04.11.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
4 Kasım 2008

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti, yok olduğu sanılan bir coğrafyada yeniden yükselen, Türk milletinin tarih sahnesinde başı dik, onurlu ve bağımsız yaşama azmini ve çelikten iradesini temsil eden bir inanç, iman ve eşsiz bir kahramanlık abidesi olarak 85 yıl önce kurulmuş ve birçok badireler atlatarak bugünlere gelmiştir.

Bu tarih yolculuğunda, varlığını yok etmeyi amaçlayan bütün saldırıları ve ihanetleri, kuruluş döneminin azmi ve ruhuyla aşan Türk milleti, bugün maalesef yakın tarihin en karanlık dönemini yaşamaktadır.

Geçtiğimiz hafta kutladığımız Cumhuriyetimizin 85. yıldönümü;

- Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, ilkeleri ve bütün temel değerlerinin horlandığı ve sorgulandığı,

- Etnik farklılıkları aşan, ırk ve kan bağına dayanmayan birleştirici millet anlayışını esas alan milli devlet niteliği ve üniter siyasi yapısının tartışmaya açıldığı,

- Türk milletinin temel harcı ve geleceğimizin en büyük teminatı olan bin yıllık kardeşlik hukukunun ve milli birlik ruhunun hain bir suikastın hedefi haline getirildiği,

- Etnik bölünmeyi amaçlayan kanlı terörün ve tahriklerin çok tehlikeli boyutlar kazandığı,

- Terör ve bölücülük sorununun siyaset sahnesine taşındığı ve uluslararası bir sorun haline dönüştürülmesi yolunda önemli mesafeler alındığı,

- Türkiye’nin her alanda krizden krize sürüklendiği bir gerilim ve kaos ortamında idrak edilmiştir.

Türkiye’nin bugün getirildiği noktada karşımızdaki manzara;

- Milli birlik, dayanışma ve sosyal bünyenin yaralanmasından, iç huzur ve güvenliğe,

- Ortak milli ve manevi değerlerin çatıştırılması ve aşınmasından, ahlaki yozlaşmaya,

- Siyaset kurumunun itibarı ve ahlaki meşruiyetinden, dış politikaya,

- İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve kanunsuzluğun her alana yayılmasından, ekonomiye kadar uzanan her cephede yaşanan çürüme, çözülme, çöküş ve hezimet tablosudur.

  • Ateşle imtihandan geçen Türkiye’yi bu noktaya getiren;

- Terörle mücadelede aciz ve hareketsiz,

- Etnik bölücülük konusunda fırsatçı ve şaibeli,

- Ekonomi yönetiminde vizyonsuz, pusulasız ve beceriksiz,

- Dış politikada teslimiyetçi ve ilkesiz,

- Siyasi kirlenme, ahlaki yozlaşma, yolsuzluk ve soygunda pervasız, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti olmuştur.

  • Son dönemde yaşanan siyasi kırılma noktası niteliğindeki bazı gelişmeler ve siyasi hayatımızın hastalıklı yapısının ürettiği sorunlar, bugünkü bunalım sürecinden çıkılarak geleceğe ümitle bakılmasını daha da güç hale getirmiştir.

Bugün Türkiye’de;

- Siyaset kurumu ağır bir belirsizlik ortamına sürüklenerek asli görev ve fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlandığı bir tıkanma noktasına sürüklenmiştir.

- Ahlaki meşruiyet temeli sorgulanan, itibarı büyük yara alan siyaset, çözüm ve istikrar unsuru olmaktan çıkmış, sorun ve sıkıntı üreten bir zafiyet ve istikrarsızlık kaynağı haline gelmiştir.

- Siyaset kurumuna, sorumluk anlayışı yerine gerginlikten beslenen çatışmacı ve istismarcı zihniyetler egemen olmuş, gerginlikler tırmanmış, kısır çekişme ve polemikler siyasetin seviye kaybetmesine yol açmıştır.

- Siyasi ve ahlaki kirliliğin korkutucu boyutlarını ortaya koyan son yolsuzluk skandalları kamu vicdanını derinden yaralamış, Türkiye’nin siyaset patentli yolsuzluk haritası, Parlamento’ya, siyasi partilere ve devlet kurumlarına olan güven ve itimadı sarsmıştır.

