02.10.2007 - TBMM Grup Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin

TBMM Grup Toplantısı’nda Yapmış Oldukları Konuşma Metni

2 Ekim 2007

 

Çok Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Konuklarımız,

Medyamızın Kıymetli Temsilcileri,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 dönem 2. yasama yılına başlarken partimizin ikinci grup toplantısını gerçekleştirdiğimiz bugün, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Hoş geldiniz.

İdrak etmekte olduğumuz mübarek Ramazan ayının ise Türk milletine, İslam alemine ve insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.

Bu toplantı vesilesi ile UNESCO tarafından 2007 yılının adına ithaf edildiği Türk-İslam bilgini, büyük düşünür ve gönüller sultanı Mevlana Celaleddin Rumi’yi doğumunun 800. yıldönümünde bir kez daha hürmet ve muhabbetle anıyor, ilahi bir sevginin ilham verdiği hoşgörü ve kucaklaşma mesajlarının ülkemizde ve bölgemizde anlam bulmasını temenni ediyorum.

Bildiğiniz gibi, Milletvekilliği Genel seçimlerinden bu yana geçen iki ayı aşkın süre içinde, Yüce Meclisin iradesi ile Başkanlık Divanı ve Komisyonlar teşkil edilmiş, 11.Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılarak tarihi bir görev yerine getirilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen 60. Cumhuriyet Hükümetinin programının görüşülmesini müteakip tatile giren Yüce Meclis dün itibariyle yeni yasama yılına başlamıştır. Aziz milletimize, demokrasimize ve sayın milletvekillerine hayırlı sonuçlar getirmesini temenni ediyorum.

Meclis Başkanlığına seçilen Sayın Köksal Toptan’a ve Başkanlık Divanı üyelerine başarılar diliyorum. Elbette ki onların adil, tarafsız ve tutarlı çalışmaları, Türkiye Büyük Millet Meclisini önümüzdeki dönemde bekleyen ağır görevlerin, milli bir sorumluluk anlayışıyla, başarıyla ve sükûnetle atlatılmasında önemli bir rol oynayacaktır. Bu açıdan Başkanlık Divanı’nın bu zorlu süreci taşıyabilecek yönetim becerisini, tarafsızlığı ve hakkaniyeti göstermesini ümit ediyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Kamuoyunun gözleri önünde, tamamen açık ve ilkeli bir şekilde cereyan ettiği gibi, partimiz geçtiğimiz ay yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yılladır ortaya koyduğu ilkelerin takipçisi olmuş ve dün ne söylemiş ise bugün de onun gereğini yerine getirmiştir. Bu konuda müsterihiz.

Milliyetçi Hareket Partisi, gerek Meclis Başkanlığı gerekse Cumhurbaşkanlığı seçiminde demokratik tercihini ve iradesini göstererek kendi değerli adaylarına destek olmuştur.

Bu desteği verirken sayısal açıdan yeterli olmadığımızı elbette biliyorduk. Ancak bu durumu, kendi adayını bir uzlaşma zemini hazırlamadan ortaya süren iktidar partisine bir demokratik tavır ve partimizin demokrasi ahlâkı için bir gösterge olarak değerlendiriyor ve çok anlamlı buluyoruz. Aday arkadaşlarımızı ve onlara destek olan Grubumuzu kutluyorum.

Bildiğiniz gibi, birinci Grup Toplantımızda Türkiye Cumhuriyetine Cumhurbaşkanı olabilecek niteliklere haiz bir şahsiyetin portresini ayrıntıları ile çizmiş, bu konudaki ilke ve yöntemlerimizi kamuoyu ile paylaşmıştık.

Biz, ülkemizi sürüklenmesi muhtemel yeni gerilim ve kutuplaşma ortamından bir an önce uzaklaştırmak, zorlamalar sonucu doğabilecek yeni bir siyasal paradoksa sürüklenmemek için, Milliyetçi Hareket Partisi olarak Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde hiçbir tesir ve telkine kapılmadan Meclis oturumunda hazır bulunduk ve adayımızı destekledik.

Bu, aynı zamanda, seçimle ortaya çıkmış milli iradeye saygının, ilkeli ve tutarlı davranmanın ve hem de matematik bir zorunluluğun gereği idi. Baştan beri ne söylediysek onun gereklerini yerine getirmekte tereddüt etmedik.

Geçmişte, 367 toplantı yeter sayısını bir zorlama olarak nitelemiştik. Erken seçim istemiş ve Cumhurbaşkanını yeni Meclisin seçmesini önermiştik. Gerilim ve kutuplaşmanın sakıncalarını vurgulayıp sürecin normalleşmesi gereğinden söz etmiştik. Seçim sonucu oluşacak Meclis aritmetiğine herkesin saygı duyması lazım geldiğini belirtmiştik. Bugün bunların hepsi gerçekleşmiştir.

Bu itibarla 22. dönem parlamento çalışmalarında, Cumhurbaşkanının Seçimi konusunda izledikleri strateji açmaza düşen partilerin şimdi Milliyetçi Hareket Partisi’ni Meclis’te yok sayarak inatlarını sürdürmek istemelerini ve bunu da partimizi itham ederek yapmaya çalışmalarını anlamak mümkün değildir.

Bilinmelidir ki, bizim Meclis oturumuna katılacağımızı açıkladığımız andan itibaren, bütün sorumluluk iktidar partisine ve bu partinin adayı olarak seçilen Sayın Cumhurbaşkanına geçmiştir.

Dileriz, eski hata ve inatlardan bir ders çıkartılarak, toplumun acil ihtiyacı olan huzur ve refah ile demokrasimizin beklediği uzlaşma ve hoşgörü bir an önce sağlanabilir. Zira, geçmişte şahit olunduğu gibi sözün tükendiği noktada devreye başka unsurlar girebilmektedir.

