Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Kıymetli Basın Mensupları, Bu haftaki konuşmama başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Geçtiğimiz hafta içinde Grup toplantımızı yapacağımız Salı gününü de içine alan toplam altı gün Almanya ve Hollanda'da yaşayan soydaşlarımıza bir ziyaret gerçekleştirdim. Yüreklerinde vatan ve millet sevgisinin en coşkulu, en şuurlu hallerini yakından izlediğim bu ziyaret süresince Batı Avrupa Türklüğünün aziz temsilcilerine sizlerin selam ve sevgilerini götürdüm. Onlardan da sizlere en samimi duygularla, hasret ve muhabbet dolu selamlarını getirdim. Yabancı ellerde yaşıyor olmalarına rağmen, büyüyen bir heyecanla milli kimlik, milli değer ve milli şuura sahip çıkmış olduklarına ve bunun mücadelesini verdiklerine bir kez daha iftiharla şahit oldum. Gurbet ellere tutunmak amacıyla, kültürümüzün pırıl pırıl kaynağı olan Anadolu'nun bağrından ayrılalı yaklaşık kırk yıl olmasına rağmen Türklüğün değerlerine bağlılıklarının daha da artmış olduğunu gördüm. Bu itibarla, yaşadıkları ülkenin kültüründe erimeden entegre olabilmiş soydaşlarımızın mevcudiyeti her türlü takdirin üzerindedir Onların aziz milletimizin Avrupa'daki temsilcileri olarak Anavatanlarından uzakta, kültürel köklerinden ve kaynağından kopmamak üzere verdikleri imtihanın farkındayız. Özelikle Avrupalıların, İslamiyet ve Türklükle ilgili tarihi ön yargılarını düzeltmelerinde Türk milletinin temsilcisi olarak onlara büyük bir sorumluluk düştüğünün de şuurundayız. Onlar bulundukları ülkelerde barış ve huzur içinde yaşadıkça, eğitim ve iş hayatlarında başarılı oldukça bizler bundan ancak onur duyarız, başarılarından güç ve ilham alır övünürüz. Elbette ki yabancı ellerde, kültür ve değerlerini koruyarak yaşayabilmenin zorlukları vardır. Bizlere düşen de soydaşlarımızın karşılaştığı sorunların üstesinden gelmeleri için yardımcı ve destek olmaktır.
Türkiye Millet Meclisinde grubu bulunan bir siyasi parti olarak, yerinde tespit ettiğimiz bütün sıkıntıları ve sorunları hem hükümet nezdinde hem de Meclis zemininde dile getirip, çözümü konusunda takipçi olmak durumundayız. Bu, bizim yalnızca yurtdışında yaşayan kardeşlerimize olan gönül bağımızın bir gereği değil, aynı zamanda milli kimlik, dil ve değerleri yaşatmak için ülkemizde birçoklarında göremediğimiz kadar soylu bir mücadele veren Türklüğün temsilcilerine olan borcumuzdur. Bütün arkadaşlarımın bu gerçeğin farkında ve şuurunda olduklarına, ihtiyaç duyulacak her desteği vereceklerine inanıyorum. Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin, çok ağır krizlerle boğuştuğu bu ortamda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Başbakan'ın inat ve ihtirasları uğruna Suriye sınır bölgesindeki mayınların temizlenmesi yasasıyla kilitlenmesi AKP iktidarının kara sayfalarından birisi olarak tarihe geçmiştir. Türk milletinin gerçek sıkıntı ve sorunlarına öncelik veren bir gündem belirlemek konusunda isteksiz, iradesiz ve aciz olan Başbakan ve hükümeti, Yüce Meclis'in beş haftaya yakın mesaisini mayın yasasıyla heba etmiştir. Kamuoyunda tedirginlik yaratan ve TBMM'de sert tartışmalara yol açan Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi ile temizlenen arazinin tarıma açılması hakkındaki yasa değişikliği iktidar partisinin verdiği oylarla gerçekleşmiştir. Yasanın AKP' zihniyetinin kurguladığı şekil ve yöntemle çıkmaması için yaklaşık