Her yönden hain tuzaklarla çevrilen, kuşatılan ve çatışma dinamiklerinin etki alanında kısır döngü içine hapsedilen Türkiye, siyasi ihtirasların gemlenemediği ve hükümetin gaflet politikalarını inatla sürdürdüğü bir kaos ortamında, sonuçları çok daha ağır olacak yeni krizlere gebe, çok tehlikeli bir dönemin arifesine gelmiştir.

Muhterem Milletvekilleri,

Yaklaşan mahalli idareler seçim sürecinde, milletimizi yeni bir kavganın eşiğine getiren iktidar partisi ile bölücü mihraklar arasındaki danışıklı dövüş, kamuoyunun gözü ününde cereyan etmekte, silahların gölgesinde başlatılan bir seçim kampanyası bütün gerilimi ile sürdürülmektedir.

Bu konunun üzerinde durulması gereken ciddi ve tehlikeli yönü, bölge belediyelerini kazanmak için başlayan yarışın, bölücülük ekseninde yapılması ve yerel yönetici seçimlerinin siyasi bir referanduma dönüştürülmek istenmesidir.

Başbakan ve AKP’nin, böyle bir zeminde, bölücülüğe hizmet yarışı olarak görülecek bir rekabetin tarafı olması, bölücülük konusundaki içten pazarlıkçı tutumunu ortaya koymuş ve Türk milletinin AKP’nin gerçek hüviyetini daha iyi tanıması ve anlamasına hizmet etmiştir.

Bölücülük üzerinden çok tehlikeli ve kirli bir siyaset yapan Başbakan’ın, içine düştüğü ve gerçek kimliğine ayna tutan çelişkiler yumağı, her yönüyle ibret ve esef verici bir ikiyüzlülük örneğidir.

Başbakan’ın, polis kordonu altında salonlarda yaptığı parti toplantılarında, bölücülerin ise taş ve sopalarla sokak ve caddelerde yürüttüğü bu kampanya, ülkemizin nasıl bir sinsi tuzağa çekilmeye başlandığını da ortaya koymuştur.

Bir taraftan AKP ile DTP arasında yapılan yemekli görüşmelerle sözde uzlaşma zemini arayışları sürerken, diğer yandan başbakanın polis çemberi altında söylediği kuru tehditler ve hamasi sözler tam çelişkinin işareti olarak görülmelidir.

Türkiye’nin bir bölgesinde, bizzat bir başbakanın yakından şahitliğinde yaşanan vahim gelişmeler bile, AKP zihniyetini terör ve bölücülükle mücadelede hala bir ders çıkarmaktan çok uzak kaldığını ortaya koymaktadır.

Başbakan, meydanlarda ilan edilen ihanete ve yaşanan rezalete rağmen bu ağır sorunu basit bir belediyecilik hizmeti seviyesine indirgemiş, toplanmayan çöplere, temizlenmeyen sokaklara atıfta bulunarak silahlı bölücülerin ve silahsız uzantılarının eylemlerini tanımlamaktan ısrarla kaçınmıştır.

Teröre yardım ve yataklık yapanları karşısına almaktan özenle kaçınan, bunlar hakkında yasaların verdiği yetkileri kullanmayan Başbakan’ın, şimdi çöp toplamama ve kepenk kapattırma konusunda hiddetlenmesinin nedeni, bunların bölücü kimliği ve faaliyetleri değil seçim hesabı ve oy kaygısıdır.

Bu gelişmelere rağmen, Başbakan Erdoğan’ın ülkemizin bir yöresine yaptığı ziyaret esnasında karşılaştığı bu manzaranın hepimizi deriden üzdüğünü buradan samimiyetle belirtmek istiyorum.

Bir siyasi parti lideri olarak, siyasi toplantı maksadıyla bile olsa muhatap olduğu taşkınlıkları kabul etmemiz mümkün değildir.

Bunun yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı sıfatını taşıyor olması meydana gelen olayların vahametini ve bu durum karşısında duyduğumuz kaygıları daha da artırmaktadır.

Ancak, ziyaret esnasında yaşanacak bu tepkiler öngörülerek, devletin egemenlik kudretine ve makamın ağırlığına uygun tedbirlerin aldırılması da Başbakanın yetki ve sorumluluğu içerisinde yer almaktadır.