Değerli Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

Türkiye’mizin risk ve tehditlerle dolu bir dar boğazdan geçtiği, içte ve dışta ağır sorunların çözüm beklediği bir ortamda yurt dışına on günlük bir gezi yapan Sayın Başbakanın Türkiye’sinde gündem elbetteki çok yoğundur.

Sayın Başbakan Amerika’da New York Borsasının açılış gongunu çalarken gerçek alarm zilleri terörle mücadele için Ankara’da çalmaktadır. Gelişmeler, Türkiye’nin terörle mücadele inisiyatifini özellikle yurt dışı boyutuyla tamamen elinden kaçırmış olduğunu ortaya koymuştur.

Hükümet yıllardan beri, özellikle Güvenlik Güçlerinin ihtiyaç duyduğu Sınır Ötesi Operasyon için, Amerikalı dostlarını gücendirmemek uğruna şehadetlere ve katliamlara göz yummayı sürdürmektedir.

Geçtiğimiz gün meydana gelen hunhar olay bunun en son örneğidir. Bu vesile ile Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’nde PKK’lı teröristlerin katliamına maruz kalarak, hayatlarını kaybeden 7’si korucu 12 vatandaşımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, aziz milletimize başsağlığı diliyorum.

Bu kanlı cinayeti “teröristlerin son çırpınışları” olarak niteleyen Sayın Başbakan’a bugüne kadar hangi siyasi ve hukuki tedbirleri aldığını sormak istiyorum. Girişimlerden şu ana kadar bir sonuç çıkmadığı göz önüne alınırsa, çırpınanın terörist değil AKP hükümeti ve terörle mücadele siyaseti olduğu görülecektir.

AKP’nin yıllardır yaptığı hatalar ve etnik ayrıştırma siyaseti, teröristlere “dağdaki yurttaşlar” ve “kardeşlerimiz” diyerek PKK sözcülüğü yapan, Türk Silahlı Kuvvetlerine dil uzatacak kadar ihanet içinde bulunan mihrakların Meclis Çatısı altına kadar gelebilmelerine imkan tanımış bulunmaktadır.

Hükümetin yıllardır süren müzakereleri, ikili görüşmeleri, karşılıklı ziyaretleri, stratejik vizyon belgesi adı verilen oyalanma metinleri ve sözde koordinatörlerle geçen sürenin ardından terörle mücadelede maalesef hiçbir tedbir alınamamış, hiçbir mesafe kat edilememiştir.

AKP, teröristin insafa gelmesini bekleyerek gününü doldurmuş, zayıflatmak bir yana PKK’nın cüret kazanmasına ve Peşmergenin elini güçlendirmesine neden olmuştur.

Bugün güzel vatan köşesi olan Diyarbakır’da, yabancı ülke vakıflarının himayesinde bölünme ve ayrışmanın nasıl yapılması gerektiğine dair modeller üzerinde tartışmaların olduğu çok uluslu toplantılar alenen yapılabilmektedir.

ABD himayesinde cesaret kazanan Kuzey Irak’taki Peşmergenin PKK’yı Türkiye’ye karşı bir şantaj vasıtası olarak kullanmak ve Kuzey Irak’taki federe devlet modelini Türkiye’de de uygulatmak istedikleri artık bilinmektedir.

Geçmişte Irak’ın Kuzeyindeki Mahmur terör kampına Amerikalılar tarafından yapılan turistik ziyaret ile, bazı Avrupa ülkelerindeki göstermelik operasyonlar, Türkiye’yi meşgul etmeye ve askeri bir müdahaleyi önlemek için zaman kazanmaya yönelik manevralar olmuştur.

Irak’a dört yıl önce bölgede yalnızca bir rejim değişikliği için başlatılan Amerika Birleşik Devletleri’nin askeri müdahalesi, günümüzde yeni devletlerin kurulması ile sonuçlanmak üzeredir.

Irak’ı önce federasyona ve sonra üç devletli ayrışmaya götürecek bu süreç şekillenirken Türkiye ağırlığını kullanmamış, AKP hükümeti Türkmenleri, Irak’ın kurucu ve asli unsuru olarak tanıtamamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin bekası için hayati öneme haiz Irak Türkmen bölgesi, Kuzey Irak coğrafyası ve terörle mücadeleye ilişkin bir stratejik bir devlet politikasının varlığı kuşkuludur.

Hiçbir vatanseverin artık hareketsiz ve tepkisiz kalamayacağı bu tablo karşısında, devletin adli ve kolluk gücünün kullanımı da dahil olarak acilen tedbirler alması ve stratejik kararını yüksek sesle kamuoyu ile paylaşması bir beka meselesi haline gelmiştir.

Devleti yönetenlerin ve milli güvenlik politikalarına tavsiyelerde bulunanların söylem ve eylemlerinin beş yıllık kronolojisi, Türkiye’nin bir politikasının olmadığını, Irak’ta günü kurtarmaya dönük çalışmalar yapıldığını ortaya koymuştur.

Nitekim geçtiğimiz günlerde Irak hükümeti ile yapılacağı söylenen sınır ötesi takibe izin veren anlaşmanın sonuçsuz kaldığı ve hatta Irak Kürt aşiretlerinin etkin ve müdahil olduğu çok başarısız bir müzakere süreci kamuoyunun gözü önünde cereyan etmiştir.

Zamanımızın darlığı nedeniyle, bu hassas ve önemli konuları başka bir toplantımızda konuşmak üzere, özetle Türkiye, Irak topraklarında yapacağı bir sıcak takip için bütün diplomatik girişimleri artık tüketmiş ve milletimiz yeterince oyalanmıştır.

