların bu gerçekleri çok iyi anlamaları gerekir.
Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Konunun insani, ahlaki ve hukuki yönlerine ilişkin düşüncelerimiz bunlardır. Bu hususları ifade ettikten sonra bu noktada yaşanan olaylar zincirinin, aynı derecede vahim değer yönleri üzerinde durmak istiyorum. Türkiye’de cereyan eden her olaydan sonra devleti peşinen suçlu ilan etmek ve devlete güven duygusunu yıpratmaya yönelik bir linç kampanyası başlatmak, çok tehlikeli bir alışkanlık haline gelmiştir. Bu senaryo son olayda da aynen sahnelenmiştir. Saldırının hemen akabinde devleti peşinen mahkum eden komplo teorileri piyasaya sürülmüş ve idrak ve insaf sahibi herkesi derin bir endişeye sevkeden şu gelişmeler yaşanmıştır.
Bu zeminlerde, hiçbir ahlaki sınır tanımadan çok geniş bir suçlu profili çizilmiş ve peşinen verilen mahkumiyet kararının sütunlarda ve ekranlarda infazı için harekete geçilmiştir.
Sefil bir tetikçiyle özdeşleştirerek bu cinayetin arkasındaki azmettiriciler olarak suçlu ilan etmişlerdir.
Bu slogan’ın duygusal bir ortamda, bireysel düzeyde bir dayanışma ifadesi olarak görülmesi belki mümkündür. Ancak, bu sloganın Türkiye’nin kabuk değiştirdiğinin göstergesi olduğunu söyleyen çevreler için bunun ne anlam taşıdığını herkes kendi vicdanında takdir edecektir. Türkiye, 1984 yılından bu yana PKK terörü ile mücadelede büyük acılar çekmiş ve sayısız şehitler vermiştir. Şehit cenazelerinde ve taziyelerinde Türk milletinin mensubu olarak hiç görülmeyen bu çevrelerin, şimdi mağdurun etnik mensubiyeti üzerinden slogan geliştirmeleri, izaha muhtaç bir garabettir. Bunun da ötesinde, güvenlik güçleri mensuplarımızı ve masum vatandaşlarımızı alçakça katleden PKK teröristleri için siyasi af çıkarılmasını demokratikleşme adına savunanların da aynı çevreler olması, üzerinde ayrıca durulması gereken bir hastalık semptomudur.
Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Gerçek manada Türk milliyetçiliği ülküsünün, bu linç kampanyasının merkezine oturtulması ve ima ve yakıştırmalarla bu son cinayetin manevi azmettiricisi olarak gösterilmeye çalışılmasının marazi sebepleri bizim esasen malumumuzdur. Ancak, Türkiye’nin bugün içinden geçtiği ateş çemberinde herkesin nerede durduğunun ve ne yapmak istediğinin daha iyi anlaşılması bakımından, bazı gerçeklerin bu maksatlı kampanyanın sahiplerinin yüzlerine vurulması elzem hale gelmiştir. Bu bakımdan şu hususları herkesin dikkatine getirmek istiyorum:
Büyük Türk Milletini bir bütün olarak kucaklayan bu milli şuur ve anlayış, Türkiye’nin kardeşliğinin sigortasıdır. Türkiye’nin milli birliğini yıkmak isteyenlerin, her vesileyle Milliyetçi Hareketi ve Türk Milliyetçiliği şuurunu ortak hedef haline getirmeleri bu bakımdan bir tesadüf değildir. MHP’nin seslendirdiği Türk Milliyetçiliği anlayışını, iç huzur ve güvenliği tehdit eden bir tehlike gibi göstermek, Türkiye’nin milli birliğine kastetmek isteyen bedbahtların değişmeyen stratejisi olmuştur.
Burada, fikri namus sahibi herkes şu gerçeği görmek durumundadır. Türk milliyetçiliğini suçlu göstermeye çalışanların sarıldıkları yalan ve iftira silahıyla, son suikastta kullanılan silah arasında özde hiçbir fark yoktur. İkisi de, kullananların karanlık ruhunu yansıtan, adi ve alçak birer suikast silahıdır.
Türk milliyetçiliği duygularını başlı başına bir suç işleme dürtüsü olarak göstermeye çalışmak ve milliyetçilik tehdidi paranoyası yaratarak samimi milliyetçileri potansiyel suçlu olarak ilan etmek en hafif tabiriyle hayasızlıktır.
