Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
Değerli Milletvekilleri, Basınımızın Muhterem Temsilcileri, Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum. Önümüzdeki hafta kutlanacak Kurban bayramı ve sonrasında 2009 yılı bütçe kanunu görüşmeleri nedeniyle bu yıl itibariyle Grup olarak son kez bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bu itibarla yalnızca son dönemde ülke ve dünya gündemini meşgul eden konularla birlikte 2008 yılının genel bir değerlendirmesini de yapacağım konuşmama başlarken, dün Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul İl Başkanlığına yapılan bombalı saldırı eylemini nefretle kınadığımı belirtmek istiyorum. Milliyetçi Hareket’e göre, siyasetin mücadele alanı yalnızca hukuki ve siyasi zemin olmalıdır. Millete hizmeti amaçlayan bu rekabet, tamamen meşruiyet içerisinde karşılıklı saygı ve ahlaka uygun olarak yapılmalıdır. Vatandaşlarımı, karanlık odakların tahrik ve tertiplerine karşı dikkatli olmaya çağırıyor, yaklaşan Mahalli İdareler seçimleri nedeniyle oluşacak gerginliklerden uzak durmalarını bekliyorum. Terörle bir sonuç alınamayacağının artık farkına varılmasını ümit ediyor, yaralı güvenlik görevlilerine ve vatandaşlara acil şifalar diliyorum. Değerli Arkadaşlarım; Bilindiği gibi Anadolu’nun bin yıl önce ecdadımız tarafından fethi, yalnızca askeri başarıların eseri değildir. Bu başarıyı kalıcı ve köklü hale getiren, fethin gönüllerde de gerçekleşmiş olması, insan sevgisi ve hakkaniyet üzerine kurulu yüksek ahlak nizamının tesis edilmiş bulunmasıdır. Bu itibarla bir ülkenin vatanlaşması, yalnızca toprak kazanılmasından ibaret sığ bir düşüncenin ürünü değil, topraktan daha önce insanın kazanılmasını gerektiren daha insancıl ve daha ahlaki bir derinliğin eseridir. Fetih kavramını alelade bir işgalden ve sömürge zihniyetinden ayıran ve ona manevi özellik kazandıran yegâne husus da budur. Bu itibarla diyebiliriz ki, Anadolu coğrafyası ve beşeriyeti, silahtan önce gönüllerin fethi ile kazanılmıştır. Kuşkusuz ki bu mukaddes fetih ruhunda en önemli mevkilerden ve isimlerden biri, Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri’ne aittir. Dün başlayan ve 17 Aralık’ta Hazreti Mevlana’nın “Kavuşma Gecesi” adını verdiği Hakka yürüme gününde sona erecek olan “Hazreti Mevlana’nın 735’inci Vuslat Yıldönümü Anma” etkinlikleri vesilesi ile bu büyük Türk ve İslam düşünürünü rahmet ve şükran ile anıyorum. Onun insan, tabiat ve Allah sevgisinin ve yüksek fikirlerinin insanlığı ilelebet aydınlatmasını diliyorum. Muhterem Milletvekilleri, Geçen hafta Hindistan'ın Mumbai kentinde düzenlenen eş zamanlı terör saldırılarında, 13 ayrı ülkeden toplam 200’e yakın kişi ölmüş, 300’ü aşkın kişi de yaralanmıştır. Bu kaygı veren ve dehşet uyandıran vahim olayın üzücü olan bir tarafı da, saldırganların komşu ülke Pakistan’dan gelmeleri ve İslam dinini seçmiş bulunmalarıdır. Yokluk, yoksulluk, geri kalmışlık çemberini bir türlü kıramayan, ülkelerini küresel sömürülerden kurtaramayan mazlum din kardeşlerimizin, yaşadıkları bu ağır buhrana ilave olarak, içine düştükleri şiddet ve terör çarkı bu dönemin en büyük trajedilerinden birisi olmuştur. Eğitim eksikliğinin, değerler çatışmasının, emperyalist projelerin ve acımasız sömürü düzeninin öfkelendirdiği, kin ve nefretle doldurduğu yoksul ve çaresiz kitlelerin, çözümü