bir aydır Türkiye Büyük Millet Meclisinde demokrasi mücadelesi veren milletvekillerimizi ve parti gurubunu ve konuyu kamuoyuna taşıyan ve toplumu uyandıran medyayı kutluyorum. Bu konudaki görüşlerimizi 26 Mayıs 2009 tarihli Grup Toplantısındaki konuşmamda ayrıntıları ile açıklamıştım. Bu çerçevede, mayın temizleme ve tarımsal anlamda kullanma konusunun birleştirilmesinden duyduğumuz kuşkuyu ve yanlışlığı açıkça belirtmiştim. Yine bu kapsamda eğer yasa AKP'nin önerdiği şekilde çıkartılırsa, kamuoyunda ihalenin 44 yıllığına bu sahada adeta tekelleşmiş olan İsrail şirketlerine geçeceğine dair kaygılarımızı vurgulamıştım. Ne var ki, Başbakan Erdoğan'ın açık şantajına maruz kalan AKP Grubu tereddüdü kaldırmış ve fire vermiş olmasına rağmen sayısal çoğunluğu ile yasayı Meclisten geçirmiştir. Başbakan'ın Temmuz ayında da çalışmak zorunda kalınacağına dair açık tehdidi üzerine partisinin milletvekillerinin yaz tatili, Suriye ile aramızda olan 517 km.lik sınıra feda edilmiştir. Ve, bu leke de iktidar zihniyetinin siciline işlenmiş, tarihin affetmeyeceği bir sapma olarak TBMM tutanaklarında kayıt altına alınmıştır. Bu aşamada konuya ilişkin hassasiyetini önceden açıklamış Sayın Cumhurbaşkanından beklentimiz yasayı imzalamadan iade etmesi ve bu oyuna göz yummamasıdır. Bu yol ile aşılamaması halinde Anayasa Mahkemesinin kararını beklemekten başka bir demokratik çare kalmayacaktır. Muhterem Milletvekilleri Mayınlı arazinin temizlenmesi ve tarıma açılmasına ilişkin yasa değişikliği tartışmaları esnasında dikkat çekici gelişmeler de yaşanmış, özellikle Başbakan Erdoğan'ın giderek tırmanan öfkeli tepkileri kamuoyunun kuşkularını artırmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır. Bu konuda kamuoyunun haklı endişelerini giderecek açıklamalar yapmak yerine Başbakan'ın;
Başbakan bu açıklamalarla da yetinmemiş; bir taraftan yabancı sermaye sevgisi ile ticaretin dini ve milliyeti olmadığından dem vurmuş, öte taraftan sözde nasıl dik duran bir lider olduğunu anlatmak için Davos'taki sahte kahramanlığını hatırlatmak gereği duymuştur. Gelişmeler, başbakanın kamuoyunda ve kendi partisinin milletvekillerinde şahsında oluşan kuşkuları giderememiş olmanın sıkıntısını yaşamaya devam ettiğini göstermektedir. Baskı ve tehditle çıkan yasaya rağmen Başbakan hala, üzerine yapışmış İsrail'le işbirliği etiketini çıkartmakla meşgul olmakta ve konuştukça batmaktadır. Son olarak partisinin il Kongresinde " kendinden önceki iktidarların da İsrail'le yapılmış gizli anlaşmaların olduğunu" söylemesi, kafasının hala açığa çıkan ihale oyununa takılıp kaldığını, bahane üzerine bahane ürettiğini göstermektedir. Bir ülkenin, başka ülkelerle milli menfaatleri doğrultusunda açık veya gizli anlaşmalar yapması elbette ki uluslar arası ilişkilerin vazgeçilmez bir yönüdür. Bizim eleştirdiğimiz nokta, Türkiye ile İsrail arasında imzalanmış bir anlaşma metni değildir. Kaldı ki bu konuda da tereddüt hasıl olursa onu da ayrıca eleştiririz. Eleştirimizin konusu, Başbakan'ın aralarında İsrail'in de olabileceği yabancı firmalara, kurgulanmış bir yasa hazırlığıyla ihalenin birilerine söz verilmiş olduğu yönündedir. Başbakanın gösterdiği telaş hali ve tevil çırpınışları, geçmişte yapılmış resmi gizli anlaşmalara atıfta bulunması yabancılara kapalı kapılar ardında verdiği taahhütleri meşrulaştırma çabasından başka bir anlam taşımamaktadır. Bu hezeyanları, mayın