Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, Merkez Yönetim Kurulu, Merkez Disiplin Kurulu Toplantısı sonrasında yaptığı basın toplantısı konuşması. 29 Şubat 2024
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Merkez Yönetim Kurulu, Merkez Disiplin Kurulu Toplantısı
sonrasında yaptığı basın toplantısı konuşması.
29 Şubat 2024

 

 

 

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Düzenlemiş olduğumuz basın toplantısı münasebetiyle sizlerle ve aziz milletimizle paylaşacağım görüş ve değerlendirmelere geçmeden evvel muhterem ve muteber heyetinizi kemal-i muhabbetle selamlıyorum.

Geçirmiş olduğu rahatsızlık sonucunda Allah’ın vasi rahmetine kavuşan Merkez Yönetim Kurulu üyemiz ve değerli dava arkadaşım Ferhat Çakıroğlu’nu,

Ayrıca ebediyete irtihal eden dava büyüklerimizi ve aziz şehitlerimizi Fatihalarla anıyor, mekânları cennet, ruhları şad olsun diyorum.

Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından; televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımıza,

Gönül ve kültür coğrafyalarımızda birlik ve dirlik mücadelesi veren tüm kardeşlerimize en içten selamlarımı iletiyorum.

Halden anlamayanın dilden anlamayacağını, gönülden anlamayanın insan ömrüne anlam katamayacağını yaşayarak biliyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi milletimizin haliyle hâllenen, diliyle dillenen, gönlüyle şereflenen, her insanımızın ömrünü gül bahçesine çevirmenin hedefiyle bezenen siyasi meşrep ve mizaca sahiptir.

İşte bunun müşahhas ispat ve iradesi sizlersiniz.

13’üncü Olağan Büyük Kurultay’ımızda seçilerek görev alan, nihayet geride kalan üç yıllık dönemde yüksek bir dava ahlakıyla çalışan MYK ve MDK üyesi her arkadaşım, partimizin 55 yıllık hükmi şahsiyetini bihakkın temsil etmiş, bu suretle emanete leke düşmemiş, düşürülmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin ilke ve ülküsü, meşrep ve mizacı, hedef ve heyecanı sizler gibi yürekleri serdengeçti olan dava arkadaşlarım tarafından tıpkı bir bayrak gibi taşınmıştır.

Hepinize müteşekkirim, hepinizden razıyım, Rabbim de her birinizden razı olsun diyorum.

Unutuldu sanılmasın;

Siyasetin zorlu etaplarında gösterdiğiniz dirayet,

Saldırıların yoğunlaştığı dönemlerde sergilediğiniz metanet,

Yalan, dedikodu ve iftiralar karşında sahnelediğiniz cesaret,

Çıkarlarının ve cüzdanlarının kölesi olmuş devşirmelere inat şuurla benimsediğiniz mensubiyet,

Üç günlük dünyalarını beş kuruşluk makam ve mama beklentisiyle heba eden köksüzlerin ipliğini pazara çıkaran ve sizinle mündemiç olan asalet, haysiyet ve fazilet, biliniz ki her türlü övgünün önünde ve üstündedir.

Davamız halkın davası, haklının davası, hakikatin davası, elbette Allah’ın davasıdır.

Yolumuz uzun, yükümüz ağır, velakin irade ve inancımız çelik gibidir.

Pürüzsüz 55 yıllık geçmişimizi parlak bir gelecekle buluşturmak hepimizin ortak sorumluluğudur.

Sınırı ve sonu olmayan bir hayal gibi görülen ülkümüz, her dava arkadaşımın milletimize hizmet sürecinde takip edeceği yol haritasında bir kılavuz çizgidir.

Merhum Ziya Gökalp bunu “milletin mazisinden gelip onu istikbaline doğru iten fikir hamlesi” olarak değerlendirmektedir.

Devlet-i ebed müddet ve millet-i ebed müddet ancak böyle oluşacaktır.

Bizim anlayışımıza göre Türk milleti tarihten gelmiş ve mutlaka ilelebet yaşayacak bir yüksek değerin adıdır.

Kapsayıcı zaman telakkisine sahip ülkücüler için hayatın anlamı, kendi varlıkları ile başlayıp biten faninin ömrü ile sınırlı değildir.

Bunun da fevkinde, çağları aşan bir yolculuğun, ufkun ötesini gören bir vizyonun eseridir.

Milliyetçi Hareket Partisi; köklü, tecrübeli, ahlaklı, tutarlı, aynı şekilde akıl, sabır, strateji ve inanç temelli siyasetiyle Türk milletine aidiyet ve bağlılığı en üst düzeyde özümsemiş bir şuurdur.

Dahası nice fırtınaya direne direne yükselmiş, milli ve manevi değerlerle harcı karılmış aşılmaz bir surdur.

