Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Basınımızın Değerli Temsilcileri Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Ülkemizin her yöresinde, aziz şehitlerimizin toprağa verildiği son haftalarda, artan terör eylemleri maalesef yeni kayıplara neden olmaktadır. Son olarak Hakkâri kırsalında yürütülen operasyonlarda ve Tunceli’de şehit olan altı Mehmetçiğimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, yaralanan güvenlik güçlerimize ise acil şifalar diliyorum. Türkiye’nin giderek ağırlaşan siyasi ortamında; bölücü terör ve etnik tahriklerin çok tehlikeli biçimde tırmandığı, iç huzur, kardeşlik ve dayanışma ruhunun yara aldığı, hain tuzaklarla dolu bir dönemden geçilmektedir. Bugün gelinen noktada yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin varlığına ve milli birliğine kastetmeyi amaçlayan şer cephesinin emellerini ve karşımızdaki ihanet kuşatmasının boyutlarını inkâr ve tevil göstermeyecek biçimde ortaya koymuştur. Türkiye, bu anlamda terörle ve etnik bölücülükle mücadele konusunda tarihi bir yol ayrımındadır.
- Güvenlik güçlerini hedef alan yıpratma ve karalama kampanyalarının hız kazanması, - Terörle mücadelenin zaafa uğratılması için “güvenlik-demokrasi” dengesi etrafında maksatlı bir tartışma başlatılması ve - Siyasi çözüm çığırtkanlarının yeniden sahneye çıkması, bu ihanet cephesinin Türkiye’nin terörle mücadele iradesini kırmaya ve PKK’nın siyasi hedeflerinin tartışılacağı bir zemine çekmeye çalıştığını göstermektedir.
72 aydır ülke yönetiminde olan Başbakan ve partisi; bugüne kadar “terörle mücadele” ile “terörle müzakere” arasında sürekli gidip gelmiş, şartlara ve esen rüzgâra göre sürekli yer değiştirmiş ve bu hayati konuda nerede durduğuna bir türlü açıklık getirememiştir.
- Türk milliyetçilerine saldırmayı ve siyasi kışkırtmacılık yapmayı bırakıp, terörün tırmanması, bölücülüğün önünün açılması ve PKK’nın siyasallaşma stratejisinin adım adım ilerletilmesindeki rolü ve katkısı hakkında tarihin ve milletin huzurunda namuslu bir vicdan muhasebesi yapmaktır. Bu konuda yapacağı böyle bir muhasebe için de, geçmişten bugüne siyasi çizgisine, bu alandaki şaibeli siciline ve temsil ettiği siyasi zihniyetin milli birlik anlayışına bakması yeterli olacaktır.
- Türk milletini etnik temelde tasnif ederek Türkiye’yi 36 etnik gruba bölen ve ırk ve köken temelinde ayrıştırmaya heves eden, - Türk milletine kimlik arayışına giren, bu amaçla alt ve üst kimlik tartışmaları başlatan ve kurucu kimliği değiştirerek bunun yerine “Türkiyelilik” gibi kavramların kabul edilmesini savunan, - PKK’nın siyasi taleplerine demokratik reform adına sahip çıkarak bu yöndeki Avrupa Birliği dayatmalarının taşeronluğunu yapan, - Türkiye’de eyaletler sistemini gündeme sokarak tartıştıran, - Türkçeden başka dillerin eğitim sistemi içine alınmasına kapıyı aralayacak Anayasa değişikliği taslakları hazırlatan, - Etnik bölücülere vadeli siyasi çözüm ümidi veren, - Teröristlere siyasi af konusunu çeşitli kılıflarla Türkiye’nin gündemine sokmak arayışlara yönelen ve, - Türkiye’nin bölünme senaryolarının demokratikleşme reçetesi olarak pazarlanmasını teşvik eden, bizzat Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olmuştur.