- Türkiye’ye karşı hazırlanan tezgahlarda kimlerin amaçlarına hizmet ettiklerini ve - Kendilerini hangi oyunlarda ucuz bir piyon olarak kullandırdıklarını çok iyi düşünmelidir.
- Kuru gürültü ve bilgi kirliliği yaratarak Türk milletini aşağılamaya çalışmak, - Demokratik ve insani değerler açısından geri kalmış sorunlu ve hastalıklı bir toplum olarak göstermek ve - Geçmişle yüzleşme hezeyanlarıyla Türkiye’nin tarihini ve milli değerlerini karalamaya yeltenmek, Hiç kimsenin, ama hiç kimsenin haddi değildir. - Hiç kimse Türk milletinin milli benliğinden, milli şuurundan ve tarihinden kopmuş bir halk yığınına dönüştürülebileceği gibi ham bir hayal peşinde koşmamalıdır. - Büyük medeniyetlere vücut vermiş Türk milletinin tarih sicili, her zaman iftihar ettiği milli ve manevi değerlerinde saklıdır. - Bunu sorgulamak gafletine düşecek olanların yapması gereken, önce bunu okumak ve çok iyi anlamaya çalışmak olacaktır.
Milliyetçi Hareketi ve Türk Milliyetçiliğini bunun dışındaki şablonların içine oturtmaya çalışmak nafiledir. Milliyetçi Hareket’in mensupları, kin, nefret ve husumetten beslenen ihanet saldırıları karşısında, Türkiye’nin milli birliğini ve kardeşliğini korumaya ve Türk milliyetçiliği şuurunu sonsuza kadar yaşatmaya kararlıdır. Türk Milliyetçiliğine karşı oluşturulan ve içinde AKP zihniyetinin, PKK terörünün maşası olan siyasi bölücülerin ve varlıklarını Türkiye’nin parçalanma projelerine bağlayan sahte aydınlanma tacirlerinin yer aldığı düşmanlık cephesi, ne yaparsa yapsın, bu azim ve kararlılığımızı kıramayacaktır.
Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Son dönemde Türk Milliyetçiliğini sakıncalı fikir olarak göstererek bunun etrafında bir “yasak alan” yaratma çabalarıyla eş zamanlı olarak, siyasi bölücülüğün gündemini ilerletecek bir “meşru alan” oluşturma faaliyetlerinin hız kazandığı görülmektedir.
Bu yöndeki “meşru alan” yaratma çabalarının son örnekleri olmuştur. Türkiye’yi parçalayarak çok milletli ve çok dilli yeni bir Ortaklık Cumhuriyetine dönüştürmek için sürdürülen bu tahrikler, AKP hükümetinin siyasi himayesi ve hoşgörüsü altında çok tehlikeli boyutlara taşınmıştır. Türkiye’nin bölünme modellerinin ele alındığı ve demokratikleşme kisvesi altında bölünme reçetelerinin açıkça tartışıldığı konferanslar, PKK’nın siyasallaşma stratejisinin geliştirilmesinde ana yüklenici haline gelmiştir. Son menfur cinayet vesilesiyle Türk Milliyetçiliğine karşı adeta bir “Haçlı Seferi” başlatan sözde aydınlarla, bu konferanslarda ön safta yer alanların, aynı kişiler ve çevreler olması, her iki siyasi kampanyanın gerçek amaçlarına ışık tutmaya yetecektir. TUSİAD’ın da son olarak bu kervana katılması, her bakımdan ibret verici bir gelişme olmuştur. TUSİAD’ın geçen hafta açıklanan “Güncelleştirilmiş Demokratikleşme Raporu”nda yer alan Türkçe dışındaki anadillerin seçimlik ders olması ve etnik temelde siyaset yapılmasına imkan verilmesi önerileri, TUSİAD’ın da PKK’nın siyasallaşma projelerine sahip çıktığını göstermiştir. Bu konuları Türkiye’nin gündemine getirip tartışmaya açmanın, çoğulcu ve demokratik yapının oluşması için yararlı olacağını söyleyen ve PKK patentli bu önerileri uzlaşmacı yaklaşım olarak nitelendiren TUSİAD Başkanı, kurumun bu yeni misyonunu, bu sözlerle ortaya koymuştur. Bizim TUSİAD’a öneri ve tavsiyemiz, eğer PKK’nın siyasi hedeflerini benimsiyorlarsa, bunları siyasi bir program haline getirip bir siyasi parti çatısı altında örgütlenerek Türk Milletinin önüne çıkmalarıdır. TUSİAD’ın sahip olduğu imkanlarla partileşme konusunda maddi kaynak sıkıntısı çekmeyeceği açıktır. Bu bakımdan, siyasi platforma çıkmak, sutre gerisinden demokratikleşmeye katkı adı altında siyasi fetva vermek kolaycılığından çok daha dürüst bir yol olacaktır. Bu bahsi geçmeden önce TUSİAD raporunda da yer alan Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Hepinizin bildiği gibi,Türklük değerlerine hakaret fiilini düzenleyen 301. madde, son dönemde yapılan demokratikleşme tartışmalarının odağı haline getirilmiştir. Türklük değerlerine hakaret edilmesinin serbest kalmasını batılı, medeni ve demokrat bir toplum olmanın vazgeçilmez ölçüsü olarak gören çevrelerin bu yöndeki çabaları her zeminde sürdürülmektedir. Nitekim, 301. madde son menfur cinayetin azmettiricisi ve bunun arkasındaki örgütsel bağın bir unsuru olarak suçlu ilan edilmiştir. Bu durumda AKP hükümetinin yapacağı tek şey vardır: O da, toplumsal mutabakat arayışı gibi bahanelerle sivil toplum örgütlerinin arkasına sığınmayı bırakıp, hükümet sorumluluğunun gereğini yaparak bu konuda ne düşündüğünü açıkça ortaya koymaktır. Bir cinayet suçunun feri iştirakçisi olarak mahkum edilen 301. madde konusunda Milliyetçi Hareket’in görüş ve düşünceleri çok açıktır. Biz bu konuda dün ne düşünüyorsak, bugün da aynı noktadayız.
Sayın Basın Mensupları, Değerli Arkadaşlarım, Türkiye, çok hassas bir döneme girmiştir. Bu yıl içinde yapılacak çifte seçimler, Türkiye’nin kader çizgisini belirleyecek hayati kilometre taşları olacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, bugüne kadar izlediği ilkeli ve sağduyulu siyaseti, bundan sonra da aynı inanç ve kararlılıkla sürdürecektir. Türkiye’nin milli değerlerinin bekçisi ve milli vicdanın sesi olan Milliyetçi Hareket’in iktidar yürüyüşünde sona gelinmiştir. Milliyetçi Hareket camiasının çilekeş mensupları ve ülkücü kardeşlerim, bu son dönemeçte karşımıza çıkarılacak tahrikler karşısında, bugüne kadar olduğu gibi metanet ve soğukkanlılıklarını koruyacaklar ve sağduyu yolundan ayrılmayacaklardır. Sözlerime son vermeden, bugün vefat ettiğini büyük bir üzüntüyle öğrendiğim, 57. hükümet döneminde birlikte çalıştığımız merhum İsmail Cem’e Tanrıdan rahmet, ailesine ve yakınlarına sabır, metanet ve başsağlığı diliyorum. Hepinizi en kalbi duygularla selamlıyor, şükranlarımı sunuyorum. Dr. Devlet Bahçeli SORU VE CEVAPLAR SORU: 17 yaşında bir çocuk böyle bir cinayeti işliyor. Hrant Dink'e koruma tahsis edilmediği için cinayetin işlendiği gün devlet suçlandı. Siz bunu eleştiriyorsunuz. Ayrıca 301. madde de çok eleştirilmişti siz bunu da eleştirdiniz. Peki 17 yaşındaki bir çocuk tek başına bu cinayeti neden işledi? CEVAP: Suçlunun kim olduğunu bulabilecek birikim ve tecrübeyi, 40 yıldan bu yana toplum olarak yaşadığımız sosyal şiddet, bütün yönleriyle öğretmiştir. Devlet yöneticileri ve devleti yönetmeye talip olanlar her konunun arkasında ciddi olarak durmalıdır. Sayın İçişleri Bakanı'nın görevde olduğu 1989-1991 döneminde karanlıkta kalmış cinayetlerin, 2002-2007 döneminde de yeniden başlaması düşündürücüdür. Bu konuyu biz değil hükümet aramalıdır. Suçlunun kim olduğunu da mutlaka bulup çıkarmalıdır. Suçlu bulunmadan da suçlu ilan etme alışkanlığından da aydın geçinenler, basın mensupları, fikir adamları, üniversite öğretim üyeleri, MİT gibi bir müessesenin müsteşarlığını yapmış emekli şahsiyetler dikkatli davranmalıdır.
|