Dönemin insanı değil, davasının insanı olan; basit meşgalelere, bayağı gündemlere sıkışan değil, dar kalıpları kıran, kuşatmaları yaran, meşale gibi yanan, yandıkça çevresini aydınlatan arkadaşlarımızla yeni yüzyılı kucaklayacağız.

Her an yenilenerek,

Her dem taze kalarak,

Ancak kontrolsüz değişim dalgalarına, çivisi çıkmış bölgesel ve küresel manzaraya son derece tedbirli ve uyanık yaklaşarak,

Asıl gelişme dinamiklerinin özümüzde, milli ve manevi kaynağımızda olduğunu bilerek duruşumuzu koruyacağız, mücadelemizi sürdüreceğiz.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin gündemini ve siyasi koordinatlarını belirleyen, irade ve itibarını teçhiz eden sadece ve sadece büyük Türk milletidir.

Milletimizden aldığımız veya alacağımız desteği yine milletimize hizmet olarak tahvil etmekle mesulüz.

Zira sevdamız millet, gücümüz devlettir.

Allah’ın izniyle daha yapacağımız çok işler, ulaşacağımız çok hedefler vardır.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in müessir ve mümtaz mevcudiyeti yeminli Türkiye düşmanlarının uykularını kaçırmakta, alayını birden tir tir titretmektedir.

17 Mart 2024 tarihinde yapacağımız, partimizin itibarına müzahir ve demokratik bir şölen havasında geçmesini ümit ettiğim 14’üncü Olağan Büyük Kurultay’ımız öncesi son MYK-MDK toplantımız vesilesiyle her dava arkadaşıma, bugüne kadarki çalışmalarından dolayı takdir ve tebriklerimi iletiyorum.

55 yıldır, “Ülke İçin Var Olduk, Bir Ülküye Yar Olduk.”

55 yıldır, “Ülkeye Sevdalandık, Ülküye Yemin Ettik.”

“İlk Günkü Azim ve Kararlılıkla, Bitmeyen Gurur ve Onurla”, nice 55 yıllara, nice yüzyıllara, bizler göremesek bile milletin himmeti, Allah’ın hikmetiyle partimizin vasıl olacağından da en ufak şüphe duymuyorum, duymuyoruz.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Malumunuz olacağı üzere, yaşanan her an geride kalıyor.

Bir başka deyişle tarih sayfaları anbean yazılıyor ve insanlığın hafızasına sürekli nakış nakış işleniyor.

Bu nedenle, varlığını ve hayat haklarını muhafaza etmek isteyen bir milletin sürekli geleceğe bakması, ulaşılacak devamlı yeni hedefler tayin etmesi, bunları birbirine eklemesi hangi zaviyeden bakarsak bakalım mecburiyet olarak karşımıza çıkıyor.

Kanaatimce, tarihi bir millet olmakla, tarih olmak arasındaki temel fark da burada aranmalıdır.

Bir ülküsü olanın, yekpare zamanı, yaşadığı anın sert kabukları içinde ele alması, bu şekilde yorumlaması düşünülemez.

Bugünü gözden çıkarmadan, müthiş bir geçmişin anılar vadisinden, müstesna bir geleceğin köprü başlarını tutmak ancak ve ancak kendini aşmayı başarmış, nefsini yenmeyi becermiş, feragat ve fedakarlığı rehber edinmiş ülkü sahibi dava insanlarının marifetidir.

Geçmiş, bugün ve gelecek üzerindeki bu açıklamaların ışığında ardına düştüğümüz, sevdasıyla kuşandığımız “ülkü” için söyleyeceklerimiz şunlardır:

Ülkümüz,

Büyük Türk milletini, 

Ona farklılık, anlam ve değer kazandıran;

Tarihin derinliklerinden terkip yaparak getirdiği, dil, gönül, ahlak, inanç, akıl ve vicdanda taşınan muhteşem değerler manzumesini,

Bir kutlu emanet olarak köklerinden kopartmadan, anlayıp, kavrayıp koruyup, geliştirerek,

İnsanlık var oldukça sonsuza kadar yaşatmak;

Bu yüksek değerleri temsil etmesini hedeflediğimiz milli devletimizin,

Türklük, İslamlık ve insanlığın barış, huzur, adalet ve esenliği için,

Yeryüzünün en güçlü devleti olmasına çalışmaktır.

Medeniyetler arasında değişen güç dengeleri,

Sınırları aşan göç ve sığınmacı akını,

Azgınlaşan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı,

Artan hegemonya mücadeleleri,

Genişleyen çatışma ve savaş alanları,

İnanç ve kültürel çizgiler doğrultusunda yeniden biçimlenmeye başlayan küresel siyaset arenası Türk milliyetçiliğinin yeni bir duruş, yeni bir durum muhasebesi yapmasını acil hale getirmektedir.