Her gün bir vatan evladımızın ve bir Mehmetçiğin kaybıyla sonuçlanan PKK terörüyle mücadele için gereken bütün şartlar çoktan tamamlanmıştır. Konunun Irak’ta vahim gelişmelerin olacağını değerlendirdiğimiz 2008 baharına kadar ertelenerek yeni bir oyalama sürecinin başlatılmasına ve Türk devletinin haysiyetiyle daha fazla oynanmasına göz yumulmamalıdır.

ABD Senatosunun kabul ettiği Irak’ın üç bölgeye ayrılmasına ilişkin tasarının, orta vadede bölünmeyi tetikleyebileceği düşünülürse, gelişmelerin ülkemize etkisi de dikkate alınarak konunun bütün yönleriyle görüşülmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında acilen gerçekleştirilmelidir.

TBMM, terörle mücadeleden sorumlu birimler tarafından ihtiyaç belirtilmesi halinde, yer ve zamanı Türk Silahlı Kuvvetlerinin inisiyatifinde olmak üzere çıkaracağı bir tezkere ile Güvenlik Kuvvetlerine sınır ötesi sıcak takip için artık yetki vermelidir.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Konuklar,

Konuşmamın bu bölümünde ülke gündemini bir süredir meşgul eden ve uzun süre de gündemde kalacak olan Anayasa tartışmalarına, geniş bir analiz yaparak temas etmek istiyorum.

Ülkemizde Anayasa tartışmaları anayasal nitelikli ilk metinlerin doğduğu günden bu yana yapılmaktadır. Bu tartışmaların ilk yazılı anayasa tecrübemiz olan 1876 Kânun-u Esasî’ye kadar dayandığını söylemek mümkündür. Türkiye, o zamandan bu yana çeşitli vesilelerle yapılan anayasa değişikliklerine ve tartışmalarına kesintisiz sahne olmaktadır.

Türkiye’de modern siyasî kurumların ve kuralların ortaya çıkışından itibaren geçen 5 çeyrek asırlık dönemde, 5 kez anayasa yapılmış, birçok kez de ciddî boyutlarda anayasa değişiklikleri gerçekleştirilmiştir.

Bu, çeyrek asır dayanabilen anayasa metinleri tablosunu, yalnızca toplumun değişim hızına yetişmek olarak yorumlamak konuya eksik bakmak olacaktır. Bu şablon aynı zamanda ülkemizdeki siyasî gelişme ve istikrarsızlık düzeyinin tekrarlanan bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.

Bu nedenle, son olarak gündeme gelen yeni Anayasa taslağı ve üzerindeki tartışmaları da, tarihi periyoduna uygun olarak, 25 yıllık vadesini dolduran bir anayasa üzerinde istikrarsızlığın ve aceleciliğin sonucu olarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Görünen odur ki, ortalarda gezinen Anayasa taslağını ısmarlayan AKP’nin, metni sahiplenmekte gösterdiği tereddüt, Türkiye’nin Malezya’ya dönüşeceğine, mahalle baskısının artacağına dair korku ve kaygıların yaygınlaşmasına neden olmuştur. Tartışmalar boyut ve hedef değiştirerek başka mecralara kaymıştır.

Üzerinde tartışılan yeni Anayasa taslağının sipariş sahibi henüz ortalarda yoktur. Bu süreçte, fikirlerini beyan edenlerin, tartışan ve eleştirenlerin “herkes işine baksın” denilerek susturulmaya çalışılması iktidar partisinin Anayasa hakkındaki dayatmacı yaklaşımını ve eksik demokrasi kültürünü göstermesi açısından vahim bir örnek teşkil etmiştir.

Sayın Başbakanın bu beyanından sonra, gelen tepkiler üzerine bakanlarının ve bazı partililerin sözde fikir teatisine açık olacaklarını, eleştirilere kulak vereceklerini belirtmeleri, durumu kurtarmak adına yapılmış nafile hamlelerdir. İktidar partisinin Anayasayı bir AKP “parti tüzüğü” veya bir “ferman külliyatı” olarak gördüğü ortaya çıkmıştır.

Bu vahim ve dayatmacı yaklaşım, yeni Anayasa taslağında AKP zihniyetinin sinsi ve gizli emellerinin bulunabileceği konusunda toplumsal kuşkuları iyice artırmış bulunmaktadır. Bu vehimlerin ortadan kaldırılmasında ise sorumluluk yine iktidar partisine düşmektedir.

Bu açıdan, ortaya konan değerlendirmeleri ve görüşleri; yorum sahiplerini küçümseyerek, eleştirerek, reddederek yaklaşmak yerine, geçtiğimiz yıllar içinde söz ve eylemleri ile kamuoyunda yerleştirdikleri olumsuz kanaatlerin ve kaygıların sorumluluğunu AKP yetkilileri kendilerinde aramalıdır.

Anayasa, toplumun bir arada yaşama iradesinin yazılı bir beyanıdır. Görünen odur ki hazırlanmaya çalışılan anayasa, birlikte yaşamaya katkı sağlamak yerine, günlük yaşam şekillerinin bile tartışmaya açıldığı, insanların korku ve vehimlere kapıldığı bir ortama neden olmuştur. Huzursuz hale gelen bu kesimlerin kuşkularını gidermeden ve ikna etmeden ortaya çıkan bu sahipsiz anayasa taslağı Türkiye'yi şimdiden bölmüştür.

AKP zihniyetinin oldu bittiye getirmek için gizli saklı tuttuğu anayasa tasarı metin her şeye rağmen, kamuoyunda tartışılmaya da başlanmıştır. Bu olması gereken ve sevindirici bir gelişmedir. Ancak ortaya çıkan eleştiri ve görüşlerden istifade edecek bir siyasal ortamın özellikle iktidar tarafında henüz oluşmadığı da açıkça görülmektedir.

