Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Muhterem Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Bu haftaki grup toplantımızın başında müstesna heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden bütün vatandaşlarımızı, Gönül ve kültür coğrafyalarımızda onurlu ve haysiyetli bir hayatın mücadelesini veren bütün kardeşlerimizi yürekten selamlıyor, hepsine şükranlarımı sunuyorum. Tarihe bakmadan, tecrübeye bağlanmadan, tedbir ve temkinle bağlantı kurmadan atılacak her adımın, yapılacak her hamlenin kuşaklar arasında kopukluklar yaratacağını düşünüyorum. Merhum Hocamız Prof.Dr.Erol Güngör’ün değerlendirmesine göre, milliyetçilik, esas itibariyle tarih hakkında bir yorum ve bu yoruma müzahir olarak öngörülen pratiklerden ibaretti. Milliyetçiliğin bir doktrin veya dogmatik bir sistem değil bir kültür hareketi olduğunu vurgulayan da yine merhum hocamızdı. Milliyetçilik halka dayalı bir dünya görüşü olması nedeniyle ırkçılığı ve otoriter sistemleri reddetmiş; demokrasiyi, milli egemenliği, insan onurunu, karşılıklı saygıyı, adil ve eşit paylaşımı temel almıştır. Bizim fikir ve düşünce yapımızda, tıpkı Güngör Hocamızın işaret ve ifade ettiği üzere, halk ile millet arasında bariz ve dikkate şayan bir fark da bulunmamaktadır. Türk milliyetçiliği, Türk milletinin veya Türk halkının var olan tüm birikim ve zenginliğini herhangi bir kaygı ve korku duymadan sahiplenmiş, her zaman da savunmuştur. Anadolu coğrafyasının vatan olması, bu vatan üzerinde Türk devlet hakimiyetinin özellikle Dandanakan Savaşıyla tecelli etmesi her şeyden evvel milli birlik ve kardeşliğin marifet ve mükafatıyla ortaya çıkmıştır. Güngör Hocamıza göre de, Türkiye Türk devletinin ilk kuruluşu bu şekilde cereyan etmiştir. Türkistan’ın hedefleri Anadolu coğrafyasının hayalleriyle eklemlenmiş, müteakiben Ötüken mirası Söğüt ufkuyla kenetlenerek bölgesel ve küresel statükoyu kökten değiştirmiştir. Bu köklü değişimin müessir yankıları günümüze kadar uzanmakla kalmamış, dava ve siyaset mücadelemizin anlam, amaç ve eylem sınırlarını da belirlemiştir. Ne mutlu bizlere ki, geçtiğimiz 9 Şubat günü Milliyetçi Hareket Partisi’nin 55’inci kuruluş yıl dönümünü ilk günkü azim ve kararlılık, bitmeyen onur ve gururla hem andık hem de kutladık. Ezelden ebede kervan kervan ilerleyen bir mefkûrenin, Türk kültür ve medeniyetinin siyasi temsil ve timsali olan bir mefahirin, milletine ve memleketine kara sevdayla bağlanmış şuurlu bir mensubiyetin 55 yıl evvel siyaset sahnesine çıkması biliniz ki çığır açan bir olaydır. Türk milliyetçiliğinin köklü bir vizyonla üç hilal çatısı altında toplumsallaşıp milletimizin gönlüne tıpkı bir cemre gibi düşmesi sadece Türk siyasetini değil, bölge ve dünya siyasetini de farklı cephelerden etkilemiştir. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin 9 Şubat 1969 Adana Kongresi’nde Milliyetçi Hareket Partisi’ne dönüşmesi tekleyen ve tıkanan demokrasi hayatımıza yeni bir nefes; bunalan, milli ve manevi toparlanışın özlemini çeken halkımıza yepyeni bir fırsat sunmuştur. Kaynağını Türk-İslam ülküsünde bulan Türk milliyetçiliği, on yıllar boyunca maşeri vicdanda muhkem ve muteber bir mevki edinmiş, böylelikle Türk siyaset ve toplum hayatı aradığı ilkeli, imanlı ve irfan sahibi vatan evlatlarıyla buluşmuştur. Anadolu’nun ruh zenginliğini, Türk-İslam coğrafyalarının tarih ve kültür emanetlerini yudum yudum içine çeken Milliyetçi-Ülkücü Hareket ilhamını yaşanmış Türk asırlarından alarak istikbalin büyük ve güçlü Türkiye’sinin inşasını hedeflemiş, bu uğurda 55 yıldır insanüstü bir emek ve enerji harcamış, buna da devam etmektedir. “Dik baş, tok karın, mutlu yarın” diyerek haklı mücadelemizi sürdürdük. “Biz bu vatanı, bu ülkeyi karşılıksız sevdik” diyerek fedakar ve vefakar tavrımızı ibra ettik. 24 yıl önce “Yüzyılla Sözleşme” yaparken Türk Devri’nin, Türk ve Türkiye Yüzyılının hayalini kurduk. Milliyetçi Hareket Partisi; √ Kaşgarlı Mahmud’dan Yusuf Has Hacib’e, Ziya Gökalp’ten Mümtaz Turhan’a tasavvur ve tefekkürün adı, √ Dedem Korkut’tan Edebalı’ya, Ahmet Yesevi’den Hacı Bektaş’a gönül ve iman erlerinin ahfadı, √ Mevlana’dan Yunus’a, Hacı Bayram’dan Pir Sultan’a mehabet ve muhabbetin anısı, √ İbni Sina’dan Mimar Sinan’a, Ulu Bey’den Piri Reis’e muasırlığın ve muvaffakiyetin anıtı, √ Bilge Kağan’dan Osman Gazi’ye, Mete Handan Alparslan’a, Atilla’dan Yıldırım Bayezid’e, Fatih’ten Mustafa Kemal’e cesaret ve cüretin ahkamı, fetih ve taarruzun aklı, √ Başbuğ Alparslan Türkeş’ten bugüne Türk milletine şerefyap olmuş hizmetkârlığın Ülkücü ahlak ve abidesidir. 55’inci yıldönümü münasebetiyle Ankara düzenlediğimiz görkemli toplantı muhteşem bir havada geçmiş, Allah eksikliklerini göstermesin, aziz dava arkadaşlarımın heyecanı göz kamaştırmıştır. Hepsine ve hepinize müteşekkirim. Allah razı olsun diyorum 55 yıl; yürektir, yürüyüştür, yükseliştir. 55 yıl; inançtır, iradedir, iddiadır. 55 yıl; şereftir, şeriftir, şehadettir. 55 uzun yıl boyunca; √ İhanetlerle yolumuzu kesmek istediler, başarılı olamadılar. √ Envaiçeşit yöntemlerle saldırıya geçtiler, sonuç çıkmadı. √ Aramızdan devşirdikleriyle karşımıza geçtiler, hesapları tutmadı. √ Tuzak kurdular, iftira attılar, karalama yaptılar, şükürler olsun ki hayalleri kâbusa döndü. Dedim, yine diyorum, yine diyeceğim; bu dava kutludur, bu dava uludur, bu dava dualıdır, menfur ve melun emel sahiplerinin şer planları sonsuza kadar ademe mahkumdur. Hakkın ve halkın davasını sekteye uğratacak bir alçak henüz doğmamış, doğması da beklenmemelidir. Ezkaza bizim düştüğümüz yer bile hain niyet sahiplerinin çıktığı yerden çok daha yüksektir. Merhum Başbuğumuz Türkeş Bey’in iki emaneti olan Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları Allah’a hamd olsun onca mütecaviz operasyona rağmen dimdik ayaktadır, bilinsin ki, kıyamete kadar da yaşayacaktır. Karşımıza çıkan fitnecilerin azı dişini de ya sökeceğiz, ya da kıracağız. Aziz Ülkücü şehitlerimize mahcup olmayacağız. Hiçbir hıyanete boyun eğmeyeceğiz. Ülkücü doğduk, Ülkücü yaşadık, ecel kapımızı çaldığında da can emanetini inşallah Ülkücü olarak teslim edeceğiz. Huzurlarınızda partimizin kurucu Genel Başkanı Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e, ülkücü şehitlerimize, ebediyete irtihal etmiş dava büyüklerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyor, aziz hatıralarını saygı ve minnetle yad ediyorum. 