Ne var ki biz Başbakanlık makamının vakarını korumayı düşünürken, Sayın Başbakan bizim duyduğumuz hassasiyeti gösterememiş, hiçbir şey olmamış gibi bölücülüğün temel hayat alanı olan etnik kimlikleri okşamaya bu şartlar altında bile devam edebilmiştir.

Başbakan, kendi tasnifine göre önce 36’ya böldüğü aziz milletimizin içerisinden, sonra yeniden tek millet çıkarmaya çalışıp “biriz, beraberiz, bütünüz” diyerek tam bir zihniyet kargaşasının örneğini sergilemeyi sürdürmüştür.

Buradan sormak lazımdır. Bölücülerin kimlik siyaseti yaptığını sürekli söyleyen Başbakan,  artık bir tekerleme haline getirdiği alt kimlik tahrikleriyle kendisi neyin siyasetini yapmaktadır?

Sözde eleştirdiği bölücü mihrakların söylemleri ile kendi kimlik siyaseti arasında nasıl bir farklılık bulmaktadır?

Son dönemde AKP ile DTP arasında yaşanan gerilimin çıkış nedeni ve sürdürülüş biçimi ile Başbakan’ın siyasi bölücülüğe cesaret kazandıracak bazı beyanları, Türkiye’nin karşısında yeni bir siyasi denklemin ve senaryonun çıkartılmak istendiğini göstermektedir.

Başbakan, bir taraftan DTP’ye terör yandaşı derken, diğer taraftan “barış isteniyorsa silahların bırakılması gerektiğini” ifade ederek, bu kuruluşa PKK nezdinde arabuluculuk misyonu üstlenme çağrısında bulunmaktadır.

Başbakan Erdoğan, bunun yanı sıra, “silahla konuşanların demokrasiden bahsedemeyeceğini” söyleyerek, PKK’yı demokrasi zemininde siyaset yapmaya davet etmekte, siyasi çözüm sürecine nasıl katkı sağlayacağı hakkında yol göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, Başbakanı’nın böyle bir ortamda “barış isteniyorsa silahların susması gerekir” sözleri, ya ne dediğini ve lafın nereye gideceğini bilmediğini göstermektedir, ya da bilinçli ve hesaplı bir siyasi çözüm sürecinin altyapısının hazırlandığına işaret etmektedir.

Başbakan Erdoğan, PKK ve etnik bölücülere yaptığı bu çağrıdaki “barıştan ve demokratik çözüm zemininden” ne anladığını Türk milletine açıklamak zorundadır.

PKK saldırıları durursa, Başbakan kiminle barış masasına oturacak ve bu masada demokratik yollardan çözüm için neyi görüşecektir?

Başbakan Erdoğan’ın, PKK güdümündeki bu kuruluşun broşür haline getirerek Meclis çatısı altında dağıttığı bölünme reçeteleri içeren sözde demokratik çözüm projeleri hakkında, bugüne kadar sessiz ve tepkisiz kalması bu bakımdan manidardır.

Hükümetin izahı mümkün olmayan basiretsizliğinden cesaret kazanan başkaldırı eylemleri, siyaset eliyle yürütülen hain planlar, bugün Türkiye’yi tıpkı 89 yıl önce olduğu gibi bir karar aşamasına getirmek üzeredir.

Ancak, bizleri teselli eden gelişmeler, sokağa taşan bölücü tahriklere, başbakan’ın kimlik arayışlarına aziz milletimizin ve yöre halkının destek vermemiş olmalarıdır.

Vatandaşlarımız terör ve silah tehdidine rağmen, önlerine konmak istenen tuzaklara düşmemiş, kardeşliğimizin devamı yolunda kararlılıklarını hem bölücülere hem de AKP zihniyetine bir kez daha göstermişlerdir. Vatan sevgisini ispat eden, sağduyu gösteren yöredeki vatandaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. Hepsini kucaklıyorum.

Dileğimiz, herkesin büyük Türk tarihinden bir ders çıkartarak, gaflet ve ihanet içinde olanların bu yolculuğuna bir son vermesi ve yaşanmış akıbetlerden kendilerine düşen payı görerek bir sonuca ulaşmasıdır.

Muhterem Milletvekilleri,

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönetiminde geçen altı yıl boyunca yaşanan tehlikeli gelişmeler ve bölücülüğe gösterilen müsamahalarla bölücü tahrikler için meydanlar boş bırakılmış, bu zafiyet hükümetin önüne artan şehitler, sokak hareketleri, yanan araçlar, zarar gören vatandaşlar olarak çıkmıştır.

Bu, Milliyetçi Hareket Partisi için yıllardır yaptığımız uyarılarda öngördüğümüz talihsiz bir sonuç, Adalet ve Kalkınma Partisi için ise seneler içerisinde bölücülerle girdiği yakınlaşmanın mukadder bir neticesidir.

Adalet ve Kalkınma Partisi ve başbakan yıllardır ektiği rüzgârı, şimdi fırtına olarak biçmektedir.

Sokaklara taşan bölücü eylemlerin izlediği seyir 25 yıla yaklaşan bölücü terörle mücadelede terör örgütünün stratejik anlamda yeni bir safhaya geçiş göstermeye başladığını ortaya koymaktadır.

Hükümet, bu yeni safhanın aşiret reisleri ile ilişki kurulmasına yönelik girişimi ile dışarıdaki ilk adımını başlatmıştır. Ardından, bu yerel yönetimin tanınması, yanı başımızda bir etnik devletin doğması karşımıza kaçınılmaz bir sonuç olarak çıkacaktır.

Bu konuda işaretler netleşmiş, Cumhuriyetimizin ilan edildiği günün yıl dönümünde, Barzani ABD makamlarınca hüsnü kabul görmüş, bu konuda zaten adım atmış bulunan hükümete sıcak mesaj ve cesaret verilmiştir. 

Bölücülüğün bu yeni safhasının içteki ayağı ise, terörün gölgesinde yapılan pazarlıklarla hükümetin bütün bölücü taleplerine anayasal kılıf bulacağı ve ayrışmanın topluma yavaş yavaş benimsetileceği bir sürecin başlatılması olacaktır. Gelişmeler maalesef bu gidişatı doğrulamaktadır.

Bu açıdan, bir zamanlar AKP hükümet üyelerinin konutlarında ağırlanan, mahkûmiyetleri hülle ile ortadan kaldırılan bölücü mihraklara, şimdi ülkeyi terk etmelerini söylemek, yıllardır süren gaflet ile ihanet arasındaki hassas gidiş gelişlerin bir itirafı, bunca can ve mal kaybının bütün sorumluluğunun ilk ağızdan kabul edilmesi olarak yorumlanmalıdır.

Yine bu yaklaşımla, Başbakan Erdoğan’ın, arkasında binlerce mağdur bırakan çekirgenin üçüncü kez sıçrayamayacağına dönük açıklaması, altı yıllık iktidarları döneminde defalarca sıçramasına göz yuman hükümetin düştüğü aczin ve tarihi yanılgının bizzat başbakan tarafından itirafıdır.

Ancak ne üzücüdür ki, bu kayıp yılların faturası “özür dilenerek” telafi edilemeyecek kadar büyük, “kusura bakmayın yanıldım” denilemeyecek kadar ağır bedellere mal olmuştur.

AKP’nin altı yıl boyunca süren bu zafiyetinin, aziz milletimizdeki karşılığı yüzlerce şehit ve gazi vatan evladı, can ve mal kaybına uğramış çok sayıda vatandaş ve tahrip edilmiş millet varlığı ile fitili ateşlenmiş bin yıllık kardeşlik hukukudur.

Bu itibarla, bu acı kayıpların bir bedeli mutlaka olmalı, sorumlu olan Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti bunu mutlaka ödemeli, lafları çarpıtmadan, ağızda dolaştırmadan aziz milletimize yaptığı yanlışları, düştüğü gafleti doğrudan itiraf etmelidir.

Ancak, böylesi bir samimi itirafın yapılması halinde, terörle ve bölücülükle mücadelede yeni bir safha başlayabilecek, Türkiye çeyrek yüzyıldır yaşadığı bu belayı belki bu zihniyet değişimi ile başından atabilecektir.

Aksi halde, eski zafiyetlerin devamı teröristle pazarlığa oturmayı başlatacak, başta İmralı canisi olmak üzere çıkarılacak bir genel af ile bölücülüğün bütün talep ve beklentileri, bunalan ve sıkışan hükümetin acziyeti ile hayata geçirilecektir.

Ortak kurucu halk, federal yapılanma, ana dilde eğitim, tarihin hataları ile yüzleşme ve geçmişin yargılanması adı altındaki parçalanma önerileri hükümet tarafından birer birer yürürlüğe konulmaya çalışılacaktır.

Bunların gerçekleşmesi halinde; ortada ne üniter devlet, ne milli devlet ne Türk milleti kavramı ve birliği kalacak, 85 yıl önce şekillenen temel yapılanma ve kurucu değerler bütünüyle ortadan kalkacaktır.

Bu durumun Türk milleti ve elbette ki Milliyetçi Hareket Partisi için hiçbir şart ve zeminde kabul edilmesi mümkün değildir.

  Burada böylesi bir tarihi ihanete hazırlanan, bunu aklından geçiren bütün odaklara şunları söylemek isterim.

  • Anadolu, tesadüfen vatan olmuş bir coğrafyanın adı değildir. Milyonlarca aziz millet evladının yüzyıllarca yurt tutması ile oluşmuş muazzam bir doğuşun ve doğruluşun ta kendisidir.
  • Türkiye Cumhuriyeti, lütuf ile kurulmuş bir sömürge artığı değildir. Dönemin emperyalist devletlerine karşı verilmiş bir kutlu savaşın, dökülen kanların, verilen canların eseridir.
  • Türk milleti, tesadüfen zuhur etmiş, alt kimliklerin ortaklığı değildir. Binlerce yılda kardeşlik ve kucaklaşma ile oluşan, milli kültürün, milli kimliğin ve milli şuurun tecelli ettiği ve yükseldiği muhteşem bir terkibin tanımıdır.

Bu itibarla, birilerinin sokağa dökülmesi, başka birilerinin büyük Türk milleti ile geleceği paylaşmakta tereddüt göstermesi, hatta eline silah alarak dağlara çıkmış olmasının millet fertlerinde ve bizde bir korkuya, bir ürkekliğe neden olacağını düşünmek tarihi bir yanılgı olacaktır.

Türk milletine ihanet gibi bir hataya sürüklenmiş olanların, bin yıllık tarih boyunca aldığı derslerin ve karşılaştıkları akıbetlerin hatıraları henüz canlılığını korumaktadır.

Türkiye’yi hain bir suikastın hedefi haline getirmek isteyen ihanet cephesi çok iyi bilmelidir ki;

Büyük Türk Milleti, birliğine ve bütünlüğüne uzanan elleri, ne pahasına olursa olsun, mutlaka ama mutlaka kıracaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Konuşmamın bu bölümünde, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu sorunlarla ilgili görüş ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Türkiye ağır sorunların ve tehlikelerle dolu bir sürecin bütün belirtilerini her yönüyle yaşamakta, belirsizlik sarmalı her tarafı hâkimiyeti altına almış bulunmaktadır.

Son günlerde, AKP’nin ekonomik konulardaki tutarsız yaklaşımı,  meselelere teşhis koymadaki kafa karışıklığı, zaten hissedilmekte olan ekonomik krizin derinleşmesine neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisinin, zembereği kopmuş bir saat gibi bütün göstergeleri bozulmuş, geçmişte yaşanılan deneyimlerden hiçbir sonuç çıkarmadan, el yordamı ve hamasetle krizin önüne geçileceği varsayılmıştır.

Ancak, bu nafile girişimler hiçbir işe yaramamış, milletimiz açlık, yoksulluk, işsizlik kör kuyusunun dibine itilmiştir.

Nitekim Türkiye ekonomisi cari açık, işsizlik ve kayıt dışılık sorunlarının girdabında kontrolden çıkmıştır.

Son bir yıllık süre içinde yaşanan ithalat patlamasından dolayı yükselen dış ticaret açığı, 2008 yılı Ocak-Eylül döneminde 58,2 milyar dolara yükselmiş, bu durum cari açığın 2008 Ocak-Ağustos dönemi itibariyle 34,8 milyar dolara ulaşmasına neden olmuştur.

Diğer taraftan 2008 yılının ilk sekiz ayında ödenmemiş ferdi kredi borcu, 2007 yılının tümüne kıyasla yüzde 150 oranında artmıştır. Kredi kartı borcunda ise aynı dönemler baz alındığında artış yüzde 79 düzeyindedir. Bunun sonucu olarak vatandaşlarımız borç içinde kıvranmakta, düşük gelir grubundakiler tefeci tipi borçlara adeta mahkûm olmaktadırlar.

Gerileyen ve değeri azalan maaş ve ücretlerin satın alma gücünün zayıflaması karşısında, vatandaşlarımız, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için gelirlerinin üzerinde borçlanmak zorunda kalmakta, böylelikle geleceklerini ipotek ettirmektedirler.

Bu kapsamda, AKP hükümeti döneminde ortaya çıkan ekonomik büyüme gerçekte, önemli ölçüde tüketici borçları tarafından finanse edilmiş ve satın alınmıştır.

Öte yandan ülkemizde ucuz kredi, ucuz döviz ve bunun ortaya çıkardığı ucuz ithalat dönemi sonlanmış, bu kapsamda kriz baskısını ve ağırlığını, doğrudan doğruya reel sektör üzerinden, bir şirketler krizi olarak göstermeye başlamıştır.

Düşen istihdam hacmi, zayıflayan üretim ve tüketim dinamikleri, kârlardaki daralmalar bunun göstergesidir. Resmi rakamlarda yüzde 9,4’e ulaşan işsizlik, büyümesi yavaşlayan ekonomi, yüzde 12’ye yaklaşan enflasyon, yükselen döviz fiyatı karışımızdaki en temel sorunların göstergesidir.

Ekonominin yaşadığı sıkıntı hali, reel sektöre yansımış, 2008 Eylül ayında; 2007’nin aynı ayına göre kurulan şirket ve kooperatif sayısı yüzde 16,3 azalarak 4312’den 3609’a düşmüştür.

Yine 2008 yılı Eylül ayında; 2007’nin aynı ayına göre kurulan ticaret ünvanlı işyeri sayısı yüzde 4,3 azalarak 3646’dan 3488’e gerilemiştir.

Kapanan  ticaret ünvanlı işyerleri sayısı ise, geçen yılın aynı ayına  göre yüzde 70,8  artarak 1220’den  2084’e  yükselmiştir.

Reel sektörde; son üç ayda alınan toplam sipariş miktarı, ihracat siparişleri ve iç piyasa siparişleri eğilimlerinde de önemli oranda azalma meydana gelmiştir. Özellikle mevcut toplam siparişlerin son bir yılın en düşük seviyesine gerilediği anlaşılmaktadır.

Ayrıca, reel kesim güven endeksi, bir önceki aya kıyasla 16 puan gerileyerek 69,2 seviyesine düşmüştür. Reel kesim güven endeksi 2008 yılı Ekim ayında, geçen yılın aynı ayına göre; yüzde 34,40 oranında azalmıştır. Mevcut halde reel sektörün sipariş miktarı ise Ekim ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 36,9 düşmüştür.

Son üç aylık performansa bakıldığında üretim hacmi eğiliminin, mevcut toplam sipariş ve ihracat sipariş miktarının azaldığı görülmektedir.

Bununla birlikte, özel sektörün içinde bulunduğu borçluluk düzeyi, daralan dış finansman imkânlarından dolayı darboğaza girileceğine işaret etmektedir.

190,5 milyar dolara ulaşan özel sektör dış borcunun; 47,8 milyar doları kısa vadeli borç niteliği taşımaktadır. Kalan 142,7 milyar dolarlık borç ise bir yıldan uzun bir vadeye sahiptir.

Türkiye’nin toplam kısa vadeli borcu da 51,9 milyar dolara çıkmıştır.  Toplam dış borcun 284,4 milyar dolar olduğu göz önüne alındığında, önümüzdeki yıllarda vatandaşlarımızın bu borcu ödemek için daha çok kemer sıkacağı anlaşılmaktadır.

Geldiğimiz bu aşamada, reel sektörün üzerinden yayılmaya başlayan krize karşı feryatlar ve gereken tedbirlerin alınmasına yönelik çağrılar şu ana kadar hükümetten henüz somut bir karşılık bulmamıştır.

Değerli Milletvekilleri,

2008 yılı için büyüme beklentisinin yüzde 3,4 olarak açıklanması, 2009 yılında büyüme rakamının yüzde 5’den yüzde 4’e çekilmesi, ufukta umut verici bir gelişmenin olmayacağının şimdiden bir kanıtı olarak görülmelidir.

Ayrıca, 2009 yılında toplam kamu yatırımlarının yüzde 22,9 oranında artırılacağının ekonomiden sorumlu bir bakan tarafından açıklanması, krizin genişleyeceği bir dönemde mali disiplinden taviz verileceğinin de bir işaretidir.

Son günlerde, Başbakan Erdoğan’ın IMF üzerinden yürüttüğü siyasi polemik, krize karşı önlem almayı düşünen siyasi bir eğilimin olmadığını gözler önüne sermektedir.

Kaba tabirlerle IMF’ye kafa tutan Başbakan Erdoğan, IMF’nin ümük sıkmasına müsaade etmeyeceğini söylerken, yaptığı zamlarla asıl kendisinin milletimizin boğazını sıktığını bir türlü anlamamaktadır.

Siyasi yaşamında dünü ile bugünü arasında bir uyum ve tutarlılık olmayan Başbakan Erdoğan, bugün rest çektiği IMF’yi, 19 Nisan 2003 tarihindeki bir konuşmasında kutsamış; "Eğer IMF'yi tanımazsanız, dünya da sizi tanımaz. IMF'siz yerinizden bile kıpırdayamazsınız. Ne bir kuruşluk ihracat, ne de bir kuruşluk ithalat yapabilirsiniz” diyerek, IMF ile ne kadar yakın olduğunu göstermiştir.

İktidarı boyunca IMF ile içli dışlı olan AKP, fonun parasal ve moral desteğinden devamlı bir şekilde yararlanmıştır. Bu sayede ayakta kalmış, sendelediği her anda IMF’nin eline sarılmıştır.

Bu ani ve keskin dönüşün, içinde bulunduğumuz kriz ikliminde hükümete karşı var olan güvensizliği daha da artıracağından şüphemiz yoktur.

Ancak, Başbakan Erdoğan’ın ne yapacağını bilmez tavrı, ciddiyetsizliği yüzünden her geçen gün muhteviyatını genişleten sorunlar aziz millet fertlerini çaresizliğe itmektedir.

Bize göre asıl olan Türkiye ekonomisinin, IMF’nin yardım ve gözetimine ihtiyaç hissetmeden yoluna devam edebilmesidir. Sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde işleyen ekonomiden başka bir beklentinin olması da mümkün değildir.

Elbette katılımcı ülke olarak IMF’deki kotası yaklaşık 1,8 milyar dolar olan Türkiye’nin, ekonomideki bir çalkantı halinde, IMF’nin yönlendirmesine, katkısına ihtiyacı olabilecektir. Buna bir diyeceğimiz yoktur.

Ancak mesele, bu aşamaya gelmeden gereken tedbirleri alarak yardıma muhtaç duruma gelinmemesi için siyasi öngörüyü göstermek olmalıdır.

Hepinizin bildiği gibi, AKP hükümeti yapılan uyarı ve ikazları hiç dikkate almamış, oyalama ile bugünkü aşamaya gelmiştir.

Beklentimiz IMF ile kamuoyu üzerinden pazarlık yapan Başbakan’ın, bu davranışını bir an önce gözden geçirmesi, etkisi altına girdiğimiz ekonomik krize yönelik geciken tedbirleri bir an önce almasıdır.

Madem kendi yağımızla kavrulacağımız iktidar partisi tarafından düşünülmektedir, o halde IMF ile bir anlaşma yapılmasının hiçbir anlamı olmayacaktır.

Bütün bunlara rağmen, hükümet üyelerinden ve ekonomi bürokrasisinden gelen çelişkili açıklamalar, IMF ile ilişkilerde hala tam olarak ne yapılacağının kararlaştırılamadığını göstermektedir.

Bir tarafta IMF’ye rest çekerken, diğer tarafta IMF’nin kapısında aman dilenmek tam bir AKP klasiği olarak hatırlanacak, ekonomik tedbirlerde gecikilen her anın faturası ise milletimizin sırtına yüklenecektir.

Muhterem Milletvekilleri,

Krizin, ülkemizin ekonomik sistemine sinerek ve yerleşerek mesafe aldığı bir dönemde bulunuyoruz.

İstikrar masallarına ve krizden en az etkileneceğiz sözlerine inat; ekonomin tüm kesimlerinde feryatlar yükselmekte, şikâyetler alabildiğine yoğunlaşmaktadır.

IMF’ye ümük sıktırmayacağını iddia eden Başbakan Erdoğan, zamlarla milletimizin soluğunu kestiğini anlayamayacak kadar siyasi basiretini kaybetmiştir.