terörde aradığı ve bunu meşru bir yol olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Ne inancımıza, ne insanlık değerlerine ve medeniyet anlayışımıza uygun bulunmayan bu eylemleri şiddetle kınamak ve Müslümanları terörden uzak tutmak mecburiyetindeyiz. Bunu inancımızın evrensel mesajlarının önünde bir engel olarak da görüyoruz. Ancak, bu konuda, Peygamberimize hakaret içeren saldırıları hoş gören, yüzbinlerce din kardeşimizi karanlık ve kanlı coğrafyalarda zulme maruz bırakan, bu yolla şiddete varan bir kutuplaşmanın körükleyicisi olan güçlerin, acımasız küresel projelerini bir kez daha gözden geçirmelerini beklemenin hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Aksi halde, ne terör eylemleri son bulacak, ne bu eylemleri bastırma adına yabancı coğrafyalara askeri müdahale süreci sona erecek, ne de böyle giderse insanlık barış ve huzura kavuşacaktır. Değerli Milletvekilleri, 2008 yılı Türkiye’miz için siyasi ve ekonomik krizler, belirsizlikler, çalkantılar ve gerginliklerle geçen kayıp bir yıl olmuştur. Bütün yapıcı çabalarımıza rağmen siyaset kurumu tıkanmış, Türkiye kronik ve acil sorunlarına çözüm üretme kabiliyetinden uzaklaşmıştır. Siyasi diyalog kanallarının kapanması, parlamento çatısı altında asgari müştereklerde buluşulması için ortak zemin oluşturulmasını imkânsız kılmış, çekişme ve gerginlikler siyasi hayatımıza yön veren başlıca dinamik haline gelmiştir. Kısır siyasi hesapların ve ihtirasların esiri olan siyaset kurumu, bunları aşarak Türkiye’nin önünü açacak ve ülkeyi rahatlatacak adımlar atma basiretini gösterememiştir. Ortak değerlerin çatıştırıldığı, toplumsal hoşgörü ortamının zehirlendiği, cepheleşmelerin derinleştiği, etnik tahriklerin ağırlaşarak sürdüğü, siyasi ve ahlaki kirliliğin yaygınlaştığı bugünkü Türkiye manzarası, her yönüyle endişe ve korku verici bir karanlık tablosudur. Yoksulluğun ve işsizliğin pençesinde kıvranan Türk milletinin yaşadığı sıkıntılar, Türkiye’nin iç ve dış güvenlik alanında karşı karşıya bırakıldığı tehlikeler ve tuzaklar ortadayken, bu karanlık tablonun mimarı Başbakan’ın hâlâ pembe Türkiye tabloları çizmeye çalışması, makul bir izahı bulunmayan, siyasi ve sosyal açılardan marazi bir durumdur. Başbakan’ın geçtiğimiz hafta sonu partisinin istişare toplantısında yaptığı konuşma, bu açıdan ele alınması ve hastalıklı temellerinin çok iyi tahlil edilmesi gereken garabet örneği olmuştur. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Başbakan, AKP iktidarının altı yıllık icraatını anlatan bu konuşmasında;
- AKP iktidarının altı yıllık yıkım döneminde;
- Altı yılda Türkiye’nin çehresini değiştirdiklerini söyleyen Başbakanın, Türkiye’yi getirdiği gerçekler maalesef bunlar olmuştur. AKP yönetimi Türkiye’yi tanınmaz hale getirmiş, kırıp dökmediği, yakıp yıkmadığı hiçbir şey bırakmamış, geride israf edilmiş fırsatlar ve boşa geçirilmiş yıllar kalmıştır. - Başbakan Erdoğan’ın, partisini, altı yıllık icraatını ve sözde kazandırdığı yenilikleri tanımlarken süslü ve parlak ifadeleri kullanması karşımızdaki acı gerçekleri değiştirmeyecektir. Siyasi geçmişi, zihniyeti ve altı yıllık icraatı ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kartvizitinde ;