55 yıl içinde Milliyetçi Hareket Partisi’nin başarısı için samimiyetle ter döken, emek veren, mücadele eden her dava arkadaşımıza sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. İlk günkü azim ve kararlık, bitmeyen onur ve gururla nice 55 yıllara ulaşmayı, üç hilalin al bayrağımızın gölgesinde dünya durdukça dalgalanmasını Rabbim’den temenni ediyorum. Değerli Arkadaşlarım, Partimiz tam 55 yıldır gücünü milletinden alan siyasal düşüncenin savunucusudur. Onun için de adımız Milliyetçi Hareket’tir. Millet olma halinden daha güçlü bir yapı ve kudret henüz bulunmamıştır. Millet olmakla, yeryüzünün çehresi değişmiştir. Millet olmakla, milli devletler doğmuştur. Demokrasiler millet gerçeğinden beslenmiş ve gelişmiştir. Bizim vazgeçmeyeceğimiz ana çerçeve millet gerçeği ve geleneğidir. Milliyetçilik bu gerçek ve geleneğin şuurla kavranması, sorumlulukla korunmasıdır. Ne var ki, milletleşme sonuçlanmış değil devam eden bir süreçtir. Beraberce yaşanan her gün, her saat, üzerinde ittifak edilmiş dile, kültüre, ülkülere doğru artan bir kaynaşmadır. Millet olma hali, toplumun sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik bağın doğal uzlaşma alanıdır. Bu doğal ve kendiliğinden oluşan uzlaşma sonucu; Bir oyun havası ile neşelenmemiz, bir matemle hüzünlenmemiz bu yüzdendir. Milli bir başarıyla sevinmemiz, doğal bir felaketle üzülmemiz bu sebepledir. Mesela yaklaşık 3 haftalık uzay görevinden 9 Şubat 2024 tarihinde dönen ve Ankara’ya dün ayak basan Alper Gezeravcı kardeşimizle övünmemiz, bu konuda müşterek milli hissiyatla göğsümüzün kabarması millet olma halinin mümtaz bir sonucudur. Bu vesileyle Alper Gezeravcı kardeşimize vatanına hoş geldin diyor, daha nice Türk çocuklarının gelecekte uzaya çıkmalarını diliyorum. Hayal ettiğimiz her şeyin vakti saati geldiğinde gerçeğe dönüşeceğine inanıyorum. Alper Gezeravcı kardeşimiz altı çizilmesi gereken şu sözleri aynısıyla bizim de kanaatimizdir; “Bugüne kadar eksik olan tek şeyimiz damarlarımızdaki asil kanın potansiyelinin farkında olamayışımızdır.” Nitekim muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur ve bu mevcudiyet bizi yeni istikameti uzay olan Kızılelmanın izinden taşıyarak muhakkak İ’la-yi Kelimetullah’a ulaştıracaktır. Merhum Ziya Gökalp’in, “Ağla çoban ağla, ovan kalmadı, Gözyaşı dök bülbül, yuvan kalmadı!” şiirindeki dönemin yaygın umutsuzluğu yürekli Milli Mücadele kahramanlarıyla aşılmış, geldiğimiz bugünkü aşamada Türkiye Cumhuriyeti yeni yüzyılda dev gibi başını yukarı kaldırmıştır. Pergelin sert ve kalıcı ayağı Ankara’da, hareketli ayağı da muhtelif zaman ve coğrafyalarla birlikte uzayı da kapsamına almıştır. Dünyayı Türkçe okumanın yanında artık uzaya da Türkçe bakmanın, Türkçe kavramanın, Türkçe yaklaşmanın vakti merhunu gelmiştir. O vakit Türk Devri’nde, Türkiye Yüzyılında tecessüm edecektir. Bugünün yağlı boyası yarınların paha biçilmez bir tablosudur. Bugünün taşı yarınların heykeli, binası, göz alıcı mimarisidir. Bugünün mürekkebi yarının zekayı kibarlaştıran nadide kitaplarıdır. Bugünün Türk insanı da yarınların muhteşem bir fecri, muzaffer bir simasıdır. Bizim anlayışımıza göre, Türkçülük Türk milletini yükseltmekse eğer, ki öyledir, o halde yüksekliğin ve yükselişin eşiği ve bunu durduracak bir engeli yoktur. Bakınız ne diyordu Merhum Yahya Kemal Beyatlı: Çıktığın yolda bugün, yelken açık, yapayalnız, Gözlerin arkaya çevrilmeyerek pervasız, Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!... İnsan, alemde hayal ettiği müddetçe yaşar. Merhum Hocamız Prof.Dr.Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi eserinde şunları kaleme almıştı: “İslamiyet, beşeriyeti dalaletten kurtarmak ve hidayete eriştirmek davası ile zuhur etmiş; kendisine mahsus bir dünya sulhu ve nizamını da birlikte getirmiş ve bu suretle yeni bir cihan hakimiyeti mefkûresi başlamıştır. “ Milliyetçi Hareket Partisi için cihan hakimiyetinin yanı sıra uzay hakimiyeti mefkuresinin de perdesi açılmıştır. Bu mefkureyi keskin zeka, hızlı sezgi, güçlü idrak ve irade sahibi Müslüman Türk milleti sahiplenecek ve tıpkı bir bayrak gibi taşıyacaktır. Türk ve Türkiye Yüzyılı barış ve huzur içinde yaşamanın, yüksek hedefleri milli birlik ve kardeşlikle yakalamanın muazzam imkanlarıyla doludur. Yeter ki, ağızları palavra ambarından, vapur bacasından ibaret olanlara kulak asmayalım. Yeter ki, aşağılık kompleksine kapılan, ülkesini ve insanını küçük gören, korku tacirliğine soyunan, çağın öznesi olmak yerine piyonluğuna talip olanları hayatımızdan çekip çıkaralım. Yeter ki, inanalım, itimat edelim, itina gösterelim, başarıdan başarıya koşmak için ışık hızıyla çalışalım. Bir kez daha ifade etmek isterim ki, başarmanın sınırı, mücadelenin sonu yoktur. Gelecek Türkiye’nindir, gelen Türk asrıdır. Türk milleti yeni yüzyılda; yeryüzüyle gökyüzü arasında artacak ve kızışacak rekabete stratejik ve tarihi müktesebatıyla aktif olarak katılacak, her alanda ve her sahada ben de varım diyecektir. Tereddüt geçirdiğimiz anda önümüzün kesilmesi mukadderdir. Tenakuza düşmemiz halinde mevcudu kaybetmemiz mutlaktır. Üzerinde yaşadığımız vatan coğrafyasının jeopolitiği, süzülerek damıtılan jeokültürel tecrübeler tereddüt ve tenakuzun hangi feci akıbetleri tetikleyeceğini çok söze hacet bırakmadan ihsas ve işaret etmektedir. İçe kapanırsak, birbirimize düşersek, kardeşçe yaşamak yerine kutuplaşıp kavgayı tercih edersek, dahası çağın gelişmelerini yorumlamakta geç kalırsak, uyarıyorum ki, çok ağır bedeller ödememiz kaçınılmazdır. Allah muhafaza, Merhum Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” isimli romanında dile getirilen, “Ölü vatanına gömülmüyor, diri vatanına basamıyor” tespiti tezahür edebilecektir. Aslına bakarsanız içi dışı fitne kazanı gibi kaynayıp fokurdayan çarpık siyasi zihniyetlerin arzusu da budur. Milliyetçi Hareket Partisi’nin medeniyet tasarımı, millet tarif ve tahlili malum siyasi partilerin anlayıp açıklamayacağı kadar derin ve muhtevalıdır. Türkiye düşmanlarının tadilatından geçip kaynağıyla bağlarını koparan muhalefet partilerinin akıntıya kapılan kütük misali sığ ve kısır bir polemik gündeminde sürüklenmeleri seçenek ve ümit olmaktan çıktıklarının bize göre çarpıcı göstergesidir. Değerli Milletvekilleri, Türkiye’nin bölgesel ve küresel alanda sivrilen kuvvet olma süreci zengin tarihi referanslara dayanırken, tesir alanında kesintisiz jeopolitik hesaplaşmalar da yoğun olarak devam etmektedir. Ne