- 2002-2007 döneminde beş yıl boyunca sınır ötesi operasyonu gündeme almamak için bir direniş cephesi oluşturan Başbakan, 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi buna karşı olduğunu açıkça ortaya koymuş, - Seçimler sonrası oluşan baskı ortamında buna mecbur kalarak 17 Ekim 2007’de tezkereyi Meclis’e sunmak zorunda kalmış, - Ancak, arada geçen bir yıl içinde bu yetkiyi PKK teröristlerini bu bölgeden söküp atacak şekilde etkili olarak kullanmamıştır. ? Türkiye Büyük Millet Meclisi 7 Ekim 2008’de süresi dolan bu izni bir yıl uzatmış ve hükümete artık bu konuda kararlı adımlar atması için çok güçlü bir destek ve siyasi yetki vermiştir. Ancak, son iki hafta içinde yaşanan gelişmeler AKP hükümetinin geçmişteki hatalardan ders almadığını ve bugüne kadar izlediği sakat siyaseti gözden geçirerek etkili bir strateji belirleyip buna kararlılıkla uygulama iradesi bulunmadığını ortaya koymuştur. Baştan beri girdiği yanlış ve karanlık yolda inatla sürünmeye devam eden Adalet Ve Kalkınma Partisi’nin, “ezber bozuyorum” “tabuları yıkıyorum” “düşmanlığı kaldırıyorum” “dostluk çemberi oluşturuyorum” adı altında sürdürdüğü yanlış politikalar bugün karşımıza hezimet ve teslimiyet olarak çıkmaktadır. Kurulduğu ilk günlerden bu yana milli konularda Cumhuriyet hükümetlerinin takip ettiği çizgileri sorgulama adına tercih ettiği yeni yol ve yöntem maalesef hükümeti de, ülkemizi de tam bir açmazın kapısına kadar getirmiştir. “Stratejik derinliğe” gireceğiz diye çıkılan yolda geldiğimiz son durak stratejik girdabın bizi sürükleyip götüreceği meçhul yer olacaktır. İktidarın sözde özgürlükler adına terörle mücadele etmekten imtina ettiği dikkate alınırsa, göz yumduğu, alkışladığı altı yıllık vahim süreçte yaşananlar, devlet ve millet hasımlığının nerelere kadar dayandığının, hangi makamlar tarafından sorumsuzca dile getirilmeye başlandığının örnekleri ile doludur. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı tarafından bir yabancı dergiye verilen mülakatta söylenen sözler, bunun en son misali olması bakımından ibret vericidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın geride kalan süreci suçlayıcı ifadelerle, geçmişte ayrımcılık yapıldığını söylemesi asla kabul edilebilir ve yakışan bir durum değildir. Biz Cumhurbaşkanı’ndan kendi geçmişimizi şikâyet etmek yerine, açılışını yaptığı kitap fuarının alt katında açıkça sergilenen bölünmüş Türkiye haritalarına müdahale edecek cesaret ve iradeyi göstermesini beklerdik. Değerli Milletvekilleri, Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarının, hüviyetleri ve sicilleriyle bölücülüğün en büyük ümit ve cesaret kaynağı olduğunu gösteren somut veriler, artık hiç kimsenin inkâr edemeyeceği gerçeklerdir.
- Milliyetçi Hareket’i “tabela partisi” haline getirmek gibi boş bir hayalin peşinden koşması, - Şehitler üzerinden siyaset yapılıyor suçlamalarıyla, şehit kanının vebalinden kurtulmaya çalışması ve, - 70 milyona siyaset yaptıkları safsatasıyla, Türkiye’de siyaset alanını PKK’nın etnik bölünme hatlarıyla çerçevelemeye yeltenmesi bu ruh halinin yansımasıdır. Sayın Başbakan, kast ettiğiniz tabela ile hangi siyasi hareketi tanımladığınızı bilmemiz mümkün değildir. Ancak Milliyetçi Hareket Partisi’ni de ima ettiğinizi varsayarak kendimizi size bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Sizin tabela diyerek küçümsediğiniz üç hilal, muhteşem Türk tarihinin hatırasıdır. Her biri kutlu ceddimizin bin yıllık hükümranlığını temsil eden üç kıtayı ve üç kıtadaki beşeriyet kucaklaşmasını simgeler. Bu semboller milliyetçi düşüncenin jeopolitiğinin bin yıllık eseri ve gelecek bin yıllardaki ülküsüdür. Aziz