- Terör ve etnik mücadelede, ekonomik krize karşı tedbir almada, Türkiye’nin sorunlarını makul çözümlere kavuşturmada, siyasete ahlaki bir temel kazandırmada, Temiz siyaset-temiz yönetim anlayışının icaplarını hayata geçirmede isteksiz ve hantal kalan AKP;
Değerli Milletvekilleri, Geldi gelecek, etkiledi etkileyecek tartışmaları yapılırken, krizin olumsuz yansımaları Türkiye ekonomisini kuşatmaya başlamıştır. Ülkemiz kötü yönetim ve siyasi öngörüsüzlük yüzünden yeni bir ekonomik krizin ağına göz göre göre düşmüştür. Bugün itibariyle, güvensizlik ve belirsizliğin kısır döngüsü, alınacak önlemlerin bir sonuç doğurmamasına yol açacak kadar güçlenmiş ve kemikleşmiştir. Bu aşamada bile, hükümet tarafından, hala krize kaşı neler yapılabilir tartışmalarının dillendirilmesi abesle iştigaldir, telafisi olmayacak bir sorumsuzluk örneğidir. AKP hükümetinin krizi anlamadaki siyasi yeteneksizliği ve buna karşı tedbir geliştirmekteki yavaşlığı, krizi yönetilebilir ve önlenebilir olmaktan her geçen gün uzaklaştırmaktadır. Vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti ekonomideki sorunları alabildiğine yaşamakta, kış aylarının etkisini hissettirdiği şu günlerde sıkıntıları gün geçtikçe artmaktadır. Kriz artık vatandaşımızın özel hayatına sirayet etmiş, marketlerde, pazarlarda yapılan alış verişlerin azalmasına, filelerin boşalmasına yol açmış; aziz vatan evlatları ekmeklerini kazanmanın derdine düşmüştür. “Yağmurda yürüyüp ıslanmamak mümkün değil“ diyerek şimdiden krize karşı mazeretler üretmeye çalışan Başbakan Erdoğan için yoksulluk, işsizlik ve çaresizlik içinde çırpınanlar; sadece siyasi mülahazalar sebebiyle hatırlanıp gündeme getirilmekte ve politik hamlelerine alet edilmektedir. Biz Başbakan’ın sözünü ettiği bu yağmuru, daha kara bulutlar görünür görünmez aylar öncesinden haber vermiş, yağmur sağanağa dönmeden tedbir alınmasını talep ederek halde yaşanacak selin ağır tahribata neden olacağını söylemiştik. Maalesef aradan geçen süre bizleri haklı çıkarmak üzeredir. Sürecin bu şekilde gitmesi durumunda; kriz, Başbakan Erdoğan ve partisini siyasi tarihin karanlık tüneline itecek bir daha da oradan çıkarmayacaktır. Burada bizi ilgilendiren asıl husus, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin akıbeti değildir. Aziz milletimizin her yönden maruz kalacağı ağır buhran halidir. Muhterem Milletvekilleri, Ekonomik krizler; genel anlamda, hakim ekonomik sistemin çelişkilerinin bir sonucu olup, karmaşıklaşan ve küreselleşen iktisadi ilişkilerin kontrol edilemez bir duruma gelmesiyle somutlaşan bir dengesizlik halini gösterirler. Ancak, etkili ve tutarlı yöntemlerle krizlerin engellenmesi, en azından etkisinin azaltılması mümkündür. Bunun için öncelikle muhatap olunan sorunların gerçekçi bir tespiti ve çözüm için atılacak adımların sağlam ve derinliğinin olması bize göre elzemdir. Bunlardan daha da önemlisi; siyasi sorumluk taşıyanların, her kesimde güven ve kararlılık imajını uyandırmalarıdır. Ne var ki, bu görüşlerimize uygun manzara ülkemizin şu andaki siyasi ve ekonomik atmosferinde bulunmamaktadır. AKP hükümetine hakim olan panik, iş bilmezlik, uyum ve karar almadaki zaafiyetler, sorunları büyütücü bir işlev görmekte, ekonomideki problemlerin çoğalmasına zemin hazırlamaktadır. Geçen haftaki konuşmamda bu konuya temas etmiş; Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarında görülen uyum ve koordinasyon eksikliğinden, yaklaşım farklılığından, açıklamalardaki