CHP’nin ne de silik gölge gibi duran diğer muhalefet partilerinin siyasi gündemi ülkemizin gerçekleriyle örtüşmemektedir. Hepsi kendi derdine düşmüş, çıkar ve güç savaşlarıyla kendi içlerine gömülmüşlerdir. Muhalefet siyasi iflas bayrağını utana sıkıla çekmiştir. Özgür Bey, demli çay içip içmediğimizi merak etmiş, boşuna zahmet etmesin, harman yeri dişlemesin, çalı dibi gezmesin, çayı severiz, sağlık açısından ve doktorların tavsiyesine uyarak açık olursa daha da severiz. Ancak demin çayda, gemin atta olmasını bekleriz. Özgür Bey, maşallah ayakkabı mağazası gibisiniz, Allah için siz de her ayağa uygun bir numara olduğu görülüyor. Meşhur bir anekdottur, Merhum Akif’e birisi istihzayla şu soruyu sorar: Affederseniz, siz veteriner misiniz? Akif’in cevabı anlayan için şamar gibidir: Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu. Özgür Bey, canın demli çay mı çekiyor? Şayet herhangi bir sancın yoksa net söyle, özne yüklem uyumsuzu cümleler kurma, senin için de bir bardak çay ayıralım, ama demi çaydan başka bir maksatla istersen, kusura kalma, duyacağın laflara ise sakın alınma. Söylediğimiz sözler sana ağır geliyorsa üzülme, bu sene olmadı, seneye hazmedersin. Adam yerine koyup bir bardak çay ikram etsek de kısa süre sonra seni ve zihniyetini koyduğumuz yerde bulamayacağımızın farkındayız. Demli çay baş göz üstüne, ama DEM’lenmiş, devrilmiş, dejenere olmuş bir siyasete elbette ve her zaman hayır diyoruz ve demeyi de sürdüreceğiz. CHP’nin DEM’lenmesi, çayın dem alması gibi değildir. Bu DEM, başka bir demdir, kime değerse değirmen gibi öğütmekte, yeminli Türkiye düşmanlarına yem etmektedir. CHP’yi DEM’leyen DEM’lemiş, deney tüpü veya tek kullanımlık çay poşeti gibi kullanan kullanmış, kısaca çok yazık etmişlerdir. Özgür Bey şu sözlerim her daim kulağında çınlasın: Demi çayda seviyorsa ağzın, Türkiye sevdasıyla oluşmuşsa ahlakın, Bir de millete bağlılıkla olgunlaşmışsa aklın, Ne işin var düğünde, düğün senin evinde, Gir oyna, çık oyna. DEM’lenip Kandil’e oluyorsan meze, Kalbin sızlamıyorsa bölücülük melanetine, Üstelik el etek öpmekle arıyorsan melce, Ne işin var cenaze evinde, cenaze evinin tam orta yerinde. Gir ağla, çık ağla. 31 Mart seçimlerine 48 gün kala CHP; kısık ateş altında, gizli pazarlıklar sarmalında, sandık ittifakı kisvesiyle DEM’in, yani PKK’nın çekim alanına girmiştir. Bunun dışında ne söylense beyhudedir. Zira saklı gerçekler, kirli ilişki ağları, al-ver mekaniği uyanık ve şuurlu hiçbir vicdan sahibinin dikkatinden kaçmayacaktır. 31 Mart seçimlerinde alayının foyası ortaya çıkacaktır. 31 Mart’ta Cumhur İttifakı Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerini yerel yönetimlerle kenetleyecektir. DEM’in özellikle İstanbul’da yaptığı ayak oyunları, sahnenin önünde sözde aday çıkarıp, sahne arkasında CHP ile el ele vermesi hiçbir işe yaramayacaktır. DEM’lenmiş CHP Türkiye’den kopmuştur. Görevdeyken muhalefet etmiş olsak da, sınıf arkadaşım Sayın Kılıçdaroğlu’nun ahı tutacak, adam edip siyasete taşıdıklarının vefasızlığı bumerang gibi bir gün ters dönecektir. 