Elbette ki, bu sarih gerçeğin fakındayız, siyasi ve fikri çalışmalarımızın odak noktalarından birisi olarak da bunu görüyoruz.

Daha adil, daha barışçıl, daha huzurlu, daha hakkaniyetli, daha insani, daha eşitlikçi, daha müreffeh, daha ahlaki, daha fazla hak ve hukuk yanlısı bir dünya ve medeniyet tasavvurumuzun temeyyüz ve tezahür etmesi bir yanda milletimiz diğer yanda beşeriyet namına hayat memat konusudur.

Bu ertelenemez gayenin temini hususunda esasen bütün ülkeler müştereken sorumluluk altındadır.

Kuzeyimizde süregelen Rusya-Ukrayna savaşı, bu savaşın yayılması, hatta küresel mahiyet alması için yapılan provokatif tertip ve telkinler barış ümitlerini maalesef sabote etmektedir.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, Ukrayna’ya asker göndermeyi telaffuz etmesi, bu ülkenin savunma bakanının Ermenistan’a uzun menzilli füze vereceklerini duyurması kabus senaryolarına maalesef canlılık kazandırmaktadır.

Macaristan’ın, geçtiğimiz günlerde İsveç’in NATO’ya katılımını onaylamasından hemen sonra bu tartışmanın alevlenmesi, üstelik Kremlin yönetimi tarafından, Macron’un sözlerinin fiiliyata yansıması halinde NATO ile çatışmanın kaçınılmazlığına vurgu yapılması hafife alınacak bir güvenlik riski değildir.

Rusya’nın NATO’yla savaşması demek Türkiye için beka düzeyinde bir sorun ve sancıdır.

Bölgesel barış, huzur ve istikrarın temelinden dinamitlenmesi, mütecaviz ve mütehakkim zorlamaların dip akıntı halinde ilerleyiş kaydetmesi insanlığı felakete sürükleyecektir.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın üçüncü yılında aklıselimin öne çıkmasından, sağduyunun hâkim olmasından, diplomasi ve diyalog kanallarının açılmasından başka makul bir alternatif yoktur.

2022 yılında İstanbul’da kurulan müzakere masasının tekrar güncellenerek silahların susması, sıkılı yumrukların açılması, bölgemizde barış ikliminin tesis edilmesi Rusya, Ukrayna ve Türkiye başta olmak üzere her ülkenin çıkaranıdır.

Diğer tarafta İsrail ile Filistin arasında derhal ateşkes rejimiyle birlikte kalıcı çözüm ve barış beklentileri kuvveden fiile geçmelidir.

Akan kan durmalıdır.

Soykırımcı İsrail hesap vermelidir.

Türkiye’nin Uluslararası Adalet Divanı’na sunduğu sözlü beyanı mazlum Filistin halkına tercüman olmuş, İsrail’in maskesini bir kez daha indirmiştir.

Filistin halkına yapılan haksızlıklar sebebiyle, kurallara dayalı uluslararası sistem bugün çöküş aşamasına geçmiştir.

1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal eden İsrail’in, aleyhine açılan bir davada yargılanması, bu yargılamaya Türkiye’nin hak, hukuk ve insani temelde müdahil olması tarihe düşülen cesur bir not, çok değerli bir mücadele timsalidir.

İsrail’in, Uluslararası Adalet Divanı’nın açıkladığı geçici tedbirlere tam ve eksiksiz riayeti gecikmeksizin sağlanmalı, saldırılarına son vermesi için ihtiyaç duyulan mekanizmalar devreye sokulmalıdır.

Filistin halkının istediği adalettir, eşitliktir, bağımsızlıktır.

Hiç kimse, uluslararası nitelikli hiçbir kurum ve kuruluş bu meşru taleplere sırtını dönmemelidir.

İsrail’in, Doğu Kudüs, Gazze ve işgal altındaki diğer Filistin topraklarının kimliğini ve statüsünü değiştirme amacı gayri meşrudur, gayri hukukidir, gayri ahlakidir, böylesi bir dayatma insanlık vicdanında asla karşılık bulmayacaktır.

ABD Başkanı Biden’ın, önümüzdeki pazartesi günü ateşkesin olacağını söylemesi en azından ihtiyatlı iyimserliğimizi desteklemiştir.

İsrail suçludur, soykırımcıdır ve 30 bin masumun hayatına son vermesinin bedelini en ağır şekilde ödemelidir.

Bir halkın onuru ve şerefi yok sayılırken, bir halkın varlığı ve güvenliği inkar edilirken, bir halkın hak ve hürriyeti çiğnenirken sessiz ve seyirci kalmak zulme ortaklıktır.