Nitekim artık sabırları zorlayan doğalgaz zammına bir yenisi geçtiğimiz günlerde eklenmiştir. Konutlarda kullanılan doğalgaz fiyatına yüzde 22,50, sanayide kullanılan doğalgaza da yüzde 22 zam yapılmıştır.

Böylece yılbaşından bu yana beş kez zamlanan doğalgazın fiyatında on aylık dönemdeki toplam artış vergilerle beraber yüzde 82.15’e ulaşırken, yapılan zamlar aynı dönemdeki enflasyonu da yaklaşık ona katlamıştır.

Ne yazık ki, kış aylarına girdiğimiz bu günlerde, aziz vatandaşlarımız tenceresini kaynatırken, suyunu ve evini ısıtırken geçen yıla göre doğalgaza daha fazla para ödemek zorunda kalacaklardır.

Doğalgaz zammının bu kadar yüksek olmasının nedeni; hükümetin popülist uygulamaları sonucu biriken yüktür ve sonunda bu fatura milletimize ve üretici kesime ihale edilmiştir.

Elektriğin yüzde 48’inin doğalgazdan üretiliyor olması nedeniyle de, doğalgaza yapılan yüksek oranlı zam, önümüzdeki yılın başında elektrik fiyatlarını da kaçınılmaz bir şekilde yükseltecektir.

Ancak, petrol ve döviz fiyatlarındaki gerileme ortadayken, doğalgaza yapılan zammı anlamak mümkün değildir. Bu zamma ne için ve hangi maksatla ihtiyaç duyulduğu yapılan açıklamalara rağmen netlik kazanmamıştır.

Uluslar arası piyasalardaki fiyatların, yurt içi piyasalara 6 ile 9 ay sonra yansıdığı mazeret gösterilerek işin içinden sıyrılmak ve topu başka mecralara atmak bizim tarafımızdan kabulü mümkün olmayan bir durumdur.

Doların ateşi azalıyorken, petrolün fiyatı yavaşlıyorken, vatandaşımızı soğuğa, battaniyeye mahkûm edecek bu zammı AKP hükümeti dürüstçe izah etmelidir.

Ayrıca, hükümet üyeleri tarafından petrol fiyatları ve döviz kurunun bu seviyelerde gitmesi halinde, 2009 yılının ilk çeyreğinden itibaren doğalgaz fiyatında indirimlerin olabileceğini ifade etmek, büyük Türk milletiyle alay etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.

Kış bittikten, soğuklar azaldıktan sonra doğal gaz fiyatının düşecek olacağını söylemek talihsiz ve sakat bir görüş olarak milletimizin hafızasından asla silinmeyecektir.

“Eğer doğalgaz pahalı olsaydı niye vatandaş doğalgaza geçiyor” diyerek gerekçe üretmeye çabalayan AKP zihniyeti ve bu zamda payı olan başta BOTAŞ idaresi olmak üzere, herkes yaptığının hesabını vermeye hazır olmalıdır.

Her ne kadar ilgili Bakan kabul etmese de, yapılan bu zamma BOTAŞ’ın bozulan mali yapısının neden olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

Sattığı gazın parasını tahsil edemeyen bir kuruluş haline gelen BOTAŞ, yurt dışına olan doğalgaz borcunu ödemek için bankalardan kredi kullanmak zorunda kalmaktadır.

Affı mümkün olmayan bir yönetim zaafından dolayı, aziz milletimizin yaklaşan kış aylarında ısınmasına mani olacak düzeyde bir zammın meydana gelmesi tam anlamıyla AKP hükümetinin kusurudur.

Kendi hata ve ihmallerinin bedelini hiçbir suçu günahı olmayan aziz millet fertlerine ödetmeye çalışan AKP zihniyeti, utanmaz bir şekilde yaptıklarının sorumluluğunu başka yerlere yüklemeye, kendilerinin bile inanmadığı mazeretlerde aramaya çalışmalarının siyasi bedelini mutlaka ödeyecektir.

Aziz milletimizi soğuğa mahkûm edenleri, bizde hukukta mahkûm etmeye kararlı olduğumuzu ve bunun için zamanı geldiğinde her türlü girişimde bulunacağımızı bu vesileyle belirtmek istiyorum.

Konuşmama son verirken hepinize saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı