Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 26 Kasım 2024
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
26 Kasım 2024

 

 

 

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi kemali hürmet ve muhabbetle selamlıyor en iyi dileklerimi sunuyorum.

Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından olmak üzere; televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları aracılığıyla takip eden bütün vatandaşlarımızı,

Gönül ve kültür coğrafyalarımızda onur, huzur ve ömür mücadelesi veren bütün kardeşlerimizi selamların en güzeliyle selamlıyorum.

Muzaffer olduğu kadar, nice haksızlığa ve hücuma uğramış soylu bir medeniyetin bugünkü varisleri olarak ülkemizi ve milli ülkülerimizi müdafaa kararlılığımız hiç tavsamamalıdır.

Uyanık ve uyarılmış şuur yardımıyla muhtemel veya muayyen tehditlerin iç yüzünü, can alıcı noktalarını, eklem yerlerini basiret derinliğiyle görmek ve buna karşı tedbir geliştirmek hayati önemdedir.

En küçük bir ihmalin, önemsiz ayrıntı gibi addedilen basit bir ihtiyatsızlığın devasa badirelere neden olacağını unutmamak lazımdır.

Tarihin herhangi bir anında yapılan hatanın müteakip yıllarda acıklı sonuçların kuluçkasına dönüşeceği tecrübelerle sabittir.

Kudretli olduğumuz dönemlerde ayağımızın altına halı gibi serilen kıtaların, kamçı darbelerimizle titreyen coğrafyaların, güçlü nefesimizle ürperen muhasım devletlerin, yorgun ve zayıf düştüğümüzde nasıl da iki ucu keskin bir bıçağa dönüştüğü iyi bilinmektedir.

Diyebilirim ki, hayat boşluk kaldırmaz, tarih ise zafiyet kabul etmez.

Devamlı tetikte, devamlı teyakkuzda, bununla mündemiç olmak suretiyle gözü ve vicdanı açık halde bulunmaktan başka her seçeneğin maliyeti kabarık ve çok karmaşıktır.

Sistemini konsolide etmeye çalışan kırılgan bir devletin zorlu sınamalardan, zorlayıcı sınavlardan kazasız belasız çıkması hiç kolay değildir.

Türkiye’miz çok şükür sistem sorununu demokratik reform ve restorasyon hamleleriyle çözmüş, siyasi istikrar Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle taçlanmıştır.

Böylesi mühim bir kazanım ülkemizin elini güçlendirmekle kalmamış, bölgesel ve küresel arenada manevra kabiliyetini, moral üstünlüğünü takviye etmiştir.

Lütfen dikkat ediniz, anlaşmazlık, kriz ve kargaşa içine yuvarlanmış ülkelerin bariz ve belirgin açmazlarını pençesine düştükleri siyasal istikrarsızlığın tehlike sınırlarını çoktan aşmasıyla izah etmek en doğrusudur.

Bahse konu ülke tiplerinin, beşeri varlıklarının müşterek gelecek ideallerini ve birlikte yaşama heveslerini kaybetmiş olmaları siyasal istikrarsızlıkla iç içe geçen bir diğer tehlikedir.

Uluslararası müesses nizamın katılaşmış istikrarsızlığı, devletlerin tek tek maruz kaldığı istikrarsızlıkların kuşkusuz mecmuundan ibarettir.

Dünyanın bugünkü hal-i pür melalinin nükleer savaş riskine işaret etmesi, küresel cepheleşmenin silah dışındaki uzlaşma arayışlarını gölgelemesi; bir yanda uluslararası sistemin çöküş alarmı, diğer yanda da kurumsal ve kurallara dayalı sorun çözme istek ve iradesinin tükeniş habercisidir.

Maalesef durum ciddi ve kritiktir.

Türkiye’mizin, hayatın olağan akışı içinde karşılaşma olasılığı giderek artan olağan dışı gelişmelere karşı bütün senaryoları değerlendirerek baraj kurması ve enine boyuna hazırlık yapması sadece bir güvenlik önlemi değil, bunun da ötesinde bir var oluş meselesidir.

Uzun menzilli balistik ve orta menzilli hipersonik füzelerin ateşlendiği, nükleer başlıklı füzelerin fırlatma rampalarında bekletildiği, ortak aklın ve barış havasının cinnetle bezendiği bir karanlık jeopolitik görüş açımıza perde çekmiştir.

Ne tarafa dönsek kanlı boğuşma sahneleri gözümüze çarpmaktadır.

Hangi yöne baksak insani felaketler birbirini kovalamaktadır.

İşin özünde İkinci Dünya Savaşı’nı takiben tesis edilen kurallara dayalı uluslararası sistem ilansız ve ilamsız iflas bayrağını çekmiş durumdadır.