İki devletli çözüm dışında barış ortamına davetiye çıkaracak bir başka seçenek kesinlikle yoktur.

1967 sınırlarına haiz, başkenti Doğu Kudüs olan; egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını tescillemiş bir Filistin devletinin kurulması tarihen, siyaseten, vicdanen ve hukuken kaçınılmaz bir zorunluluktur.

İnanıyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın samimi gayretleri ve sarf ettiği emekleri ziyan olmayacak, adalet muhakkak tecelli edecektir.

Türkiye’nin tutumu ve duruşu doğrudur.

Soykırım suçuna karşı gelmek, masum sivillerin ölümüne itiraz etmek sadece hukuki ve manevi bir direniş değil, aynı zamanda ahlak ve namus müdafaasında kararlılık göstermektir.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Cumhuriyet’in yeni yüzyılı, Türk ve Türkiye Yüzyılının ilk adımı, ilk hamlesi, ilk perdesidir.

Bu yüzyılda Türkiye yükselişini hızlandıracaktır.

Bu yüzyılda sosyal ve ekonomik sorunların, terör ve bölücülük melanetinin üstesinden gelinecektir.

Hayat pahalılığı kaderimiz değildir ve bitecektir.

Emeklilerimizin çağrıları haksız değildir, gerekli iyileştirmeler cömertçe yapılacaktır.

Enflasyonla mücadele başarıya ulaşacak, fiyat ve finansal istikrar Türkiye ekonomisinin zincirlerini kıracaktır.

Faiz, döviz ve enflasyon siperine yatıp ekonomik ve siyasi istismar operasyonunu dört bir koldan ilerletenlerin hevesleri inşallah kursaklarında bırakılacaktır.

Türkiye, öngörülebilir bir ülkedir.

Türkiye, yatırımcılara kucak açan, özel mülkiyete saygı duyan, hukukun üstünlüğüne bağlı ve demokratik güvenliği tartışmasız olan bir ülkedir.

Türkiye, geleceğin parlayan yıldızı ve süper gücüdür.

Hiç kimse ülkemiz hakkında kuşku uyandıracak, güven ve istikrarı baltalayacak bir komploya tevessül etmemelidir.

Hiç kimse ülkemizi kötü gösteren, karamsarlık tabloları çizen bir art niyetliliğe umut bağlamamalıdır.

Türkiye hepimizindir.

Ekonomik huzur ve diriliş her insanımızın hakkıdır ve yararınadır.

Marketlerde fiyat etiketlerini günbegün değiştiren, vatandaşlarımızın sofrasına kan doğrayan kim olursa olsun dürüst olamaz, düzgün olamaz, bu milletin evladı olmayı da hak edemez.

Daha önce temas ettiğim üzere, FETÖ tarafından kumanda edilen fiyat anarşistlerine, karaborsa meraklısı bozgunculara, fırsatçılığı geçim kapısı gören ahlaksızlara göz açtırılmamalı, denetim ve kontroller amasız, fakatsız sıklaştırılmalıdır.

Enflasyon düşürülecek, takip ve tercih edilen para ve maliye politikaları eşliğinde, siyasi istikrar ve güven sayesinde ekonomideki konjoktürel sarsıntılar süratle önlenecektir.

Özellikle altını çizmeliyim ki, muhalefetin Türkiye’yi karalama ve kundaklama yarışı iflah olmaz bir hastalık seviyesindedir.

Bu muhalefetin özlemi örselenmiş, sesi kısılmış, nefesi kesilmiş, takati bitmiş, tasallut altına alınmış, her yerinden yaralanmış zayıf bir Türkiye’dir.

Bu muhalefetin hedefi içine kapanan, etrafına yabancılaşan, milli haklarından ve kutlu hedeflerinden vazgeçen bağımlı bir Türkiye’dir.

Bu muhalefet Türkiye’ye hepten yabancılaşmış, Türk milletiyle gönül bağını ve ahlaki bağlantısını çoktan koparmıştır.

Şu hususu herkesin anlamasında fayda vardır; Türkiye’yi aç hürler, tok esirler ülkesi yapmaya hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

31 Mart 2024 Mahalli İdareler Seçimlerinde, merkezi yönetimin hedefleriyle örtüşecek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin doğasıyla uyum içinde olacak muazzez bir sonucun çıkması yeni yüzyılın en önemli demokrasi başarısı olacaktır.

Yerel yönetimlerde kaos ve karmaşa son bulmalıdır.

Her şeyi eline yüzüne bulaştıran, adeta kriz üretim merkezine dönüşen, DEM’lendikçe şuurunu ve dengesini kaybeden CHP’nin halihazırda yönetimi altındaki belediyelerin milletin iradesiyle toparlanması ve düzlüğe çıkması başlıca amaç ve arzumuzdur.