31 Mart’ta Türk milleti kargaşa ve kaos imal eden partilere sandıkta nal toplatacaktır. Cumhur İttifakı Küçükçekmece Belediye Başkan adayımızın seçim çalışmaları esnasında yapılan ve demokrasimizi de hedef alan silahlı saldırıyı buradan lanetliyor, yakalanan faillerin cezalarını çekmelerini içtenlikle ümit ve temenni ediyorum. Karnıyla düşünmeyi, gözüyle öğrenmeyi, kulağıyla görmeyi alışkanlık haline getiren siyasi istismar ve inkar taifesinin Türkiye’nin güncellenen ve güçlenen devlet ve toplum hayatından rahatsızlıkları klinik ve patolojik düzeyde olsa da, bunların yalnızca 48 günü kalmıştır. Hiç kimse merak buyurmasın, endişeye kapılmasın, 48 gün sonra zilletin yönetimi altında bulunan belediyeler cumhurun iradesiyle birleşip küllerinden yeniden doğacak ve meşale gibi bu yüzyılı aydınlatacaktır. CHP, milli ve manevi değerlerimizle çatışma halindedir. CHP, istiklal ve istikbal haklarımızla çelişki içindedir. DEM’lenip değersizleşen CHP Türkiye’nin karşındaki mihraktır. Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in eğer akli melekeleri sukut etmemişse, eğer beyni sulanmamışsa, izahı ve ifadesi olmayan, tekrarından yüzümün kızarıp haya edeceğim ve gündeme bomba gibi düşen aşağılık sözleri CHP’nin maalesef özetidir. Büyükerşen kahredici bir bühtanın lekesiyle siyasi hayatını noktalamak üzeredir. Keşke temiz mazisiyle, saygın ilim ve siyaset insanı vasfıyla anılsaydı, fakat sonunda ecdadımıza ve tarihimize husumet besleyen karanlık iç yüzünün ortalığa saçılmasıyla bütün her şeyi silip atmıştır. 15 Ocak 2024 tarihinde, Eskişehir’de CHP’nin aday tanıtım toplantısı sırasında yaptığı konuşmada, “Bu parti nasıl adam olacak? diye düşünüp durmuşumdur” diye Büyükerşen esasen haklıdır, cevap konusunda yardımcı olmak ise görevimizdir. Çünkü CHP’nin adam olması diye bir şey asla ve kata mümkün değildir. Hatırlatırım ki, Osmanlı tabiri devletin adıdır, milletin adı ise Türk’tür. Osmanlı İmparatorluğu Türk milletinin medarı iftarıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nu karalamaya, aşağılamaya teşebbüs etmek bir haçlı kafasıdır. Sırpsındığı’nın, Kosova’nın, Niğbolu’nun, Varna’nın ve Moğaç’ın acısını unutmayanların Yılmaz Büyükerşen’in şahsında mücessem hale gelmesi biliniz ki, utançların en utancı, düşmanı takdis edenlerin en son çırpınışıdır. Türklüğe karşı bin yıldır sinmiş kin ve nefret, saklandığı yerden bugünkü CHP yönetimini görünce yeniden doğrulmuştur. Bu tam bir hesaplaşmadır. Kapanmamış defterlerin, Silinmemiş nefretlerin. Tükenmemiş düşmanlıkların, Unutulmamış yenilgilerin hesabıdır bu. Bu, bitmemiş hesabın bugünkü taşeronu DEM’lenmiş CHP’dir, Büyükerşen de sadece maşadır. Eskişehirli vatandaşlarım, böylesi bir kötü ve köhne zihniyeti hak etmiyor. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin ecdadımıza hakaret eden müflis CHP yönetimiyle devamı diye bir şey de akla ve milli ahlaka kesinlikle aykırıdır. Osmanlı İmparatorluğu Türk’tür, Türkiye’dir, Türk milletidir. Büyükerşen’in aklında ne varsa diline o yansımıştır. Yazıklar olsun diyorum. Haydi tarihten feyiz almadın diyelim, peki yaşından başından da mı utanmadı? Tekfur zihniyetine, Bizans varislerine, haçlı yanaşmalarına verilecek cevabın tarihi 31 Mart 2024’tür. İnsanlık tarihi, tehlikeleri öngörememiş, tehditleri sezememiş, işleyen hayatın, akan zamanın değişim dinamiklerine intibak edememiş devlet, medeniyet ve toplumların acıklı harabelerini gözler önüne sermektedir. Türk devleti harabeye dönmeyecek, döndürmeye çalışanların da hesabı sorulacaktır. Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Kuzey Afrika’dan Kafkaslar’a Osmanlı İmparatorluğu’nun kaybettiği coğrafyalarda bugünün ve geleceğin sorunları işin özünde Birinci Dünya Savaşı’nın hala devam ettiğinin ikaz ve izharıdır. Çünkü 1914-1918 yıllarının dünyasına hakim olan devasa sorunlar henüz sonuçlanmış ve kapanmış değildir. DEM’lenmiş CHP’nin meselesi milli hak ve çıkarlarımızı fikir ve siyaset namusuyla ele almak değil, tarihe küfür, ecdada da iftiradır. Muhterem Arkadaşlarım, Millet olma şuurunun zemini ve çıkış noktası üst kimlik ve kültür unsurlarıdır. Ancak, millet olma hali, onu oluşturan alt kültürlerin, lehçelerin ve hatta kimliklerin inkârı anlamını da taşımaz. Bu açıdan Milliyetçi Hareket Partisi’nin millet anlayışı ötekileştirici ve uzaklaştırıcı değildir ve olmamıştır. Tamamen kültürel eksende kaynaşmayı temsil etmiştir. Bu nedenle, bizim hiçbir zaman kimsenin kökeni veya mezhebini öne çıkaran, kaşıyan, reddeden, aşağılayan, engelleyen, yasaklayan bir zihniyetle yakınlaşmamız söz konusu değildir. Yine bu kapsamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da, millet kavramı birleştirici bir oluşumdur ve tarihi bir mirastır. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı ve tarihteki Türk devletlerinin payidar olacak son halkasıdır. Devletin kuruluşunda etnik köken, dil ve din gibi farklılıklara bakılmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Türk milletinin eşit ve saygın fertleridir. Türkiye Cumhuriyeti devletini Türk milletinin birlikte yaşama ülküsü ve aynı kaderi paylaşma iradesi kurmuştur. Partimiz, ülkemizde yaşayan kardeşlerimizi “Türk milleti” tanımı içinde kucaklamaktadır. Ne var ki, CHP’nin başını çekti işbirlikçi zihniyet milleti oluşturan kimlikleri sorgulamakta, tahrikleri ısrarla sürdürmektedir. Milliyetçi Hareket Partisine göre; Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü, dil, soy ve din unsurlarının da üstünde tarihi bir gerçektir. Devletimizin beşeri varlığı ve dayanağı olan tek millet olgusu, bu kucaklaşmanın neticesinde vücut bulmuştur. Kültürlerin üst kimlikle ve kültürle buluşması bizim için önemli ve önceliklidir. Bu da asla bir dayatma ve asimilasyon değildir. Daha güçlü bir toplumda ve müreffeh bir ülkede yaşama arzusundan doğacak bir sosyal uzlaşma ve dayanışmadır. Türkiye Cumhuriyeti bu birleştirici ve bütünleştirici millet temeli ve sosyolojik zemin üzerinde vücut bulmuştur. Ancak tahripkâr süreç devam ederse, mensubu olduğumuz Türk milleti, alt kimlik ve çok kültürlülük talepleri sonucunda ayrışma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Bu durum, hem milli birliğimizi tahrip edecek, hem de Türk devletinin sonunu hazırlayacaktır. Bizim bu konuda duruşumuz nettir: Bizim dayandığımız ilkeler: Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet ve tek dil ülküsüdür. Tek devlet, üniter yapının korunmasını, Tek millet, Türk milleti kimliğinin devamını; Tek bayrak, milli devletin bekasını, Tek dil, resmi dilin yalnızca Türkçe