temizleme yasasının arkasında bu işin Davos şovunun diyet bedeli olarak bir İsrail firmasına verilmesinin düşünüldüğü yolundaki kuşkuları gidermeye yetmeyecektir. Bizim bu konuda Başbakan'a söyleyeceğimiz şudur: Biz Başbakan Erdoğan'ın geçmişteki icraatlarıyla tezgâh altı siyaset ve pazarlık üslubunu iyi biliriz. Dayatma ve telkinlere açık, teslimiyet üzerine kurulu zihniyetinin müzakere adı altında nasıl tavizlere zorlandığının farkındayız. Biz sizin kim olduğunuzu yedi yıla yaklaşan icraatınızla öğrendik. Bu açıdan bize kendinizi bize anlatarak vakit kaybetmeyiniz. Siz bizleri bırakınız da özel ilişkiler konusunda uyanmaya başlayan kendi partinizin milletvekillerini ikna ediniz. Muhalefet partilerine "siz ne hakla ihanet kelimesini ağzınıza alabiliyorsunuz, bizim vatan sevgimizi ne hakla değerlendirmeye çalışıyorsunuz" diye soran Başbakan'a burada hatırlatmak isteriz. Bir siyasetçi için en hazin tecelli vatan sevgisinin muhalif partiler tarafından değil bizzat kendi geçmişi, siyasi sicili ve fiilleri ile sorgulanıyor olmasıdır. Türkiye'nin milli çıkarlarını, onurunu ve haysiyetini korumak, milli birliğine ve değerlerine sahip çıkmak vatanseverliğin değişmez ve tartışılmaz ölçüleridir. Bu konuda değerlendirme kriteri arayışına girdiği anlaşılan Başbakan'a vatan sevgisini ölçmek için;
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Gelişen teknoloji ile giderek küçülen bir küre haline gelen dünyamızın ihtiyaç duyduğu kalıcı ve yaygın barış ve huzurun sağlanması ile kaynakların hakkaniyetle paylaşımında her ülkeye rol ve pay düşmektedir. Ancak bunda en büyük sorumluluk yeryüzüne yayılmış hakimiyet ve menfaat sahalarını kontrol etmeye çalışan küresel güçlere aittir. Soğuk savaş döneminden sonra ortaya çıkan tek kutuplu dünya arayışı esnasında Amerika Birleşik Devletleri'nin tehditkâr ve zorlayıcı politikaları insanlığın acılarını daha da artırmıştır. Özellikle Ortadoğu ve Avrasya'da enerji ve su kaynaklarını kontrole yönelik stratejileri, ABD'nin askeri ve ekonomik ağırlıklarını ve vizyonunu bu coğrafyalara yöneltmesine neden olmuştur. Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnsiyatifi de denilen ve bu coğrafyaları tanzime niyetlenen küresel proje sancılı bir değişim ve dönüşümün de başlangıcı olmuştur. Zorla ve güç kullanarak uygulanmak istenen küresel projeler, dayatılmak istenen topraklarda, sancılı ve acılı bir toplum yapısı, inançlar bazında kutuplaşmış bir beşeriyet, kin ve nefretin arttığı bir zemin oluşturmuştur. Komşu coğrafyalarda yaşananlar bunun en acı ve ibret verici örnekleridir. Elbette ki bu sürecin baş aktörü ise Amerika Birleşik Devletleri'dir. 20 Ocak 2009 tarihinde görevi devralan ABD Başkanı Obama ile birlikte, önceki yönetimden süregelen gerilim ve baskıların sona ereceğine dair umutlar artmıştır. Nitekim o tarihten bu yana aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelere ziyaretler gerçekleştiren Obama'nın mesajlarında genel yumuşama, itidal, karşılıklı anlayış ve saygı vurgusu dikkat çekicidir. Ancak, bu beklenti içinde bulunanlar şu ana kadar iyimser mesajlardan ve duygusal hitaplardan başka bir gelişmeye de şahit olmamışlardır. Irak'ta kan dökülmeye devam etmekte, Pakistan bölünmenin eşiğine kadar gelmekte, Afganistan'da, Filistin'de sıcak çatışmalar devam etmektedir. Elbette ki on yılların biriktirdiği sorunları ortadan kaldırmak için zamana ihtiyaç vardır. Ne var ki, ABD'nin bu konularda köklü ve ciddi bir adım atacağına dair sözden öte bir işaret henüz alınmamıştır. Son olarak ABD Başkanı Obama'nın Mısır ziyaretinde İslam dünyasına yönelik çözüm getiren mesajlardan ziyade, dini metinlere referans yapan konuşması yeni ABD stratejilerinin ciddiyeti ve beklentileri konusunda kuşkularımızı artırmıştır. Bu itibarla, bu gücün, önümüzdeki çeyrek yüzyıllardaki varlık ve zenginliğini sürdürmek için hayati derecede önem verdiği Ortadoğu ve Avrasya politikalarından vaz geçeceğini söylemek en azından şimdilik mümkün değildir. O halde yapılmak istenenin stratejik bir dönüşümden ziyade, "zora dayalı değişimin" yerini "sempatiye dayalı zorlama"nın aldığı taktik bir arayış olarak yorumlamak en doğru tespit olacaktır. Özellikle İslam toplumlarının ağır bunalım ve sancılı bir kargaşa ortamında yaşadıkları düşünülürse, yeni başkanın dini içerikli mesajları gururu kırılmış, incitilmiş, horlanmış ve tepkili Müslümanların duygularına yönelik bir çabadır. Bu kapsamda, Obama'nın konuşma yaptığı salonda "seni seviyoruz" diyerek alkış tutan Mısırlıların lüzumundan fazla sıcak tepkisi, bu amaca şimdilik ulaşılacağını göstermektedir. Sözlerin eyleme dönüşüp dönüşmeyeceğini elbette ki zaman ve uygulamalar gösterecektir. Muhterem Milletvekilleri, Çare, çözüm, fırsat adı altında topluma dayatılmak istenen teslimiyet şartlarının her ağızdan telaffuz edildiği bir dönemde güvenlik güçlerimiz bölücü terörle mücadelelerini hayatları pahasına sürdürmektedir. Bugün itibariyle son otuz günlük süre içinde, terörle mücadele esnasında ve mayınla temas sonucunda olmak üzere Hakka uğurladığımız şehitlerimizin sayısı 15'e, hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısı beşe ulaşmıştır. Yine aynı zaman süresince yirmi üç güvenlik mensubumuz, bir vatandaşımız yaralanmış, bir inşaat şantiyesinde çalışan iki vatandaşımız kaçırılmıştır. Ve bütün bu tablo Türk Silahlı kuvvetlerinin silah bırakması çağrılarının alenen yapıldığı, hükümetin bölücüleri cesaretlendirdiği bir karanlık ortamda şekillendirilmek istenmektedir.
Güzel şeyler olacak denilerek müjdelenen karanlık gelişmelerin başlıkları bunlardır. Bu çağrılara cevap vererek ana muhalefet partisinin siyasi açılıma karşı olmadığını ve buna katkıda bulunacağı yönündeki beyanları, bölücübaşının İmralı'dan mesajları, "tarihi fırsat ve devlet katında mutabakat" açıklamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde, yaygın bir ittifakın gerçekleşme yolunda olduğunu işaret etmektedir. Bu yeni safhada yazılan senaryo,
AKP'nin siyasi çözüm adı altında hayata geçirmeyi amaçladığı bu süreç, Türkiye'de etnik temelde ayrı bir millet ve milli azınlık olduğunun kabulünü ve devletin niteliği ve yapısının bu ayrışmaya hukuki ve siyasi temel kazandıracak şekilde yeniden düzenlenmesini öngören bir çözülme sürecidir. Anayasamızın değişmez hükümlerinde ifadesini bulan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve üniter yapısına alenen aykırı olan bu proje, Türkiye'nin milli devlet niteliğinin ve üniter siyasi yapısının tasfiye sürecidir. Bu siyasi açılım süreci, PKK'nın değişmeyen bölücü amaçlarına siyasi yol ve yöntemlerle ulaşmasının kabul edilmesi anlamına gelen, bunlara siyasi ve hukuki meşruiyet zemini kazandıran bir teslimiyet sürecidir. 19 Mayıs 2009 tarihinde aziz milletimize yaptığımız açıklamada yer alan çağrımı tekrarlıyor ve bölücülüğü meşrulaştırmak ve milli azınlık yaratmak için güç birliğine yönelen siyasal partilere buradan hatırlatıyorum. Anayasanın değiştirilemeyecek 3.maddesine açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde etnik köken ve dil temelinde milli azınlıklar yaratmaya çabalamak Anayasamıza göre mümkün değildir. Böylesi bir niyet taşıyarak bu suça yeltenenleri, "devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne" aykırı fiillerin de odağı haline gelmemeleri konusunda uyarıyorum. İster bu uyarıyı dikkate alarak meşru ve anayasal çizgide siyaset yapmaya devam ederler, isterlerse partilerini ve Türkiye'yi yeni ve farklı bir tartışma ve çatışma ortamına sürükleyerek bunalıma kapı açarlar. Bu aşamadan sonra kendilerinin bilecekleri iştir. Milliyetçi Hareket Partisi ve Türk milliyetçileri; Türkiye'nin içten çözülmesini ve Türkiye Cumhuriyetinin milli devlet niteliğinin ve üniter yapısının tasfiyesini öngören bu sürecin hiçbir şart altında parçası olmayacak, Bu yöndeki çabalara tek başına da kalsa sonuna kadar, altını çiziyorum sonuna kadar direnecektir. Bu konuda söylenecek her şey söylenmiş, siyasi sorumluluk anlayışı içinde yapılması gereken bütün uyarılar yapılmıştır. Başbakan Erdoğan'ın şimdi yapması gereken, "herkes elini taşın altına koymalıdır" söylemiyle bizi sürece çekmeyi terk edip bu konuda ne düşündüğünü ve ne yapmak istediğini açıkça ortaya koyması ve konuyu TBMM'nin önüne getirmesidir. Başbakan Erdoğan'ın, partisinin ve hükümetinin gerçek kimliği ve kişiliği, niyetleri ve planları işte o zaman bütün çıplaklığıyla gün ışığına çıkacaktır. Türk milleti için boş sloganlarla sahte milliyetçilik ve vatanseverlik edebiyatı yapan bu zihniyetin gerçek yüzü ve niyetleri de nihayet herkes tarafından anlaşılacaktır. Bu tarihi yüzleşme ve hesaplaşma artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Muhterem Milletvekilleri, Konuşmamın bu bölümünde, büyük Türk milletini meydana getiren muhteşem beşeri varlığın aziz temsilcileri olan Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimizin sorunları ve beklentileri ile partimizin milli kimlik ve kardeşlik eksenindeki çözüm sürecine ilişkin görüş ve düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Türkiye'de toplumsal huzursuzluk kaynağı olan sorunların karşılıklı anlayış, hoşgörü ve sağduyu ortamı içinde, milli birlik, bütünlük ve dayanışma ruhuyla makul çözümlere kavuşturulması büyük önem taşımaktadır. Bu konuda temel değerler ile çatışmamak kaydı ile kutuplaşmacı anlayışlar terk edilerek, sevgi ve saygı temelinde, millet bütünlüğü içinde toplumsal kucaklaşma döneminin açılması en önemli temennimizdir. Milliyetçi Hareket Partisi, uzun yıllardır görmezden gelinen bu sorunların, azınlık yaratılmasına yönelik tahrikleri de önlemek maksadıyla, toplumumuzu kucaklayan bir anlayışla gerginlik unsuru olmaktan çıkarılmasının milli birliğimizin siyasi, sosyal ve kültürel temellerini güçlendireceğine samimiyetle inanmaktadır. Türkiye'de Alevi İslam inancını benimseyen kardeşlerimizin inanç ve kültür temelli sorunları, sıkıntıları ve beklentilerinin bu anlayışla ele alınması ve çözüm yolları üzerinde iyi niyetle çabalar gösterilmesi TBMM'deki siyasi partilerin ortak sorumluluğu olarak görülmelidir. 18 Kasım 2008 tarihli Meclis Grup toplantısında yaptığım konuşmamda, Milliyetçi Hareket Partisi'nin bu sorunların çözümü amacıyla "karşılıklı anlama ve anlaşılma süreci" başlatılmasına samimiyetle katkıda bulunmaya hazır olduğunu ortaya koymuştum. Bu konudaki yaklaşımımıza yön veren temel görüş ve düşünceleri aziz milletimizle paylaşmıştım. Bunun üzerinden geçen altı aylık süre içinde, araya mahalli idareler seçimlerinin girmesinin de etkisiyle, bu konuda insiyatif almak durumunda olan AKP hükümeti böyle bir diyalog süreci başlatılması konusunda somut adımlar atamamıştır. Geçtiğimiz hafta Alevi toplumunun temsilcilerinin iştirakiyle başlatılan "Çalıştay" sürecini bu bakımdan olumlu ve cesaret verici bir başlangıç olarak gördüğümüzü belirtmek isterim. Bu sürecin sorumluluk duygusu içinde, iyi niyetle ve samimiyetle yürütülmesi ve herkesin yapıcı katkıda bulunmak için gerekli hassasiyet, özen ve kararlılığı göstermesi en samimi beklentimizdir. Milliyetçi Hareket Partisi bu süreçte asgari mutabakat zemini oluşturulması çabalarını yakından izleyecek ve üzerine düşen her katkıyı yapmayı milli bir görev olarak görecektir. Partimizin bu konudaki düşünceleri asırları aşıp gelen Türk milli kültürünün ayrılmaz bir parçası olan bu zenginliğin yaşatılması, ayrıma fırsat vermeden milli beraberlik ruhu içinde çözüme kavuşturulmasıdır. Bugün Alevi İslam inancına sahip kardeşlerimizin üzerinde yoğunlaştıkları konular ve talepler; Cemevlerinin statüsü ve konumu, Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilişkileri ve bağlantısı, Alevi İslam inancı ve kültürünün eğitim müfredatlarında yer almasına yöneliktir. Bu taleplerden yola çıkarak Alevi İslam inancına mensup kardeşlerimizin sorunlarına bulunacak çözümlerin ana unsurları ve çerçevesi hakkındaki somut düşünce ve önerilerimizi bu vesileyle dile getirmek istiyorum. Bu konuda Çalıştay sürecine katılan tarafların değerlendirmesine sunmak istediğimiz düşüncelerimiz beş ana başlık altında toplanmaktadır. Amacımız konunun siyasi, hukuki, sosyal bütün yönleriyle tartışılarak üzerinde uzlaşılacak ortak bir zeminin ortaya çıkmasıdır. Birinci ana başlık, Alevi İslam inancı hakkında aydınlatma ve bilgilendirme faaliyetleriyle ilgilidir. Bu kapsamda, Alevi toplumunun temsilcileriyle envanter çalışması yapılarak Alevi İslam inancının yazılı kaynakları ve orijinal Alevi öğretisine ilişkin eserler hakkındaki bilgiler güncelleştirilmelidir. Bugüne ulaşan yazılı ve sözlü kaynakları geniş bir külliyat haline getirilmeli, buyruklar, icazetnameler, fermanlar ve şecereler gibi tarihi eserler derlenerek Türkçe'ye çevirileri yapılmalıdır. Alevilerin önemli günlerinde, TRT vasıtasıyla kapsamlı tanıtım programları düzenlenmeli, özel televizyon kanalları ve radyo istasyonları da bu yönde teşvik edilmelidir. Alevi klasiklerinin bilimsel metotlarla ve orijinaline sadık kalınarak yayınlanmasına hız verilmeli, Diyanet İşleri Başkanlığı Diyanet Vakfı bu konuda Alevi kuruluşlarıyla yakın istişare ve işbirliği içinde olmalıdır. İkinci ana başlık Alevi kurumlarının eğitim alanındaki ihtiyaçları ve nitelikli kadro sorunları için yapılacak düzenlemelerdir. Bu çerçevede, devletin maddi katkı ve desteğiyle Alevi toplumunun yönetiminde Türkiye Alevilik Araştırmaları Merkezi kurulması imkânları üzerinde durulmalıdır. Bilimsel araştırmaların yanı sıra kültür ve eğitim enstitüsü olarak faaliyet gösterecek bu merkez genel bütçeden ayrılacak bir ödenekle desteklenmesi ve idari bakımdan özerk olması değerlendirilmelidir. Alevi inanç önderlerinin yetiştirilmesi için İlahiyat Fakültelerinde tasavvuf ilimleri bölümü kurulması için gerekli çalışmaların başlatılması da yerinde olacaktır. Üçüncü ana başlık altında toplanan düşüncelerimiz din dersleri kapsamında Alevi İslam inancının öğretilmesi için yapılacak düzenlemelerdir. Bu itibarla ders müfredatında Alevi toplumunun da katılımıyla .Alevilik inancı ve kültürüne doğru, objektif ve bilimsel ölçülere uygun olarak tarafsız biçimde yer verilmesi sağlanmalıdır. Bu konuda tanınmış ilahiyatçılardan, Alevi İslam inancı önderlerinden ve bu alanda çalışmalar yapan akademik çevrelerden oluşacak bir "özel ihtisas komisyonu" kurulması yerinde olabilecektir. Bunun yanı sıra, Anadolu Alevliği konusunda özel ders/seminer programları düzenlenmesi; bu konularda bilimsel çalışmaları teşvik için maddi ve akademik destek başta olmak üzere gerekli şartların yaratılması imkanları ele alınmalıdır. Dördüncü ana başlık Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde yapılabilecek yapısal düzenlemeleri kapsayan hassas bir alandır. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini ve mezhebi olmadığı, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görev ve hizmet alanının İslam dini olduğu bir gerçektir. Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi çerçevesinde ve milli dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaçlayan din hizmetleri veren genel idare içinde bir kurumdur. Bu hüviyeti ve statüsüyle Alevi vatandaşlarımızın sorunlarıyla ilgilenmesi ve uygulamadaki sıkıntılar ışığında kendilerine hizmet sunması doğal olacaktır. Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarında temsili konusunun, bu resmi kurumun kuruluş felsefesi ve ilkeleri ışığında ele alınması yerinde olacaktır. Bunun yanı sıra, temsil meselesi ele alınırken, bunun kapsamının, diğer inanışların ve mezheplerin bu çerçeve içindeki yeri ve konumunun, aynı inanç toplumu içinde farklı ve taban tabana zıt anlayışların durumunun ne olacağı gibi temel konuların hassasiyet ve gerçekçi bir bakış açısıyla düşünülmesi gerekecektir. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, İslam içerisindeki farklı inanç ve anlayışlara hizmet verecek bir "koordinasyon kurulu" oluşturulması imkânları üzerinde de durulabilecektir. Alevi toplumu temsilcilerinin de yer alacağı bu mekanizma; vasıtasıyla, din adamlarının Alevilik konusunda bilgilendirilmesi, araştırma ve yayınlar ve Alevi vatandaşlarımıza hizmet verecek kadroların yetiştirilmesi ve eğitim programları esas olabilecektir. Beşinci başlık altında sunduğumuz düşünce ve öneriler Cemevleri konusunda yapılması mümkün ve uygun olacak düzenlemeleri ilgilendirmektedir. Cemevlerinin tanımı, işlevi ve statüsü, toplumsal ve hukuki hassasiyet taşıyan konulardır. Alevi vatandaşlarımızın inanç dünyalarını, kültür ve geleneklerini yaşadıkları bu mekânların sosyal ve kültürel işlevleri de bulunmaktadır. Toplumsal bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan bu mekânlarda Alevi anlayışının geleneklerine göre inanç hizmetlerinin yanı sıra, kültürel hizmetler de yürütülmektedir. Türkiye Aleviliği sosyal bir gerçektir. Alevi toplumunun yaşamında çok önemli bir yeri olan cemevlerinin fiilen bulunduğu ve bu özel mekanların faaliyetlerine müdahale edilmediği de bir vakıadır. Bu düşünceler ışığında, bu hassas konunun ele alınmasında pragmatik bir yaklaşım benimsenmesi yerinde olacaktır. Konu, statü ve örgütsel yapılanma sorunu ekseninden çıkarılmalı; siyasi ve ideolojik boyuttan arındırılmalı; cami-cemevi karşıtlığı denkleminden kurtarılmalıdır. Toplumsal bir ihtiyaçtan kaynaklanan sosyal bir konu olarak ele alınmalı ve gerçekçi bir bakış açısıyla, yaşanan sıkıntıları giderecek pratik ve fiili imkânlar üzerinde yoğunlaşılmalıdır. Milletimizin inanç hayatının bir gerçeği ve zenginliği olan cemevlerine devlet yardım ve himaye elini uzatmalı, giderler için genel bütçeden ödenek tahsisi üzerinde durulmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi Türk kültürüne ve milli kimliğe ve kardeşliğe büyük katkıları olacağına inandığı çözüm çabalarına katkı sağlamak amacıyla ortaya koyduğu bu ön düşüncelerin, Alevi kuruluşlarımızın görüş ve değerlendirmeleri ışığında ve hukukun içerisinde olgunlaştırılabileceğine ve bir mutabakat zemini oluşturulmasına hizmet edeceğine inanmakta ve bunu samimiyetle ümit etmektedir. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Geçtiğimiz hafta Başbakan Erdoğan tarafından basın toplantısıyla ilan edilen ekonomik önlemler paketi ile kriz halindeki Türkiye ekonomisinin son durumuna ilişkin çalışmalarımız partimizin "Küresel Finans Krizi İzleme ve Değerlendirme Komisyonu" tarafından sürdürülmektedir. Yapılacak değerlendirmeleri müteakip sonuçları bundan önce de olduğu gibi kamuoyu ile paylaşılacaktır. Bu nedenle konunun ayrıntılarına girmeyeceğim. Ancak, Başbakan yeni ekonomik önlemler paketini açıklarken IMF ile ilişkilere de değinmiş ve çok önemli ve açıklığa kavuşturulması gereken bazı ifadeler kullanmıştır. Bu kapsamda olmak üzere, Başbakan IMF ile ortak program yapılmamasının nedeni olarak iki noktayı vurgulamış; ilk olarak IMF'nin tutarsız olduğunu ima ederek bir söylediğinin diğerini tutmadığını öne sürmüştür. İkinci olarak da IMF'nin ülkemizden bir takım siyasal taleplerde bulunduğunu açıklamış ve dikkatlerin bu noktaya odaklanmasına neden olmuştur. Başbakan Erdoğan'ın; IMF taleplerinin siyasi içerik taşıması halinde hiç olumlu bakamayacaklarını, IMF'yle finansı konuşmaları gerektiğini söylemesi bu zamana kadar IMF tarafından siyasi dayatmaların hükümete yapıldığı anlamına gelmektedir. O halde Başbakan Erdoğan'ın IMF'nin siyasi taleplerinin neler olduğunu aziz milletimize açıklaması siyasi namus ve vicdan meselesi haline gelmiştir. Mesela siyasi talepler arasında Ermenistan sınır kapısının açılması yer almış mıdır? Son zamanlarda herkesin dilinde ve gündeminde olan Kürt sorunu diye nitelendirilen meseleyle ilgili bir dayatmaya maruz kalınmış mıdır? Kuzey Irak ile ilişkilerin sıklaştırılmasına yönelik bir zorlama ile karşı karşıya kalınmış mıdır? Yaşadığımız siyasi kaostan istifade etmeye çalışan küresel mahfillere iktidarı süresince çanak tutan AKP zihniyetinin, bölgesel ve uluslar arası konularda önde olmak adına, milli politikalar dışında her mülahazaya açık olduğu herkesin malumudur. Eğer gerçekten IMF, milli menfaatlerin hilafına ülkemizden siyasi talepte bulunmuş ve hükümet de bu nedenle bugüne kadar ayak diremişse bu konuda siyasi iradenin sonuna kadar arkasında durur ve destekleriz. Bu itibarla Başbakan Erdoğan'dan IMF'nin siyasi taleplerinin neler olduğunu, bu zamana kadar hangi tavizleri verdiğini, milletimizi hangi sonu olmayan süreçlere mahkûm ettiğini bir an önce açıklamaya davet ediyorum. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Dr. Devlet Bahçeli |