çelişkilerden bahsederek krizin baskını hissettiğimiz şu günlerde, bu tablonun kaygılarımızı daha çok arttırdığını vurgulamıştım. Aradan geçen bir hafta içinde, kusurlar telafi edileceği, yanlışlar düzeltileceği yerde, tutarsız siyasi ve ekonomik yaklaşımlara her gün bir yenisi eklenmiştir. Bu durum karşısında, elimizde AKP zihniyetini tanımlayabileceğimiz üç seçenek kalmıştır. Hükümet ekonomik sorunları tespitte ya gafildir, ya umursamazdır yada idraksizdir. Bunun bize göre başka anlamı bulunmamaktadır. Krize karşı alınacak somut tedbirlerden öncelikli olarak, çok ciddi olumsuzluklara kapı aralayabilecek bu zaafiyetten bir an önce çıkılması zorunluluktur. Geçtiğimiz günlerde, Merkez Bankası tarafından açıklanan Kasım ayı Finansal İstikrar Raporu’nda; küresel ekonomide beklenen yavaşlama ve emtia fiyatlarındaki düşüş eğiliminin, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin enflasyon oranlarına olumlu olarak yansıyacağı ve önümüzdeki aylarda küresel enflasyondaki düşüşün hızlanarak süreceği öngörülmüştür. Buna rağmen bu açıklama sanki hiç olmamış gibi, Başbakan Erdoğan son Ulusa Sesleniş Konuşmasında; küresel ekonomide bir daralma yaşandığını, talebin düştüğünü, gıda ve emtia fiyatlarının arttığını, birçok ülkede enflasyonun yükselişe geçtiğini ifade etmiştir. Bu iki farklı ve birbiriyle taban tabana zıt tespitlerin hangisi doğrudur? Ekonomideki sorunlara karşı, tedbirler böylesine bir siyasi felç haliyle mi alınacaktır? Krizin baskınını ve etkisini hissettirdiği bu zaman içinde, var olan uyumsuzluğun ve çelişkinin hesabını kim verecektir? Biz, Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarında görülen uyum ve koordinasyon eksikliği derken, bu ve benzeri garabet durumları kast etmiştik. Krizi anlama ve teşhis konusundaki kaygı verici bunalımın, Başbakan Erdoğan ve ekonomi bürokrasisinde var olan kafa karışıklığının giderek yoğunlaştığını bu vesileyle üzülerek ifade etmek istiyorum. Ekonomik krizin Avrupa kaynaklı olduğunu söyleyerek, bir kez daha derin bir değerlendirme yanlışının içine düşen Başbakan Erdoğan’ın; krizin faturasının hükümetine çıkarılamayacağını söylemesi, bize göre başına gelecekleri anlamış olduğunu göstermektedir. Dicle’den, Fırat’tan, Meriç’e, Karadeniz’den Akdeniz’e Edirne’den Ardahan’a kadar her karış ülke toprağının mesuliyetini taşıdığını iddia eden Başbakan Erdoğan’ın ağzından bunları duymuş olmak hepimizi memnun etmiştir. Bu kapsamda, Türkiye ekonomisinde yaşanılacak her olumsuzluğun, vatandaşlarımızın maruz kalacağı tehlikelerin tek ve bir numaralı sorumluluğu de elbette size ait olacaktır. Değerli Milletvekilleri, Türkiye ekonomisi her türlü şoka ve dalgalanmaya karşı son derece dayanaksız ve aciz bir konumdadır. Bunun sonucunda önümüzdeki dönemlerde hayat şartlarının ağırlaşacağı, geçim zorluklarının artacağı, şikâyetlerin yoğunlaşacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Daralan iç ve dış talep sonucunda, ekonomin çarkları durma noktasına gelmiştir. Bu nedenle, dış finansman imkânlarının azalması ve sermaye çıkışlarının hızlanması, önümüzdeki süreçte cari açığın finansmanında büyük zorluklar çıkaracaktır. Cari açığın finansman kalitesi ve sürdürülebilirliği açısından önem arz eden doğrudan yatırımların toplam sermaye girişi içerisindeki payının gerilemesi tehlikenin gittikçe arttığını göstermektedir. Bankaların kredi kanallarındaki tıkanıklık, reel sektörün işlerini çeviremez bir noktaya getirmekte, yeni yatırımların olmaması ve özel sektör dış borç yoğunluğu yüzünden işten çıkarmalarda üzüntü verici bir yoğunluk yaşanmaktadır. Reel sektörün kullandığı dış kredilerin yüzde 61’i Türkiye’de kurulu bankalarca verilmiştir. Bu sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredilerin içinde en büyük payı ise yüzde 57,9 ile hizmetler sektörü almıştır. İstihdamın yüzde 46,5’ini karşılayan hizmetler sektöründeki bir daralmanın, işsizlik sorununun çığırından çıkmasına neden olacağı açıktır. Nitekim hali hazırda olan da budur. 2008 yılı Ekim ayı itibarıyla kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödeyememiş vatandaşlarımızın sayısı bir milyon sınırını aşmıştır. Bu korkutucu tablonun daha da artması, ekonomik ve sosyal hayatı işlemez hale getirecektir. Vatandaşlarımızın hayat pahalılığının üstesinden gelebilmek ve gündelik ihtiyaçlarını temin edebilmek amacıyla kredi kartı kullanımını artıracakları, böylece borçlarının katlanacağı bir dönem önümüzdedir. Bu durum tek başına bile finansal piyasalarda sorunlara davetiye çıkarma riski taşımaktadır. Dış ticarette çalan alarm zilleri krizin genişlediği bu şartlar altında, olumsuzlukların aldığı mesafeyi göstermesi bakımından önemli görülmelidir. 2008 yılı Kasım ayında ihracat ise yüzde 22 oranında azalmıştır. Ayrıca dış pazarlardaki açmazlar yüzünden ithalat miktarında da gerileme yaşanmaktadır. AKP hükümetinin mutlaka ve öncelikli olarak yapması gereken genişletici politikalar uygulamak olmalıdır. Bu süreçte kurgulanacak para ve maliye politikaları vatandaşlarımızı asla ezmemeli, kemerlerinin sıkılmasına neden olmamalıdır. Reel sektör üzerinden yayılması kuvvetli olan ekonomik kriz, finansal piyasalarda da etkisini göstermeye başlamıştır. İMKB endeksinde sert düşüşler görülmüş, devlet iç borçlanma faizleri yükselmiş, YTL ciddi oranda değer kaybetmiş ve finansal piyasalardaki dengesizlik önemli derecede artmıştır. Üretemeyen ve sonuçta katma değer çıkaramayan ekonomik yapı tıkanmış ve bir karar aşamasına gelinmiştir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, ekonomik kararlardaki ahenksizlik, sosyal ahlaktaki çöküşün hızlanması geleceğe yönelik umutlu bekleyişlerin boşa çıkmasına neden olmaktadır. Artık kabul etmek lazımdır ki, AKP hükümeti Türkiye’yi yönetememekte, dertlere deva olamamaktadır. Meseleleri dahi teşhis etmekten aciz olan AKP zihniyetinin, çözüm ve çare merkezli bir siyasi anlayışa sahip olması zaten beklenmemelidir. Israrla ve inatla, bir sel gibi ilerleyen ekonomik krizin teğet geçeceğini tekrarlayan Başbakan Erdoğan, krizin fırsata çevrileceğini de durmadan dile getirmektedir. Eğer Başbakan Erdoğan’ın fırsattan kast ettiği; paradan para kazanan yağmacı, talancı, ihale komisyoncusu siyasi yandaşlarıysa diyeceğimiz bir şey yoktur. Zira altı yıldır gün onların günü olmuştur. Milletimizin alın teri, helal kazancı sömürülmüş, fakirlik ve mağduriyet reva görülmüştür. Nedense fırsatlar aziz millet fertlerine hiç uğramamış, sürekli olarak Başbakan Erdoğan ve siyasi çevresine rastlamıştır. Çiftçimizin tarlasından elde ettiği ürünü para yapmamış, işçimiz tezgâhının başında perişan olmuş, esnafımız mal satamamış, memurumuz ekmeğini dahi zor alır bir