Demokratik anayasal düzen, tek odaklı, tek hedefli, tek merkezli çıkar gruplarının veya iktidar sahiplerinin vehmettiği güçlerin yerini, yalnızca millet iradesinin aldığı rejimin adıdır.

Almış olduğu seçmen desteği ile kendisini anayasanın sahibi gibi görme eğilimine giren ve istemediğini değiştirmeye cüret eden iktidar zihniyeti, buradan ifade ediyorum ki, yanılgı ve gaflet içerisindedir. Türk milletinin seçimle vermiş olduğu yetkiyi yorumlarken vahim bir yanlışın içine sürüklenmektedir.

Konuyu, oyunu artırarak çıktığı Genel Seçimlerin hemen ardından aceleyle gündeme getirmesi ve kapalı kapılar ardında özel görüşmelerle oldu bittiye getirme gayretleri, iktidar partisinin yapmak istedikleri hakkında kaygıları iyice artırmıştır.

Dün olduğu gibi bugün de, Anayasa herhangi bir siyasal hareketin ve bir partinin değil milletimizin ve Türkiye’nin anayasasıdır. Bu açıdan AKP’nin bugünkü dayatmacı zihniyeti ile dünkü darbe konseyinin dayatmaları arasında gerçekte bir fark yoktur. Bu nedenle, adına “sivil” denilerek hazırlanacak olan böylesi bir anayasanın da öncekilerle aynı akıbeti yaşaması kaçınılmaz olacaktır.

Bir anayasanın sivil bir kimlik taşıması için bilim kurulu adı verilen heyete, sivillerin sipariş vermiş olması yeterli değildir. Nitekim 1982 Anayasası da sivil bir komisyon tarafından hazırlanmıştı.

Anayasanın millet tarafından onaylanmış olması da anayasayı sivil bir hale getirmemektedir. Yine 82 Anayasası halkın %90’ı aşan bir çoğunlukla kabul edilmişti. Halkoylamasında kabul edilip yürürlüğe girmiş olması, 82 Anayasa'sının sorunlu bir hukuki metin olduğu gerçeğini değiştirememiştir.

1982 Anayasası askeri bir müdahalenin ardından yapılmış bir anayasadır. Dönemin şartlarında anayasa yeterince tartışılmamış, üzerinde yeterince düşünülmemiş, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin görüşlerine yeterince baş vurulmamıştır. 1982 tarihine göre çok daha teşkilatlı bir demokratik kamuoyu ve daha gelişmiş bir sivil toplumun bulunduğu günümüzde aynı hatanın tekrarı asla söz konusu olmamalıdır.

O halde Anayasa’nın tam bir toplum sözleşmesi olabilmesi için çok geniş bir demokratik tartışma tabanına ve geniş bir müzakere sürecine dayanmalıdır. Taslak metin veya metinler son şekil verilmeden önce yeterince ve kapsamlı olarak yorumlanmalı, değerlendirilmeli ve uzmanlarınca harmanlanmış olmalıdır.

Bu itibarla görüşümüz, konunun aceleye getirilmemesi, yeterli birikim, tartışma ortamı ve yoğunluk sağlandıktan sonra milletin oyuna sunulması şeklindedir.

Böyle bir anayasa, hem birey haklarını geliştirerek güvence altına alabilecek, hem de birlikte yaşamanın gerektirdiği hukuki ve siyasi teşkilatlanmanın sağlam bir alt yapısını oluşturacaktır.

Bilinmelidir ki, yapılacak anayasa bir partinin değil bütün milletindir. Teklifi, millet adına sorumlu organları yapacak ve olgunlaştıracak, Yüce Meclis son şeklini oluşturarak ve aziz milletimiz karar verecektir.

Değerli Arkadaşlarım,

Ben bugün bu kürsüden, henüz siyasi sahibinin belli olmadığı yeni anayasa taslak metninin ayrıntıları hakkında partimizin görüşlerini açıklamayacağım.

Bilim kuruluna hazırlattırılıp, Sapanca’da iktidar partisi mensuplarının süzgecinden Sayın Başbakana havale edilen taslak Anayasa metninin üzerinde, partimiz kapsamlı ve ayrıntılı eleştiri ve değerlendirmelerini tamamlamıştır. Yapılan çalışma, partimizin yetkili kurullarında müzakere edildikten sonra bilahare kamuoyu ile paylaşılacaktır.

Ancak şu anda Milliyetçi Hareket Partisinin Anayasa’dan ne anladığını, yeni Anayasanın nasıl şekillenmesi gerektiğini sizlerle bu kürsüden paylaşmak istiyorum.

Görüleceği gibi, 131 yıllık anayasa geleneğimizin ilk döneminde ortaya çıkan tartışma ve sorunların tamamı günümüzde de aynı eksende devam etmektedir. 1876 Anayasası’nın kabulüyle başlayan anayasa tartışmaları, Türkiye’mizin en önemli gündem maddeleri arasında hala yer almaktadır.

Türkiye'de bütün bu konuların birbuçuk asırdır tartışılmasının esas sebebi, ekonomik ve toplumsal gelişmenin tamamlanamamış olmasının yanı sıra, siyasi modernleşme konusunda önemli eksikliklerin hala devam etmesidir. Türkiye, demokratikleşme meselesini halledemediği için de siyasi olarak problem çözme gücü zaafa uğramaktadır.

Türkiye’mizin refah ve kalkınma eksikliğini anayasanın yetersizliğine bağlayarak siyasal kurnazlıklar yapmak, maalesef başarısız siyasetçinin müzmin bahanesi haline gelmiş bulunmaktadır.