CHP, yerel yönetimlerde başarısızdır.

CHP, yerel yönetimlerde acizdir.

CHP, yerel yönetimlerde iflastadır, itibarsızdır.

CHP, yerel yönetimlerde bölücülere teslimdir, boyun bükmüştür.

Zilletin anaforuna kapılmış yerel yönetimlerle yeni yüzyılın lider ülke Türkiye’sine ulaşmak takdir edersiniz ki ham bir hayal, boşuna bir gayrettir.

Ne kadar gizleseler de, ne kadar kaçak güreşip zaman zaman zevahiri kurtarmak adına kayıkçı kavgasına tutuşsalar da, CHP ile DEM yan yana, diğerleri de yedektedir.

Zillet masanın altıyla üstü yer değiştirmiştir.

Oyunu görüyoruz, rol paylaşımını okuyoruz.

Kent uzlaşması dedikleri PKK ittifakıdır.

Kent uzlaşması dedikleri ülkemize karşı beşinci kol faaliyetidir.

CHP düştüğü denizde yılana sarılmıştır.

İstanbul’da davetiye polemiği çıkaran, Cumhurbaşkanı yardımcılığı peşine düşerek şehremini görevini terk eden, partisinin eşbaşkanı gibi hareket eden mahut şahıs için son görünmüştür.

Aynı şey Ankara, İzmir ve diğer CHP’li ve DEM’lenmiş belediyeler için de aynen geçerlidir.

Ülkemizin önüne takoz koyanları kenara çekmek, Türk ve Türkiye Yüzyılı yürüyüşüne destek vermek aziz milletimizin artık demokrasi ve irade meselesi haline gelmiştir.

Özgür Bey’in, halüsinasyon görerek grup toplantısında yaptığı konuşma ruh sağlığı hakkında hepimizi kaygılandırmıştır.

Bu konuşmasında milletvekillerine, “Atatürk sizden partisini iktidar yapmanızı bekliyor”, diyerek tuhaf bir açıklamada bulunmuştur.

Bizim anlayamadığımız Özgür Bey’in, hangi ara aziz Atatürk’le temas kurduğu, nasıl konuştuğu, mesajları ne şekilde aldığıdır.

Şayet ruh çağırma seanslarına katılıp bir sonuca ulaştığını iddia ederse kendisine yazık olacak, hayalleri gerçekmiş gibi sunmasının fahiş sonuçlarına yakın vadede katlanacaktır.

Yok uyduruyorsa, bu defada palavracı ve siyasi meddah olarak anılmayı hak edecektir.

Bugünkü CHP, Atatürk’ün partisi değil, DEM’in oyun uşağı, Türkiye düşmanlarının altı oklu uydusudur.

İddiaya bakar mısınız, neymiş, Atatürk dile gelmiş de partisinin iktidar olmasını istemiş, böyle konuşan Özgür Bey ne yiyip ne içtiğine biraz dikkat etmesi samimi tavsiyemizdir.

Teröristlerle DEM’lenen bir parti Atatürk’ün partisi olamaz.

Terörle mücadeleye hayır diyen bir parti Atatürk’ün partisi olamaz.

Bölücülerin elini eteğini öpen bir parti Atatürk’ün partisi olamaz.

Yerli ve milli silah sanayine karşı çıkan, Karabağ’ın azatlığına şaşı bakan, ağzına Türk milletini alamayan, Milli Mücadele’den rövanş almak isteyen mihraklarla can ciğer kuzu sarması olan bir parti Atatürk’ün partisi olamaz.

Hayatlarında bir kez dahi olsa “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü haykıramayanların ambargosu altında bulunan bir parti Atatürk’ün partisi olamaz.

Köylüyü küçük gören, milletin demokratik seçimini aşağılayan, depremzedeleri suçlayan, yabancı ülkelerde Türkiye’yi kötüleyen bir parti Atatürk’ün partisi olamaz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk demek Türkiye Cumhuriyeti ve soylu milli kahraman demektir.

Onun miras ve emanetlerine ihanet edenlerin adını anması yüzsüzlüktür.

CHP’de, Atatürk’ten geriye hiçbir şey kalmamıştır.

Atatürk bugünkü CHP’yi görseydi emin olunuz ki, çizmelerini giyip mavzerini kuşanır, bu defa da partisi için kurtuluş mücadelesi başlatırdı.

DEM’lenen CHP, Dumlupınar’da ezilenlerin, İzmir’de denize dökülenlerin varisidir.

TOGG yapılır, kulp takarlar, boşuna uğraşıyorlar dedikodusu yayarlar.

Kızılelma havalanır, rahatsız olurlar, çılgına dönerler, başlarını kuma gömerler.

İHA’ları, SİHA’ları dünya konuşur, hayırdır savaşa mı giriyoruz diyerek göle maya çalarlar.