olabileceğini, Tek vatan ise, ülkemize ortak koşulamayacağını teyit ve tescil eder. Bunlar bizim kırmızı çizgilerimizdir. Varsa denemek isteyen, Bu değerleri çiğnemeye azmeden, Ben bunları kabul etmiyorum diyen, buradan açıklıyorum ki; Akıllarını başlarına alsınlar, Bir kere daha düşünsünler, Burada biz varız ve buna izin vermeyiz. Dün vermedik, bugün vermeyiz, yarın da vermeyeceğiz. Değerli Arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanımızın 12 yıllık aradan sonra yarın gerçekleştireceği Mısır ziyareti, bu çerçevede Mısır Cumhurbaşkanı’yla görüşecek olması bölge barış ve istikrarına önemli bir katkıdır. Bu kritik ziyarette ticaret, enerji ve savunma alanlarında güçlü temas ve işbirliğinin doğması her iki ülkenin de çıkarınadır. Türkiye ile Mısır arasında kurulacak sağlam diyalog köprülerinin inanıyorum ki, önemli, öncelikli ve müspet sonuçları olacaktır. İsrail’in Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’a askeri operasyon yapma ihtimalinin iyice gün yüzüne çıktığı bir dönemde, Türkiye ile Mısır’ın kırgınlıkları, anlaşmazlığa neden olan konu başlıklarını bir kenara bırakarak ortak tarih, kültür ve inanç ekseninde bir araya gelmesi Ortadoğu’da dengeleri değiştirecektir. Türkiye İsrail’in bu muhtemel operasyonuna karşıdır. Aynı şekilde Mısır da karşıdır. Türkiye ile Mısır’ın beraberce çözemeyeceği, üstesinden gelemeyeceği bir sorun yoktur. Buzların erimesi, soğukluğun giderilmesi, siyasi mesafelerin silinmesi hem Türkiye’nin hem de Mısır’ın eşzamanlı olarak gücüne güç katacak, Doğu Akdeniz’den Etiyopya’ya kadar oluşacak yeni eksenin caydırıcılık özelliği tüm dikkatleri de üzerine çekecektir. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin çevresinin barış kuşağıyla ihata edilmesini, diyalog ve diplomasiyle her sorunun çözümünü makul ve mantıklı en doğru yol olarak değerlendirmektedir. Cepheleşmenin hiç kimseye, hiçbir ülkeye bir yararı dokunmayacaktır. İsrail’in Refah’ı hedef alan saldırgan tavrından derhal vazgeçmesi, masum ve mazlum Filistinlilerin kanını döken katliamlarına son vermesi insani ve vicdani bir mecburiyettir. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’nin Gazze’deki yıkımla ilgili raporu da hakikaten yürek yaralayıcıdır. Gazze’de 12 milyon ton enkazın oluştuğu, 650 bin masumun dönecek evinin olmadığı açıklanmıştır. Yaklaşık 28 bin Filistinli katledilmiştir. ABD Başkanı Biden’ın, “İsrail Gazze’de aşırıya kaçtı” değerlendirmesi samimiyet içeriyorsa gereği derhâl yapılmalı, aşırılığın ve dökülen kanların hesabı terör devleti İsrail’den sorulmalıdır. İsrail ile Filistin arasında kalıcı barış derhal tesis edilmeli, 1967 sınırlarına haiz, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen, siyasi ve toprak bütünlüğünü sağlamış Filistin devleti muhakkak surette tanınmalıdır. Aksi halde sadece Ortadoğu’yla sınırlı kalmayacak silahlı çatışmalar dünyayı A’dan Zye sarıp ateşe verebilecektir. Unutulmasın ki, Filistin’in güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir. Biz güvenlik haklarımızdan, soydaşlarımızın ve din kardeşlerimizin inanç ve insan haklarından taviz veremeyiz, veremeyiz, vermeyeceğiz. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.
|