Çivisi çıkan, huzur ve hukuku çırpılan dünya ölümcül meydan okumaların sahnesine, kanlı vuruşmaların, tarihi ve hegemonik hesaplaşmaların sahasına dönüşmüştür.

Askeri ve siyasi basınçtaki yükseliş patlama eşiğine kadar dayanmıştır.

Vaziyet oldukça vahimdir.

Şiddetin ve vahşetin pek çok varyantı tedavüle çıkmıştır.

Küresel sistem mimarisi her yanından hasar almıştır.

Demokrasi ve hukuk ihlalleri, insan hakları ve özgürlük değerlerindeki kahredici aşınmalar, eşit ve egemen devletler arasındaki buzlanma ve bozulan diyaloglar en kötü senaryoları gündeme taşımıştır.

1920 tarihinde dünya genelinde 35 anayasal ve seçilmiş hükümet iş başındayken, bu sayı 1938’de 17’ye inmişti.

Savaş şartlarının hakim olduğu 1944’de dünyadaki 64 ülkenin ancak 12’si demokrasiyle yönetiliyordu.

Adalet, demokrasi, özgürlük ve insan hakları liginde önü kesilemez bir gerileme, hatta ve hatta çöküş döneminin kaygı verici emareleri artık gizlenemez, örtülemez, inkar edilemez boyutlara gelmiştir.

Genişleyen çatışma ve huzursuzluk sarmalı dünyayı kasıp kavurmaktadır.

İngiltere Merkezli bir kuruluşun hazırladığı “Çatışma Yoğunluğu Endeksi” raporuna göre, küresel düzeyde çatışma alanları 2021’den buyana yüzde 65 artmıştır.

Son üç yıl içinde dünya genelinde çatışmalardan etkilenen coğrafi alanlar yüzde 2,8’den yüzde 4,6’ya çıkmıştır.

Devletlerarası savaşların veya iç çatışmaların tesirinde kalan bölgelerin büyüklüğü 6,15 milyon kilometrekareye ulaşmıştır.

Bu kapsamda hayatını kaybeden insanların sayısı üç yıl içinde yüzde 29 yükseliş kaydetmiştir.

Rusya ve Ukrayna’nın yanı sıra; Ekvator, Kolombiya, Hindistan, Endonezya, Tayland’ın da dâhil olduğu 27 ülkede 2021 yılından itibaren risk düzeyi çok önemli ölçülerde yaygınlaşmış ve yoğunlaşmıştır.

Afrika kıtasının yüzde 10’nu çatışma bölgesidir.

Bu kıtanın batısındaki Mali’den doğu kıyısındaki Somali’ye kadar uzanan Sahel ve Afrika Boynuzu’nu içine alan çatışma koridoru bölgesindeki şiddetin son üç yıl içinde iki katına çıktığı anlaşılmaktadır.

Burkina Faso’nun yüzde 86’sı çatışmalara gömülmüş, Sudan ve Etiyopya’da ise büyük çaplı şiddet patlamaları ortaya çıkmıştır.

Ortadoğu’nun küresel çatışma haritasında kilit faktör olduğu bilinmektedir.

Terör devleti İsrail’in; Lübnan, Suriye, İran, Yemen ve Filistin topraklarına yönelik mütecaviz saldırıları sistematik olarak devam etmektedir.

Elbette Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın küresel bir mahiyet kazanmasıyla ilgili tahrik ve gerilim atmosferinin günbegün mesafe alması, Kuzey Kore’nin bölgeye asker sevkiyatı, Batı’nın uzun menzilli füzelerle Rusya’nın vurulmasına verdiği onay, Rusya’nın buna misilleme yapması kabus senaryolarını aktife etmiştir.

Ukrayna topraklarındaki çatışma alanlarının büyüklüğü 2022 yılının Şubat ayından bugüne kadar yüzde 8,6’dan yüzde 70,5’e; Rusya’nın çatışma alanları da 10 katına tırmanmıştır.

Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin’in imzaladığı güncellenmiş nükleer caydırıcılık doktrinin, devri saltanatının bitmesine sayılı günleri kalan Biden’in Ukrayna’ya verilen füzelere kullanım iznini onaylamasından sonra açıklandığı ortadadır.

Yalnızca Kafkaslar değil dünyanın tamamı korku tünelindedir.

Ukrayna’nın Batı yapımı silahlarla Rusya’yı vurması üzerine Putin’in “savaşın küresel boyut kazandığına dair söylemi üçüncü dünya savaşı ihtimalini gün ışığına taşımıştır.

Savaşın kazanını elbette olmaz, olamaz.

İnsanlığın yeni bir yıkımı kaldırması, doğacak korkunç bir felaketin altından kalkması nükleer silah resti düşünüldüğünde mümkün değildir.

