Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 21 Kasım 2023
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
21 Kasım 2023

 

 

 

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Partimizin bu haftaki olağan Meclis Grup Toplantısı’na başlarken muteber heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda nice zorluğa göğüs gererek hayat mücadelesi veren kardeşlerimizi bu vesileyle selamlıyor, hepsini kucaklıyorum.

Anadolu coğrafyasında bin yıldır varoluşumuzun sırrı tehlikeleri zamanında sezen güçlü duyuş, tehditleri kaynağında eriten isabetli duruş ve dokunuştur.

En az bunlar kadar, belki de daha önemlisi milli birlik, mütemadi dirlik ve müessir kardeşliğimizin müdafaasındaki azim ve dirayettir.

Üzerinde yaşadığımız coğrafyayı vatan yapan tılsım sahnelenen kahramanlıkların, sergilenen fedakârlıkların, serpilen vatan ve millet sevgisinin mecmuunda mahfuzdur.

Tarih boyunca Anadolu; kıtaların kavşak noktası, ticaret koridorlarının kesişme potası, medeniyetler ve milletler mücadelesinin karşılaşma, hesaplaşma, aynı şekilde mücadele sahasıdır.

Şablon ve tartışmalı bir ifadeyle coğrafyanın kader olduğu iddia edilir, bu sözün müellifi olarak da meşhur İslam filozofu İbn-i Haldun gösterilir.

Hakikaten öyle midir, bilemem; ancak bildiğim bir şey varsa o da coğrafyayı vatan yapan şuurun cesur bir karar mahsulü olduğudur.

Şayet coğrafyanın ruhu derinliğine anlaşılamazsa, tarihin koordinatları doğru şekilde okunup açıklanamazsa hayal kırıklığı ve hüsran kaçınılmazdır.

Anadolu coğrafyasına ruh veren, her karışına mühür vuran, geçmişi gelecekle buluşturan beşeri cevher büyük Türk milletidir.

Vatana adını veren millettir, ülkeye adını veren millettir, devlete adını veren millettir, milletin adı ise Türk’tür.

Millet kavramı üzerinde kuşku uyandırmak isteyenlerin emeli ve hedefi bellidir, nitekim sinsi gayeleri Türklüğün varlığını dinamitlemektir.

Coğrafyanın mesajı, tarihin akış istikameti milli şuurla kavrandığı takdirde Allah’ın izniyle Türk milletine, Türk vatanına hiçbir menfur ve mendebur niyet zarar veremeyecektir.

Bakınız ne diyordu Merhum Mithat Cemal Kuntay:

“Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hatta,

Çekmez kürenin sırtı bu tabutu cesimi.”

Kürenin sırtı Türk’ün ne vatanını ne de milletini çekemez, nihayet bu terazi bu sıkleti kaldıramaz.

İmparatorluk mirasına sahip Türkiye’nin mücavir bölgelerinde ve kültürel etki alanlarında olan biten hiçbir krize duyarsız kalmayacağı, aciz durmayacağı tarihi ve coğrafi bir vakıadır.

Türk tarihinin özeti şudur:

Fırat’ın batısı, Fırat’ın doğusuyla dengelenir; doğuda yoksak batıda olamayız, güneyde zaaf içindeysek kuzeyde tutunamayız, çevremizde yanan ateşi söndüremezsek çatımızın tutuşmasını engelleyemeyiz.

Sana’dan Mogadişu’ya, Şam’dan Bağdat’a, Karabağ’dan Kudüs’e, Kırım’dan Kerkük’e, Kaşgar’dan Kıbrıs’a, Kabil’den Keşmir’e, Üsküp’ten Trablus’a, Gazze’den Kahire’ye gelişen ve genişleyen her menfi hadisenin gelip dayanacağı yer biliniz ki Türkiye ve Türk vatanıdır.

Türk milletinin devlet aklı, yönetim kültürü, hakimiyet ve hükümranlık mazisi bu çarpıcı jeopolitik, jeostratejik ve tarihi gerçekleri köklü bir tecrübeyle ibra ve işaret etmektir.

Bölgesel planda yeşeren kaotik meselelere karşı “bize ne, bizi ne ilgilendirir, ne işimiz olur” dediğimiz gün, Allah muhafaza bağrımıza zehirli hançerin saplandığını çok geçmeden görür ve yaşarız.