Bu itibarla, Türkiye’nin aradan geçen yıllar içerisinde demokratikleşme alanında önemli bir mesafe katedemeyişinin sorumluluğunu, demokrasi karşıtı çevreler kadar, demokrasi yandaşı gözüken çevrelerde de aramak gerektiğine inanıyoruz.

Kanaatimizce, ülkemizde temel siyasî kurumların ve kuralların, sürekli ve maalesef aynı fasit daire içinde tartışılıyor olması, demokrasimizin ve gelişmemizin önündeki engellerden en önemlisini oluşturmaktadır.

Bu durum ister muhalefet, ister iktidar olsun bütün siyasetçilerin enerjisini ve zamanını, sosyal ve ekonomik sorunları çözmek yerine, siyasî çekişmelerle ve bitmez tükenmez meşruiyet tartışmalarıyla harcamalarına neden olmaktadır.

Yeryüzündeki bütün anayasalar, öncelikle, yürürlüğe girdiği tarihteki toplumsal hayatın ihtiyaç duyduğu düzenlemeleri öngörürler. Oysa toplum hayatı dinamik bir sosyo kültürel ve sosyo ekonomik süreç olarak sürekli hareket ve değişim halindedir.

Yazıldığı dönemin ilerisinde bir vizyon ile tanzim edilmeye çalışılan Anayasaların, özellikle Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti gibi hızlı ve köklü değişim sürecine giren devlet ve toplumlarda bir zaman sonra gelişmelerin gerisinde kalması da doğaldır.

Bu nedenle kamu düzeninin sağlanması ve çağdaş bir nizam içinde yönetilebilmesi için, belirli bir toplumsal dönemin ve tarihi sürecin eseri olan yasalarla, günlük hayatın arasında farklılıklar olabileceği de kuşkusuzdur.

Burada üzerinde durulması gereken sorun şudur: Yeni toplumsal ihtiyaçların, eski ihtiyaçlara cevap veren eski anayasaların, tamamiyle ortadan kaldırılıp yerlerine yeni yasaların ikame edilmesi ile mi; yoksa mevcut yasalarda günün ve tahmin edilen bir geleceğin ihtiyaçlarına uygun olarak, kısmi değişiklik yapılması ile mi giderileceğidir.

Bildiğiniz gibi Anayasa, kurallar hiyerarşisinin en üstünde yer almaktadır. Devletin temel yapısını ve genel hukuk normlarını belirleyen ve bu nedenle çok kapsamlı olmayan genel ve çerçeve metinlerdir. Ancak bu genel metinlerden referans ve dayanak ile geleceğin Türkiye’sini, Türk milletini ve Türk vatandaşını şekillendirecek olan temel yasaların çıkacağı düşünülürse konunun hayatiyeti önem kazanmaktadır. Bu nedenle Anayasalar, bir devletin ve milletin idamesinde ve yükseltilmesinde son derecede önemli olan temel dayanaklarıdır.

Bugüne kadar çıkarılan Anayasa metinleri, eksiklerine, yanlışlarına ve kusurlarına rağmen devletimizin ve milletimizin varlığını ve demokratik kültür içerisinde devamlılığını sağlayabilmiştir.

Milliyetçilik, milletin sürekliliğinin ve biri diğerini besleyen sosyo kültürel gelişmelerin kendi köklerinden kopartılmadan yaşatılmasını ve yükseltilmesini amaç edinir. Bu açıdan, Anayasa’nın hazırlanmasında dikkat edilecek husus, devletin ve milletin geçmişi ile bağını kopartmayacak bir yaklaşımın kabul görmesidir.

Bu anlayış tarihin derinliklerinden bu güne gelebilmiş ve bundan sonra da yaşayacak büyük Türk milletine sevdalı olan milliyetçilerin en doğal düşüncesi ve hakkıdır.

Bu itibarla, tarihi kazanımlarımızın bilincinde olarak entelektüel bir maceradan uzak, milletimizin ve insanımızın sosyal ve kültürel gelişmelerini kendi sürekliliği içinde kavramış ve gidilen istikamet ve hızı kestirebilmiş bir milli vizyonun hakim olması temel dileğimiz ve beklentimizdir.

Bu yaklaşımla bakacak olursak, yeniler, eskinin aynısı olmamakla birlikte gelişmiş bir devamı olacaksa mesele yoktur. Fayda ve mahzurlarını kamuoyu ile paylaşır, katıldığımız veya katılmayacağımız hususları açıklarız.

Ancak, öyle Anayasal maddeler vardır ki, kaldırılmaları halinde bile Cumhuriyetin kuruluş ve başlangıç dönemine yapılan atıfları da ortadan kaldırabilecektir.

Hukuksal ve sosyal zorunluluk olmamasına rağmen, yapılması önerilen böylesi değişiklikler, günümüz Türkiye’si ile Cumhuriyet’in kuruluş yılları arasındaki sosyal, siyasal ve hukuksal bağları ve kökleri kopartma tehlikesini bünyesinde taşımaktadır.

Bu tür bir girişim devletimizin dönüşümü ve çözülmesi demektir ki Buradan açıklıyorum, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bulunduğu bir Meclis çatısı altında bu teklif asla ve asla kabul edilemez.

Cumhuriyetin temel değerlerinin bir kenara itilmeye çalışıldığı bu süreçte, “bizim milletimiz de layık” denilerek, “sivil anayasa” gibi cezbedici bir kavram istismarı ile çağdaş metinler diye sunulacak önerileri şiddetle reddedeceğimizi şimdiden açıklamak istiyorum.