TCG Anadolu denize iner, karalamak için geceyi gündüze katarlar.

Yol, köprü, tünel, metro, şehir hastanesi, hızlı tren, baraj yapılır, bunlara ne gerek var bahanesinin altına saklanarak yolsuzluk iddiasını dillendirirler.

Beşinci nesil milli muharip uçağımız KAAN hamd olsun kanat açar, hepimizin göğsü kabarır; müflisler ve müfteriler ise motor yerli değil, KAAN’ın yazılışı hatalı, uçsa bile devamı gelmez, gelse bile işe yaramaz çarpıtmalarıyla yapılanı yıkmak, milli sevinci köreltmek için uğraşırlar.

Dedim ya, bu CHP, iktidarın değil, Türkiye’nin karşısındadır.

Korkmasınlar, itiraf etsinler, kaçmasınlar gerçeklerle yüzleşmeyi denesinler.

Hizmet siyasetinin yerini hezimet siyaseti almamalıdır.

31 Mart’ta zafer Türk milletinin olmalıdır.

31 Mart’ta zafer Cumhur İttifakı’nın hanesine yazılmalıdır.

31 Mart’ta, 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanı ve Milletvekilliği Genel Seçimleri teyit edilip yeni yüzyıla Türk milletinin mührü vurulmalıdır.

Yapamayanlar gitmeli, vatan ve millet sevdalıları gelmelidir.

Türkiye’nin gelişmesiyle sevinmek, milli gurura ortak olmak; önemle ifade ediyorum ki, ne Özgür Bey’i ne de arkadaşlarını MHP’li veya AK Parti’li yapmaz, yalnızca insan yapar, yalnızca bu milletin evladı yapar, yalnızca adam gibi adam yapar.

Değerli Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

PKK’nın siyasi talep listesinin beş ana noktada temerküz ettiği herkesin bildiği bir gerçektir ve şöyledir:

Birincisi, Türk milli kimliğinin yeniden tanımlanarak değiştirilmesi, vatandaşlık kavramının üst kimlik olarak benimsenmesi,

İkincisi, Kürtçe’nin kademeli olarak eğitim sistemi içine alınması ve kamu hizmetlerinde kullanılmasının önünün açılması,

Üçüncüsüetnik kimlikle siyaset ve örgütlenme hakkının tanınması,

Dördüncüsü, “Yerinden demokratik yönetim” adı altında eyaletler sistemine geçisin altyapısının hazırlanması,

Beşincisi de, teröristlere genel siyasi af çıkartılması, siyasal ve toplumsal hayata katılmalarının sağlanması için gerekli düzenlemelerin yapılmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet niteliği, üniter siyasi yapısı, milli birliğinin dayandığı esaslar Anayasamızda açıkça belirlenmiştir.

Anayasa’nın “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe’dir” hükmünü vazeden 3’üncü maddesi temel çerçeveyi kalın çizgilerle ihata etmiştir.

Bu temel hüküm, devletin kuruluş ilkesinin “çok milletli” bir yapıya dayanmadığını açıkça ortaya koymuş, bu yönde bir düzenleme yapılmasına kapıyı nihai olarak kapatmıştır.

Tek millet–tek devlet esasına dayanan üniter yapıda kurulmuş milli devletlerde;

Farklı etnik kimliklere hukuki ve siyasi statü tanınarak çok parçalı millet yapısı oluşturulmasına,

Kişi hak ve özgürlüklerinin etnik temelli kolektif haklara dönüştürülmesine,

Türkçe dışındaki dillere ve farklı kültürlere statü kazandırılarak milli azınlık yaratılmasına hak da yoktur, yer de yoktur, imkan da olamayacaktır.

Resmi ve eğitim dilimizin Türkçe olduğu ilkesi ise anadilden başlayarak iki dilli eğitim sistemine geçilmesine kesin engeldir.

Devletin üniter yapısının, bölgesel otonomi modellerine ve ayrılıkçı emellere izin ve icazet vermeyeceği de ortadadır.

Bu somut gerçekler karşısında TBMM’de ısrarla başka dillerin propagandasını yapmaya kalkışan ve Türkçe’ye rakip çıkarmaya cüret eden, sabırları zorlayan bölücüler, söylem ve eylemleriyle bölünmez bütünlük konusunda Anayasa’nın belirlediği esaslara aykırı hareket ederek suç işlemişlerdir.

Bu suça sessiz kalmak, görmezden gelmek zımnen onay vermek demektir.

Milliyetçi Hareket Partisi, kimsenin etnik kökeniyle; dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen, bunları sorgulamayan, milli kimlikte birleşerek millet olgusuna birlikte can veren vatandaşlarımızı bütün olarak kucaklayan bir anlayışın temsilcisidir.

“Adımız bir, anımız bir, acımız bir” beyanımızın temsil ettiği anlam da budur.

Milleti oluşturan temel unsur kan bağı değil, kültür ve duygularda ortaklıktır.

Türk milliyetçiliği buna dayanmaktadır.

Cumhuriyetin kuruluşunda farklı etnik kökenleri olan Türk vatandaşları gönüllü olarak Türk milleti kimliğinde birleşmişler, bu kimliğe ortaklaşa vücut vermişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, millet bilinciyle devleti kuran Türk milletinin eşit ve onurlu bireylerdir.

Milli varlığın temeli bu milli şuur ve milli birlik ruhudur. Ve geriye dönüş demek yok oluşa hizmet etmek demektir.

Asırlarca süren birlikteliğin kilit taşı olan millet yapısı emperyalizmin karanlık senaryolarıyla ve yıkım siparişiyle çözülmek, çürütülmek istenmektedir.

Etnik köken ve dil farklılıklarının ayrışma gerekçesi olarak görülmesi hiçbir şekilde haklı, meşru ve hukuki sayılamaz.

Farklılıkların bir kırılma hattı olarak derinleştirilmesi, bunların siyasi ve hukuki statü altında kurumsal hale getirilmesi bir bölünme reçetesidir.

Herkes çok iyi bilmelidir ki, ayrıştırma çatışmayı, çatışma da bölünme ve parçalanmayı eşzamanlı olarak tetikleyecektir.

Bu durumda Türkiye’nin milli birliği ölümcül yara alacak, bir kardeş kavgası kaçınılmaz hale gelecektir.

Bizim taşıdığımız endişenin nedeni öteden beri işte budur.

Etnik köken çetelesi tutarak milli birliğin temellerini yıkmak, devletin varlığına ve milletin birliğine kastetmek demektir.

Bu da vatana ve millete kesif bir ihanettir.

Milli kimlik, devletin kuruluş esasları ve milli birlik konularında nerede durduğumuz çok berraktır.

Türk milletinin milli birliği, kardeşliği ve dayanışmasını yıkmak için yola çıkanlarla sonuna kadar mücadele etmeye, her ne pahasına olursa olsun bu ihanet çemberini kırmaya hazırız ve buna da kararlıyız.

Değerli Arkadaşlarım,

Dil milli kimliğin omurgasıdır.

Millete mensubiyetin temel direğidir.

Eğer dil, kültür dediğimiz ortak ilişkiler ağından çıkartılırsa veya tahrip edilirse, toplumdaki ortak alanların azalmaya başlaması, müşterek yapının kırılması mukadderdir.

Zira ortak duyuş ve düşünüşün temel unsuru olan dili ortadan kaldırdığınızda, o dilin ürettiği bütün sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel sistemin yıkılması mutlaktır.

Millet olma halinin mayası dildir ve bu dil bizim için asırları aşıp gelen Türkçemizdir.

Bu maya kokuşursa bizi bir kimlik olarak ayakta tutan değerlerin devamı asla mümkün olamayacaktır.

Ta asırlar öncesinde Orhun Anıtlarına kazınmış lisan, çağları aşıp gelen milli kimliğin silinmez hatıraları ve belgeleridir.

Ne kadar iftihar etsek azdır.

Türk milletini, binbir badirelerle dolu insanlık tarihinin kavga, savaş gibi yıkımlarından muhafaza ederek bugünlere taşıyan ana değerimizin adı Türkçedir.

Düşüncemiz odur ki, Türkçenin olmadığını varsaydığımız bir geçmişte, ne adımıza Türk milleti denebilirdi, ne de ülkemizin adı Türkiye olabilirdi.

Dile ortak koşmaya izin verilirse, devlete de ortak koşmak durumunda kalınacaktır.

Bu itibarla, ana dilde eğitim ve öğretim Türkiye üzerinde emelleri olan her mihrakın sıcak tutuğu ve dayattığı ana gündem maddesidir.

Meclis’te Türkçe dışında mahalli bir dille konuşmayı alışkanlık haline getirenler zalimlerin yerli figüranlarıdır.

Masum bir kültürel hakkın tanınması gibi sunulmaya çalışılan bu konunun, özellikle PKK için taşıdığı hayati önem, Türk milletinden ayrı bir millet kimliği, ayrı milli mensubiyet duygusu yaratılmasında dilin temel vasıta olmasından kaynaklanmaktadır.

Ortak dil ile milletleşme arasında tabii bir bağ vardır ve bilinmektedir.

Milli dil ile milli varlık ve milli beka arasındaki bağın kesintiye uğraması, tahrip edilmesi milletlerin geriye dönüşünü kaçınılmaz hale getirecek, bir arada yaşayabilmenin asgari müştereklerinin en önemlisi ortadan kalkacaktır.

Bu konuda, bir devrin çöküşünün nedenlerini, bizzat doğduğu Balkan topraklarında gözleyen ve içinde yaşayan büyük Atatürk’ün şu sözlerini unutmamak lazımdır:

Atatürk diyor ki; “Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun bir tek sebebi vardır; bu da, İslâv araştırma cemiyetlerinin kurduğu dil kurumlarıdır. Bizim içimizdeki insanların, millî şuurlarını uyardığı zaman, biz Balkanlardan Trakya hudutlarına çekildik.”

Dille kimlik, dille birlik ve dille ayrılma arasındaki hassas ilişkiyi izah eden Atatürk’ün bugün de geçerli olan tarihi tespitine kulak verilmelidir.

Elbette ki lisanımızı kendimiz seçmiyoruz.

İçine doğduğumuz ailenin dili anamızın dili oluyor.

Bizim için her dil saygıdeğerdir. İnsan olmanın en doğal hali ve sonucudur.

Kim, özel hayatında anadiliyle konuşmak istiyorsa konuşsun. 

Engel olacak, önüne geçecek, ağzını kapatacak hiç kimse yoktur. Buna saygı duyarız.

Şarkıların söylenmesinden, şiirlerin okunmasından, sohbetlerin yapılmasından tedirgin olmanın anlamı da yoktur.

Kuşkusuz insanlar özel hayatlarında analarının dilini kullanıp kullanmamakta serbesttir. Bu kendi bilecekleri bir şeydir.

Ancak özel hayattaki kullanım serbestliğinin kamusal alana girmeye başlaması milli dilin önüne dikilen bir bariyer, ayrı bir kimliğin uyandırılması için yapılan sinsi bir tahriktir.

Türkçe bugünkü anlamda resmi sıfatı taşımasa bile Osmanlı İmparatorluğunun da bürokratik yazışma lisanıdır.

Arşivlerimizdeki milyonlarca Türkçe belge bunun işaretidir.

1876’da ilan edilen Kanun-ı Esasi’nin 18. maddesinde, devlet memurlarının ve mebusların “lisan-ı resmi” olan Türkçeyi bilmeleri; Meclis’teki konuşmalarını Türkçe yapmaları şart koşulmuştur.

Milli kimlik ve dilin kaçınılmaz bağını yine en anlamlı şekilde ortaya koyan Atatürk’ün bir sözünü burada sizlere tekrarlamak istiyorum:

“Milliyetin en bâriz vasıflarından biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve behemehal Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz

Nitekim gerçeğin, aklın ve milliyetçilerin görüşü bu satırlarda mahfuzdur.

Üç kıtaya yayılan hükümranlığın sırrı milletleşme hali ve şuurunda aranmalıdır.

Yoksa zannedildiği gibi Osmanlı Devleti kimlik oluşturamamış, tesadüfen bir araya gelmiş alt kültürlerin, dağınık ve sorumsuz idare merkezi değildir.

Aksine, tarihin derinliklerinden gelen Türk devlet ve yönetim geleneğinin zirveye yükselmiş bir devamıdır ve son tahlilde bir Türk devletidir.

Bu yüzdendir ki, Sultan Abdülhamit “akrabalarım” dediği Karakeçili Türkmenlerinin kendisini her sene ziyaretlerini bir protokole bağlamıştır.

Bu nedenledir ki, en güvendiği bu insanlara muhafız teşkilatını emanet etmiş, Ertuğrul alaylarını bunlarla kurmuştur.

Müsamaha ile milli beka; serbestlikle başkaldırma; özgürlükle ayrışma arasında hassas dengeleri gözetmiş ve gerektiğinde Devleti Aliye’nin kudretini göstermiştir.

Türk devletini, milletsiz ve ülküsüz bir devlet nizamı, bu devlette yaşayanları kimliksiz insan yığınları zanneden sefil güruhun bugün bin yılda oluşan milli varlığımızı geri döndürme emellerini bir kez daha gözden geçirmeleri hayırlarına olacaktır.

Çünkü alçak hesapları boşa çıkmaya, tuzak ve tezgahları sonuçsuz kalmaya mahkumdur.

Cümle alem bilmelidir ki, Türkçe’den taviz vermeyiz, vermedik, vermeyeceğiz.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden taviz vermeyiz, vermedik, vermeyeceğiz.

Türk milletinden taviz vermeyiz, vermedik, vermeyeceğiz.

Milli ve üniter devletimiz olan Türkiye Cumhuriyeti’nden şehit olmak pahasına taviz vermeyiz, vermedik, vermeyeceğiz.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Biz Cumhur İttifakı’yız.

“Cumhur Bizim, Türkiye Hepimizin” diyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygılarımla selamlıyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.