Üstelik bu tehlike çevremizde somutlaşmıştır.

Şunu bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım ki, geçen yüzyılda yaşanan iki dünya savaşının en ağır sonuçlarıyla yüzleşen Türkiye ve Türk milletidir.

Her şart ve gelişme karşısında; barışı savunmak, barışçıl çabalara destek olmak, mutabakat ve müzakere arayışlarının yanında durmak hem insanlık görevi, hem insanlık onuru, hem de siyasi ve stratejik önceliğimiz olmalıdır.

Aynı şekilde tüm ülkeler tarihe ve insanlığa karşı mesuldür.

Sayın Cumhurbaşkanımızın hafta sonu Putin ile yaptığı telefon diplomasisi,

Dün NATO Genel Sekreteriyle görüşmesi,

Bu suretle bölgesel gerilimin düşürülmesi maksadıyla dile getirdiği samimi çağrıları Türkiye’nin ahlaki ve insani duruşunu teyit etmenin yanında, barışsever bir millet olduğumuzu da tekrar belgelemiştir.

Türkiye’nin iki ateş arasında kalması ya da taraf olmaya zorlanması bugünden kestirilmesi mümkün olmayan anormal külfetlere ve trajik neticelere yol açabilecektir.

Bizim pozisyonumuz kalıcı ateşkes ve barışın teminine yöneliktir.

Onun bunun dolduruşuna gelerek bir maceraya atılmak milli birliğimizi ve güvenliğimizi riske atacaktır.

Elbette hiç kimseden korkumuz yoktur.

Elbette hiç kimse karşısında boyun eğecek halimiz yoktur.

Ancak barış ümitlerini canlı tutmak, barış çabalarına katkı sunmak varken savaş diline müracaat etmek, fason kahramanlıklar taslamak ne devlet aklıyla ne de tarih şuuruyla bağdaşmayacaktır.

Trump’ın koltuğa oturmasını beklemeden klinik vaka Biden’ın ellerini silah ve füze butonlarının etrafında gezdirmesi, dünyayı yeni bir savaşa sürükleme gayesi maruz ve makul görülebilecek bir alçaklık değildir.

Biden’ın akli melekeleri meflûçtur.

Aldığı veya alacağı her karar sakat ve mahsurludur.

20 Ocak 2025 tarihinde yapılacak başkanlık devir teslim töreni beklenmeden insanlığı ve dünyayı ateşe atmak için fırsat kollayan Biden’ın görevinden derhal azledilmesi dünya barışına muazzam bir hizmet olarak tarihe geçecektir.

Gördüğümüz yalın gerçek şudur:

Türkiye’nin çevresi silahlarla, füzelerle, şiddet versiyonlarıyla, yeni nesil savaşlarla kuşatılmaktadır.

Biliniz ki, hesaplaşmanın adresi bellidir.

Biliniz ki, herkesin gözü üstümüzdedir.

Alacağımız karar ve varacağımız sonuçlar küresel dengeyle beraber, bölgesel akışı değiştirebilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti dünyanın kemer taşıdır.

Bu taş yerinden oynar veya oynatılırsa gök kubbe herkesin başına yıkılacaktır.

Bize bir şey olmaz kolaycılığı ve duyarsızlığıyla oyalanacak ne vaktimiz ne de hakkımız vardır.  

Türk ve Türkiye Yüzyılı vizyonunu gerçeğe dönüştürmek amacıyla yaptığımız mücadelenin menziline ulaşması için emekse istenen emek vereceğiz, zamansa istenen zaman harcayacağız.

Özellikle ifade etmeyi zaruri görüyorum ki, cansa ihtiyaç olan canımızı da seve seve bu uğurda feda edeceğiz.

Yolumuzdan dönmeyeceğiz, davamızdan sapmayacağız, duruşumuzu bozmayacağız.

Mücavir coğrafyalar cayır cayır yanarken milli varlığımıza ve iç barışımıza ateş saçmayı hedefleyen müstevlileri ve bunların sızma uşaklarını milli birlik ve kardeşliğimizin gücüyle yerle bir edeceğiz.

Gün, kısır çekişmelerin günü değildir.

Gün, istismar siyasetine tahammül edilecek gün değildir.

Gün, Türk milletinin topyekûn ayağa kalkma, kenetlenme, tek yürek olma günüdür.

Muktedir ve muteber bir gelecek vizyonu her şeyden evvel muharrik ve muhkem bir geçmiş vizyonuna bağlanmalıdır, dahası buna dayanmalıdır, enerjisini ve sinerjisini de buradan almalıdır.

Çünkü geçmiş olmadan geleceğin hükmü şahsiyetinden bahsedilmesi akıl karı değildir.

Geçmişimizi geleceğe taşımak, Kızılelma’nın rotasında ilerleyip i'lây-ı kelimetullah’a vasıl olmak namus gibi gördüğümüz bir milli ülküdür, milli yemindir ve nihayet and olsun vakti saati geldiğinde gerçekleşecektir.

Cihan yıkılsa bile bizim cephemiz yıkılmayacaktır.

Cehennem olsa üzerimize gelen bizi yakamayacaktır.

Akif’in dediği gibi; “yaşayan görecektir, Türkiye ve Türklük  ölmeyecektir.”

Muhterem Arkadaşlarım,

Geçen haftanın umut verici, en azından yüreklerimize sur serpen gelişmelerinden birisi İsrail Başbakanı Caniyahu ve eski savunma bakanı aleyhine Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından alınan tutuklama kararıdır.

İnsanlık suçu işleyen katilleri yakalamak için hukuk devrededir.

Caniyahu köşeye sıkışmıştır ve sonu görünmüştür.

İsrail halkı sokaklara dökülmüş, vicdan ve sağduyunun refakatinde Caniyahu protesto edilmiştir.

AB Yüksek Temsilcisi’nin, birlik üyesi ülkelere Uluslararası Ceza Mahkemesi tutuklama kararını uygulanmasıyla ilgili hatırlatmada bulunması çarpıcı bir gelişmedir.

İsrail yönetiminde soykırım suçuna karışmış failler dökülen her masum kanın damla damla hesabını verecektir ve bu günler uzak değildir.

Roma Statüsü’nün 86 ve 87. maddeleri doğrultusunda, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin aldığı tutuklama kararının taraf ülkelerce uygulanması hukuki bir yükümlülüktür.

Bu açık yükümlülükten Statü taraftarı hiçbir ülke kaçamaz, muafiyet bahşedecek herhangi bir imtiyaza da sahip olamaz.

Söz konusu Statü’nün 89. maddesi gereğince, Caniyahu ile eski savunma bakanının Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olan herhangi bir ülkeye gitmesi halinde ellerine kelepçe vurulup Lahey’deki mahkemeye çıkartılması bir hukuk ve insanlık namusudur.

Aralarında Fransa, İspanya, Belçika, Cezayir, Kanada, Güney Afrika, İtalya, Hollanda ve İrlanda’nın yer aldığı ülkeler Caniyahunun ülkelerine gelmesi halinde tutuklayacaklarını açıklamışlardır. 

Çember daralmış, vakit yaklaşmış, akıbet netleşmiştir.

Soykırım suçlularından hesap sorulması artık sabır ve zaman meselesi halini almıştır.

İnsanlığa karşı suç işleyen katillerin, 50 bine yakın masumun kanı alınlarına kazınan şerefsiz canilerin ibretlik sonlarını göreceğimiz günlere inşallah az kalmıştır.

Caniyahu ve eski savunma bakanı azılı suçludur, bu soykırımcıların arkasında duran ülkeler de işlenmiş suçlara taammüden ortaktır.

20’inci yüzyılda Yugoslavya, Almanya ve Ruanda’da yaşanan insanlık suçlarının belki de en ağırı bugünkü zaman diliminde Gazze’de tezahür etmiştir.

Üç ülkenin hukuki hesaplaşması sonuçlanmıştır. Şimdi sırayı Gazze almıştır.

Birleşmiş Milletler “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nde belirtilen suçlar ile Birleşmiş Milletler “1949 Cenevre Savaş Suçları Sözleşmesi”nde savaş suçu olarak açıklanan suçlar kapsamında Caniyahunun ve eski savunma bakanının kaçışı kurtuluşu söz konusu değildir.

Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç’in Kosova’daki cinayetlerin bırakınız emrini vermesini, bu cinayetlerden haberdar olduğu halde engellememekten dolayı sorumlu ve suçlu bulunduğu bilinen bir gerçektir.

Kaldı ki Gazze’de emzikli bebeklerden kadınlara, çocuklardan yaşlılara kadar infaz emrini doğrudan veren bizatihi Caniyahudur.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin devletleri yargılamadığı, kişi sorumluluğunu esas aldığı ve sadece gerçek kişilere hesap sorduğu dikkate alındığında, adaletin tecellisiyle Caniyahu ve soykırımcı yandaşlarının ömür boyunca demir parmaklıklar ardında cezasını çekmesi kaçınılmaz bir hak ifası olacaktır.

Haksızlık telafi edilmeden sıkılı yumruklar açılmayacak, akan kan durmayacak, huzursuzluk tesirini kaybetmeyecektir.

Filistin’in huzura kavuşması Ortadoğu’nun huzur bulması demektir.

Biz huzuru bir insan hakkı olarak telakki ediyoruz. Kaldı ki insanlığın huzur bulmasını amaçlıyoruz.

Daha adil, daha eşitlikçi, daha güvenli, daha yaşanabilir, daha hakkaniyetli, daha özgür, daha fazla hak ve sorumlulukla perçinlenmiş bir dünya tablosu için ortak akıl ve ortak gelecek paydasında mutabakata varmanın bir fırsat olduğu kanaatindeyiz.

14 Kasım 2023 tarihinde Meclis Grup Toplantımızda yaptığım konuşmamda İsrail-Filistin ihtilafına dair altı maddelik çözüm teklifimizi paylaşmış ve şunları söylemiştim:

“İlk olarak, İsrail ile Filistin arasındaki çatışmaların durması, sürdürülebilir barış ve ateşkes ortamının tesis edilmesi ve insani yardım koridorlarının açılması şarttır.

İkinci olarak, İsrail’e kapsamlı yaptırım programı uygulanmalı, Gazze’yi harap etmesinden dolayı tazminata mahkum edilmelidir.

Üçüncü olarak, İslam ülkelerinin katılım ve desteğiyle barış gücü oluşturulmalı, garantörlük kurumu işletilmelidir.

Dördüncü olarak, uluslararası barış konferansı toplanmalıdır.

Beşinci olarak, iki devletli çözüm iklimi acilen yeşermeli, 1967 sınırlarına haiz, başkenti Doğu Kudüs olan egemen, toprak bütünlüğünü sağlamış bağımsız Filistin devletinin tanınması sağlanmalıdır.

Altıncı olarak da, eli ve vicdanı kanlı Netenyahu ve yönetimi işledikleri savaş suçlarından dolayı Lahey Adalet Divanı’nda yargılanmalıdır.”

Bugün de aynı görüşteyiz, aynı düşüncedeyiz, zalimin zulmü varsa hakkın bükülmez bileği olduğunu cesaretle, inançla haykırmanın azim ve kararındayız.

Allah’ın inayetiyle bu altı maddenin alayı gerçekleşecektir.

Hak zayi olmayacak, zulmün hükmü sökmeyecek, mazlumların ahı zalimleri mahvı perişan edecektir.

Merhum Cemil Meriç’in aynısıyla vurguladığı gibi; “Yemin ederim ki, dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez.”

Yine dediği üzere: Cinayete ses çıkarmayan caninin suç ortağıdır.

Biz mazlumların sesiyiz, mağdurların sevinciyiz, gariplerin selamıyız, muhtaçların sefiriyiz, hakkı yenmişlerin seferiyiz, yetimlerin sedasıyız, bu vatan benim, bu bayrak benim, bu devlet benim, bu millet benim diyen her kardeşimizin dert ortağı, gönül ocağıyız.

Gücümüz birliğimiz, güvencemiz kardeşliğimizdir.

Biz Türk milletiyiz, hepimiz ve hep birlikte Türkiye’yiz.

Değerli Milletvekilleri,

Bölgemizde her taşın altı nifakla tuzaklanmışken, küresel siyaset denklemi yeni baştan kuruluyorken, belirsiz ve bilinmez bir dünyanın kapıları gürültüyle açılıyorken, içimize kıvrılmamız, kabuğumuza kısılmamız, sessizce kımıldamamız idare-i maslahattan öte bir anlam taşımaz.

Sözü dinlenen, nazı geçen, ne diyeceği merak uyandıran, ne yapacağı takip edilen bir Türkiye’nin, paradigma değişiminin tesiriyle yol haritası yeni baştan çizilen dünyada muhkem bir mevkii olmalıdır.

Tarihimizin omuzlarına basıp, coğrafyamızın avantaj veya dezavantajlarını fikri ve politik sezgiyle yorumlamak, ileriyi, çok daha ileriyi görmemizi kolaylaştıracaktır.

Bugünün mihmandarlığına değil, geleceğin müşahitliğine ve mimarisine talip olmalıyız.

Bu yüzden Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerini gerçekleştirmeliyiz.

Maksatları, muğlak ve muallakta asılı kalanların bizi anlamasını elbette beklemiyoruz.

Bunların idrak damarları tıkalı, iradeleri tımarhaneliktir.

İnsanların aralarındaki konuşmalar ne kadar akli ve ahlaki safiyet ve süreklilik kazanırsa, kendilerine uzak gördükleri noktalara ulaşmaları o kadar mümkün hale gelir.

Konuşarak uçurumların iki yakası kapatılır.

Anlaşarak önyargıların ve peşin hükümlerin akıntısı kesilir.

İnsanı, yine insanda tanıyıp bularak, dahası saygı ve sevgi kümesinde buluşarak yanlış anlamaların, yalan anlatıların direnci kırılır.

Sahte davranışların çölünde zorlukla çiçek veren kaktüs arayışında değiliz.

Hafıza mihrabımızı ve hayat mizanımızı zincire vuran, çok yönlü düşünme kabiliyetimizi sekteye uğratan, yakınlaşıp birbirimizin gözünün içine baka baka diyalog kurmamızı sakatlayan ilkel dürtülerden, siyasi ve ideolojik hüllelerden ne kadar uzaklaşmamız gerekiyorsa o kadar uzağa gitmeliyiz.

İnsanlarımız arasına sanal duvarlar örenleri, milli birlik ve dayanışma ruhumuza baldıran zehri serpenleri yeni yüzyılın bereket ikliminde ya hayatımızdan çekip çıkarmalıyız ya da onların eylem ve söylemlerinden peydahlanacak makus ve menhus akıbetten sızlanmayı bırakmalıyız.

Türkiye’nin yeni bir Fetret Devri yaşamasına müsaade edemeyiz, göz göre göre buna seyirci kalamayız.

Siyaseti fareli köyün kavalcısına benzer şekilde yapanların tuzak ve tezgahlarına aldanıp da geleceğimizi tesadüflere havale edemeyiz.

Türkiye’nin ve Türk milletinin tarihi mücadelesini onurluca sürdürmek mecburiyetindeyiz.

Milletimizin arasına ayrımcılık tohumu ekmeyi demokratik hak olarak tarif ve tevil eden ucube insanlık defolarıyla ortak bir geleceğin istikametinde yürümek pek tabii imkan ve ihtimal dışıdır.

Kürt kardeşlerimizi sömüren, çocuklarını zorla dağa götüren, kanlarını emen, duygularını ajite eden ne kadar bölücü ve terörist varsa hepsi birden kaybetmeye, bunun da bedelini misliyle ödemeye mahkumdur.

Terörsüz bir Türkiye, huzurlu, müreffeh ve güvenli bir Türkiye demektir.

Türk milletinin asil ve asli mensubu olmak duruyorken, Emperyalizmin kanlı menüsünde yer almaya tamam demek insan onurunun hiçe sayılmasıdır.

Hiçbir Kürt kardeşim böylesi korkunç bir vebale ortak olmamış ve olmayacaktır.

Kürt’ü Türk’ten ayırmak dünyayı güneş sisteminden ayırmak kadar imkansız ve deli saçmasıdır.

Anımız bir, acımız bir, ahlakımız bir, aminimiz bir, geleceğimiz de birdir.

O halde el ele verip, gönüllerimizi birbiriyle yoğurarak terörü ve bölücülüğü gündemimizden tamamıyla çıkarmalıyız.

Kandil’de ve Türkiye düşmanlarının mahzeninde DEM’lenip Türkiye’yi devirmek isteyenler bir karar eşiğindedir.

Bölücü terörün mü DEM’isiniz? Yoksa kader ortaklığının ve bin yıllık kardeşliğin DEM’i mi olacaksınız?

Terörizmi lanetleyecek misiniz? Yoksa sırtınızı yaslamaya devam mı edeceksiniz?

Milliyetçi Hareket Partisi her sözünün arkasındadır.

22 Ekim 2024 tarihli Grup Toplantımızdan itibaren ne demişsek aynen yanındayız.

İmralı’yla DEM Grubu arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyor, çağrımızı kararlılıkla tekrarlıyoruz.

İnandığımız yolda hiçbir baskıya aldırış etmeyiz.

Onun bunun tezvirat ve tefrikalarıyla Türkiye’nin hayrına olacak görüş ve düşüncelerimizden kesinlikle vazgeçmeyiz.

Televizyon ekranlarına yuvalanan özel görevli MHP düşmanlarını,

Ne dedikleri, neyi teklif ettikleri, nasıl bir yöntem ve reçete sundukları belli olmayan cahil ve küstah yorumcu müsveddelerini,

Bilhassa Halk Tv başta olmak üzere MHP’ye saldırı ortamı açan, taltif ve teşvik eden medya organlarını ve medya patronlarını tek tek not aldığımızı, yeri ve zamanı gelince de burunlarından fitil fitil getireceğimizi, kalabalıkta yapılan itibar suikastlarının tenhada özrünün kabul edilmeyeceğini muhataplarına duyurmak istiyorum.

Akılsız, ahlaksız ve asılsız konuşanların, sahibinin sesini aktaranların, bu sinsi tertibe çanak tutanların, sponsor olanların, maaş bağlayanların alınlarını karışlar, kirli yakalarına da yapışırız.

Türk-Kürt kardeşliğini kemikleştirip Türkiye Yüzyılını gerçeğe dönüştürmek için sabırla mücadele ediyorken, etnik bölücülüğün ve terör örgütünün hain emellerine kucak açan ve destek olan namertleri Türk milleti affetmeyecektir.

Terör çıkmaz sokaktır.

Terör insanlığın ortak düşmanıdır.

Terörle hiçbir yere varılamaz.

Kürt kardeşlerimizin terörle, terör örgütüyle ne ilgisi ne de ilişiği söz konusudur.

Türkiye Cumhuriyeti hepimizin devletidir.

Türk milleti hepimizin şanı, şerefi, mensubiyet cevheridir.

Yeterince çile çekildi. Yeterince acı yaşandı.

Silah seçenek değil kucaklayıcı siyaset hedefimizdir.

Yoksulluk kader değil zenginlik hedefimizdir.

İşsizlik talih değil istihdam hedefimizdir.

Yıkmak değil yatırım ve üretim hedefimizdir.

Karamsarlıkları paylaşmak yerine umutlarımızın şafağında buluşalım.

Asgari ücretle çalışanlarımızdan emeklilerimize, memurlarımızdan çiftçilerimize, esnaflarımızdan işçilerimize, iş adamlarımızdan dar ve orta gelirli insanlarımıza varıncaya kadar ekmeğini büyüten, büyüdükçe güçlenen, tasasız bir hayatın temelini kuran süper güç Türkiye’ye ulaşalım.

Dışımız yanarken, dünya savaşı tartışılırken, içimizi barış ve kardeşlik seferberliğiyle pekiştirip kalemizi güçlendirmemiz herkesin milli ve manevi vecibesidir.

Aynı zamanda ortak yararımızadır.

Irak’ın Duhok kentinde düzenlenen 5.Ortadoğu Barış ve Güvenlik Forumu’nda Sayın Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı konuşma bizi son derece rahatsız etmiştir.

Sayın Davutoğlu’nun o talihsiz sözleri şu şekildedir:

“Türkiye’de Türkler ile Kürtler ve diğer topluluklar arasında tam eşitlik sağlanacak ve Türkiye ile Kürdistan arasında mükemmel bir ilişki kurulacaktır.”

Sayın Davutoğlu, Başbakanlık görevini üstlenmiş bir akademisyen olarak bu iddia ve ifadelerinin hiçbir ahlaki ve nesnel karşılığı olmadığı gibi, baştan ayağa sakat ve sorunludur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki öncelik eşitliğe verilmiştir.

Çünkü İkinci Meşrutiyet’in özgürlüğü esas alan sistemsel bütünlüğü tutmamış, bundan ders çıkaran Cumhuriyet dönemi eşitlik ilkesini hukuk devletinin ana kolonu yapmıştır.

Bugüne kadar milletimizin hiçbir ferdi eşitsizliğe maruz kalmamıştır.

Türk demokrasisi fırsat eşitliğini her zaman korumuş ve öne almıştır.

Ayrıca Kürdistan diye bir yer de yoktur, bu ağız sipariş almış bir ağızdır ve son derece sakıncalıdır.

Pişmiş aşa su katmak için kapı önünde bekleyen kifayetsiz muhterislere itibar etmeksizin yolumuzda kararlı adımlarla yürüyeceğiz.

Fakat muhalefetteki akort bozukluğu, çatlak sesler, uyumsuz ve uygunsuz değerlendirmeler ne yazık ki çoğalmaktadır.

CHP Genel Başkanı’nın DEM Partili ortaklarıyla katıldığı Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı 13.Olağan Genel Kurulu’nda mezhep ayrımcılığını kışkırtması, Alevi-Sünni kutuplaşmasına hizmet etmesi aymazlıktır, art niyetliliktir, nimet bilmezliktir.

Üstelik utanmadan sıkılmadan, yüzü kızarmadan, şuur kepeklerini indirmiş halde rejimi değiştirmekten bahsetmiştir.

Özgür Bey, rejimi, yani Cumhuriyet’i değiştirmeyi nasıl başaracaksın? Darbeyle mi yol alacaksın? İsyan mı çıkaracaksın? Dış güçlerden yardım mı dileneceksin? Söyle bize, Türkiye Cumhuriyeti’nin 101 yıllık rejimini nasıl ve hangi yürekle tasfiye edeceksin?

CHP’nin DEM’lenmesi başını döndürmüş, siyasi iradesini hurdaya çıkarmıştır.

22 yıllık bir iktidarı sürekli eleştirip, bu 22 yıl içinde niye iktidar olamadığını analiz edemeyen, millet iradesini kazanamayan, üç-beş belediye başkanının hukuken haklı gerekçelerle görevlerinden geçici olarak uzaklaştırılmasını yanlış yorumlayan, mahalli yönetimlerle merkezi yönetimi birbirine karıştıran CHP iflah olmaz derecede çarpık ve hastalıklıdır.

Plan ve Bütçe Komisyonu’nda İçişleri Bakanı’nın önüne geçip anti demokratik ve faşizan müdahalelerle girişini engellemeye kalkışan çakar almaz CHP’nin güdümlü milletvekilleridir.

Kılıç çekip korsan yemin eden bazı teğmenler üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasi tartışmaların içine çekmeye yeltenen, Aziz Atatürk’ü sloganda hatırlayıp eser ve emanetlerini çiğneyen bugünkü CHP’dir.

Alenen disiplinsizlik yapan teğmenleri savundukları kadar terörle mücadeleyi savunmayan, tezkerelere hayır diyen bugünkü garabet CHP’dir.

Camiyi bilmeyen, Cemevini bilmeyen, Alevi ile Sünni arasında hendek ve husumet kazısını yapmak için çırpınan, etnik ve mezhep provokasyonu cinayetine teşne olan bugünkü işbirlikçi CHP’dir.

Kıbrıs’ta Rum görüşlerine binaen federasyon tezini savunup mavi vatana masal diyen köksüzlerin ve kimliksizlerin çatı örgütü bugünkü gayri milli CHP’dir.

Terör örgütü yandaşlarını partiye doldurup, Esenyurt ve Ovacık’ta görüldüğü üzere, sonra da görevdeki bazı belediye başkanlarının geçici olarak görevden uzaklaştırılmasını halkın cezalandırılması olarak açıklayan DEM’lenerek ayağa düşmüş bugünkü CHP’dir.

Hep dedim, yine diyorum; bu CHP’den bir halt olmaz, bu CHP’yle ulaşılacak parlak bir gelecekten bahsetmek de akıl ve vicdan ölçüleriyle bağdaşmaz, bağdaşamaz.

Mahkemeye giderler, kendilerini müdafaa yerine iftiralara bel bağlayıp kameralar eşliğinde şov yaparlar.

İstanbul sular altında kalmışken Belediye Başkanı tam da malum bir mahkeme günü soluğu Almanya’da alır.

Saraçhane rövanşının Ankara’da icrası amacıyla Almanya’ya kaçan ve Türkiye’yi yabancılara şikayet edenlerin Aziz Atatürk’ün mirasına sadakat gösterdiğini söylemek için şahide gerek yoktur, çünkü her şey ortadadır, siyaset işportacılarının maskesi düşmüş, israf ve ihanet deşifre olmuştur.

Muhterem Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı;

85 milyon Türk vatandaşını aynı ve eşit gören bir kardeşlik bilincine,

Bu bayrak benim, bu vatan benim, bu millete mensubiyetten şeref duyarım diyen her vatan evladına değer veren bir birikime,

Yoksula umut, yolsuzluğa duvar, yozlaşmaya çengel, yıkıma engel olan anıtlaşmış bir beraberlik hissiyatına sonuna kadar sahiptir.

Bizim, kim olursa olsun, temel ilke ve ülkülerimizle çelişmeyen, ahlaki, vicdani ve insani vasıflarını kaybetmemiş her insanımızı kaybetmek şöyle dursun; kazanmaktan, birlikte başarmaktan başka bir emelimiz olmamıştır.

Tıpkı Yunus’un dediği gibi, kavgaya değil gönüller yapmaya, gönüller almaya, gönüller kazanmaya geldik, bir daha da gitmeyi hiç düşünmedik.

Yeni yüzyılda bir Türk mucizesine, dev gibi doğrulan Türk asrına hep birlikte imza atacağız.

Biz hazırız, ayağımıza pranga vurmak isteyenleri ezip geçeceğiz.

Bölücü, yıkıcı, taklitçi, teslimiyetçi ve neoliberal tehditleri aşa aşa yolumuzda ilerleyeceğiz.

Mutlaka başaracağız, mutlaka yapacağız.

Cumhuriyetimizi, kuruluş felsefesine hakim olan bağımsız, güçlü ve demokrasi ile gelecek hedefleriyle buluşturmak Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın sorumluluğudur ve bihakkın sorumluluktan da kaçmayacağız.

Sözlerime son vermeden önce önemle altını çizmek istediğim bir konu da Kerkük’teki nüfus sayımıdır.

Nüfus sayımı öncesi PKK kamplarından Kerkük’e yığınak yapıldığına dönük iddia ve ifadeler eğer doğruysa bunun sonuçları şüphesiz ağır olacak, sayımın gayri meşruluğu tescillenecektir.

Kerkük’ün demografik yapısını kurcalayıp, bu Türkmen kentiyle beraber Irak Anayasasında tartışmalı bölgelerin oldubittiye getirilmesi Türk milletinin kabul etmeyeceği istila girişimidir.

Kerkük Türk’tür, Irak Türkmenlerinin de sonsuza kadar yurdudur.

Hiç kimse yanlış hesap yapmasın, soydaşlarımız, Irak Türkmenleri asla yalnız değildir.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.