hatıralarında Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar yaşanmış destanların muhterem izleri vardır. Dün Ulubatlı Hasan’ın elinde bir fetih ruhuydu, bugün milliyetçilerin gönderinde yükselen bir hilaldir. Dün bir mehteranın elinde sallanan bir tuğ idi, bugün ise ihanete dur diyecek son kutlu sancaktır. Ve ancak hak edenin elinde anlam kazanır, gönül verinin ruhunda dalgalanır. Bunlardan Başbakan Erdoğan’ın anlam çıkarmasını beklemek nafile bir çaba olacaktır. Son günlerde milliyetçileri, milliyetçiliği ve sembollerini hedef alan Başbakan’a bazı gerçekleri buradan ifade etmek istiyorum:
- Türkiye’nin kanlı bir kardeş kavgasına sürüklenmesini önlemek bu vatanı ve milleti gönülden seven herkes için birinci öncelikli ve en önemli görevdir. - Türk milliyetçilerini etnik temelde bir çatışma ortamına çekmek için yapılan çok yönlü hesaplar, tezgâhlar ve tahrikler bizce malumdur. - Ancak, herkes çok iyi bilsin ki, Başbakan Erdoğan’ın siyasi kışkırtmaları ve etnik bölücülerin tüm tahriklerine rağmen bu oyun mutlaka boşa çıkarılacaktır. - Milliyetçi Hareket ve Ülkücü gençlik Türkiye için bir felaket olacak böyle bir kavganın tarafı olmayacak, bunu önlemek için demokratik ve meşru zeminlerde sonuna kadar mücadele edecektir. - Üç hilalin tarihi anlamı ve misyonu, Türkiye’nin milli birliğine ve bin yıllık kardeşlik hukukuna sonuna kadar sahip çıkmaktır. - Milliyetçi Hareket’in terör ve etnik bölücülük konusundaki milli duruşu ve bu hususta kimseyle tartışmayacağı değişmez kırmızı çizgileri herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. - Milliyetçi Hareket’in ne olduğu, milli meselelerde nerede durduğu bellidir ve şerefli geçmişimizin şahadeti altında milli vicdanda tescil edilmiştir. - Başbakan Erdoğan’a tavsiyemiz, bu konularda kendisinin ve partisinin nerede durduğuna bir bakması ve bizi hedef alan ithamlarda bulunmadan önce çok iyi düşünmesidir.
Ancak, bu konudaki kronik takıntı ve rahatsızlıklarını aşmakta hala güçlük çeken Başbakan’a bazı gerçeklerin hatırlatılması, sakinleşmesi bakımından yararlı olabilecektir. - Milliyetçi Hareket, kimsenin etnik kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen, bunları sorgulamayan, Türk milleti kimliğinde birleşerek millet olgusuna birlikte vücut veren bütün vatandaşlarımızı Büyük Türk Milleti Ailesinin onurlu fertleri olarak gören ve hepsini bir bütün olarak kucaklayan bir milliyetçilik anlayışının sahibidir. - Başbakan’dan temel farkımız, Türkiye’nin farklı bölgelerinde farklı maskelerle, çok yüzlü ve çok kişilikli siyaset yapmamamızda aranmalıdır.
Yukarda satırbaşlarıyla temas ettiğim somut gerçekler Başbakan Erdoğan’ın son altı yıllık mazisinin bir özetidir. Ancak, geçmişten ve değişmeyen çizgisinden bahseden Başbakan’a şimdi geçmişiyle ilgili bazı hususları hatırlatmak ve Türk milletinin aklı, idraki ve hafızasıyla alay etmekten vazgeçmesi çağrısında bulunmak isterim. Türkiye’de terör sorunu her dönemde siyasi partilerin ilgilendiği ve kendi dünya görüşlerine göre çözüm önerileri geliştirdiği hassas bir konu olmuştur.
- Güneydoğu Anadolu sorunu gerçekte ulusal bir sorundur. İstenilen Kürt ulusal kimliğinin tanınması ve eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturulmasıdır. Bu makul bir taleptir. - Biz siyasi parti olarak, resmi ideolojiyi sorgulamalıyız. Kemalist devletin geleneksel zora ve silaha başvuru yöntemi artık iflas etmiştir. - Devlet terörünü de kınamalıyız. PKK ile devlet çatışmasında devlet safında görünmemeliyiz. Bunun için devletin PKK’yı bölücü, terörist ve ayrılıkçı olarak nitelendiren söyleminden uzak durmalıyız. - Kürtçe eğitim serbest olmalıdır. - Yerel Parlamentolar oluşturulmalı, merkezi devlet küçülmelidir.
Geçmişten bugüne çizgisinin değişmediğini söyleyen Erdoğan şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıdır ve değişmeyen bu görüşlerini hayata geçirmek için sinsi bir yıkım projesinin taşeronluğunu yapmaya soyunmuştur. Başbakan’a şimdi buradan soruyorum: Bu raporun size ait olduğunu inkâr edebiliyor musunuz? Eğer bunu yapamayacaksanız, sizin gerçek kimliğiniz nedir? Gerçek yüzünüz hangisidir? Değerli Arkadaşlarım, Silahlı ve bombalı terörist unsurlarla mücadelenin silahlı kamu gücü ile yapılması elbette bir mecburiyet ve gerekliliktir. Yapılması en doğal ve doğru yöntem, bu nedenle acilen ülkedeki milli silahlı gücü, Türk silahlı Kuvvetlerini, emniyet mensuplarını ve diğer kolluk unsurlarını teröristin üzerine sevk etmektir. Bölücü terörün ilk görüldüğü yıllardan bugüne kadar, dağa çıkmış eli silahlı teröristle mücadelede en büyük görev öncelikle Türk Silahlı Kuvvetlerine düşmüş ve kutlu ocağın mensupları yaklaşık çeyrek yüzyılı aşan süredir en zor şartlar altında bu görevi başarı ile yerine getirmişlerdir. Vatanımızın birliği ve milletimizin bütünlüğü uğruna büyük fedakârlıklar ve kahramanlıklar gösterilmiş, bu uğurda bizim tespitlerimize göre 6000’in üzerinde subay, astsubay, uzman erbaş, uzman jandarma, polis, er ve korucu şehit verilmiştir. Bu ağır şartlarda verilen mücadelenin yaralı güvenlik mensubu sayısı ise onikibinin üzerindedir. Ancak son yıllarda yaşadığımız gelişmeler, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Emniyet Mensuplarımızın mücadelesinin her yerde ve her zeminde aynı takdirle karşılanmadığını, aynı bağlılıkla yaklaşılmadığını göstermektedir. Özellikle iktidar zihniyetinin beslediği ve alkışladığı işbirlikçi çevrelerin öncelikle milliyetçilik ve akabinde Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik örtülü bir operasyon başlattıkları bütün emareleri ile ortaya çıkmıştır. Şer odaklarının bir cephe oluşturarak derin işbirliği içinde hareket ettikleri bu psikolojik operasyon, ülkemizde henüz AKP’nin tahribatına maruz kalmadan ayakta durabilmiş unsurlarına yönelmiştir. Geçtiğimiz hafta içinde terörün silahlı boyutunu imha etmek için kamu adına en önemli yetki ve sorumluluğu üstlenmiş bulunan Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı açıklamayı bu kapsamda değerlendirmenin doğru ve yerinde olacağı kanaatindeyim. Makul eleştiri, yol gösterme ve haber verme gibi temel meslek ve sorumluluk gereklerinin de ötesinde, kendilerine ulaşmış askeri bilgi ve belgeleri yayınlayarak açıkça şantaj yapan medya unsurlarının varlığını önceki konuşmalarımızda ortaya koymuştuk. Bu açıdan Sayın Genelkurmay Başkanı’nın beyanatı, bizim için malumun yüksek sesle ve yerinde bir ilamıdır. Açıklamanın bir boyutu ise, ülkenin her kurumunun sevk ve idaresinden sorumlu olan hükümetin Silahlı Kuvvetleri nasıl yalnız bıraktığının ortaya çıkması olmuştur. Bu nedenle, gerek Anayasal başkomutan olan Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve gerekse Başbakan Erdoğan’ın komutanın açıklamasını müteakip destek mesajları ise; yeri, zamanı ve içeriği açısından ıskalanmış, gecikmiş ve inandırıcılıktan uzak sözlerdir. Sorumluluğunu sonradan hatırlayıp, biz doğru yerdeyiz diyerek aklanmaya çalışırken, bu zihniyetin yer aldığı fotoğraf karesini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Sayın Başbakan’a aile fotoğrafında Mehmetçiğin olmadığını üzülerek belirmek durumundayım. Verdiğiniz görüntülerde beraber olduklarınızı geçtiğimiz altı yıl boyunca siz seçtiniz. Onlarla birlikte olmayı siz tercih ettiniz. Ortada boy gösterdiğiniz bu tabloda, sağınızda kardeşim dediğiniz Barzani ve Talabani, solunuzda konutlarda ağırladığınız bölücüler ve pazarlık yaptığınız Kandilciler, hemen arkanızda ise boyun eğdiğiniz çuvalcılar yer almaktadır. Bulunduğunuz yer burası, kadrajın aldığı görüntü ve gizlice yemek yediğiniz buluşma masalarının anlamı budur. Muhterem milletvekilleri, Terörle mücadelenin yirmi beş yılı aşan tecrübesi, bölücülüğün Osmanlıdan başlayarak bir asırlık ihanet yolculuğu, bu sürecin bütün kapsamını ve derinliğini, kimlerle dost olmamız gerektiğini, kimlere ne kadar güvenilebileceğini, kimlerle nasıl ilişki kurulacağını hepimize öğretmiş olmalıdır. Bu açıdan geçmişte yaşananların doğru tahlili, gelecekte karşımıza çıkacak badirelerin de işaretini verecek, tarihten ders çıkarmasını bilenler için mazide kalanlar önümüzdeki sürecin yönünü gösterecektir. Terörle mücadelenin önemli ayaklarından biri ve belki de en önemsi bugün Irak yönetimi ve Iraklı aşiret reisleri ile olan ilişkiler ve PKK ile olan yakınlaşmalarıdır. Küresel gücün dayatmaları sonucu, Talabani ile görüşmeye itilen Türkiye, her müzakereden sonra PKK’nın Kandil’den çıkarılacağına dair söz ve taahhütlerle avunmuş ve bu yalanlara her defasında bile bile göz yummuştur. Hükümetin yumuşak karnını ve zafiyetini fark eden Barzani ise PKK’nın mevcudiyetinin kendisi ile Türk devletini muhatap kılacağını anlayarak bu tehdit unsurlarını canlı ve diri tutmanın getirdiği fırsatları sonuna kadar kullanmıştır. Hatta daha da ileri giderek, bu terörist unsurlara kimlik verip maaşa bağlayarak PKK’yı kendi silahlı gücünün parçası haline getirmiştir. Acı kayıpların yaşandığı olayların ardından, hükümet tarafından “kimse bizden sabır beklemesin” denilerek aba altından komşulara sopa gösterilmiş, ancak hemen ardından koro halinde “tuzağa çekiliyoruz” açıklamaları ile korkaklığa ve ürkekliğe bahaneler aranmıştır. Sözde terörle mücadele etmemenin AKP açısından en önemli ayağı ise, başından beri bölücü terörün yönetim merkezi olan Kandil Dağı’nın kontrolünü elinde bulunduran Irak’lı aşiret reisleri ile görüşmeleri başlatmak olmuştur. Sınır ve ölçü tanımayan boyun eğmişlik hali ile “kapımız herkese açık” denilerek taviz ve ilkesizliğin emsalsiz örnekleri verilmiş, hiçbir adım atmayan ve atma niyeti olmayan Irak’lı muhataplarımızla sonuçsuz görüşmelerle oyalanmaya devam edilmiştir. Ne zaman ki, kanlı bir eylem ile şehitler vatan topraklarına emanet edilmeye başlansa, hükümet bir yandan “şehitler üzerinden siyaset yapmayın” diyerek sanki yapan varmış gibi sinsi bir savunma mekanizmasını işletmiş, öte yandan “sabrımız taştı, intikamları alınacak, artık bekleyemeyiz, sözün bittiği yerdeyiz” gibi boş laflarla milletimiz avutulmaya çalışılmıştır. Terörle mücadelede kamuoyu baskısı ile Mehmetçik kerhen harekete geçirilmeye mecbur bırakılırken, bazen el altından, bazen açıkça “diplomatik yolların tüketilmesi” kılıfı ile Iraklı aşiret reisleri ile sonuçsuz pazarlıklar yapılmıştır. Bu sürecin hazırlanmasında ABD’nin yıllardır dayattığı “üçlü mekanizmayı kullanın” baskısı altında kalınmış, sözde Bağdat ve Ankara birbirlerine muhatap edilerek, sorunun çözüm adresi olarak dolaylı yoldan kuzeydeki bölgesel yönetim gösterilmiştir. Her terör eyleminden sonra, içeride Terörle Mücadele Yüksek Kurulu’nun toplantısı, dışarıda ise Barzani ve Talabani ile müzakerelerin yenilenmesi bir AKP klasiği olarak siyasetimize yerleşmiştir. Türkiye’nin gidemediği, Barzani’nin haberim yok dediği, Talabani’nin temizlendiğini söylediği, ABD’nin ise gözlediği Kandil Dağı’na gazetecilerin, yayıncıların gittikleri ve tefrikalar yayınladıkları bilinmektedir. Iraklı Aşiret Reislerinin “Terör şiddetle çözülmez, silahlar bırakılmalı, ateşkes sağlanmalı, af çıkartılmalı” şeklindeki küstahlıkları, AKP zihniyeti tarafından yıllardır sessizce dinlenmiş, hatta Başbakan’ın ağzından “silahı bırakır gelir masada konuşursun” sözleri ile bu alçaklığa çanak tutulmuştur. Gelişmeler, iktidarın altı yıllık aldığı mesafe ve sınır tanımaz ilkesizliği bu ilişkiler zincirinin burada son bulmayacağını, hükümet ile Kandil temsilcilerinin bir masaya oturuncaya kadar süreceğini işaret etmektedir. Madem Talabani’de hız kesmeyip artık Barzani’yi muhatap seçmiştir, o halde buradan Başbakan’a sormak lazımdır: - Barzani’; sınır ötesi harekât için Mehmetçiğin sınırda tertiplenmesi üzerine sarf ettiği “bizi engellemek isteyenler problem ve engellerle karşılaşır” sözünden vaz geçmiş midir? (27.04.2006) - Yine şehadetlerle sonuçlanan bir terör saldırısından sonra, harekât düzenlenmesinden korkarak sarf ettiği “PKK'ya müdahaleyi saldırı sayarım“ tehdidini geri almış mıdır? (26.07.2006) - Sürekli yerini bilmediğini ve temas içinde olmadığını iddia ettiği Kandil kadrolarını, sahibi olduğu medya kanallarına bir daha çıkarmayacağına dair garanti vermiş midir? (24.10.2006) - Çok değil daha bir buçuk yıl önce, Türkiye’nin Kerkük’le ilgili yaklaşımını dengelemek için söylediği “Türkiye’nin Kerkük’e müdahale hakkı varsa bizim de Diyarbakır’a var” tehdidinden özür dilemiş midir? (07 Nisan 2007) - Başbakan Erdoğan’ın bir televizyon kanalındaki röportajda belirttiğiniz üzere “kabile reisi ile görüşmem” sözünü geriye almasına neden olacak gelişme olmuş mudur? - Yine Başbakan Erdoğan’ın daha geçtiğimiz günlerde Talabani ve Barzani'ye sözde rest çekerek, işbirliği yapılmazsa yaptırım uygulanacağına dair söylediği sözleri, muhataplarında cevap bulmuş mudur? (07.10.2008) Değerli Arkadaşlarım, bu sorulara hükümetin verebileceği hiçbir olumlu cevap yoktur. O halde ortada gerçekten sorgulanması gereken anormal bir durum, ülkemizi bu görüşmeye mahkûm eden karanlık bir dayatma söz konusudur. Türkiye maalesef AKP ile girdiği çıkmaz yolda seçeneksiz kalmış, caydırıcı hiçbir tedbire başvuramadan, karşı taraftan hiçbir geri adım ve iyi niyet görmeden tek taraflı olarak taviz vermeye mecbur hale getirilmiştir. Bütün dünyayı PKK terörü konusunda ikna ettiğini iddia eden AKP iktidarı, daha muhatap aldığı Irak’lı aşiret reislerine bile “PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul ettirememiştir. Bunu bile kabule yanaşmamış olanlarla, kendimizin olgunlaştırdığı ortak bir zemin üzerinde kurulacak bu sakat ilişkinin sonuç alması mümkün değildir. Bilinmelidir ki, resmi ağızlardan Türk devletinin şartları konusunda bir ilerleme kaydedilmeden, yeni adımların atılmaya çalışılmasının sonucu çok ağır olacaktır. Başbakan’ın bu yaklaşımı güncel tabiri ile bir turuncu tavizdir. Tam bir geri adımdır. Kimin kimi masaya oturttuğunu görmek ve arkasındaki bölge haritalarını çizmekle meşgul gücü bilmek için diplomat olmaya, hükümet üyesi bulunmaya hiç gerek yoktur. Her şey ortadadır. Bu itibarla, başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti bu görüşmelerle başlattığı yeni dönemde karşımıza çıkması mukadder olan kanlı sürecin bedelini ödemek, vebalini taşımak, sorumluluğunu tek başına almak durumundadır. Bu noktada, “Terör küresel bir olgudur, nerede bitmiş de bizde son bulsun“ gibi bahanelere sığınmak hükümeti beklenen akıbetten kurtaramayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi; Talabani ile başlatılan, Barzani ile sürdürülen ve Kandil ile devam edeceği anlaşılan bu tek taraflı ve vahim temas ve görüşme süreci için kaygı duymaktadır. Kaygılarımız ve beklentilerimiz ise şunlardır: 1. Irak’ın Kuzeyindeki coğrafyada oluşan gevşek federal yapının en önemli muhalifi ve en çok tepki göstereni olan Türkiye’nin, bu zorlama yapının yöneticileri ile görüşmesi bunların meşruiyetlerini ve güçlerini artıracaktır. 2. Irak’a yönelik küresel operasyonun başlayacağı dönemde, Türk devleti tarafından ilan edilen kırmızıçizgilerden biri olan Irak’ın toprak bütünlüğünün devamının önündeki kararlılık ve engeller gevşeyecektir. 3. Türkiye bu yanlış yolda ilerletilerek, Irak’ın üçe bölünmesi ve Kuzey’de bir bağımsız devletin kurulması için başlayan sürecin kritik ve vazgeçilmez aktörü olarak yeni bir stratejik türbülansa girecektir. 4. Bu yeni süreç, PKK’nın affına ve İmralı canisinin serbest kalmasına kadar gidecek, Türkiye komşu devletten beslenen ve kaynaklanan bir etki ve çekim alanı altında kalarak üniter yapısı sorgulanmaya başlanacaktır. 5. Türkiye’nin milli güvenliği ve bekasını doğrudan ilgilendiren bu durum ve aşiret reisine bu imkânın tanınması, Kerkük’ün geleceği ve Türkmenlerin varlığı ile ilgili niyetlerini gerçekleştirmesine zemin hazırlayacaktır. 6. Irak’lı Peşmerge reisi istediklerini kopartana kadar geçecek süre içinde, PKK’yı Kandil’de rezerve etmeye devam edecek, Türk Devletini masaya oturmaya ve tavizler kopartmaya yarayan bu ilişkiyi denge noktasında tutarak örgüte olan desteğini ve yönetimini sürdürecektir. Muhterem arkadaşlarım, Türkiye’yi bölmeye aziz milletimizi birbirine düşürmeye çalışan PKK terör örgütü, Başbakanın adi suçlu gibi göstermeye çalıştığı masum bir sivil toplum kuruluşu değildir. Küresel güçlerin hizmetinde, bölgesel mihrakların kontrolünde varlığını çeyrek yüzyılı aşan süredir devam ettiren ve hedefine Türkiye’yi alan kanlı bir küresel terör organizasyonudur. Samimiyeti sorgulanmakla birlikte, Başbakan Erdoğan ile Bush arasındaki görüşmede PKK için ortaya konan “ortak düşman” kavramının gerçek anlamı da budur. Bu doğru tanımlanmış “ortak düşman” kavramı defalarca hükümet yetkilileri tarafından dile getirilmiş olmasına rağmen, Başbakan Erdoğan’ın “PKK düşman değil” açıklaması tam bir tutarsızlık örneği olmuş ve teröre bakıştaki kafa karışıklığını ve irade eksikliğini ortaya koymuştur. Gelişmeler terörün kaynağının ve yönetiminin Barzani’ye dayandığını göstermektedir. Hükümetin, Barzani’yi muhatap alan yaklaşımı da bunun sonucu ve eseridir. Hükümet güçle ve caydırıcı tedbirlerle desteklenen diplomasi ile muhasımlarını hizaya getirecek yerde, büyük bir yanılgı ile terörün kaynağına, bölücülüğün merkezine, ihanetin odağına kadar yanaşmıştır. Hükümet, denize düşmüştür ve yılana sarılmaktadır. Bize göre bunun adı ve tanımı da ihanetten başka bir şey değildir. Sözlerime son verirken geçtiğimiz hafta içinde kaybettiğimiz değerli dava adamı, milliyetçi basının muhterem temsilcisi İrfan Ülkü Bey ile Türk şiirinin asırlık çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya Cenab-ı Allah’tan rahmet ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Dr. Devlet Bahçeli
|