Devlet ve millet hayatının bekasını sağlamaktan, ilkelerimizden ve değerlerimizden feragat etmeye yönelebilecek çağrılara da kapımızın kapalı olduğunu huzurlarınızda açıklıyorum.

Unutmamak lazımdır ki, bütün yasalar millet için vardır. Devlet ise bu yasaları millet adına uygular. Millet devlet ile egemen olur. Devletini yıkan, zayıflatan, milletini bölen ve parçalayan bir anayasa teklifi ölü doğmuş demektir. Zira bir anayasa ancak bir millet ve devlet varsa uygulanma alanı ve imkanı bulabilir.

Elbette, demokrasi, milletimizin içtenlikle benimsediği temel siyasi tercihlerinden birini oluşturmuş ve kökleşmiştir. Türk Milleti açısından artık dönüşü olmayan bir yol haline gelmiştir. Ancak, aynı değerlendirmeyi Cumhuriyetimiz için de yapmak gereklidir.

Herhangi bir ülkenin yeni bir atılıma karar verirken, milletin sosyo kültürel birikimini ve tarihini yok sayıp her şeye yeniden başlamasının mümkün olmadığını bilmek lazımdır. Kısacası, tarihi ve toplumu dışlayarak ya da yok farz ederek sosyo-politik bir dönüşümü başarmak imkânsızdır.

Ne üzücüdür ki Türkiye’de anayasa, rejim ve demokrasi konuları ele alınırken bugün de böylesi bir duyarlılığın sergilenmediği, konunun yalnızca hukukçuların meselesi zannedildiği göze çarpmaktadır. Böylesi bir yaklaşımı eksik, kısır ve köksüz bir anlayış olarak gördüğümüzü bu vesileyle bir kez daha belirtiyorum.

Değerli Arkadaşlarım,

Anayasalar mukaddes metinler değillerdir. Değişime ihtiyaç gösterebilirler. Nitekim günümüzde de, bir önceki Anayasanın yetersiz kaldığı ve yeni yasaların hazırlanması gerektiği konusu, toplumun hemen her kesiminin üzerinde ittifak ettiği bir husustur. Kısaca değişen toplumun ihtiyaçları anayasanın değişmesini zorunlu hale getirmiştir.

Ancak, AKP tarafından sipariş edilmeye çalışılan yeni Anayasa metninin yalnızca bu tür bir iç talepten değil, dışarıya verilmiş taahhütlerden kaynaklandığına dair ciddi endişeler kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştır.

Bildiğiniz gibi, yeni bir Anayasa hazırlanmasına ilişkin dayatmalar özellikle Avrupa Parlamentosunun 2004 yılının Mart ayında Türkiye Hakkında Yayınladığı Raporda açıkça yer almıştır. Bu talep, Türkiye'nin mevcut Anayasasını bütünüyle değiştirip Avrupa Birliği normlarına uygun yeni bir Anayasa hazırlamasına yöneliktir.

Yeni Anayasa'nın nasıl hazırlanacağı da bu raporda gösterilmiş, Avrupa Parlamentosu, yeni Anayasa'nın Türk vatandaşlarının ve azınlıkların bireysel haklarıyla kolektif haklarını dengeleyen bir yapıda olmasını talep etmiştir.

Avrupa Parlamentosu’nun 2006 yılının Eylül ayında kabul ettiği Türkiye Raporu ise, hazırlanacak yeni Anayasada Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin terk edilmesini hükümete önermektedir.

Kamuoyunda ve medyada tartışılmaya başlanan yeni Anayasa Taslak metninin bazı maddelerinin, Avrupa’dan gelen dayatmalara uygun olarak kaleme alındığı ve satır aralarında nihai olarak bu taleplerin önünü açma çabası bulunduğu gözden kaçmamaktadır.

Demokrasi; açık siyasî kurumlar, şeffaf ilişkiler rejimidir. Bu ilkeleri benimsemeden, hukuk devleti kavramına sahip çıkmadan, terörü reddetmeden, düşünce, inanç ve örgütlenme özgürlüklerini kurumlaştırmadan demokratikleşmede mesafe almak zordur.

Demokrasinin kök salması, öncelikle bir arada yaşama kültürünün varlığına ve buna ait kuralların yerleşmiş olmasına bağlıdır. Sürekli kültürel ve etnik farklılıklara vurgu yaparak bunları derinleştirmekle ve hatta kurumlaştırmaya çalışmakla demokrasinin yerleşmesi söz konusu olamaz.

Bu noktada Türkiye’nin önüne, ister dışarıdan gelen dayatmalar, ister içeriden gelen tavizler neticesinde olsun, demokratikleşme projelerinin üzerine etnik ayrımcılığı çıkarmak, siyasal ihtiraslarını ve emellerini paragraflara kurnazca sıkıştırmaya çalışmak Türkiye’nin önüne konmuş en büyük tuzaktır.

Bize göre bunun amacı, ülkemizin yeni bir devlet ve millet tanımlamasına sürüklenmesi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ve aziz milletimizin buna göre yeniden ve yapay olarak şekillendirilmesidir.

Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket, Numaralı Cumhuriyet sevdalılarının da hararetle desteklediği bu sinsi operasyonun farkında ve bilincindedir. Bu husus milliyetçiliğin varlık nedenidir ve Milliyetçi Harekete rağmen bu emellerin ve niyetlerin gerçekleşmesi mümkün değildir.

Yeni bir anayasa yapmaya hazırlanırken umarız ki kaş yapalım derken göz çıkarılmaz, milletin birliğini zedeleyecek ve devletin bütünlüğünün bozulmasını tetikleyecek vahim gelişmelere neden olacak bir hatanın içine sürüklenilmez.

1876 anayasası üzerinde 1908 Meşrutiyeti’nin ardından yapılan köklü değişiklik ve düzenlemelerin, milleti ve devleti toparlamak bir yana, İmparatorluğun on yıl içinde dağılmasına zemin hazırladığı henüz hafızalardadır.

Aradan geçen yüz yıl sonra, yine seçkinler eliyle Türk milletinin yeni bir badireye sürüklenmemesi için çok dikkatli ve uyanık olunması, dünyada ve bölgemizde yaşanan stratejik gelişmelerin iyi okunması, her Türk aydınının milli sorumluluğu olmalıdır.

Bu açıdan “mahalle baskısı”, “başörtüsü” ve “Malezya” üzerinde yoğunlaşan tartışmaların arkasında, Türk milletinin ve Türk devletinin bekasını engelleyecek, zaafa uğratacak bir sinsi projenin bulunduğuna dair ciddi kuşkularımızın olduğunu belirtmek istiyorum.

Eğer, Anayasa tartışmalarının gerisindeki niyet Cumhuriyetimizin temel ve vazgeçilmez değerleriyle hesaplaşmaksa, Milliyetçi Hareket bunun tam karşısındadır. Bilinmelidir ki Milliyetçi Hareket Partililer buna asla izin vermeyeceklerdir.

Milliyetçi Hareket, mensubu olduğumuz büyük Türk milletinin, devletiyle birlikte, son anayurdunda sonsuza kadar bağımsız yaşaması için her türlü fedakârlığı yapmaya, dün olduğu gibi bugün de hazırdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’yi içine kapalı, demokrasisini geliştiremeyen ve evrensel değerlere açılamayan bir ülke haline getirerek yeni çağın dinamiklerini kavramamızın mümkün olamayacağının bilincindedir.

Türkiye’nin bu çeşit sorunları aşması için de, toplumsal ve ekonomik kalkınmasını sürdürülmesi için de demokratik gelişmesini tamamlaması şarttır. Zira demokrasi ile sağlanacak istikrar, en kalıcı ve en etkin olanıdır.

Bunun için, istikrar içinde demokrasi ve demokrasi içinde istikrarın sağlanması ülkemiz açısından çok önemlidir. Tabii ki bunu milli hassasiyetleri koruyarak ve bireye hak verirken bireylerden oluşan milleti zaafa uğratmadan yapmak gerekmektedir.

Bunu gerçekleştirdiğimiz ölçüde, gelecek kuşaklara hem kalkınmasını tamamlamış, hem de milli kimliği ve kişiliği kaybolmamış güçlü ve etkin bir Türkiye'yi bırakma görevimizi yerine getirmiş olacağız.

Bu maksatla yapılması gereken ilk şey milli bekamızı esas alarak, hoşgörü ve uzlaşma zemininde, milli egemenliği temel meşruiyet çerçevesi olarak kabul eden “daha demokratik, daha çağdaş bir anayasa” yapmak, ya da mevcut anayasamıza bu düzenlemeleri kazandırmaktır.

Milliyetçi Hareket Partisine göre Anayasamız, milli ve üniter devletin temeli olan hakimiyet-i milliyenin yerleşmesine ve yaygınlaşmasına imkan vermelidir. Kısacası, Yüce Meclis'in temel harcını oluşturan "hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesinin hukuki alanda en üst dayanağı Anayasadır. Bu yaklaşım, milliyetçi siyasetin ve milliyetçiliğin de kaçınılmaz bir gereğidir.

Partimiz, mevcut Anayasanın, demokrasi dışı güçlerin kontrolünde doğmuş bir anayasa olduğu gerçeğinden hareketle, sivil bir anayasanın teşkiline 1999, 2002 ve 2007 Seçim Beyannamelerinde ve Parti Programında yer vermiştir.

Partimizin yetkili organları da zaman zaman sivil bir anayasaya olan ihtiyacı belirmiş ve kamuoyu ile bu konudaki görüşlerini paylaşmışlardır.

Partimiz, ülkemizin 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, üzerinde geniş mutabakatın sağlandığı, güçlü bir “toplumsal uzlaşma belgesi” hüviyeti taşıyan anayasal bir yapıyla yol alınmasını arzulamaktadır.

Ancak, hiç kimse Milliyetçi Hareket Partisinden, toplumumuzun bireylerine çağdaş hak ve özgürlükleri sunarken onların varlık nedeni ve biricik sosyo-kültürel kaynağı olan aziz millet varlığının zedelenmesine, devletin yapı taşlarının tahrip edilmesine müsamaha göstermesini beklememelidir.

Bu noktada, anayasal demokratik düzenin sağladığı meşruiyet zeminini istismar ederek, bölücü ve yıkıcı emeller için öncelikle vasat oluşturmak isteyen, ardından ülkemizi dış merkezli tartışma ve arayışlara çekmeye çalışan odakların niyetlerini de dikkate almak ve yakından izlemek kaçınılmaz olacaktır.

Dünyanın yaşadığı büyük siyasi tecrübeler bize, güçlü ve istikrarlı demokrasilerin asgari müştereklerini kaybetmiş ve mikro kimliklere bölünmüş toplumlarda hayat bulamadıklarını göstermektedir.

Çünkü, güçlü ve istikrarlı demokrasiler, ancak milli ve demokratik yurttaşlık kültürünü geliştirebilen ve milli kültür zemininde müşterekler üzerinde ortak payda oluşturmuş ülkelerde yükselmektedir.

Bu nedenle, “özgürlük ve güvenlik, özgürlük ve milli dayanışma, özgürlük ve milli egemenlik ile özgürlük ve milli kimlik” gibi unsurlardan birinin tercihi ve diğerinin feda edilmesi ile değil; bu değerlerin bir arada, denge ve uyum içinde yaşatılması anayasa tartışmalarının özünü oluşturmalıdır.

Bize göre “devleti millete ve bireye, milleti devlet ve bireye, veya bireyi millete ve devlete” tercih edecek bir yaklaşımın doğru değildir. Bu kavramlardan yalnızca birini savunan zihniyetler arasındaki tartışmaların keskinleşmesi, derin kutuplaşmalara neden olabilecek bir tehlikenin işaretidir.

Cumhuriyetten yola çıkarak daha az demokrasi, demokrasiden yola çıkarak daha az Cumhuriyet isteme tuhaflığının yaygınlaşmasına fırsat verilmemelidir. Birini geliştirmeye çalışırken ötekini kaybetmek gibi bir lüksümüzün olamayacağı herkes tarafından anlaşılmalıdır.

Türk milleti, millî birliğini, demokrasisini ve kalkınmasını, birlikte geliştirip mükemmelleştirecek tecrübe birikimine ve kaynaklara sahiptir. Işte Türk siyaset ve siyasetçisi, bu birikimlerin ışığında fiziki ve beşeri kaynaklarını en verimli bir şekilde kullanarak ülkesini ve milletini geleceğe hazırlayıp taşımakla mükelleftir.

21. yüzyılda yol alırken, Türkiye’nin, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini yükselterek, milli birliğini sağlamlaştırmış ve demokrasisini geliştirmiş olarak, bütün yurttaşlarının mensubu olmaktan övüneceği, güçlü demokratik, laik, sosyal, hukuk devletini inşa etmesi şarttır.

Süregelen Anayasa tartışmalarının ciddi gerilimlere neden olacağı şimdiden anlaşılmıştır. Çeşitli kurum ve kuruluşlar kaygılarını dile getirmeye başlamışlardır. Dileğimiz, gerilim sonucu oluşacak biriken enerjinin açığa salınmadan, demokrasimizin devamının mümkün olması ve iktidarın da bu öngörüye ulaşmış bulunmasıdır.

Cumhuriyetimizi savunmasız bırakacak bir demokratikleşme hayalinin hiç kimseye yarar sağlamayacağı bilinmelidir. Devletsiz yaşayamayacağımız açıktır. Milletsiz bir devlet olamayacağı da bir gerçektir. Bireyden başlamayan bir gelişmenin gerçekleşemeyeceği de ortadadır. O halde her üçünü sentez yaparak 21. yüzyıla devam etmemiz kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Basın Mensupları,

Bugünden itibaren yapılacak iş, olabildiğince geniş uzlaşmayı sağlayacak bir yöntemle, anayasa değiştirme zeminin Türkiye Büyük Millet Meclisine çekilmesi olmalıdır.

Bu konuda Grup Başkan Vekili arkadaşlarım Sayın Meclis Başkanına yazılı başvuruda bulunarak, yeni anayasa çalışmaları için inisiyatif alması gerektiğini önemle ifade etmişlerdir.

TBMM’nin devreye girmesi ile partiler üstü bir tartışma ortamı oluşacak ve tartışmalar kaynağı ve amacı belli olarak, bir muhatap bulacaktır. Bir “Toplum Sözleşme Belgesi” olan anayasa metni, böylelikle en üst milli müessese tarafından şekillendirilme imkânını da elde edecektir.

Partimiz, Sayın TBMM Başkanı Başkanlığında oluşturulacak siyasi parti gruplarının temsilcilerinin de yer alacağı bir heyetin, 'Anayasa Hazırlık ve Uzlaşma Komisyonu' olarak görev alması yönünde girişimde bulunmuştur.

2000 yılında TBMM’de yaptığım Bütçe Görüşmelerinde ifade ettiğim sözlerimi burada bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Aradan geçen 7 yılın sonunda bile partimizin ilkelerindeki tutarlılık ve kararlılık ile, ülkemizdeki tartışma gündeminin değişmemiş olmasını da takdirlerinize sunuyorum.

“Milliyetçi Hareket Partisi, üzerinde millî uzlaşmayı zorunlu gördüğü temel prensipleri; demokrasi, cumhuriyet, sosyal hukuk devleti, resmî dil ve bayrağın tartışılmazlığı, din ve vicdan hürriyetinin garantörü anlamında bir lâik devlet anlayışı, üniter siyasî yapımız ve sınırlarımızın tartışılmazlığı ile her türlü teröre açıkça karşı olmak şeklinde sıralamaktadır.

Bütün bunlar Türk milletinin hem bir arada kardeşçe hem de demokratik düzen içinde yaşamasının asgarî şartlarıdır.

Türkiye’yi düşünce, inanç, girişim özgürlüğü gibi temel hususlarda sakıncalı bir ülke görünümünde tutmaya; sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklerin gelişmediği bir toplum manzarasında bırakmaya kimsenin hakkı olamaz.

Çünkü, Türkiye’yi artık çağ dışı kalmış anlayışlardan, terörden, yolsuzluk ve yoksulluktan kurtarmak için gerekli olan girişimleri yapmak zorundayız.

Türkiye’yi, sokaklarında, düşünce ve inanç özgürlüğü sorunlarının yaşandığı, ancak baskıcı otoriter rejimlerde görülebilecek manzaralara rastlandığı, 18 yaşına gelmiş kızların başlarını örtüp örtmeyeceğine müdahale edildiği bir ülke görünümünden kurtarmalıyız.

21. yüzyıl, Türkiye açısından terörün kökünün kazındığı, lâik-anti laik kavgalarının olmadığı, gelir dağılımında adaletin sağlandığı, yasaksız ve baskısız bir çağa açılmak demektir.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı