Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.27 Şubat 2001
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
27 Şubat 2001


 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Sözlerime, on beş günlük bir aradan sonra tekrar sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade ederek başlıyorum. Bu vesileyle hepinizi en iyi dileklerimle selâmlıyorum.

Bilindiği gibi, ülkemiz ve ekonomimiz açısından çok kritik saatlerin ve günlerin yaşandığı bir haftayı geride bıraktık. Her şeye rağmen, bu haftaya daha ümitli başlıyoruz. Önümüzdeki günler, inşallah, ekonomik dal- galanmaların durulduğu, panik ve kriz havasının yerini sağduyunun aldığı bir dönem olacaktır. Buna, millet ve devlet olarak çok İhtiyacımız olduğuna şüphe yoktur.

Zaman zaman halkımızın karamsarlık duygusuna kapılmasına yol açan ekonomik çalkantının genel bir değerlendirmesini yapmadan önce, Türkmenistan'a yaptığımız resmî ziyarete kısaca da olsa değinmeyi zarurî addediyorum. Ülkemizde yaşanan krizin ağırlığı bu geziyi bir ölçüde gölgelemiş gibi gözükse de hem Türkiyemiz hem de Türkmenistan açısından çok yararlı temasların yapıldığı önemli ve anlamlı bir ziyaret gerçekleşmiş bulunmaktadır.

Devlet başkanı Sayın Türkmenbaşı'nın resmî davetlisi olarak Türkmenistan'da bulunduğumuz sırada Türk heyetine gösterilen ilgi bizleri memnun etmiştir. Bu ziyaret Türkiye ile Türkmenistan arasında var olan ilişkilerin gelişmesine yeni bir ivme kazandırmıştır.

Bağımsızlığına kavuşmasının 10. yılında Türkmenistan'ın birçok alanda önemli mesafeler katettiğine bizzat şahit olmuş bulunuyoruz. Başta Sayın Türkmen-başı olmak üzere, bütün Türkmenistan yönetimi ve halkı, geçmişin acı izlerini silerek yepyeni ve güçlü bir ülke inşa etmek için seferber olmuşlardır. Bir taraftan ta- rihine ve kültürüne sahip çıkarak köklerini sağlamlaştırmaya çalışan Türkmenistan, diğer taraftan geleceğe en iyi şekilde hazırlanmanın çabası içindedir.

Gerçekten de zengin bir geçmişten güçlü bir geleceğe uzanma irade ve çabasının varlığı ve yoğunluğu takdire şayan bir durumdur. Bizler, Türkmenistan'ın 10 yıl gibi kısa bir süre içinde aldığı göz kamaştırıcı mesafeyi alkışlıyor, millî birliği güçlenen ve hızla gelişen Türkmenistan'ı yürekten selâmlıyoruz.

Bu ziyaretimiz de göstermiştir ki, ana yurdumuz ile ata yurdumuz arasında mevcut olan kültür, siyaset ve ticaret köprülerinin daha da geliştirilmesi şarttır. Bunun için, hem Türkiye hem de Türkmenistan yönetimlerinde ve toplum- larında var olan arzu ve iradenin güçlenerek de- vam etmesi ve hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Ülkemizin istikrarsızlık sendromundan kurtulması bu bakımdan da büyük önem taşımaktadır. Türkiye olarak uluslar arası gelişmeleri yakından izlemenin, enerjimizin bir bölümünü bu alanlarda harcamanın gerekliliği ortadadır. 21. yüzyılın büyük Türk milleti için topyekûn bir başarı ve kazanç yüzyılı olması buna bağlıdır.

Sözün kısası, ana yurt ile ata yurt arasında maddî ve manevî köprülerin takviye edilmesi gerçeği hiçbir şekilde ihmal edilmemesi gereken tarihî bir görev ve sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.

 

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Geçtiğimiz hafta ekonomimiz için sıkıntılarla dolu bir hafta olmuştur. 2000 yılının Kasım ayı ortalarında başlayan malî krizin ekonomik dengeler üzerinde yarattığı baskılar tam olarak ortadan kaldırılmadan yeni bir kriz dalgasıyla karşı karşıya gelinmiştir.

Bir haftadan beri çeşitli zeminlerde çok farklı değerlendirme ve tartışmalar yapılmıştır. Bunların bir kısmı aceleci, bir kısmı da eksik ve hatta doğrulardan uzak bir şekilde gerçekleşmiştir.

Oysa ki, yaşanan gelişmelerin gerçekçi ve yapıcı bir tarzla ele alınmasının çözüme yaklaşmakla eş değer anlamlar içerdiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Bu nedenledir ki, huzurlarınızda hükümetimizin uygulamaya koyduğu ekonomik program ekseninde bugüne kadar atılan adımlara ve ortaya çıkan sonuçlara değinmek, gelinen nokta üzerinde değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.

Hatırlanacağı üzere, 57. Hükümet göreve başladığında Türkiye'de makroekonomik büyüklüklerin sürdürülebilir olmaktan uzaklaştığı ve bu eğilimin gerek ekonomik nedenlerle gerek psikolojik nedenlerle kendi kendini besler hâle geldiği bir görünüm mevcut idi. Bu olumsuz gidişatı ve beklentileri kırmak radikal bir yak- laşımı gerektirmekteydi.

Diğer bir ifadeyle, önceki hükümetlerin izledikleri iyileştirme yaklaşımlarına karşın yapısal reformlar alanında sistemin özüne dönük temel adımların bir an önce atılması gerekiyordu.

Hükümetimizce bu çerçevede 2000 yılının başında uygulamaya konulan programın temel amaçları şunlardı:

  • üç yıllık bir dönem sonunda enflâsyonu tek ha neli rakamlara indirmek,

  • Kamu finansman dengesini sağlıklı ve kalıcı bir yapıya kavuşturmak suretiyle kamu borç stokunu azaltmak,

  • Ekonomide sürdürülebilir ve istikrarlı bir büyü me ortamını tesis etmek,

  • Ekonominin etkin, esnek ve verimli bir yapıya kavuşmasını sağlayacak olan yapısal reformla rı sür'atle gerçekleştirmek.

Uygulanmakta olan program ile piyasalara döviz kuru ile ilgili hedefin verilmesi ve bu konuda tavizsiz gidilmesi programa büyük güven duyulmasını sağlamıştır.

Ancak, gerek dünyada finansal piyasalarda çalkantılar yaşanan bir dönemden geçilmekte oluşu gerek enerji fiyatlarındaki artışın getirdiği olumsuzluklar ve bunların ötesinde cari işlemlerdeki açığın ortaya çıkardığı tablo ve gerekse Türk parasının dolar ve euro karşısında reel olarak değer kazanması kur taahhüdü üze- rinde bir güvensizliğin oluşmasına yol açmıştır.

2000 yılı başında uygulamaya konulan programın maliye ve gelirler politikası ile yapısal reformlar konusunda son derece başarılı bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Maliye politikası hedefleri aşılmış, enflâsyonu düşürme kapsamında uygulanan gelirler politikası ko- nusunda verilen taahhütlere uyulmuş ve enflâsyon hedeflenen ölçüde olmamasına rağmen ciddî bir gerileme sürecine girmiştir. Türkiye'nin orta vadede sağlam bir ekonomik yapıya ve istikrarlı bir büyüme ortamına kavuşması amacıyla yapısal reformlar konusunda idarî, yasal ve uygulama açısından önemli adımlar atılmıştır.

Programın para politikası uygulamasında yılın ikinci yansından sonra sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Programın temel varsayımlarından biri de oluşturulan güven ortamıyla dış kaynak girişinin süreklilik arz edeceği ve böylece gerek büyümenin gerek kamu kesiminin finansmanına olumlu katkıda bulunacağı varsayımıdır.

Fakat, yılın ikinci yarısından itibaren cari işlemler açığının artma eğilimine girmesi, enflâsyonun düşmesine rağmen hedeflenen oranların üzerinde gerçekleşeceğinin ortaya çıkması özellikle yabancı yatırımcıların güvenlerinde bir azalmaya yol açmıştır. Bu durum, Eylül ayından sonra faiz oranlarının yükselmesine neden olmuştur.

Faiz oranlarının yükselmesi, portföylerinde yoğun olarak devlet iç borçlanma tahvilleri bulunduran ve bu tahvillerin finansmanını kısa vadeli araçlarla sağlayan bankaların finansman yapılarını daha da bozmuştur. Artan faiz oranlarına karşın beklenen ölçüde yabancı kaynağın gelmemesi, piyasada likidite sorununu artırmış, para politikasının katılığı likidite probleminin aşılmasında Merkez Bankasının hareket kabiliyetini önemli ölçüde sınırlandırmıştır.

Kasım ayının ortalarına doğru özellikle dış finans çevrelerinin Türkiye'de bir devalüasyon riskinin oluştuğuna dair beklentilerinin güçlenmesi, hızlı bir sermaye çıkışına neden olmuş ve ciddîi bir krizle karşı karşıya kalınmıştır. Kriz ortamı, IMF'nin ek rezerv kolaylığı tanıması ve Türkiye'nin uygulamakta olduğu programa desteğinin sürdüğünü açıklamasıyla 2000 yılı sonunda kısmen giderilmiştir.

Ancak bu dönemde Özellikle bankacılık kesiminin zafiyeti daha da artmış ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na orta ölçekli bîr bankanın devredilmesi kamu kesiminin yükümlülüklerini daha da artırmıştır. Bu durum, yabancı yatırımcıların güvenini sağlamasında önemli bir engel oluşturmuştur. Yine ihtiyaç duyulan yabancı kaynağın gelmemesi, faiz oranlarının sürdürülemez düzeylere çıkmasına sebep olmuştur.

Böylece, yaşanan tartışmaların da etkisiyle para politikasında değişiklik yapılması ve 22 Şubat 2001 tarihinde dalgalı kur sistemine geçilmesi zarureti doğmuştur.

Buna rağmen, uygulamakta olduğumuz programın temel amaçlarının gerçekleştirilmesi, ekonomide hükümetimizi bekleyen en öncelikli görev olmaya devam etmektedir. Ancak şu anda piyasalarda ortaya çıkan gerginliği gidermek ve bir onarım tedbirler paketini hızla hayata geçirmek mecburî, hâle gelmiştir.

Böyle bir onarım programının uygulanması, önceki program çerçevesinde yapısal alanda yasama ve yürütme tarafından yapılacakların bir tarafa bırakılacağı anlamına kesinlikle gelmemektedir. Aksine bu alanda ki kararlı tutumumuz onarım programının güvenilirliğini kanıtlayan başlıca unsur olarak önemini korumaktadır.

Bu çerçevede Türkiye'nin, hiçbir bakış açısına göre farklılık göstermeyecek temel reformlarını gerçekleştirme azmini sergilemesi, hem devlet organları ve iktidarla muhalefet arasında hem de hükümet ile vatandaş arasında konunun özüne yönelik birlikteliğin korunması gerekmektedir.

Bütün ilgili tarafların bu alanda ülke menfaatleriy-le bireysel menfaatlerin en fazla çakıştığı bir dönemden geçmekte olduğumuzun bilincinde olmaları önem taşımaktadır. Bu yaklaşımın kararlılıkla ortaya konması, içinde bulunduğumuz konjonktürde ekonomi çarkının yeniden döndürülmesiyle ilgili maliyeti aşağıya çekmenin ve başarılı olmanın ön şartını oluşturmaktadır. İnanıyorum ki, ancak bu birliktelik sağlandığında alınacak ekonomik önlemlerin bir anlamı olacaktır.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Tekrar ifade etmek gerekir ki, şu an içinde bulunduğumuz tabloda bir onarıma ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çerçevede enflâsyonu düşürme sürecinin gecikmeli de olsa devam etmesi gerektiğini kabul ederek piyasalara yol gösterici olmak bakımından üretim çarkının dönmesindeki güçlükleri ortadan kaldırmak için uygun önlemlerin alınacağından şüphe edilmemelidir.

Bu çerçevede, şu anda döviz kuru çapasını terket-mek durumunda kalan Merkez Bankasının siyasî gelişmelerden etkilenmeyecek bir konuma çekilmesi, Bankanın kredibilitesini sürdürmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Yaşanan kriz, şüphesiz kamu kesiminin önümüzdeki dönemdeki yükümlülüklerini artırmıştır. Kısa dönemde, kamu kesiminin borç ödeme ve borçlanmasında önemli risklerin mevcut olduğu unutulmamalıdır. 21 Mart 2001 tarihinde yaklaşık 3 katrilyon lira İç borç geri ödemesi yapılacaktır. Nisan ayında önemli bir itfa olmamasına karşın, Mayıs ayında 5,5 katrilyon lira iç borç geri ödemesi yapılması gerekmektedir. Bu itfaların ve borçlanmanın yapılabilmesi İçin güvenin hızla tesis edilmesi, herkesin sorumluluk içinde hareket etmesi hayatî önem arz etmektedir.

Hiç şüphe yok ki, programın sağlıklı uygulanabilmesi ve sağlanacak güvenin sürdürülebilmesi, siyasî istikrarın yanı sıra uygulamada ilgili birimlerin koordinasyonu ve iş birliğinin sağlanmasıyla mümkün olacaktır.

Programın uygulanması ve sonuçlarının değerlendirilmesi, güven ortamının hızla sağlanması ve süreklilik arz etmesi bakımından hükümetimiz kendi üzerine düşenleri kararlılıkla uygulayacaktır.

Bunun yanı sıra siyasî taahhütlerin geniş bir toplumsal uzlaşma zeminine oturtulması ve buna dönük iletişimin eksiksiz biçimde sürdürülmesi piyasaları rahatlatacak diğer bir temel faktör olacaktır. Bu, piyasaların gerekli düzeltmeleri yaparak dengeye gelmesinden sonra programın temel amaçlarının yerine getirilmesi çabalarının sürdürülmesinin de ön şartı olarak görülmelidir.

Burada esas olan olumsuz gelişmelere rağmen vatandaşımızın ileriye dönük olumlu beklentilerini koruması için gerekli adımlan atmak ve bu yapılanların iyi bir biçimde anlatılması görevini yerine getirebilmektir.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

İster iktidar isterse muhalefet kanadında yer alınsın, ülke siyasetinde söz sahibi olanların, sorumluluklarının gereği olarak üslûplarına çok dikkat etmesi gerektiği, bir kez daha anlaşılmıştır. Bunun için, daha krizin patlak verdiği ilk saatlerden itibaren yapılan çeşitli açıklamalar ve yayınlar, Türkiye'nin iflâs ettiğini, ekonominin tamamen çöktüğünü söyleyenler de ülkemize ve ekonomimize iyilik etmediklerini iyi bilmelidir.

Bu süreçte birçok eleştiri, maalesef sorumluluk bilincinden uzak bir şekilde dar siyasi hesaplarla ya da kişisel çıkar dürtüsüyle seslendirilmiştir.

Gelişmelerden ekonomimizin ciddî bir yara aldığı, halkımızın ister istemez karamsarlığa sürüklendiği doğrudur. Ama, Türkiye yerli yerindedir, ekonomimiz de yaralarını saracak güce sahiptir. Hiç kimsenin kriz çığırtkanlığı yaparak ülkemizin geleceğini karartmaya hakkı yoktur.

Hükümeti eleştirmek ile Türkiye'nin çöküşüne zemin hazırlamak ya da yangına körükle gitmek arasındaki hayatî ayrıma özen göstermeyenler, bilerek veya bilmeyerek bu ülkeye kötülük edenlerden başkaları değildir.

Muhalefet partilerinin bugüne kadar yaptığı öneriler, yani bulabildiği çözümler, "geçiş hükümeti", "millî mutabakat hükümeti", bir an önce istifa ve erken seçimdir. Bunların hiçbiri, ekonomimizin iyileşmesine sebep olacak, yaralan bir an önce saracak yollar değildir. Bilakis, muhalefetin kolaycılığa kaçışını ve çözüm üret- mekten uzak oluşunu yansıtan klasik siyasî söylemlerdir. Kısacası, muhalefet cephesinde yirmi aydır değişen hiçbir şey yoktur.

Bizler, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, siyasî istikran bozmaya yönelik ve sonuç vermekten uzak arayışlar yerine, hükümetin ve ekonomi yönetiminin görevlerini daha iyi yapacağı şartların oluşturulmasının önemine inanıyoruz. Hükümet, ekonomik krizi sür'atle denetim altına alarak, sorunların üzerine yeni bir ruh ve dinamizmle gitmek durumundadır.

İnanıyoruz ki, böylesine kritik bir aşamada milletimize yapılacak en büyük hizmet, sorumlu ve kararlı bir yönetim anlayışıyla hareket etmek olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle yüksek heyetinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selâmlıyorum.