duruma gelmiş, emeklimiz pazarda sadece tezgâhlara bakar olmuş; ancak Başbakan Erdoğan’ın yandaşları ise servetlerine servet katmıştır. Bildiğimiz ve inandığımız bir şey vardır. Kriz asla, ama asla milletimiz için bir fırsat değil, bir sosyal afettir. Feryatları, çığlıkları, mağduriyetleri sözüm ona fırsata çevirmekle meşgul olan Başbakan Erdoğan, yarın kendisiyle ilgili demokratik tasfiyeyi de eminiz ki fırsata çevirmeyi bilecektir. O gün geldiğinde buna hep birlikte şahit olacağımızı, bu siyasi hesaplaşmayı sabırla bekleyeceğimizi huzurlarınızda ifade etmek istiyorum. Değerli Milletvekilleri, Siyasette başarı, ekonomide refah ve kalkınma masallarının tekrarlandığı, maalesef şehadetlerin devam ettiği sancılı bir sürecin bir haftası daha geride kalmıştır. İktidarın sorunlara etkisiz yaklaşımı ile değerleri istismara, sorunları bahaneye ve çözümü çaresizliğe bağlayan siyaset anlayışı, önümüzdeki haftalara ve yıllara umutla bakmamızı önleyen en önemli husustur. Toplumun tamamını ve hayatın her alanını, çatıştırma ve kutuplaştırma; birbirine yabancılaştırma çabaları ile cephelere ayırarak siyaset yapma ilkesizliği tırmanarak devam etmektedir.
Son olarak, Amanoslar’a kadar ulaşan PKK’lı teröristlerin saldırıları sonucu iki polis memurumuzun şehadeti, terörün artan cesaretini göstermesi bakımından önemli bir eylem olarak görülmelidir. Bu vesile ile, Aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, milletimize, emniyet mensuplarına ve kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Burada tekrarlamak istiyorum ki, hükümet, terörle mücadele adına, Kuzey Irak yönetimi ile tamamen yanlış bir yöntem ve muhatap seçmiştir. Baştan beri, terörle mücadele konusunda inandırıcı ve etkili bir strateji geliştirememiş, sürekli arayış içinde görünerek küresel dayatmalara tabi olmuştur. Kuzey Irak’a karşı caydırıcı etki icra edecek ekonomik önlem ve yaptırımları uygulamamıştır. Bu şartlar altında oturulacak masada hangi güçlü yaptırımımız, hangi stratejik tedbirimiz, muhataplarında saygı, korku, yakınlaşma ve işbirliği imkânı doğuracaktır? AKP hükümeti bu ilişkilerle, terörle mücadelemizin inisiyatifini Barzani’nin vereceği kararlara mahkûm etmiş ve süreci tıpkı altı yıl boyunca gördüğümüz gibi göstermelik tedbirlerin ipoteği altına sokmuştur.
Bunun elbette ki bir bedeli olmalıdır ve olacaktır. Hükümetin yaptığı yanlışlardan, üstlendiği vebalden “yanıldım” diyerek kurtulma imkânı artık kalmamıştır. Aziz milletimiz, kendisine reva görülen bütün alçaklıkları, rezaletleri ve yaşatılan acıları vicdanında sorgulayacaktır. Ve karar anı geldiğinde sorumlularının kim olduğunu görerek, yapılanların hesabını mutlaka soracaktır. Adalet ve Kalkınma Partisinde yaşanan öfke, gerginlik, telaşın nedeni de budur. Ancak, bilinmelidir ki bu akıbetten kaçış ve kurtuluş yoktur. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Muhterem Basın Mensupları, Yılın son Grup toplantısı olması nedeniyle, yaklaşan Kurban Bayramınızı ve Yeni yılınızı şimdiden kutluyorum. Cenab-ı Allah’tan aziz milletimize, din kardeşlerimize ve insanlığa bu kutlu günlerin anlamına uygun olarak barış, huzur, mutluluk ve bereket niyaz ediyorum. Sizlere, ailelerinize ve milletimize yeni yılda da başarı, sağlık ve mutluluklar diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. Dr. Devlet Bahçeli
|