Merhum Hocamız Prof.Dr. Ahmet Süheyl Ünver’in şu ibretlik sözü hepimiz için kayda değerdir:

“Bu beni alakadar etmez dediğimiz gün bu ülkeye en büyük suikastı yapmış oluruz. Aksini vatana hizmet sayarım.”

Milliyetçi Hareket Partisi de bu vatanın, bu milletin daima hizmetkarı ve sevdalı yüreği olmaya karlık beklemeksizin yeminlidir.

Türkiye’nin muhafazası, milli güvenliğimizin savunması vatan topraklarından değil; gönül, kültür ve kardeşlik bağlarımızın ilmik ilmik vicdanlara dokunduğu coğrafyalardan yapılmalıdır, bugüne kadar yapılan da bundan farklı bir şey değildir.

Filistin’in huzuru Türkiye’nin huzurudur.

Suriye’nin istikrarı Türkiye’nin istikrarıdır.

Irak’ın esenliği Türkiye’nin esenliğidir.

Asırlar içinde pek çok çatışmaya sahne olan Filistin 16’ıncı yüzyıldan itibaren egemenlik şemsiyemiz altına girmiştir.

Müteakiben aziz ecdadımız Filistin’i Şam Beylerbeyliği’ne bağlı üç sancak halinde teşkilatlandırmıştır.

Bunlar: Kudüs Sancağı, Gazze Sancağı, Nablus Sancağı’dır.

Dün sancağımız olan Gazze’nin bugün felaketine sırt dönmemiz, yüz çevirmemiz, suskun kalmamız milli ve manevi emanetlerimize en hafif tabirle saygısızlıktır olacaktır.

Gazze’yi Kudüs’ten, Kudüs’ü İstanbul’dan ayırmak, ayrıştırmak ve ayrı düşünmek akan tarih nehrine karşı boşuna kürek çekmektir.

Filistinli masumların gözyaşları ve dökülen kanları kesilmeden, hak kayıpları telafi edilmeden Ortadoğu’da kalıcı barış ve huzur ortamının inşası hayal ötesi bir beklentidir.

Gazze meselesi; güvenlik, inanç, insan, kültür ve tarih boyutlarıyla Türkiye’nin meselesidir.

Bizim için bu konuda tarafsızlık diye bir şey söz konusu olamaz.

Haksızlık karşısında suskun kalmak dilsiz şeytanlıktır.

Zulme sessizlik de aynı derecede zulümdür.

Türk milleti, zalim İsrail’in ve zulüm destekçilerinin şeytani oyunlarına, şer ve şiddet yağdıran operasyonlarına sonuna kadar tepkili, mesafeli ve öfkelidir.

İsrail ile Filistin arasında acil ve insani ateşkesin olması için daha kaç çocuğun, kaç masumun ölmesi lazımdır?

Okullar, hastaneler, sivil yerleşim alanları, camiler, kiliseler, fırınlar, ambulanslar, su şebekeleri, elektrik santralleri, yollar, köprüler, mezarlıklar, son tahlilde insana dair ne varsa bombalanıyorken, Almanya Başbakanı’nın çıkıp da “İsrail’in yaptığı nefsi müdafaa” demesinin ahlaki, hukuki ve vicdani bir karşılığından bahsetmek mümkün müdür?

İsrail vandallığının sözde nefsini savunanların, mazlumların nefsini konuşacak şerefli duruşu göstermeleri için daha başka neyin ve nelerin olması gerekmektedir?

Bu nasıl bir nefistir ki, katilde olup da maktulde yoktur.

Bize göre; kendini bilen haddini bilir.

Haddini bilen nefsini bilir.

Nefsini bilen de Rabbini bilir.

Biz kendimizi de, haddimizi de, nefsimizi de, Rabbimizi de çok şükür bilenlerdeniz.

Bilmeyenlerin ise tam karşı cephesinde sarsılmadan duruyor ve direniyoruz.

Yüzünde cenneti taşıyanlarla özünde cehennemi barındıranların ebedi mücadelesinde kazanan bellidir, zafer her zaman inananların hanesine yazılacaktır.

Bildiğimiz ve hafızamızda yaşattığımız her yer aynı zamanda manen doğduğumuz, gıyaben doğrulduğumuz ve davasıyla hemhal olduğumuz yurt köşeleridir.

Berlin’de geçtiğimiz Cuma akşamı düzenlenen ortak basın toplantısında, Sayın Cumhurbaşkanımızın Almanya Başbakanı’nın yüzüne çekinmeden, açık sözlülükle haykırdığı gerçekler Türk milletinin, esasen her şeyi bilse de susmayı tercih eden bazı Arap ve İslam ülkelerinin ortak sesi, ortak seslenişidir.

Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen milli basiret herkese dersini vermiş, muhatabının gevşeyen vidalarını da sıkmıştır.

İsrail’e para, silah, mühimmat desteği ile siyasi omuz veren ülkeler işlenen bebek cinayetlerinden, gün geçtikçe ağırlaşan katliam tablosundan birinci derecede sorumludur.

Dikkatinizi çekiyorum, Gazze’de her saat başı 6 çocuk hayatını kaybetmektedir.

Bu hazin tablo insani bir felaket ve vahşetin adeta canlı resmidir.

İsrail’in soykırım suçuna sessiz kalanlar, bununla da yetinmeyip 46 gündür süregelen devlet terörünü görmezden gelenler inanıyorum ki bir gün insanlık vicdanında mahkum olacaklardır.

Maalesef Almanya da bu kategoridedir.

Çok şükür bizim geçmişimizin hiçbir sayfasında gaz odaları caniliği, toplama kamplarının lekesi, Holokost felaketinin izi yoktur.

Almanya Başbakanı tarihin ve insani değerlerin yanlış tarafındadır.

İsrail faşizmine, İsrail soykırımına ilik nakli yapanlar arasında bulunması feci bir sapma halidir.

Adalet tevzi edecek insan bir defa şahsına adil olmalıdır.

Kaldı ki bunların kendilerine bile hayırları yoktur.

Türkiye’ye yeni nesil savaş uçağı satmak için ayak sürümeleri, temelsiz bahaneler üretmeleri kendi bilecekleri bir şeydir, elbette dünyanın sonu da değildir.

Milli muharip uçağımız KAAN yakında havalanacak, inşallah zora girmemizi bekleyen odakları teker teker çatlatacaktır.

Şairin dediği gibi:

Tasalanma yiğidim zaman bizden yanadır.

Külümüzden yükselen duman bizden yanadır.

Son durak, son ilahi ferman bizden yanadır.

Dünya düşman olsa da iman bizden yanadır.

Değerli Milletvekilleri,

İsrail; orantısız, onursuz ve ahlaksız saldırılarına derhal son vermelidir.

Uluslararası toplum İsrail üzerindeki baskıyı artırmalıdır.

Son günlerde yoğunlaşan protesto gösterileri, uyanışa geçen küresel vicdan, İsrail halkı arasındaki keskin bölünmeler, bu ülke siyasetindeki sert çalkantılar Netenyahu’nun elini günbegün zayıflatmakta, yalnızlığa itmektedir.

Çıkmaza sürüklenen, kafası ve kalbi rehin altında olan İsrail Başbakanı’nın siyasetten silinip gideceği günler uzak değildir.

İsrail ile Filistin arasında çok acil ve kalıcı ateşkes sağlanmalıdır.

Sürdürülebilir bir barış ortamı muhakkak surette tesis edilmelidir.

İsrail’in kontrolündeki nükleer başlıklı silahların araştırılması uluslararası gözlemciler vasıtasıyla derhal yapılmalıdır.

Rehinelerin kurtarılması maksadıyla diyalog ve diplomatik kanallar oluşturulmalı, atılan adımlar karşılık bulmalı, insani yardımların önü açılmalıdır.

Gazze yakılmış ve yıkılmıştır.

Yaklaşık 1,5 milyon insan yerinden yurdundan edilmiştir.

Korkunç bir dram devamlı ilerleyiş kaydetmektedir.

Artık tahammül eşiği aşılmış, savaş ve soykırım suçu sabitleşmiştir.

9 Aralık 1949 tarihinde tüm dünya devletleri tarafından imzalanan Cenevre Sözleşmesi’yle insan hakları ve temel değerleri alenen ve kasten ihlal edilmiş, uluslararası hukuk çiğnenmiştir.

Şifa Hastanesi’nin altında tüneller olduğunu ve karargah kurulduğunu iddia eden İsrail hükümetinin kara propagandası elinde patlamıştır.

Dünya daha fazla hareketsiz kalmamalıdır.

İsrail saldırılarını caydırmak için askeri, ekonomik ve siyasi yaptırım kararları eşgüdüm halinde ve süratle alınmalıdır.

ABD yönetimi ve AB ülkeleri çelişkili açıklamalarına nokta koymalı ve İsrail’e verdikleri desteği bıçak gibi kesmelidir.

Büyük İsrail projesine yatırım yapanlar, vaat edilmiş toprakların hayalini kuranlar ya Nil’in ya da Fırat’ın sularında boğulmaya da müstahaktır.

Türk milleti böylesi bir korsan yayılmacılığa, en üst düzeyde alarm zilleri çalan tarihsel ve sözde inanç temelli tehdit algısına kesinlikle fırsat vermeyecektir.

İsrail’in manevi kurucusu ve Siyonizm’in mucidi Theodor Herzl’e 19 Haziran 1896 tarihinde Sultan 2.Abdülhamid Han’ın bir vasıtayla gönderdiği mesaj Türk milletinin ruh kökünü aynısıyla yansıtmaktadır:

“Ben bir karış bile olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir.

Benim Suriye ve Filistin alaylarımın askerleri birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir.

Birisi dahi geri dönmemek üzere muharebe meydanında kalmışlardır.

Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir.

Ben onun hiçbir parçasını vermem.

Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.”

127 yıl önceki bu duruş Türk milletinin bugünkü duruşudur.

Filistin’in yutulmasına, Siyonizm masasında menü olmasına göz yummayacağız.

Mücadeleyse mücadele edeceğiz; milli güvenliğimizi, tarihi çıkarlarımızı, egemenlik hukukumuzu, mazlum kardeşlerimizin tartışılmaz haklarını korumak için elimizden ne geliyorsa, gücümüz neye yetiyorsa bihakkın yapacağız.

Son Müslüman Türk teslim alınmadan zulmün fermanı okunamaz.

Son Müslüman Türk yere düşmeden, helal kanlarıyla kucaklaşmadan emperyalist ve Siyonist kumpas kesinlikle sonuç alamaz, amacına ulaşamaz.

Değerli Milletvekilleri,

Cumhuriyet’in yeni yüzyılında, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin temin sürecinin başında en büyük kozumuz, en müstesna kuvvetimiz 16 Nisan Halkoylamasıyla yönetim sistemimizde yapılan zamanlar üstü reformdur.

Bu reformun mimarbaşı Türk milletidir ve onun ruh kökünden doğan Cumhur İttifakı’dır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin hem üçüncü evreye geçişini sağlamış hem de yeni yüzyılı kavrayan ve kuşatan demokratik ve dinamik nitelikli sistemsel başarısını somutlaştırmıştır.

Milli iradenin takdir ve tercihiyle kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin üzerine gölge düşürmek, bilhassa “ucube sistem, tek adam rejimi” iddialarıyla çamur atmak yalnızca haksızlık değil bizatihi milletimize saldırıdır.

Şayet cumhur ile Cumhuriyet kucaklaşmışsa, devlet ve millet arasında uyum tam manasıyla sağlanmışsa, bunun ana kaynağı, yegane sebebi, altın hissesi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne aittir.

Devlet hayatında çatlak sesler dinmiş, karar alma süreçleri seriye bağlanmış, kuvvetler ayrımı billurlaşmış, çok başlılık devri kapanmış, bürokratik oligarşinin suyu kesilmiştir.

Yeni sistemin gerekli, yeterli siyasi, stratejik ve fikri demlenme süreci devam etmekte olup kurum ve kurallarıyla olgunlaşması, ilke ve esaslarıyla oturması Türk ve Türkiye Yüzyılı’nın güvencesi olacaktır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gelip geçici bir heves değildir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi işi bitince buruşturulup bir köşeye atılacak tek kullanımlık konjoktürel reçete hiç değildir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye Cumhuriyeti’nin istikbal haysiyeti, milli bekasının habitatı; Türk milletinin huzur, barış ve kardeşlik iradesinin temel harcıdır.

Elbette Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin aksayan, tekleyen ve arıza sinyali veren yönleri varsa mutabakatla ele alınıp düzeltilmelidir.

Bu da son derece doğal ve doğru bir seçenektir.

Ancak her yönetim sisteminin bir özü, hukuki ve ahlaki meşruiyetini sağlayan demokratik bir özelliği vardır ve bunun tartışılması da öngörülemez sorun ve sıkıntılara yol açma riski taşımaktadır.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hedefiyle milletimizin huzuruna çıkan zillet ittifakı amaçladığı icazet ve ruhsatı alamamış, milli irade Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni mevcut ve mahut haliyle tasdik ve teyit etmiştir.

Lağvolunan bir kurum veya sistemin tekrar ihyası diye bir şey zaten makul ve mantıklı bir şey değildir.

İster iyileştirilsin, isterse de güçlendirilsin, eğer Parlamenter Sistem her şeye rağmen ihya edilseydi; dejenere olması, kaosa hizmet etmesi, kutuplaşma ve kamplaşmayı körüklemesi, devlet yönetimini krize sokması mukadder bir siyaset ve hayat gerçeği haline gelirdi.

Bu ise 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü kadar vahim gelişmelere neden olabilirdi.

Hamd olsun aziz milletimiz kötürüm ve köhne siyasetin ayak oyunlarına, yönetilemeyen Türkiye önerisine müsaade etmemiş, buna fırsat vermemiştir.

Bildiğiniz gibi, Sayın Cumhurbaşkanımız Almanya ziyaretinden dönerken Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ana omurgası, can evi, demokratik güvenliği olan yüzde 50+1 oy nisabıyla ilgili açıklamalarda bulunmuş ve şöyle demiştir:

“Çoğunluğu alan adayın seçilmesi usulüne geçilmesi halinde Cumhurbaşkanlığı seçimi de seri olur, uğraştırmaz ve yanlış yollara da sevk etmez. Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil.”

Sayın Cumhurbaşkanımızın tespit ve değerlendirmeleri siyasetin ve kurulan ittifakların parçalı yapısına bakıldığında tutarlı ve anlamlıdır.

Fakat bu konuda bizim geçmişten bugüne söylediğimiz sözler, yaptığımız açıklamalar, paylaştığımız görüşler de bellidir ve esasen hiç değişme göstermemiştir.

7 Haziran 2018 tarihinde, Kayseri Merkezli Bölge İstişare Toplantısında yapmış olduğum konuşmada şöyle demiştim:

“Çok partili siyaset hayatımızda bu haliyle 16 Nisan Halkoylaması bir milat, hatta demokratik bir misak olmuştur.

Yeni sistemde kutuplaşma ihtimali en aza çekilmiştir.

Barajın fiilen yüzde 50+1’e çıktığı göz önüne alındığında siyasi partilerin uzlaşmaktan, ahlaki bir ittifak kurmaktan başka seçeneği de kalmamıştır.

Türkiye’nin beka düzeyinde tehditlerle boğuştuğu bir dönemde, siyasetin kavgaya sapmasını mantıki göremez, makul karşılayamazdık.

İstiklalimize saldırılırken, istikbalimizle ilgili oyunlar tezgâhlanırken cumhurun emanetini daha fazla sahiplenmeli, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini yüksek bir şuurla müdafaa etmeliydik.”

2 Temmuz 2019 tarihli Meclis Grup Toplantımızdaki sözlerim de aynen şu şekildeydi:

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşama azminin, payidarlık iradesinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün aynen tecellisi ve tescilidir.

İlaveten siyasi istikrarın teminatıdır.

Yeni sistemle beraber barajın yüzde 50+1’e çıkması muhkem bir sayısal çoğunluktan daha çok müstesna bir uzlaşmayı, muazzam bir kucaklaşmayı sağlamıştır.

Türkiye aradığı parlak yönetim sistemini pek çok badireye uğraya uğraya, birçok sorunla boğuşa boğuşa sonunda bulmuş ve benimsemiştir.”

Yine 16 Kasım 2021 tarihinde yaptığımız Meclis Grup Toplantımızda ise şunları söylemiştim:

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi milletimizin bir başarısı, geleceğinin müjdesi, milli bekanın güvencesi, milli birlik ve dayanışmanın zırhı, devlet yönetiminin milli hedeflerle birleşmesidir.

Bu sistemin demokratik meşruiyet temeli yüzde 50 +1’dir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçildiği ve hükümet TBMM’den güvenoyu almadığı için “yönetimde istikrar” ilkesi kendiliğinden gerçekleşmiştir.

Bu itibarla yüzde 50+1 oyla Cumhurbaşkanı seçilmesi çoğulcu demokrasinin dünyaya emsal teşkil edecek, model olacak bir şeklidir.

Dikkat buyurunuz, milletvekili seçmiyoruz, belediye başkanı seçmiyoruz, muhtar seçmiyoruz, cumhurun bütününü temsil edecek Cumhurbaşkanı seçiyoruz.”

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, dün ne demişsek bugün aynı çizgide, aynı düşüncede, aynı görüşteyiz.

Ancak Cumhur İttifakı olarak konuşup tartışarak orta yolun, makul çözümün, yeni sistemin doğasını zedelemeyecek tamirat ve onarımın karşılıklı anlayış ve uzlaşmayla yapılacağının inancına ve iradesine de sahibiz.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bahse konu açıklamasını çarpıtıp Cumhur İttifakı etrafında tezvirat ve tefrika imal eden fırsat düşkünü meczuplara da prim vermeyiz, itibar etmeyiz, bunları adam yerine bile koymayız.

Bazı zeka ve vicdan özürlülerin, “Erdoğan, Bahçeli’yi sırtından atacak mı?” diye yazı kaleme almaları, AK Parti ile MHP arasında sorun olduğundan bahsetmeleri, fitne tezgahı açmaları alçak bir teşebbüs, namert bir telaffuzdur.

Allah’a çok şükür siyasi hayatımız boyunca hiç kimsenin sırtına binmedik, hiç kimseyi de sırtımıza bindirmedik.

Onun bunun sırtından geçinen keneler bizi anlayamaz, anlasa da anlatmaya takatleri yetmez, yetemez.

Yük aldık, yük olmadık; bedelse ödedik, yeri geldi şehadet düştü hissemize, ne gam ne tasa katiyen şikayet etmedik, önce ülkem ve milletim demekten de asla vazgeçmedik.

Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ne bakan vermedik, doğrudur.

Ne var ki bu kabine Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin kabinesidir.

Alacağı her kararın yanındayız, sefasına değil gerekirse cefasına talibiz.

Milliyetçi Hareket Partisi tufeyli değildir, yancı değildir, ufakçı değildir, ulufeye talip değildir, ikbale meraklı değildir; Türklüğün, Türkiye’nin ve Türk milletinin serdengeçti şuuru, son kalesi, tüm çareler tükendiğinde düşmana sıkılacak son kurşunudur.

Bilmeyen varsa tekrar hatırlatayım; Sayın Cumhurbaşkanımızla diyaloğumuz hasbidir, harbidir, haysiyetlidir, hakseverlik üzerinedir, saygı ve sevgi temellidir, hiç kimse de aramıza giremeyecektir.

Cumhur İttifakı’yla ilgili polemik ve spekülasyon yapan kara sinek tabiatlı güruhun durumu aynısıyla şudur:

“Sineğin akıllısı kiraza biner şehre gider, sineğin aptalı gübreye düşer bunlar gibi ahıra girer.”

Cumhur İttifakı’nda pazarlık yoktur.

Cumhur İttifakı’nda ihtilaf yoktur.

Cumhur İttifakı bir planın ürünü, sipariş edilmiş bir projenin üretimi değildir.

Bu ittifak 15 Temmuz işgal ve ihanetine karşı meydanlarda kurulmuştur.

Bu ittifak 7 Ağustos Yenikapı ruhuyla oluşmuştur.

Biz zillet değil, Türk milletinin ta kendisiyiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin yedi düvele meydan okuyan cesaretiyiz, gelecek ümidiyiz.

Terörle mücadelede kesin sonuç almak için,

Sosyo-ekonomik gelişmeyi en üst seviyeye taşımak için,

İç ve dış sorun alanlarının birer birer üstesinden gelmek için,

Deprem felaketinin derin izlerini tamamıyla silmek için,

Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin gerçekleşmesi için,

Dünyada Türk mucizesinin hayata geçmesi için Cumhur İttifakı’nın devamından yanayız, hiçbir şart altında da bu ittifakın bozulmasına kendi adımıza söylüyorum, geçit vermeyeceğiz.

Sayın Cumhurbaşkanımızın 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde başarıya ulaşması için her özveriyi gösterdik, kiminle istiyorsa görüşüp temas kurmasına destek verdik, hatta partimizden ihraç edilen bir şahısla bile aynı kareye girmeye içimiz acısa bile ses çıkarmadık.

Sanıyorum herkes mesajı aldı ve anladı, ne diyeceğimi merak edip karmaşa ve kavga bekleyenler külahı kafalarına ters giyerek arkalarına bakmadan nifak mevzilerine tekrar geri dönmek zorunda kaldı.

Bu bedhahlara, bu gafillere diyorum ki, buradan size ekmek çıkmaz.

Dedikodu çarkınız bize sökmez, ittifakımızı öğütemez, önümüzü de kesemez.

Muhterem Arkadaşlarım,

Madde atomlardan, zaman anlardan oluşur.

Bir olay iki anda yaşanmaz, yaşanamaz.

Hayat ve fizik kuralları bunu söylese de, siyasette bir olayın iki anda yaşanması mümkün ve muhtemeldir.

CHP’ye bakınız, göreceğiniz budur.

İYİ Parti’ye bakınız, fark edeceğiniz de budur.

CHP’nin yeni Genel Başkanı aslında siyasi birikim ve deneyim çerçevesinde pek ciddiye ve dikkate alınacak birisi değildir.

HEDEP’e uzattığı zeytin dalı, İYİ Parti’yle ortak payda arayışı, zillet masasını tekrar kurma anlayış ve amacı geçmişin birebir kopyasıdır.

CHP’de yeni bir şey yoktur.

Hamamda kurna, düğünde zurna beğenmeyen bugünkü CHP yönetimi her şeye karşı, geçmişine karşı, işin özünde karşıya bile karşıdır.

Geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı’nın İstanbul Kadıköy’de bir operaya HEDEP’lilerle birlikte katılması, sahne alan ve Kürdistan’dan bahsedip Türkiye’yi işgalci diye karalayan sözde bir sanatçının elini öpmesi utanç verici bir ayıp ve rezalettir.

Öpecek eli tanımayanların milletten tekme yemeleri mutlaktır.

CHP gerçekten de sömürgeleşmiş, vesayet zincirine vurulmuştur.

Bir bölücünün saygıyla elinin öpülmesi CHP’nin mazisini inkar, Türkiye’ye rest çekmektir.

Bu sefil fikri kimin verdiği az çok bellidir.

CHP Genel Başkanı maalesef kukladır, kuklacı ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamında oturan zattır.

Onun da ipini tutanlar iç ve dış husumet cephesidir.

CHP’de patron çıldırmış, tasfiye işlemi hızlanmış, yağma vites yükseltmiş, Atatürk’ün partisi kapanın elinde kalmıştır.

Bizim üzüntümüz siyasetteki kirlilik ve yozlaşma, muhalefetteki dağınıklık ve pespayeliktir.

Bu durum Türk demokrasi kültürünü erozyona uğratmaktadır.

Bununla bağlantılı olmak üzere, son dönemlerde sosyal medya, yazılı ve görsel medya kanalıyla gözümüzün içine sokulan bohem hayatlar, bayağı heyecanlar, ilkel dürtüler, sonradan görme hayasızlar, harcadığı paranın kaynağı meçhul şaibeli kişiler toplumsal ahlak ve huzuru tehdit etmektedir.

Bunun adı hiç şüphe yok ki özgürlük olamaz, bu şekilde yorumlanamaz.

Sosyal medya fenomeni diye takdim edilen bazı süfli tiplerin Türk ve İslam değerleriyle taban tabana zıt yaşantıları mücadele edilmesi gereken kokuşmuşluk alametidir.

Temiz toplum, temiz siyaset, temiz vicdan ertelenemez bir mecburiyet, hepimizin de mükellefiyetidir.

Siyasi ahlaktaki ağır buhranlar, azınlıkta da olsa toplumsal bünyede sürekli gösterime sunulan servet, şöhret ve şehvet tutkunlarının rezillikleri milli birlik ve dayanışma hisarlarımızı aşındırmaktadır.

Alın teri dökülmeden, emek sarf edilmeden, helal-haram ayrımı yapılmadan ve bir yolla elde edilen servet düzeyindeki paraların pervasızca ortalığa saçılması, gösteriş için harcanması milletimizde haklı tepkiye neden olmaktadır.

Toplumsal hassasiyetleri kaşımanın ve insanlarımızın sinir uçlarıyla oynamanın hiç kimseye bir yararı olmaz, böylesine bir imtiyazları da olamaz.

Başta Farabi ve İbn-i Sina olmak üzere, Türk ve İslam filozofları insanın medeni bir varlık olduğundan hareketle, ahlâkî erdemlerin ancak medeni bir hayat içinde gerçekleşebileceğine vurgu yapmışlardı.

Medeniyet ve şehir, manevi değerler açısından olumlu gelişmelerin yaşandığı bir ortamdır.

Bu kapsamda her medeniyet, kendine özgü bir değerler sistemine sahiptir.

Türk medeniyetinin İslam değerleriyle yoğrulmuş ana gövdesi sistematik olarak hücuma uğramaktadır.

Türkiye’ye karşı beşinci kol faaliyeti uygulanmaktadır.

Toplumsal huzur ve ruh sağlığının iflası hedefiyle uyanık olmamız gereken bir kuşatma altında bulunduğumuz ortadadır.

Merhum Akif diyor ki:

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

Fâzîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Ahlâkın izmihlâli en müthiş bir izmihlâl;

Ne millet kurtulur, zîrâ, ne milliyet, ne istiklâl.”

Allah korkusu bilmeyen, kuldan utanmayan, empati duygusunu kaybetmiş, uzaktan kumandayla yönetilen bir avuç çürümüşün günlerce ülkemizi ve gündemi meşgul etmesi son derece düşündürücü ve kaygı vericidir.

Bu arada suç ve suçlularla, aynı zamanda çetelerle mücadeleden, her gün yakalanan yerli ve yabancı bir örgüt elebaşına şahit olmaktan memnuiyet duyduğumuzu özellikle belirtmek isterim.

Türk polisi kanun kaçaklarına, ahlak kaçkınlarına göz açtırmama azmindedir.

İçişleri Bakanımızın bu husustaki gayretini takdirle karşılıyor ve destekliyoruz.

Güvenlik güçlerimiz ne zaman suç ve suçluların peşine düşse, ne zaman görevlerini layıkıyla yerine getirseler gecikmeksizin nevzuhur bir karalama kampanyası devreye girmektedir.

İYİ Parti Başkanı Şile’de düzenlenen istişare toplantısında Türk polisini hedef alarak korkunç bir iddiada bulunmuştur.

Nitekim huzursuzluk ve hezimet sarmalındaki bu hanımefendi şöyle demiştir:

"Oteli olan polis müdürleri var. O otellerde fuhşun ötesi öksüz kızlar çalıştırılıyor. Bunlara karşı olduğumuz için, bunlara göz yummadığımız için İYİ Parti'ye psikolojik harp uyguluyorlar.”

Fırtınaya tutulan İYİ Parti’nin şu anki dalgalı ve krizli hali pek tabii bizi ilgilendirmiyor.

Herkes kalbinin ekmeğini yer.

Hz.Mevlana’ya atfedilen şu söz bizim için çok kıymetli ve manidardır:

“Eden kendisine eder; yapan bulur ve çeker. Unutma, kazanmak koca bir ömür ister. Kaybetmeye ise anlık gaflet yeter.”

Efendimiz de bakınız ne söylemişti:

“Üzülme, kim sana ne yaşatmışsa o da onu yaşayacak; bu dünya etme bulma dünyasıdır.”

Çok söze gerek yoktur, anlayan ne demek istediğimi zannederim anlamıştır.

Para-pul işlerinin takdirini de İYİ Parti’ye oy verenlerin ve milletimizin vicdanına havale ettiğimi huzurlarınızda ifade ediyorum.

Gelelim İP Başkanı’nın polis müdürleriyle ilgili iddiasına, bu iddianın ispatlanması muhatabı için bir siyasi onur meselesidir.

Hiç kimse Türk polisini töhmet altında bırakamaz.

Sözü söyleyip de ucunu açık bırakmak pişkinlik ve kurnazlıktır.

Otellerinde fuhuş yaptıran polis müdürleri kim ya da kimlerdir?

İP Başkanı bunu açıklamak mecburiyetindedir.

Açıklamazsa müfteri olarak anılacak ve kendine de yakışanı yapmış olacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Plan ve Bütçe Komisyonu’nda süren 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifiyle ilgili müzakereleri yakından takip ettiğinizi biliyor ve buna devamınızı rica ediyorum.

Aralık ayının ilk haftasında Bütçe Kanun Teklifi Genel Kurula gelmiş olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanun Teklifinin yasalaşması konusunda destekleyici tavrını açıktan gösterecek ve evet oyu kullanacaktır.

Sizlerin bütçe üzerine yapılan görüşmeler esnasında hazırlıklı olmanızı, Cumhur İttifakı’na muvafık konuşmalar yapmanızı, düşünce ve değerlendirmelerinizi yapıcı bir şekilde aktarmanızı bekliyor, hepinize başarılar diliyorum.

Sözlerime son vermeden evvel, A Milli Futbol Takımımızın Berlin Olimpiyat Stadı’nda Almanya’yı 3-2 mağlup etmesinden dolayı sevincimi paylaşıyor; milli oyuncularımızı, teknik kadroyu ve federasyon yönetimini yürekten tebrik ediyorum.

Türk duruşu hem sahada hem de masada Allah’a şükürler olsun ki Almanya’da gösterilmiştir.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.